NATO Genel Sekreteri Jens stoltenbergens’in Libya’da süren savaşa dair yapmış olduğu açıklama 14 Mayıs günü ajanslarda yer aldı. Jens Stolberg, Trablus Hükümetini “destekleyeceklerini” belirtti. Böylece gelinen aşamada NATO’nun da Libya’da süren savaşın doğrudan bir tarafı olduğunu açıkça itiraf etmiş oldu.
NATO, sözcük açılımı itibarıyla her ne kadar Kuzey Atlantik Anlaşması Örgütü olarak kurulmuş olsa da, Kore Savaşı’ndan bu yana belirlenen sınırların dışında da rol alan bir örgüt olma misyonuyla donanımlı kılınmıştır. 2011 yılından sonra da Birleşmiş Milletlerin almış olduğu kararla da Libya’da rol verilmiştir. O nedenle Jens Stolberg’in yapmış olduğu açıklama, haber olarak ele aldığında “olağanmış” gibi görülebilir.
Ancak, öyle değildir. Yapılan açıklamanın özüne bakılınca, bunun bir aldatmaca ve yapılmak isteneni meşrulaştırma amaçlı olduğu kendiliğinden anlaşılacaktır.
NATO’nun Kore’ye müdahalesi doğru değildi. Aynı şekilde Yugoslavya ve Afganistan’a yapmış olduğu müdahalelerinin de kabul edilebilir bir yanı yoktu. Jens Stolberg yapmış olduğu açıklama ile bahsi geçen bu ülkelerde NATO’nun yapmış olduklarını, Libya’da gerçekleştireceklerini ilan etmiş olmaktadır. Fakat burada sanki NATO, Libya’ya Genel Sekreter’inin yapmış olduğu açıklamanın ardından böyle müdahale içerisine girecekmiş gibi bir yanılgı içerisine de girilmemelidir. Çünkü NATO, 2011’de başlayan Libya Savaşı’ndan itibaren savaşın bir tarafıdır ve Libya’dadır. Bugünde bu pozisyonunu korumaktadır. Hatta işgalci TC Devleti’nin Libya’daki askeri varlığı ile bu pozisyonunun daha da ileri bir boyuta taşımıştır.
İşgalci TC Ordusu, NATO’nun “ikinci Büyük” gücü olarak kabul edilmektedir. NATO yükümlülüklerine bağlı olarak hareket etmektedir. Onun verdiği güçle ayakta durmaktadır. Bu yükümlüler dışına çıktığı zaman bir enkaz haline gelmekten kurtulması mümkün değildir. TC Devleti’nin sınırları dışına göndermiş olduğu askerlerde hep NATO tarafından alınan kararların bir sonucudur. TC Devleti’nin; Kore’ye, Yugoslavya’ya, Afganistan’a göndermiş olduğu askerler de hep alınan böyle bir kararın ardından yaşanmıştır. Aynı şekilde TC Devleti’nin Başur ve Rojava Kürdistan’da, Suriye’de yürüttüğü işgal saldırıları da NATO’dan bağımsız değildir. Yine Libya’daki varlığını da böyle bir gerçeklikten ayrı olarak düşünmenin olanağı yoktur. Jens Stolberg’in yapmış olduğu açıklamayı da, sanki böyle bir gerçeklik yokmuş gibi ele almak, değerlendirmek söz konusu olamaz.
Yapılan bu açıklamayı askeri ve siyasi yönleri ile birlikte, Üçüncü Dünya Savaşı’nın varmış olduğu boyuta bağlı olarak ele almak gerekmektedir. Bugüne kadar Üçüncü Dünya Savaşı Irak ve daha çok da Suriye Devlet sınırları ve Rojava Kürdistan ağırlıklı olarak yaşanmıştır. Rojava Devriminin kazanımları, DAİŞ’in yenilgisi ve Suriye rejiminin savaşta trend olarak “güçlenen” bir taraf olma görünümünü vermesi sonrasında Üçüncü Dünya Savaşı’nın sıcak çatışma itibarıyla alanı genişlemiştir. Libya’da savaşın yeniden şiddetlenmesi ve hem fiili hem de resmen farklı güçlerin bir taraf haline gelmesi, DAİŞ’in Irak’ta yeniden aktif kılınarak saldırılarına başlaması ve ABD’nin doğrudan İran’ı hedef alan saldırıları da böyle bir gerçeklik içerisinde yer almaktadır. Jens Stolberg’de açıklamasını böyle bir süreç içerisinde yapmıştır.
30 yılı bulan bir süredir devan eden Üçüncü Dünya Savaşı bugüne kadar farklı aşamalardan geçmiştir. Son on yıl içerisinde bu kendisini çok net bir şekilde göstermiştir. Bu süre içerisinde önce vekalet savaşı olarak yürütülmüştür. Asıl taraflar doğrudan karşı karşıya gelmemişlerdir. Daha çok taşeronlar üzerinden bir çatışma içerisine girmeyi kendi çıkarlarına görmüşlerdir. DAİŞ yenilgisinden sonra savaşın doğrudan tarafları sahaya çıkmaya başlamıştır. Savaşın Libya ve İran’a doğru kaymaya başlaması ile birlikte de savaşın tarafları karşılıklı konumlanışlarını daha belirgin kılmıştır. Buna bağlı olarak da, TC Devleti ve İran savaş sahasında yerlerini biraz daha belirgin hale getirmiştir. Bu şekilde Üçüncü Dünya Savaşı içerisinde ikili oynama, taşeronları çatıştırırken çeşitli biçiminde yaşanan uzlaşma ve pazarlıklar yerine, doğrudan karşı karşıya gelme, “hesaplaşma” safhasına gelinmiştir.
Jens Stolberg’in yapmış olduğu açıklamayla, böyle bir gerçekliği anlatmaktadır. Fayis el-Saraç’ın başında olduğu Trablus Hükümeti’nin yanında olmak demek, Libya Ulusal Ordusu olarak kabul edilen ve Libya yönetimini üstlendiğini açıklayan ve hali hazırda Trablus’u kuşatma altında tutan Mareşal Mareşal Halife Hafter’in başında olduğu güçlere karşı savaşı doğrudan üstlenmek anlamına gelmektedir. Mareşal Halife Haftar’ın Rusya, İran, Mısır vb. devletlerle olan bağları bilinmektedir. Bu durumda NATO’nun dolayısıyla da ABD’nin bu devletlerle doğrudan karşı karşıya gelme olasılığı açığa çıkmış olmaktadır. TC Devleti’nin iki partnerle (ABD ve Rusya ile) bir süredir piste yaptığı dans içinde benzeri olasılık söz konusudur. TC Devleti tercihini partnerlerinden birinden yana yapmak aşamasına gelmiştir. Aynı şekilde DAİŞ’in Irak’ta başlattığı saldırılar ve Zine Werte’de sahnelenen provokasyondan da anlaşılacağı gibi; Irak ve Başuré Kürdistan’da böyle bir netleşmeye sahne olacaktır.
Tüm bunlarda Üçüncü Dünya Savaşı’nda yeni bir dönemece daha girilmek üzere olunduğu anlamına gelmektedir. Jens Stolberg’de yapmış olduğu açıklama ile bunun ilanını yapmıştır.
Cemal ŞERİK
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi