Sümer Rahiplerinin de ‘harici’ güçleri vardı. İktidar ve devletleşmenin en somut ifadelerinden biri olan zigguratların ve sahiplerinin koruyuculuğunu yapan, bilinen ve görülen, ‘meşru’ kabul edilmiş güçlerin dışında yerel ve gizli birlikler de bulunuyordu. Amaç, kurulu düzenin ‘ne pahasına olursa olsun’ korunmasıydı. Bir bakıma iktidarın sonsuz kılınmasıydı. Nitekim 6 bin yıla yakın bir süredir iktidar ve devlet, bir olgu olmanın ötesine geçerek yaşamın tüm kılcal damarlarında yer etmiştir. Aile içinden sokaktaki günlük koşuşturmaya, iktidar eliyle inşa edilmiş gerçekliklerden devletin kurumlarına dek her yana yayılmış erkek egemen bir zihniyet ortaya çıkmıştır. Her ne kadar iktidar ve devlet öncesi doğal toplum ve toplumsal hakikat orijinli çizgi ve mücadeleler aksamadan bugüne dek gelmişse de hakim olanın iktidar ve devlet eliyle oluşturulmuş düzen olduğu ortadadır.
Kapitalist son aşama ile kendisini sürdürmenin gayretleri içindeki bu zihniyetin, bugüne dek süregelmesinin en önemli aracı elbette kendi iktidarcı, devletçi ideoloji ve kurumsal yapılardır. Ancak hiçbir ideoloji yoktur ki onun taşıyıcıları ve ‘savunucuları’ olmasın. Konumuz gereği de bu ikinci temel aracın, bugünkü ulaştığı tanım ve anlamlarla kendisini görünür kıldığı yapı üzerinden birkaç şeyi ifade etmek mümkün.
İktidar-devletin, hangi şekli almış olursa olsun en önemli taşıyıcıları ve koruyucuları, aynı zihniyeti paylaşan siyasetçisi ve silahlı güçleridir ya da ordularıdır. Kadın eksenli toplumsallığa karşı devletin oluşum aşamasındaki 3’lü kirli ittifakın (Rahip, kurnaz ve avcı erkek) devamıdır. Rahip veya tanrı-kral, bugünün devleti iken kurnaz erkek devlet yönetimini, avcı olansa orduyu temsil eder. Ordunun asli görevi de varolan bu yapının her şekilde korunmasıdır. Bunun için devletin ve yönetimin kendisine sunduğu imkanlar ve açtığı yollar üzerinden kendisini örgütlemesi gerekir (Yeri gelmişken belirtmekte fayda var ki burada ordudan kasıt, devletin denetimindeki her türden silahlı yapıdır. Polis, bekçi güvenlik memurları, hatta devlet mafyası vb. dahildir). Ancak her dönem olduğu gibi devlet, zamanla başlı başına bir irade haline gelmiş olan orduyla sınırlı kalmamıştır. Bunun iki temel sebebi vardır. İlki, ipleri tümden orduya bırakmama eğilimidir. Zira ordu, gücün kullanım araçlarına ve bunun için gerekli olan niceliğe sahip yegane yapıdır. İkinci neden ise ordunun, ta en başından bu yana kendisine biçilen rolü yerine getirmede yetersiz kalmaya başladığı gerçeğidir. Yine bu da iktidar-devlet zihniyetine dayalı sistemin işlevini yitirmesiyle, yani sürdürülemez olmasıyla ilgilidir. İşlev yitimi, özellikle de gayri meşru politikaların gerçekleştirilmesi konusunda yaşanır. Devletler tarihinin soykırım ve sömürgecilik dışında hiçbir işlevinin olmadığı gerçeği göz önüne alındığında, bu soykırımı ve sömürgeciliği hangi araçla gerçekleştirdiği de ortaya çıkmaktadır. Devlet olanın oluşturduğu, kendi hukukuna uygun tüm askeri (öncelikle silahlı)/militarist yapılar, devletin ve iktidarın koruyuculuğu vasfını yerine getirirken bunu meşru gördüğü her biçimde gerçekleştirir. Meşruluğunun sorgulanacağını bildiği işleri ise ‘harici’ güçleriyle gerçekleştirir. İşte bunun da adı ‘paramilitarizm’dir.
Tarihten günümüze ‘gayri nizami’ savaş araçları
Paramiliter yapılar da tıpkı onu oluşturan devlet olgusu gibi, farklı biçim ve isimlerde, değişik amaç ve araçlarla günümüze dek gelmiştir. Sümerlerden bugüne dek birçok biçimde görülen paramiliter yapılar, devletin ya da gücü elinde bulunduran iktidarın kendi çıkarları için oluşturduğu ve çeşitli yetki, sorumluluk ve araçlarla donattığı silahlı ve (günümüz itibariyle) silahsız harici örgütlenmelerdir.
Paramilitarizmin, özellikle 20. yüzyılla birlikte daha bilinir ve görünür olduğu söylense de Ortaçağ Avrupası’nda ‘cadı avı’na çıkanlarla imparatorluk ve krallıklarda ‘saray içi ve saray dışı komplo’ları gerçekleştirenler de bu tip güçleri ifade eder. Genel anlamda harici ve gayri meşru olmanın getirdiği ‘gayri nizami savaş’ın araçlarıdır. Birkaç istisnası olabileceği gibi, paramilitarizmin esas sivrildiği dönemler vardır. Biri, devlet aygıtının ihtiyacı ve kuruluş amacı olan savaş dönemiyken diğeri devletin ve bilhassa onu yürüten iktidarın çöküş dönemidir. Bu nedenle faşizmin kendisiyle doğrudan ilgilidir. Hatta paramilitarizm, faşizmin hem temel bir değeri hem de örgütsel biçimidir. Tarihteki neredeyse tüm paramiliter yapılar kendilerinden çok, temsil ettikleri zihniyet, ideoloji ve pratiği anımsatırlar. Örneğin; en bilindiklerinden biri olarak Nazi Almanyası’nın SS Birlikleri, 2. Dünya Savaşı öncesi, görevi Adolf Hitler’i korumak iken savaşla birlikte Nazi ideolojisinin yürütücüsü ve koruyucusu olmuştur. Bu temelde ne tür katliamlara ve soykırımlara pratik öncülük ettiği biliniyor. Yani SS Birlikleri dendiğinde, hemen herkesin aklına Hitler, Nazizm, pogromlar ve Yahudi Soykırımı gelir.
Bugünün Ortadoğusu’na bakıldığında benzer örnekleri sıralamak mümkün. Haşdi Şabi, çoğunlukla Irak ve Suriye’de varlık gösteren ve İran İslam Devletinin çıkarları için savaşan Şii askeri güçtür. Bölgedeki etkinliği dikkate alındığında bir paramiliter güç olarak Haşdi Şabi’nin, İran’ın yürüttüğü bölgesel hegemonya ve sömürgecilik politikalarının ‘harici’ temsilcisi olduğu söylenebilir.
Ulus devlet ve paramilitarizm
Hangi örneğe başvurulsa esasen altından iki temel unsur çıkar. İlki ve daimi olan, yukarıda bahsedildiği gibi devletin kendisidir. İkincisi ise küresel hegemonyadır. Militarizm kadar paramilitarizmin de tarihinin devletler tarihi ile denk olduğunu bir kez daha hatırlatırsak denebilir ki devletli uygarlık sisteminin yürütücüsü olarak merkezi hegemonyanın bu paramiliter yapıların oluşumunda doğrudan etkisi vardır. Sümerlerden bu yana ister doğuda ister batıda olsun, hiçbir hegemonik merkez, salt düzenli ordularla sınırlı kalmamıştır. ‘Paralı askeri birlikler’ ya da ‘gizli-açık ittifaklar sonucu oluşturulan askeri birlikler’ tarzında da örgütlenmiştir. Küresel kapitalist hegemonyanın, 2. Dünya Savaşı sonrası, hegemonyasını başta Ortadoğu olmak üzere, dünyanın her yerine dikte edecek bir güç olarak NATO’yu oluşturması da buna örnek verilebilir. Tek başına bu, çok iddialı bir ifade gibi gelse de bizzat NATO’nun ve bileşenlerinin (ki çoğu Batılı devletlerdir) birer NATO yerel örgütlenmesi olarak ‘Gladyo’yu gayri nizami savaşın temel bir aracı olarak kullanması bunun kanıtıdır. İtalya’da ortaya çıktığı adıyla Gladyo (‘Kılıç’ anlamına gelir), Türkiye’de de JİTEM, kontrgerilla, koruculuk ve Özel Harp Dairesi ismiyle tanındı. Fransa’da Rüzgar Gülü, İspanya’da Anti-Terör Kurtarma Grubu, Yunanistan’da B-8 gibi isimlerle bilinegelmiştir. Bunların hepsinde asker, polis, bürokrat ve mafya bizzat görev almıştır.
Bu açıdan paramilitarizmin, 20. yüzyıldaki en üst bir aşaması olarak gladyo tipi örgütlenmelerin bugün daha da yerelleştiğini görmek mümkün. Paramilitarizmin, devletin harici ve meşru olmayan askeri yapısı olarak yerelleşmesi, halk içine tamamen sızdığı, bir üniforma ya da resmi kimlikten azade kılındığı, faşizmle birlikte ideolojik olarak kendisine bağlı olan hemen ‘her kişi, kitle, yapı ve kurumu’ potansiyel anlamda birer paramiliter güç olarak kabul ettiği ve buna göre örgütleyip sahaya sürdüğü bir gerçeği ifade eder. Zor ve baskı aygıtlarının en üst seviyede kullanıldığı bir ortamda bu tip bir yerelleşmenin gerçekleşmemesi mümkün müdür? Faşizmin amacı da bu değil midir?
Fırat Cûdî
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi