HABER MERKEZİ- Konuya bir Kürt’ün başından geçen hikaye ile başlamak istiyorum. Hikaye derken aslında yaşanmış bir olaydan bahsedeceğim. Anlatacaklarım, olayı yaşayanın bir akrabasının bana anlattıklarıdır.
1990’ların sonuna doğru Avrupa’ya kaçak giden Hewlerli bir Kürt, İtalya’da yakalanıyor. Tutulduğu cezaevinde İtalya mafyasından bir gurup da varmış. İtalyan’lar Kürtlerin mücadelesini biliyormuş, Avrupa’daki Kürt yurtseverlerine de sempati duyuyormuş. Hewleri Kürt kendini tanıtınca korumak amaçlı yanına almışlar. Ne iş yapıyorsun, nereye gitmek istiyorsun gibi sorular sormuşlar. Hewlerli de kendilerine ‘neden tutuklandınız’ diye sorunca, İtalyanlar ‘biz mafyayız’ demiş. Hewlerli Kürt ‘mafya da nedir’ diye sorunca, İtalyanlar ‘biz zorla bazılarının malına mülküne el koyarız. Şehirlerde gece kulüplerine, dükkanlara, sokaklara ve meydanlara bile el koyup getirisini alırız, ihale türü işlere aracı oluruz, eroin satanlarımız da vardır vb…’ işler üzerinden Kürt’e mafyayı anlatmış ve ‘sizde bu tür işleri yapanlar yok mu’ diye de eklemişler. Bizim Kürt İtalyan mafyasına ne cevap verse beğenirsiniz? Hewleri Kürt İtalyanlara ‘sizin mafya yapıyor dediklerinizi bizde hükümet yapar’ demiş. İtalyanlar ‘baksana mafyanın büyüğü sizde’ demiş.
Bir yerde hükümet ve devlet mafyaysa orada ayrı bir mafyacılıktan, kanun dışılıktan bahsetmek ancak aptalların işi olabilir. İşte Türkiye’de böyle bir yerdir. Bunun için birkaç bölüm halinde yazacağımız yazının başlığını ‘Türkiye’de mafya yoktur, çünkü devlet mafyadır’ koyduk.
Baştan beri mi bu böyledir Türkiye? Hayır.
Bugün bile ‘devlet aklı, devlet adabı ve teamülleri’ diyen bir kesim var mıdır? Vardır. Fakat bunların gücü, etkisi, yetkisi doksanların başında mafyalaşan devletinkiyle mukayese edilmeyecek kadar azdır. Artık devlet tümüyle mafyadır, çok az sayıdaki insan gerçek manada devleti temsil etmektedir. Peker’in itiraflarıyla yeniden gündem olan Türk devleti mafya ilişkisi hakkında başta bu tespitleri yapmak gerekiyor.
Genel hatlarıyla Türk devletinin mafyalaşmasını anlatmak gerekirse karşımıza şöyle bir tablo çıkacaktır; 1970’lerde sol ve Kürt hareketinin gelişmesiyle, devletin soğuk savaşın o çok ünlü ‘içerden komünist ve bölücü bir kalkışma olursa ne yapılır’ diyerek kontrgerilla örgütlemesini geliştirdiği biliniyor. MHP de bu örgütlemenin siyasi yüzü olarak var edildi. Daha önce birkaç yerde Ermenilere karşı işlenen cinayetlerde tetikçilik yaptığı söylenen bazıları, MHP’li kimliğiyle ortalıkta ‘kahraman vatanseverler’ adı altında dolaştırıldı. Devlet 1970-1980 arasında, bu birimleri bu defa solculara, Kürtlere ve Alevilere karşı kullanarak ‘vatansever ve dindar güçler’ adı altında piyasaya sürdü. Başlarda devlet, kontrollündeki bu kontrgerilla birimlerini, istendiği yer ve zamanda kullanıyordu.
1990’dan itibaren devlet Kürdistan’daki savaşta zorlanınca bu kesimleri doğrudan ve yaygın biçimde Kürtlere karşı kullanmaya başladı. Çiler-Güreş-Ağar üçlüsü böyle ortaya çıktı. Bu ekibe, kontrgerilla birimlerini normal ve özel hareket polisi gibi yapılarla resmileştirme karşılığında, Alparslan Türkeş de dahil oldu. Ve böylece asker ve polis gibi kurumlar üzerinden kontrgerilla örgütüne devlettin resmi üniforması giydirildi. Bunlar kanun dışı işler yapmayı bilen ve seven güçler oldukları için ‘Kürt işadamları PKK’ye yardım ediyor’ diyerek birçok Kürt işadamını katlederek Kürtlerle savaş alanına adım atmaya başlamıştı. Aynı zamanda Kürdistan’da faili belli katliamlar yaptılar. Türkiye üzerinden işleyen, silah kaçakçılığını, eroin ve kadın ticaretini tümüyle ele geçirdiler. Batmandaki kayıp silahlar meselesini, Yüksekova çetesi gibi yapıları hatırlayalım. Bunlar bu yöntemlerle sermaye sahibi de oldular. Türkiye’de gerçek manada devlet olanların bu yapıyı ‘devlet rayından çıktı’ şeklinde dillendirdikleri biliniyor. Kürdistan Özgürlük Hareketi bu yapıyı ‘devletin çeteleşmesi, savaşın özerkleşitirilmesi’ şeklinde tanımlamıştı. Siyasetten kendini MHP ve DYP içinde örgütleyen bu yapının devletleşmesini daha iyi anlamak için, Özal’ın öldürülmesi, Demirel’in cumhurbaşkanı yapılıp bir gecede Çiller’in DYP’nin başına getirilmesi olaylarının perde arkasını bilmeyi gerektirir. Bu yapı kendisini ‘Türkçü, milliyetçi, vatansever ve dini bütün’ olarak tanıtır. Kürtlerle savaş bunların temel sermayesidir.
Doğan Güreş, mafyalaşan devletle makul devleti iç içe geçiren, uzlaştıran kişidir. Çiller ve Türkeş, CIA bağlantılarıyla bu işin uluslararası kolunu, Ağar ise Türk kontrgerilla koluna Güreş ve Türkeş’in kontrolünde komuta etmiştir. 1994’den sonra devleti ele geçirmiş bu yapı, Kürt halkına soykırım uygulayarak devleti ve Türklüğü kurtaran güç olduğunu ileri sürüyor. Bunlar üniversitelerden basına, basından yargıya tüm kurumları kendi çizgisine göre dizayn etmiştir. 1999’da uluslararası komplo gerçekleşince, 1997’de önder Apo’ya mektup yazıp ‘devlet rayından çıkmış, devleti rayına oturmamız için sizin de desteğiniz gerekiyor’ anlamına gelebilecek iddiada bulunan ve zaman içinde makul devleti temsil ettikleri anlaşılan ekip, devletin mafya ekibine karşı hamle yaptı. Normal devlet bu yoldaki en önemli hamlesini, mafya devletinin Kürtler içinde örgütlediği Hizbullah’ı tasfiye ederek gösterdi.
Türkiye’nin makul devlet aklıyla başta Kürt sorunu olmak üzere tüm sorunlarını demokrasi içinde çözerek yoluna ‘Ortadoğu’nun Japonya’sı’ olarak devam etmesi için PKK’nin yaptığı fedakârlıklar biliniyor. Örneğin savaşı bir yöntem olarak devreden çıkarmak için PKK’nin attığı adımlar bunlardan biridir. Türkiye’nin makul devlet aklıyla yol alması, başını ABD’nin çektiği güçlerce istenmedi. Halende istenmiyor. Gerçek manada demokratik, laik, sosyal hukuk devleti olmuş, Kürt ve Alevi sorunu gibi köklü toplumsal sorunlarını çözerek büyümüş bir Türkiye gerçekten istenmiyor. Yani dış güçlerin Türkiye karşıtlığı yaptığı doğrudur. Fakat bu karşıtlığın AKP-MHP Türkiye’sine değil, demokratik laik sosyal hukuk devleti olan Türkiye’ye karşıtlık olduğu çok iyi bilinmelidir. Yani ABD ve stratejik müttefiklerinin istediği Türkiye, AKP-MHP Türkiye’sidir. Çünkü bu Türkiye işbirlikçi ve ajan Türkiye’dir. İşte makul devlet aklına sahip ekipler kendilerini toparlamak için adım atmaya başlayınca mafya devletini destekleyen dış güçler, Gülen cemaati ve AKP ile Türkiye’ye müdahale ettiler. Bu çözümlemeye göre Gülen cemaati ve AKP uluslararası güçlerin Türkiye ayağı oluyor. Yani Erdoğan Çillerin, Bahçeli ise başbuğu Türkeş’in görevini devralmıştır. Tabi başından beri AKP’de yerli ve milli mafya devletinin ve makul devletin temsilcilerinin olduğu unutulmamalıdır. ABD, Gülencilerle Türk devletini dizayn etmeye başlayınca en başta makul devleti temsil edenlere saldırmıştı. Şimdi herkes genelkurmayın, MİT’in neden ordu bu kesim tasfiye edilince ses çıkarmadığını, Erdoğan’ın neden yurtsever, laik liberal demokrat anlayışa sahip subayları Gülencilerin istemi doğrultusunda terfi ettirmediğini soruyor. Bunun cevabı makul devletin tasfiyesini isteyen yerli ve mili Türk mafya devletinin Cemaat yanında ‘bize yer açılacak ve zamanla devlet biz olacağız’ politikasıdır. Peki bundan sonra ne tür gelişmeler yaşandı? Bunu da yazının ikinci bölümünde değerlendireceğiz.
Mehmet GÖREN
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi