13 Kasım 2012 Salı Saat 08:52
Balafirên şer taxa kurdan bombebaran kir: Herî kêm 10 kesan jiyana xwe ji dest da – Dîha
Piştî serê sibê balafirên şer ên Suriyeyê li navçeya Serêkaniyê (Reselayn) taxa kurdan bombebaran kirin careke din 3 balafirên şer bombaran pêk anîn. Di bombarana dawî de taxa kurd lê dijîn hedefa hate girtin û herî kêm 10 kesan jiyana xwe ji dest da.
Pevçûnên di navbera OSO û hêzên Esed de li navçeya Serêkanî (Reselayn) berdewam dikin bi bombebarana balafirên a saet di 10.00’an de derbasî astekî dinbû. Di bombarana serê sibê de 6 kesan jiyana xwe ji dest dabû û 26 kes jî birîndar bibûn. 8 kesên birîndar ên rewşa wan biran anîbûn nexweşxaneyên Rihayê. Dema ambulansan birîndar dibirin Nexweşxaneya Dewletê ya Serêkaniyê 3 balafirên din careke din bombebaran pêk anîn. Li gorî agahiyên ji Serêkaniyê hatin bidestxistin di bombebarana dawî de li taxa Xeraba ya ku piranî kurd lê dijîn pêk hat. Hate ragihandin ku 7 malên nêzî avahiya Meclîsa Gel a Serêkaniyê di encama bombebaranê de xerab bûn û 10 kesan jiyana xwe ji dest da û gelek kes jî birîndar bûn. Hate gotin ku hêj enkaz nehatiye rakirin û dibe ku hejmara miriyan zêde bibe.
Li 17 navendan çalakî: Zarokên me di çalakiyê de ne Erdogan jî derewan dike -Dîha
Li 17 navendan bi armanca piştgiriyê bidin çalakiya greva birçîbûnê ya li girtîgehan di roja 62’yemîn de berdewam dike çalakî pêk hatin. Di çalakiyan de Dayîka bi navê Latîfe Akyuz axivî û wiha got: “Em dayîk in. Êdî bila tiştekî bikin. Zarokên me 62 rojin di çalakiya greva birçîbûnê de ne. Erdogan jî diçe dewleta û derewan dike. Dibêje ‘xwarinê dixwin’ Li ku dixwin bila biçin rewşa wan bibîne”
Çalakiya greva birçîbûnê ya di 12’ê îlonê de ji aliyê girtiyên PKK û PAJK’î ve hate destpêkirin di roja 62’yemîn de berdewam dike. Li gelek navendan jî bi armanca piştgiriyê bidin çalakiya girtiyan bi hezaran kesan çalakî li dar xistin. Li Nisêbîn, Dep, Dêrsîm, Sêrt, Edene, Gever, Elbak, Gimgim, Colemêrg, Milazgir, Bazîd, Kop, Enqere, Amed, Êlih, Mêrdîn û Mûşê ji bo piştgiriyê bidin çalakiya greva birçîbûnê ya di roja 62’yemîn de didome çalakî hatin lidarxistin. Di çalakiyên cur be cur de gelek pankartên “Em li girtîgehan mirinan naxwazin, çalakiya greva birçîbûnê ya bêdem û dorveneger di roja 62’yemîn de ye” hatin vekirin, dowîzên “Ji mirinê re bêdeng nemîn e!” û “Bêdeng nemîne” hatin hilgirtin û sloganên “Bijî Seroka Apo”, “Bijî berxwedana zîndana” û “Bê serok jiyan nabe” hatin berzkirin. Di çalakiya li ber Girtîgeha Tîpa E ya Mêrdînê pêk hat de Dayîka bi navê Latîfe Akyuz axivî û wiha got: “Çima tu kes pirsa rewşa me nake. Em dayîk in. Êdî bes e. Tu kes ji xwedê natirse. 62 rojin zarokên me bedenên xwe ji mirinê re razandin e. Em her roj tên vir. Lê ji bo dengê me nebihîzîn ya ji destê wan tê dikin. Em tiştekî gelek mezin ji we dixwazin. Em tenê ji xwe serokê xwe û zimanê xwe dixwazin. Zarokên me 62 rojin peywira xwe bi cih tînin. Erdogan jî li dewleta digerin derewan dike û dibêje ‘xwarinê dixwin’ Li ku dixwin bila biçin halê wan bibînin.”
‘İnkâr dağa çıkmamızın ve bedenlerimizi ölüme yatırmamızın nedenidir’ – Diha
Şakran Çocuk Cezaevi’nde kalan arkadaşı H.D. ile birlikte 21 gün açlık grevinde kaldıktan sonra eylemini sonlandıran U.D. (17) isimli çocuk, “Hükümetin Kürt halkına karşı yıllardır sürdürdüğü imha ve inkâr siyaseti, bizim dağa çıkmamıza, bedenimizi ölüme yatırmamızda ve bedenimizi ateşe vermemizde büyük rol oynadı” dedi.
İzmir’in Aliağa İlçesi’nde bulunan Şakran Çocuk Cezaevi’nde arkadaşı H.D. ile birlikte 21 gün süresiz ve açlık grevinde kaldıktan sonra, BDP Grup Başkanvekili Pervin Buldan’ın geçtiğimiz günlerde ziyaret ettikten sonra açlık grevi eylemi sonlandıran açlık grevi eylemcisi U.D. mektup gönderdi. U.D. mektubunda 15 yaşında PKK’ye katılmasını, yakalandığında ve cezaevine girdiğinde yaşadıklarını, açlık grevine girme ve bırakma nedenlerini yazdı. U.D. kendisi ve arkadaşlarının cezaevinde yaşadığı kötü muamele ilgili hazırladığı dilekçeyi avukatı aracılığıyla İHD İzmir Şubesi’ne vererek, cezaevi idaresi hakkında şikâyetçi oldu. U.D.’nin duygu ve düşüncelerini kaleme aldığı mektup şöyle:
“Ben 1996 yılında kendisi küçük fakat tarihi büyük destanlara konu olan büyük şairlerin beglerin, mirlerin, şahların yaşadığı ve 1990’lı yıllarda devletin açık bir şekilde gizlemeye bile muhtaç duymadığı ‘Faili meçhul’ cinayetlerin yoğun bir şekilde yaşandığı Şırnak’ın Cizre İlçesi’nde doğdum. Yoğun çatışmaların yaşandığı adeta annelerimizin gözyaşının durmak bilmediği bir coğrafyada yaşıyordum. Çocukluğumda daha Melaye Ciziri’den, Mevlana’dan Siraz’dan şiirler okuyor ve bu şiirleri her okuduğumda kendimden geçiyordum. Bir de çok sevdiğim dengbejlerden Qewis Ağa, Şakiro, Karapete Xaco’yu dinlerim. En son HADEP Silopi yöneticileri Serdar Tanış ve Ebubekir Deniz’in gözaltında kaybettirildiklerini hatırlıyorum. 2002 yılında okula başladım. Okulda Türkçe bilmediğimden dolayı bazen öğretmenler tarafından dışlandığım, hatta dövüldüğüm olmuştur. Okulda kısa bir sürede sınıfın en başarılı bir öğrencisi konumuna geldim. Okulu 5 teşekkür, 2 takdir ve 1 onur belgesi alarak bitirdim.
Arkadaşımın beynini kendi elimle poşete koyarak caminin kenarına bıraktım
2008 yılının 15 Şubat Karagün’de akrabam ve arkadaşım Yahya Menekşe ters yönden gelen bir polis panzeri tarafından ezilerek öldürüldü. Ben olay yerine geldiğimde arkadaşım Menekşe’den geriye kalan kafatasından yerlere dökülen kan ve beyninden başka bir şey kalmamıştı. Arkadaşımın beynini kendi elimle bir poşete koyarak camii duvarının kenarına bırakarak eve gittim. Evde Kürtçe ağıtlar yeri göğü sallıyordu. Şu ana kadar Yahya’yı öldüren sorumlular hakkında hiç bir işlem yapılmadı. 2009 yılından beri KCK adı altında yapılan operasyonlarda birlerce siyasetçi, gazeteci, sanatçı ve akademisyen hapishaneye atılarak ‘terörist” ilan edildi. Bu ülkede barış isteyenler dışlandı, sürgün edildi ve öldürüldü. Kürt halkı zulme, asimilasyona ve inkârcılığa maruz bırakıldı. Bende Kürt halkına yapılan bu haksızlıklara sessiz kalmadım. 2011 yılında özgürlük mücadelesine katıldım. Saflarda yer almadan önce abimin yanında araba tamircisiydim. Toplamda 11 kardeşiz. Ailemin maddi imkânları zayıftı. Ben de çalışarak okul harçlığımı çıkarıyordum. Bir abim ‘Örgüt üyesi’ olduğu gerekçesiyle yaklaşık 2 yıldır cezaevinde. Bu süre zarfında sadece abimle mektuplaştık.
Gördüğüm işkencelerden dolayı gözüme uyku girmiyor
Özgürlük mücadelesine katkı sunmak, ezilen toplumu savunmak, onları yüceltmek ve tanıtmak için böyle bir kararı aldım. Hareketin saflarına katılırken daha 15 yaşına bile girmemiştim. Yaklaşık 5 ay özgürlük mücadelesinde yer aldım. Bu kısa sürede parçalanmış bedenler, patlayan kafatasları gördüm. Devlet güçlerinin üzerimize yoğun bir şekilde geldiği bir dönemde 2 arkadaşımla birlikte esir düştüm. Yakalandığımızda üzerimizde bir şey yoktu. Yakalandığım esnada gördüğüm işkencelerden dolayı bazen gözüme hiç uyku girmiyor. Çünkü o anları gözümün önüne geldiğinde adeta bir kâbus görmüş oluyorum. Bana işkence yapanlara her defasında lanet yağdırıyorum. Yaklaşık üç gün nezarethane kaldım. Gördüğüm işkencenin yanında askerler bulunduğum nezarethanenin kapısını ikide bir tekmeleyerek uyumama izin vermiyordu. Ardından Şırnak 1. Ağır Ceza Mahkemesi’ne çıkarılarak tutuklandık. Bizi Mardin E Tipi Cezaevi’nde gönderdiler. Cezaevinde Kürtçe savunmamı bir kâğıda yazarak mahkemeye gittim. Çünkü mahkemede Kürtçe konuşmama izin verilmeyeceklerini biliyordum. Onun için savunmamı yazılı olarak Kürtçe verdim ama yazılı savunmam kabul edilmedi. Daha sonra göstermelik bir mahkemeden geçirildik. Hâkim bize ‘söyleyecek bir şey varsa söyleyin’ dedi. Bende Biji bıratiya gelan (Yaşasın hakların kardeşliği) dedim. Hâkim ve orada bulunanlar şaşkın bir şekilde yüzüme baktı. Hâkimin bana olan öfkesini hissedebiliyordum. Hâkim ‘Karar’ diyerek, beni ‘Ülkenin birlik ve bütünlüğünü bölmekle’ suçlayıp 36 yıl 9 ay hapis cezası verdi. Yaş küçüklüğünden cezam üçte bir oranında indirilerek, cezam 12 yıl 3 aya indirildi.
Açlık grevindeyken bizleri zorla dışarı sürükleyerek tek sıraya koydular
Yaklaşık bir yıldır cezaevindeyim. Mardin Cezaevi’nde 16 yaşıma girdim. Ardından cezaevinde çıkan yangın sonrası Şakran Çocuk ve Gençlik Kapalı Cezaevi’ne sürgün edildim. Gardiyanlar girişte bana ve 10 arkadaşıma çıplak arama dayatarak bizden elbiselerimizi çıkarmamızı söylediler. Bizde bu uygulamanın bir işkence olduğunu, düşüncelerimize ve inandıklarımıza ters olduğu için kabul etmedik. Fakat bizleri yerlere yatırarak elbiselerimizi zorla çıkardılar. Bu sırada bir arkadaşımız ‘İnsanlık onuru işkenceyi yenecek’ sloganını attığı için hakkında soruşturma açıldı. Gardiyanlar H.D., Z.Y arkadaşımıza fiziksel işkence yaparak tekme tokat dövdüler. Sonra bizim rızamız alınmadan ‘Müdürün talimatı’ denilerek, saçlarımızı zorla kestiler. Bu uygulama ile ilgili görüştüğüm cezaevi müdürü adeta bizlerle dalga geçerek saçlarımızın güzel olduğunu söyledi. Bizleri havalandırmada tek sıraya koyarak “1,2,3,4,… “diye sayın diyorlardı. Düşüncelerimizden dolayı ailemizi ve bizleri ‘terörist’ olarak görüp hakaret ve küfürlerde bulunuyorlardı. Bunları söyleyen gardiyanları teşhis edebilirim. Bize yasal haklarımız olan kitap ve gazeteler verilmiyordu. Bizlerde bu koşulları protesto etmek amacıyla bir hafta açlık grevine girdik. Açlık grevinin 3. gününde bizleri sürükleyerek müşahede odasına aldılar. Açlık grevinin 4. gününde ise bizleri zorla havalandırmaya sürükleyerek burada tek sıraya koydular. Açlık grevinde toplam 7 kişiydik. Sonra cezaevi idaresi koşullarımızı kısmi olarak düzeltmesi ardından açlık grevi eylemini sonlandırdık. Bize yapılan bu muamelelerden dolayı cezaevi idaresinden şikâyetçiyim. Gereğinin yapılmasını istiyorum.
Bir çocuk bedenini ölüme yatırıyor ve eline silah alıp dağa çıkıyorsa…
Ben ve arkadaşım H.D. Kürt Halk Önderi Sayın Abdullah Öcalan üzerindeki insani ve yasal olmayan tecridi protesto etmek, anadilde savunma ve eğitim gibi bütün insanların sahip olmak istediği haklarımızın tanınması için ölüm orucuna girdik. Sayın Öcalan üzerindeki tecride yasal bir kılıf uydurarak bunu yasalaştırmaya çalışan zihniyet, yaşanan şahadetlerin önünün kesilmesi için derhal tecridin son bulması gerektiğini düşünüyorum. Sayın Öcalan’ın sağlık, güvenlik, özgürlük koşularının yaratılması gerekiyor. Ben ve arkadaşım ölüm orucunda çok kararlıydık. Zaten büyük bir yoğunlaşmadan sonra ölüm orucuna girdik. Eylemimiz sırasında bizi ziyaret eden birçok avukat, eylemimizi sonlandırmamızı istiyorlardı. En sonunda BDP Iğdır Milletvekili Pervin Buldan bizimle görüştü. O görüşmeden ölüm orucumuzu 21. gününde sonlandırdık. Ölüm orucumuzu iki büyük nedenden dolayı sonlandırdık. Birincisi, diğer cezaevlerinde açlık grevinde olan arkadaşlarımızı olumsuz etkiliyorduk. İkincisi de açlık grevleriyle ilgili faşizan bir tutum sergileyen, hakkımızda tek taraflı yayın yaparak kendisini komik bir duruma satılmış, medyaydı. Çünkü medya açlık grevine giren 15, 16 ve 17 yaşlarındaki çocukların ‘kandırıldığını’ iddia ediyordu. Bu konuda kimse kendisini kandırmasın. Eğer 15, 16 ve 17 yaşlarındaki çocuklar bedenlerini ateşe veriyorsa, sistemin istediği gibi bir gençlik olmak istemiyorsa, bedenini ölüme yatırıyor ve eline silah alıp dağa çıkıyorsa bu devletin Kürt halkına karşı yapmış olduğu siyasi ve kültürel soykırımdan kaynaklanıyor. Hükümetin Kürt halkına karşı yıllardır sürdürdüğü imha ve inkâr siyaseti, bizim dağa çıkmamıza, bedenimizi ölüme yatırmamıza ve bedenimizi ateşe vermemizde büyük rol oynadı. Bu yanlış politikalar nedeniyle binlerce insan sürgün edildi veya öldürüldü.
Dünyadaki en değerli varlıklarımız olan annelerimizin ağlamaması için…
Ölüm orucundayken hakkımızda disiplin soruşturması açıldı. Yazılı olarak Kürtçe savunma yaptık. Fakat 5275 Sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Kanunun 47. maddesinde yer alan “Türkçe bilmeyenlerle, sağır, dilsizlerin savunmaları tercüman aracılığıyla alınır” deyip, Kürtçe savunmamız kabul edilmedi. Ama biz yinede anadilde savunma ve eğitim deyip haykıracağız. Sonu ne olursa olsun bundan geri adım atmayacağız. Ölümlerin olmaması için dünyada en kutsal varlığımız olan annelerimizin ağlamaması için barışın dünyada kalıcı olması için mücadelemizi en derinden sürdüreceğiz. Kürt halkı başta olmak üzere barış ve kardeşlik isteyen bütün halklara seslenmek istiyorum. Bu mücadeleye daha fazla katkı sunmalarını istiyorum. Ben davaları ve kutsal değerleri için yaşamlarını yitirmiş bütün devrimcileri saygıyla anıyorum.”
İki tutsak ölüm orucunda – Dîha
Mersin Cezaevi’nde 9 Ekim’de süresiz-dönüşümsüz açlık grevine giren Gıyasettin Yalçın ve Sait Kaya’nın eylemlerini ölüm orucuna çevirdikleri bildirildi.
Mersin E Tipi Cezaevi’nde 9 Ekim’de süresiz-dönüşümsüz açlık grevine başlayan Gıyasettin Yalçın ve Sait Kaya, geçen hafta aileleriyle yaptıkları görüşmede, cezaevi doktoru ve cezaevi idaresinin kendilerine yaptıkları baskıların devam etmesi durumunda açlık grevi eylemini, “ölüm orucuna” çevireceklerini bildirmişti. İHD Mersin Şube Sekreteri Temim Salmanoğlu, 8 Kasım’dan beri Gıyasettin Yalçın ve Sait Kaya’nın, cezaevi idaresi, özellikle gardiyan ve cezaevi doktorları tarafından gördükleri, “açlık grevlerini bitirin” baskısı karşısında, açlık grevlerini ölüm orucuna çevirdiklerini söyledi. Salmanoğlu, İHD avukatlarının cezaevinde dün yaptığı görüşmelerde bu durumu teyit ettiğini söyledi. Salmanoğlu, “Gıyasettin Yalçın ve Sait Kaya 5 gündür cezaevi idaresi tarafından verilen hiçbir şeyi ve hiçbir tedaviyi kabul etmiyorlar” diye konuştu.
Telefon hakkını kullanmak isteyen tutukluya işkence – ANF
Cezaevlerinde her talepleri disiplin cezalarıyla karşılanan tutuklulara yasalarda var olan hakları da kullandırılmıyor. Bu örneklerden biri Aliağa 1 No’lu T Tipi Cezaevi’nde yaşandı. Telefon hakkını kullanmak isteyen tutuklu Ercan Aslan, gardiyanların saldırısına maruz kaldı. Daha sonra “Bir yanlışlık olmuş” diyen gardiyanlar, Aslan, şikayetçi olunca, bu kez tehdit etti. Cezaevi doktoru ise saldırı sonucu oluşan izlerin tamamını rapora geçirmeyerek, işkenceyi gizlemiş oldu. Avukat Nazan Sakallı Aktaş, gardiyanlar, doktor ve cezaevi müdürleri hakkında suç duyurusunda bulundu.
Tutuklu Ercan Aslan, İzmir 1 No’lu F Tipi Cezaevi’nden Aliağa 1 No’lu T Tipi Kapalı Cezaevi’ne sevk edildi. Yeni cezaevinde Cumartesi günleri 14.00-15.00 saatleri arasında Aslan’ın telefonla görüşme saati olarak belirlenerek, tutukluya bildirildi. Aslan, 3 Kasım günü saat 15.10 olmasına rağmen, telefon görüşmesi için görevli memur gelmeyince, zile basarak memur çağırdı.
İlk önce Ercan Aslan ile ilgilenmeyen memurlar, daha sonra “Evraklarında eksiklik var. Bu nedenle görüşme yapamayacaksın” dedi. Evraklarında eksiklik olmadığını belirten tutuklu Aslan, birkaç kez zile basarak memurları çağırdı. Ancak, hücreye gitmeyen memurlar, daha sonra zili kapattı.
Daha sonra, 7-8 gardiyan ile birlikte Aslan’ın hücresine giden başgardiyan, Aslan’a saldırdı. Boğazı sıkılarak hücreye sokulan Aslan’ı kollarından tutarak yüzünü duvara dayayan gardiyanlar, başına ve yüzüne yanlardan vurdu. Bu sırada başında ve şakaklarında şişlikler, kollarında morarmalar olan Aslan, dövülerek bahçeye çıkartıldı. Burada da dövülen Aslan’a gardiyanlar, küfür edip, hakarette bulundu.
‘İSTEMEZDİK BÖYLE OLMASINI’
Olaydan iki sonra, 5 Kasım Pazartesi günü saat 09.00 sıralarında Ercan Aslan’ın hücresine giden bir memur, “Senin evrakın 2 hafta önce gelmişti, diğer arkadaş bilmediği için seni telefona çıkartmamış, kusura bakma, istemezdik böyle olmasını” dedi.
Aynı gün cezaevi hekimine giden tutuklu, darp edildiğini belirterek, vücudundaki ağrıyan yerleri ve izleri gösterdi. Ancak hekim, yalnızca kollarındaki morluklar ile alnının sağındaki şişliği rapora geçirdi.
‘ŞİKAYETİNDEN VAZGEÇ’ DİYE TEHDİT EDİLDİ
5 Kasım Pazartesi gününün akşamı ise saat 16.00’da 4-5 infaz koruma memuru tarafından başka bir hücreye götürülen Ercan Aslan, “Şikâyetinden vazgeç. Eğer vazgeçmezsen kendini yakmaya çalıştığını, memurlar seni engellemeye çalışırken kafa kafaya tokuştuğunuzu söyleriz. Biz de rapor aldık. Disiplin cezası alırsın, iyi halin ortadan kalkar, infazın yanar” diye tehdit edildi.
AVUKATI SUÇ DUYURUSUNDA BULUNDU
Avukat Nazan Sakallı Aktaş, olayla ilgili olarak İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulundu. Dilekçede, Aslan’ı döven başmemur ve yanındaki memurlar ile tehdit eden memurlar, ilk muayeneyi gerçekleştiren doktor, cezaevinin 1. ve 2. müdürü ile güvenlik kamerası izlemesinden sorumlu memurların “basit işkence”, “ihmali sürette işkence”, “görevi kötüye kullanma ve kamu görevlisinin suçunu bildirme yükümlülüğünün ihlali” ve “tehdit” suçlarından yargılanmaları istendi.
Müvekkilinin odasının bulunduğu koridorda güvenlik kamerasının bulunduğunu belirten avukat Sakallı Aktaş, cezaevinin B-13, B-14 ve B-15 numaralı koğuşlarının bulunduğu koridorda mevcut tüm kamera kayıtlarına savcılık tarafından el konulmasını da talep etti.
AKP oyalıyor eylemler arttırılmalı – ANF
Kürt tutsakların cezaevlerindeki açlık grevleri 63. gününde. Pek çok cezaevinde olduğu gibi Kandıra Cezaevi’ndeki tutsakların sağlık durumları da endişeleri artırıyor. Tutsaklar, AKP hükümetinin oyalama taktiği içerisinde olduğunu belirterek eylemlerin arttırılması gerektiğini söylüyor.
PKK ve PAJK’lı tutsakların öncülüğünde başlayan açlık grevleri, 63 gündür sürüyor.
GÖRME VE YÜRÜMEDEKİ SORUNLART ARTIYOR
Kandıra 2 No’lu F Tipi Cezaevi’nde eyleme katılan ilk gruptan tutsaklar var. Yani, 63 gündür açlık grevindeler. Tutsaklardan bazıları görme, konuşma ve dinlemede zorlanıyor bazıları, duvarlara tutunarak yürümeye çalışıyor. Fiziksel olarak kritik durumda olan tutsaklar, özellikle ışıktan rahatsız oluyorlar. Duyduklarına ise bir süre bekledikten sonra yanıt vermeye çalışıyorlar. Avukatlarla görüşen tutsaklardan ikisi uyku sorunu yaşadıkları için sabaha kadar şarkı söylemeye çalıştıklarını ancak seslerindeki değişimi fark ettiklerini söyledi.
Rutin muayene için cezaevine giden doktorlar tutsaklara, ‘hangi gündeyiz’, ‘doğum tarihin nedir’ gibi hafızalarını kontrol eden sorular yöneltiyorlar. Tutsaklardan bazıları, doktorların sorularına ‘hafızamız yerinde’ diye yanıt veriyor.
‘AKP OYALIYOR EYLEMLER ARTIRILMALI…’
Kararlılıklarını koruyan tutsaklar, sadece sağlık sorunlarının gündeme getirilmesine tepkililer. Türk Başbakan Erdoğan ve AKP Hükümeti’nin eylemlerine dair yaklaşımlarına da tepkili olan tutsaklar, halkın sokaklardaki eylemlerinden memnun olsalar da bunun daha etkili boyuta ulaştırılmasından yanalar. Tutsaklar, ‘Diyarbakır, Tahrir Meydanı gibi olmalı’ fikrindeler. “Haksızlık edemeyiz halkın eylemleri, tepkisi çok önemli ve memnun ediyor ancak sonuca varmak için eylemler daha güçlü, etkili düzeye ulaştırılmalı” şeklinde düşünen tutsaklar, hükümet yetkililerinin açıklamalarını ise “oyalama taktiği” olarak değerlendiriyorlar.
Kürt illerindeki hareketliliği de önemli bulan tutsaklar, İstanbul gibi kentlerde de eylemlerin artırılmasının sonuç almada önemli olacağını ifade ediyorlar.
‘KÜRT ANALARI GİBİ OLUNMALI’
Somut adım atılmadan, talepler karşılanmadan eylemlerini bitirmemekte ısrarcı olan tutsaklar, basın-medya yoluyla Kürt annelerin tutumlarını takip ediyorlar ve dışarıdakilere, “Hiçbir şey yapamıyorsanız Kürt anaları gibi davranın” diye sesleniyorlar. Tutsaklar, bu çağrılarının duygusallık değil farkındalık içerdiğini de vurguluyorlar.
Dêrika Hemko jî bi temamî ket destê Kurdan – Yeni Özgür Politika
Kurdan piştî kontrola bajarên Dirbêsiyê û Tiltemûra xistin destê xwe, vê carê kontrola Dêrika Hemko bi temamî xistin destê xwe.
Kurdên ku demek dirêj e gelek bedel li Sûriyeyê dane û xwedî têkoşîneke demdirêj in. Ligel destpêkirina raperînên li Sûriyeyê Kurdan dest bi pêkanîna projeya Xweseriya Demokratîk kirin. Kurdên ku bi sala ne li hemberî polîtîkayên erebkirinê li ber xwe didin, navên gund, bajar û navçeyên ku li erebî hatibûn wergerandin, dîsa vegerandin Kurdî, dibistanên Kurdî vekirin, konsey û komîteyên gel ava kirin. Gava herî girîng yek jê jî damezrandina Yekîneyên Parastina Gel (YPG) e. Her wiha bi avakirina Desteya Bilind a Kurdan gava yekitiyê hate aêtin. Desteya Bilind a Kurdan nuneritiya hemû Kurdistaniyên Rojava dike. Kurdistanî hêdî hêdî bajarên ku bi zorê ji destê wan hatine desrxistin dîsa bi dest dixin.
Li gorî agahiyên hatine bidestxistin, di saetên sibê de Kurdan hemû saziyên siyasî û leşkerî yên rejîma Sûriyeyê bi temamî xistin bin kontrola xwe. Hêzên rejîmê bêyî ku li ber xwe bidin teslîm bûn û her tiştên rejîmê radestî Kurdistaniyan kir. Her wiha Kurdistaniyan di saetên nîvro de yekîneyên parastina sivîl û komek qelebalix a welatiyan, çûn noqteya kontrolê ya leşkerî ku li derketina bajarê Qamişlo li ser riya Amudê ye. Yekîneyên parastina sivîl û gel, piştî demekê bêyî ku xwîn bê rijandin, noqteya kontrolê ji destê leşkeran girt. Leşkerên rejîmê ji herêmê dûr ketin.
Kurdan 19-22’yê tîrmehê bajarên Kobanî, Efrîn, Dêrik xistibûn bin kontrola xwe. Di serî de dewleta tirk, hemû hêz û dewletên ji destkeftiyên Kurdan nerehet, ji bo têkbirina destkeftiyên Kurdan serî li gelek hewldan, gef û tehdîdan dabûn. Her wiha li hemberî Kurdan gelek êrîş jî pêk hatin. Dîsa jî Kurdan deskeftiyên xwe parastin. Herî dawî di 9’ê mijdarê de bajarê Dirbêsiyê û Tiltemûra ku Kurd, ereb û asurî lê dijîn bi temamî xistibûn bin kontrola xwe. Hêzên rejîmê yên ku bi saetan di dorpêça Kurdan de man, neçar man ku ji bajar derbikevin.
DÊRKA HEMKO
Gel noqteya leşkerî bi dest xist
Gelê rojavayê Kurdistanê ku li piraniya bajaran rêveberî girtine destê xwe, li bajarê Qamişlo jî, noqteya leşkerî ya li ser riya Amudê ji destê hêzên rejîmê girt. Doh di saetên nîvro de yekîneyên parastina sivîl û komek qelebalix a welatiyan, çûn noqteya kontrolê ya leşkerî ku li derketina bajarê Qamişlo li ser riya Amudê ye. Yekîneyên parastina sivîl û gel, piştî demekê bêyî ku xwîn bê rijandin, noqteya kontrolê ji destê leşkeran girt. Leşkerên rejîmê ji herêmê dur ketin, li aliyê din gel jî keyfxweşiya xwe anî ziman.
9’ê mijdarê Kurdan li bajarê Dirbêsiyê û Tiltemûra ku Kurd, Ereb û Asurî lê dijîn bi temamî xistibûn bin kontrola xwe. Hêzên rejîmê yên ku bi saetan di dorpêça Kurdan de man, neçar man ku ji bajêr derbikevin. Di vê demê de jî tiliya tu kesekî jî xwîn jê nehatibû.
QAMIŞLO
Em destûrê nadin Lozana duyemîn
Hevseroka PYD’ê Asya Ebdullah di paneleke li bajarê Zurich a Swîreyê pêk hat de axivî û diyar kir ku îradeya gelê kurd ya Rojavayê Kurdistanê nikare bê astengkirin û da zanîn ku ev meşa azadiyê dê li parçeyên din jî bigihêje encamekê û wiha got: “Kurd dê tu carî desturê nedin Lozana 2’emîn.
Ev demeke hevseroka PYD’ê Asya Abdullah li Ewropayê di nava temasan de ye û li bajarê Zurich a Swîsreyê tevli paneleke li ser geşedanên rojavayê Kurdistanê bû.
Abdullah di panele li komeleya kurd aZurich pêk hat de axivî û diyar kir ku nexşerêya siyasî ya Rojihilata Navîn ji nû ve tê dizaynkirin û got di navenda geşedanan de kurd hene û wiha got: “ lê hêzên navnetewî û delwetên di bin mêtîngeriyê de dixwazin vê asteng bikin.
Abdullah da zanîn ku kurd dê vê carê destûrê nedin Lozana 2’emîn û wiha got: “Gelê me hêza herî dînamîk ya Rojhilatê Navîne. Desthilatdarî yek bi yek hildiweşin û yekane gelê ku pergala demokratîk û azad ya gelan bi afirîne jî gelê kurde. Ji ber vê sedemê jî bi kompoloya navnetewî Rêberê Gelê Kurd Abdullah Ocalan di bin tecrîdê de ye.
Abdullah destnîşan kir ku li Rojavayê Kurdistanê gelê kurd bi xwe îradeya xwe ya rêveberiyê derxistiye holê û wiha got: “Li Rojava bi însiyatîfa Meclisên Gel a Demokratîk rêveberî di destê kurdan de ye. Meşa me ya azadiyê dê xwe li parçeyên din jî bide nîşandan. Tirkiye her rê diceribîne û hewl dide azadiyê asteng bike. Lê ev hewldanên wan bê encam maye. Me ne piştgirî da muxalîfan û ne jî da hêzên BAAS. Ev her du hêz jî tu tiştekî nadin gelê Sûriyeyê. Di desthilatdariya her duyan de jî gel hatin qetilkirin.
Chomsky: Krizi çözün – Yeni Özgür Politika
Dünyanın en önemli düşünürlerinden Noam Chomsky, Türk Hükümeti’ne “açlık grevleriyle ilgili krizi çözün” çağrısında bulundu.
Dünyaca ünlü iletişim bilimci ve filozof Noam Chomsky, PKK’li ve PAJK’lı tutsaklar tarafından sürdürülen süresiz dönüşümsüz açlık grevine ilişkin “Türkiye hükümetine acil çağrı” başlıklı mesaj yayınladı. Chomsky, internetten yayınlanan çağrısında şöyle diyor: “Türkiye Hükümeti’nden hem insanlık namına, hem de doğuracağı ciddi sonuçlar ve insan hakları gerekçesiyle şu an had safhada tehlikeli sonuçlara ulaşmış bulunan vahim açlık grevlerinin, bana göre son derece makul olan taleplerini karşılamak sureti ile halihazırda derinleşmekte olan ve eğer hükümet insani, dolayısı ile medeni bir şekilde sorumluluk almazsa çok daha kötüleşecek olan, bu krizi sona erdirmesini talep ediyorum.”
Türkiye’ye baskı yapın
Dünyanın birçok ülkesinden 300’ü aşkın aydın, sanatçı, akademisyen, bilim insanı uluslararası kurumlara, kritik eşiği çoktan aşan açlık grevlerine ilişkin Türkiye üzerinde baskı oluşturma çağrısında bulundu.
ABD, İngiltere, Almanya, Fransa, İsveç, Yunanistan, Avusturya, Hindistan, Pakistan, Kürdistan’ın parçaları ve birçok ülkeden 320’yi aşkın şahsiyet ve kurum temsilcisi, Türk cezaevlerinde 63. güne giren açlık grevlerine ilişkin Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği (UHCHR), Avrupa Birliği Parlamentosu, Birleşik Krallık Parlamentosu, Uluslararası Af Örgütü, İnsan Hakları Gözlemevi, uluslararası medya kuruluşları, parti, sendika ve insan hakları kurumlarına çağrıda bulundu. 12 Eylül’de 63 tutsakla başlayan açlık grevinin 5 Kasım’dan itibaren binlerce tutsağın katılımıyla devam ettiği hatırlatılan çağrıda, “Türkiye’nin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan her ne kadar Filistin ve Somali gibi Müslüman halklara ‘insani yardım’ dağıtarak kurtarıcı gibi görünmeye çalışsa da, Türkiye’de binlerce Kürt, ülkedeki Türk nüfusu gibi aynı temel haklara sahip olmak istediği için hapsedilmiş, darp edilmiş ve bombalanmış durumda. Kürt siyasi tutuklular Türkiye’de açlık grevindeler. Onların hayatları şimdi ağır tehlikede, onlar ölümün eşiğinde. Ülkedeki doktorlar ve sağlık uzmanları, açlık grevlerinin ilerlemiş olmasından dolayı her an bir ölüm haberinin alınabileceğini söylüyorlar” uyarısında bulunarak, zaman kaybetmeden harekete geçilmesini istedi.
Kürtlerin tüm demokratik hak taleplerine şiddetle karşılık verildiğine, Kürt siyasetçileri, vekilleri, gazetecileri ve avukatlarının cezaevlerine konulduğu vurgu yapılan açıklamada şu çağrı yapıldı: “Birleşmiş Milletler kurum ve kuruluşlarına, Avrupa Birliği Parlamentosu’na, Birleşik Krallık Parlamentosu’na ve dünya çapında tüm sivil toplum kuruluşlarına, Türk rejimine müdahale etmeye ve onun üzerine tüm gerekli baskıları koymaya böylece Türkiye de Kürt halkının taleplerine saygıyla karşılık verip, onları kabul etmesi için çağrıda bulunuyoruz. Aynı zamanda, yüreğimiz Türkiye’deki siyasi tutsaklarla beraber ve Türkiye’ye çağrımız açlık grevi eylemcilerinin taleplerini kabul edin ki hayatları kurtarılabilsin. Türkiye’de zaten yeterince değerli can bu eşitlik mücadelesinde hayatını feda etti.”
Gün oturma günü değil – Yeni Özgür Politika
Avrupa’da yaşayan Kürdistanlılar uluslararası kamuoyunun sessizliğini protesto etmek amacıyla her gün eylemde. Almanya’nın başkenti Berlin’de, Emek ve Demokrasi Platformu 5 bin kişinin katıldığı bir yürüyüş ve miting düzenledi. Yürüyüşte, ‘’Sessiz kalma! Bu defa ölüm değil, yaşam kazansın!’’ pankartı taşındı.
Türk cezaevlerinde anadilde eğitim, savunma ve tecritin kaldırılması talepleriyle devam eden açlık grevleri için Avrupa’daki Kürdistanlıların da eylemde. Almanya’nın başkenti Berlin ve İngiltere’nin başkenti Londra’da binlerce kişi tutsakların taleplerinin karşılanması için yürüdü. Almanya, Fransa ve Hollanda’da da kitlesel eylemler yapıldı.
Cezaevlerindeki açlık grevleri 63. gününe girerken, eylemdeki tutsakların taleplerine halen bir yanıt verilmemesi üzerine Avrupa’daki Kürdistanlılar’ın tepkisi artıyor. Açlık grevlerine dikkat çekmek ve eylemler karşısındaki sessizliği kınamak için Kürtler yine alanlardaydı.
Berlin’de 5 bin kişi yürüdü
Almanya’nın başkenti Berlin son dönemlerin en kitlesel yürüyüşüne sahne oldu. Berlin Emek ve Demokrasi Platformu’nun (BEDEP) ‘Açlık grevcilerinin talepleri bizim de taleplerimizdir’ şiarıyla organize ettiği yürüyüş Hermannplatz başladı. Yürüyüşe Kürdistanlıların yanısıra, Türkiyeli göçmenler ve Alman sol guruplar da katıldı. Yürüyüşte, ‘Sessiz kalma! Bu defa ölüm değil, yaşam kazansın!’ pankartı taşındı. Polisin engellemelerine rağmen yürüyüşe katılanların sayısı 5 bini buldu. Kitle sık sık ‘Devrimci Tutsaklar Onurumuzdur’ sloganı attı.
Yürüyüş ardından Oranien meydanında miting düzenlendi. Miting alanında Kürtçe, Almanca ve Türkçe yapılan açıklamalarda ölümler yaşanmadan haklı taleplerin karşılanması istendi. Açıklamada “Açlık grevcilerinin talepleri uluslararası sözleşmelerde kabul edilen ve Türk devletinin imza atmış olduğu taleplerdir. Haklı taleplerdir. Türkiye’yi onurlu bir barışa ve kardeşliğe taşıyacak taleplerdir. Bu talepler bizim de taleplerimizdir” ifadesi kullanıldı.
BEDEP tarafından yapılan açıklamada da “Açlık grevleri sonuçlanıncaya kadar Berlin’de alanlarda olacağız” denildi. Miting sloganlarla son buldu.
Öte yandan Erfurt kentinde de Mezopotamya Kültür Derneği’nin açtığı stadta açlık grevleri konusunda kısa süreli video da gösterilerek, açlık grevindeki tutsakların talepleri ve sağlık durumlarına dikkat çekildi. Eylem alanında ayrıca forum da düzenlenerek, bildiri dağıtıldı.
Köln’de açlık grevi sona erdi
Almanya’nın Köln kentinde de Kürdistan Öğrenciler Birliği(YXK) Köln grubunun, 3 günlük açlık grevi, önceki gün Rudolfplatz’da yapılan bir mitingle son buldu. Mitingde talepler için acil adım atılması çağrısında bulundu. Miting alanında açlık grevlerine yönelik dağıtılan bildirilerin yanısıra, Öcalan’a özgürlük kampanyası için de 1500’e yakın imza toplandı. Ayrıca, Türk Adalet Bakanlığı’na gönderilmek üzere hazırlanan kartlar da imzalanarak postahaneye verildi. Miting, Kadın Sanatçılar Birliği Çocuk Korosu’nun seslendirdiği parçalarla son buldu.
Bonn kentinde ise Bölge Halk Meclisi tarafından bir halk toplantısı yapıldı.
Frankfurt’ta miting
Almanya’nın Frankfurt kentinde, kamuoyunu bilgilendirmek için 3 Kasım’da başlatılan ve yüzlerce kişinin ziyaret ettiği çadır eylemi, pazar günü yapılan miting ve etkinlikler ardından sona erdi.
Yüzlerce kişinin yer aldığı mitingte, tertip komitesi adına Eyüp Güleç ve YEK-KOM yöneticilerinden Mehmet Emin Yıldız konuşma yaptı. Konuşmalarda açlık grevindeki tutsakların ölüm sınırında olduğuna dikkat çekilerek, Avrupa’nın eylem karşısındaki sessizliği kınandı. Konuşmalarda taleplerin daha güçlü etkinliklerle sahiplenilmesi istendi.
8 gün devam eden çadır eyleminde Öcalan’a özgürlük kampanyası çerçevesinde 3 bin 500 imza toplandı.
Almanya’nın Freiburg kentinde de açlık grevlerine dikkat çekmek için stand açıldı. Daha çok gençlerin yer aldığı imza stanlarında şu ana kadar yüzlerce imza toplandı.
Londra’daki binlerden yürüyüş
İngiltere’nin başkenti Londra’da da süresiz – dönüşümsüz açlık grevlerini desteklemek amacıyla Britanya Halk Meclisi yürüyüş düzenledi.
Edmonton ‘da toplanan binlerce kişi önceki gün Haringay’de bulunan Kürt Toplum Merkezi’ne doğru yürüyüşe geçti. Eylemde çok sayıda Gik-Der, Partizan, Day-Mer taraftarı da kendi flamaları ile yer aldı. Eyleme katılan 4 bin kişi ‘Sessizliğiniz Ölüm Getiriyor’ pankartı ile 8 kilometre yürüdü. Kitle yürüyüş boyunca ‘Talepler ,Taleplerimizdir’ , ‘Direne Direne Kazanacağız’ sloganlarını attı. Yürüyüş esnasında açlık grevlerine yönelik binlerce bildiri de dağıtıldı. Ayrıca Öcalan’ın özgürlüğü talebiyle çok sayıda imza toplandı. Yürüyüş Kürt Toplum Merkezi’nde yapılan konuşmalardan sonra sona erdi.
Strasbourg’ta dönüşümlü açlık grevi
Fransa’nın Strasbourg kentinde ise açlık grevlerine destek amaçlı 3’er günlük süresiz dönüşümlü açlık grevi başlatıldı. Mezopotamya Kürt Kültür Derneği öncülüğünde başlatılan eylemin tutsakların baslattığı açlık grevi sona erinceye kadar devam edeceği belirtildi. Strasbourg’daki eylem süresince hergün saat 13:00-17:00 arasında Place Kléber Meydanı’nda kurulacak çadırda bildiri dağıtılarak, açlık grevleri hakkında kamuoyu bilgilendirilecek. Eylemde ayrıca Öcalan’ın özgürlüğü talebiyle de imza toplanacak.
Kürdistanlılar dönüşümlü eylemlerinin yanısıra, cezaevlerindeki açlık grevlerine dikkat çekmek için farklı etkinlikler de düzenleyecek. Salı ve Perşembe günleri Barış Anneleri Strasbourg’daki insan haklari kurumları basın yayın kuruluşlarını ziyaret ederek, dosya sunacak. Açlık grevlerine yönelik kayıtsızlığı kınamak amacıyla, Cumartesi günü de Alsace-Lorient bölgesinde yaşayan Kürdistanlılar, Place de la Bourse meydanında toplanarak, Strasbourg Türk Konsolosluğuna doğru protesto yürüyüşü düzenleyecek.
Paris ve Arnhem’de eylem
Fransa’nın başkenti Paris’te de Kürt gençleri açlık grevleri için eylemdeydi. Paris’te Notre Dame Kilisesi önünde bir araya gelen gençler açlık grevlerine yönelik sessizliği protesto amaçlı kefen giyerek yere uzandı. Gençlerin bir kısmı da eylemde KCK, PKK bayrakları ve Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın posterlerini taşıdı. Gençler açlık grevleri ve tutsakların taleplerine ilişkin bildiri dağıtarak, Öcalan’a özgürlük kampanyası için de imza topladı.
Hollanda’nın Arnhem kentinde de Kürdistanlılar açlık grevlerine dikkat çekmek için belediye binasının önünde bir araya geldi. Eylemde talepler için acil adım atılması çağrısında bulunularak, destek amaçlı 1 günlük açlık grevi yapıldı. Eylem süresince Öcalan’a özgürlük talebiyle çok sayıda imza da toplandı.
63.GÜN SERHILDANI BÜYÜTELİM! – Özgür Gündem
Tutsakların açlık grevi, 63. gününe girdi. Günlerdir sorunun çözümü için diyalog girişimlerinde bulunan BDP, bundan böyle hükümetin adım atmasını bekleyecek. DTK ve BDP Eşbaşkanları ise halkı ‘Sesini daha da yükseltmeye’ çağırdı
TÜRK: BU ZULME SESSİZ KALMA
DTK ve BDP Eşbaşkanları Türk ile Demirtaş, Amed’de ortak basın toplantısı düzenledi. Tutsakların taleplerinin kendi talepleri olduğunu belirten Türk, şöyle konuştu: “Başbakan’ın tavrı adeta insanı ölüme sürüklüyor. Artık geldiğimiz nokta son noktadır. Halk bütün bu işkence, barikat ve zulme sessiz kalmamalıdır diye konuştu.
Türk halka şu çağrıyı yaptı: “Artık suskunluk dönemi değildir. Herkes bu direnişe destek vermelidir. Bu vicdani sorumluluğu yerine getirmesini bekliyoruz diye konuştu. BDP Eşbaşkanı Demirtaş da şu çağrıyı yaptı: “Gün oturma günü değil. Mesele açlık grevi meselesi de değil. Bir halkın özgürlük davasıdır.
GECE GÜNDÜZ DEMEDEN DAHA DA AYAĞA KALKALIM
Tutsakların, ‘Öcalan’a özgürlük ile anadil hakkı’ için başlattığı açlık grevi 63. gününde. Hükümet ‘ölüm siyasetini’ sürdürürken , DTK ve BDP Eşbaşkanları halka ‘gece gündüz demeden ayakta olalım bu toprakları özgürleştirelim’ çağrısı yaptı
Tutsakların taleplerinin kendi talepleri olduğunu belirten Türk, ‘Başbakan’ın tavrı adeta ölüme sürüklüyor. Artık geldiğimiz nokta son noktadır’ derken, Demirtaş da ‘Gün ayağa kalkma günüdür. Mesele bir halkın özgürlüğüdür’ dedi
PKK ve PAJK’lı tutsakların PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın özgürlük, sağlık ve güvenlik koşullarının sağlanması ve anadil önündeki engellerin kaldırılması talebiyle 12 Eylül’de başlattıkları süresiz dönüşümsüz açlık grevi eylemi 63. gününde. Hükümet ise tutsakların talebini görmezden gelmeye devam ederken, DTK Eşbaşkanı Aysel Tuğluk, BDP Eşbaşkanı Gültan Kışanak, BDP milletvekilleri Emine Ayna, Özdal Üçer, Sırrı Süreyya Önder, Adil Kurt, Sebahat Tuncel ve Amed Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir açlık grevlerinin 60. gününde tutsaklara destek olmak amacıyla süresiz dönüşümsüz açlık grevine başladı. Eylemlerini sürdüren DTK ve BDP’lilere ziyaretçi akını devam ederken dün de DTK Eşbaşkanı Ahmet Türk ve BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, DTK binasında açlık grevini sürdüren milletvekili ve DTK Daimi Meclis üyelerini ziyaret etti.
Başbakan tehdit ediyor
Türk ve Demirtaş, ziyaretin ardından basın toplantısı düzenledi. Türk, tutsakların taleplerinin kendi talepleri olduğuna dikkat çekerek, şöyle konuştu: Aslında diyalogların kurulması ve yeniden görüşmelerin başlaması konusunda günlerce bu çalışmaları ve görüşmeleri yapıyoruz. Makul ve haklı taleplerin yerine getirilmesi konusunda çabalarımızı ortaya koyduk. Bütün bu çabalarımıza rağmen bugün bakıyoruz Sayın Başbakan’ın adeta insanı ölüme sürükleyen, tahrik eden tavrı var. Şunu çok açık bir şekilde söylüyoruz ki vebali de günahı da Sayın Başbakan’a aittir. Biz ölümlerin önüne geçmek isterken, kendisi adeta ölümlerin meydana gelmesi konusunda her türlü tahrik eden cümlelerle, sözlerle ve pratiğiyle ortaya koyuyor.
Suskunluk dönemi bitti
Halkın hükümetin açlık grevine ilişkin tavrını çok iyi görmesi gerektiğini belirten Türk, halkın suskun kalmamasını isteyerek, “Bütün bu işkence, barikat ve zulme sessiz kalmaması lazım. Onlar bu halk için canlarını ölüme yatırmışlarsa bizim de bedel ödemeye hazır olduğumuzu göstermemiz gerekir. Bugün milletvekilleri arkadaşlarımızın açlık grevini sürdürmesi tahrik eden bir anlayış değildir. Tamamen arkadaşlarımızın taleplerini yerine getirmek ve bu taleplerin arkasında olduğunun ve bunlar gerçekleşinceye kadar sürdürme kararıdır. Artık suskunluğun dönemi değildir. Çözümsüzlük hepimizi felakete sürükleyecektir. Herkes bu açlık grevine destek vermelidir diye konuştu.
Erdoğan çarpıtıyor
Demirtaş ise şöyle konuştu: “Bu ülkenin Başbakanı bütün olup bitenlere karşı son derece ciddiyetsiz bir yaklaşım içerisinde. Meseleye halen şov, şantaj gibi yaklaşıyor. Şantaj nedir bilmek istiyorsa söyleyelim. Şantaj 10 bin Kürt siyasetçini rehin alıp 4 yıldır yargılamalarını yaptırmamaktır, bir halk önderini 14 yıl boyunca tecritte tutmak ve avukatlarıyla görüştürmemektir. Tehdit, şantaj budur. Bu halk kendi dili için kendi bedenini ölüme yatırdı diye buna şantaj ve tehdit demek kelimenin tam anlamıyla bir çarpıtmadır.
Demirtaş, bu saatten sonra diyalogu arayacak olanın ancak hükümet olacağını ifade ederek, “Çünkü BDP ve DTK artık taraftır. Bu nedenle hükümet artık bizzat görüşme almalıdır. Aksi takdirde olanlardan hükümetin kendisi sorumludur dedi.
‘Gün oturma günü değil’
“Gün oturma günü değil. Mesele açlık grevi meselesi de değil. Bir halkın özgürlük meselesidir, özgürlük davasıdır. Kimse bizi topraklarımızda köle muamelesine tabi tutamaz. Bir gün bu zulüm bitecek. Bu camlarımızı kapılarımız kıran işgalci anlayış bu topraklardan gidecek. Ama bunun için daha fazla mücadele edeceğimizin farkındayız. Gece gündüz ayakta olmak zorundayız diye belirten Demirtaş, ilk gruptakilere seslendi: “Yaşamlarınız biçim için çok önemlidir. Biz bu kararınızı bir kez daha kendi iradenizle kendi elinizle elbette ki gözden geçirmenizi arzularız. Biz dışarıda devraldık arkadaşlarımızla birlikte. Sizin her kararınıza da saygı duyacağımıza da belirtiyoruz.
Demirtaş, DTK’ye yapılan saldırıyı kınadığını belirterek, “Burası Kürdistan halkının en üst Meclis’ine yönelik saldırıdır. Açık bir siyasi iradeye hakaret girişimidir. Bunun bir örgütlü provokasyon olduğu belli. Bunu bu ucuz tezgâhı planlayanlar da bilsinler ki bu topraklar özgür olacak. Bu faşizan zihniyet de bu topraklardan elbette ki çıkıp gidecektir. Kazanan halkın direnen iradesi olacaktır diye konuştu.
Halklar bu sese ses katsın
Avrupa’da da Kürt halkı aylardır ayakta. Hemen hemen her kentte yürüyüşler, açıklamalar yapılarak, tutsakların durumuna dikkat çekiliyor. İngiltere’nin başkenti Londra’da binlerce yurttaş Britanya Halk Meclisi’ne yürüyüş düzenledi. yürüyüşte yapılan konuşmalarda, “Tutsaklar 63 gündür bedenini açlık grevlerine yatırmışlar. Bugün dünyanın her yerinde ayağa kalkmak zorundayız. Tek vücut olmak zorundayız denildi.
Almanya’nın Köln kentinde yaşayan bir grup yazar, gazeteci, siyasetçi ve akademisyen cezaevlerinde süren açlık grevi eylemleri için harekete geçti. İmza kampanyası başlatan aydınlar, Almanya hükümetinin açlık grevleri karşısındaki sessizliğini protesto ederek “Biz ölümlere sessiz kalmayacağız çağrısı yaptı.
İmza kampanyasına destek veren aydınların çağrısı şöyle: “Korkunç bir tabloyla karşı karşıyayız. Korkunç olan başka bir şey var ki o da Erdoğan’ın Berlin gezisinde Alman hükümetinin sessiz kalması, bu korkunç olayları örtbas etmeye çalışmasıdır. Cezaevlerinde süren açlık grevi eylemlerine katılan siyasi tutukluların hayatlarından ise büyük endişe duyuyoruz. Erfurt kentinde de eylemler sürüyor. Ayrıca Dortmund kentinde de televizyon kulesi işgal edildi. Fransa’nın Paris kentinde bir grup Kürt genci tutsaklara destek amacıyla oturma eylemi düzenledi. Şehrin ünlü Notre Dame Kilisesi önünde gerçekleştirilen eyleme yüzlerce kişi katıldı.
Aydınlardan dünyaya çağrı – Özgür Gündem
Bizler de bu taleplerin takipçisiyiz
Prof. Dr. Gençay Gürsoy, Prof. Dr. Özdemir Aktan, Hidayet Şefkatli Tuksal ve Prof. Dr. Mithat Sancar’dan oluşan bir heyet dün açlık grevindeki tutsakların durumuna dikkat çekmek amacıyla Meclis Başkanı Cemil Çiçek ile görüştü. Görüşmede heyet Sezen Aksu’nun, Yaşar Kemal’in, Vedat Türkali’nin aralarında bulunduğu çok sayıda aydının açlık grevleriyle ilgili yaptıkları açıklamaların yer aldığı dosyayı Çiçek’e iletti. Aynı dosya Başbakan’a, Adalet Bakanı’na ve partilerin Meclis gruplarına iletilmesi için Çiçek’e verildi.
Dosyada yer alan mektupta şunlara dikkat çekildi: Açlık grevleri sürüyor. Hala çözüm aşamasına geçilemedi. Hissettiğimiz ve gördüğümüz, Türkiye’nin hızla bir kabusa doğru yol aldığıdır… Endişeliyiz, kaygılıyız. Hiç kimsenin kayıtsız kalamayacağı bu gelişmenin yaratacağı ortamdan herkes etkilenecek. Vicdanlarımızda derin bir yara açılacağını biliyoruz. Günlerdir haykırıyoruz. Ancak yetkililer sesimize hala yeterince kulak vermiyor. Tutuklu ve hükümlülerin, mahkemelerde anadillerinde savunma yapmaları talebi acılara ve ölümlere yol açmadan yerine getirilebilir. Tecrit koşullarının kaldırılması için atılacak bir adım, açlık grevlerini, ölümler olmadan sonlandırabilir. Bizler de bu taleplerin takipçisiyiz. Bunların gerçekleşmesi için uğraşıyoruz. Henüz vakit geçmemişken bir çözüm bulunmalı, toplumsal tarihimize ve vicdanlarımıza bir kara lekenin sürülmesini engellemek için hemen adım atılmalıdır. “
Görüşmenin ardından kısa bir açıklama yapan Gençay Gürsoy, Çiçek’e açlık grevlerini detaylı olarak aktardıklarını belirterek, “Kendilerine aydın ve sanatçıların açlık grevlerine yönelik düşüncelerini içeren bir belge sunduk dedi. Çiçek’in konuyu değerlendireceği yönünde mesaj verdiğini söyleyen Gürsoy, “Biz ayrıca konunun Meclis’e taşınmasını istedik. Erdoğan’ın son açıklamalarından sonra umutlu olmayı söylemek zor. Ama biz umutlu olmaya devam edeceğiz dedi. Gürsoy, ayrıca Erdoğan ile görüşmek istediklerini ondan randevu alamamaları durumunda ise Cumhurbaşkanı Gül’den randevu isteyeceklerini belirtti.
Aydınlardan dünyaya çağrı
Dünyanın birçok ülkesinden 320’nin üzerinde tanınmış aydın, sanatçı, akademisyen, siyasetçi, gazeteci, doktor, bilim insanı açlık grevi eylemlerine ilişkin Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği (UHCHR), Avrupa Birliği Parlamentosu, Birleşik Krallık Parlamentosu, Uluslararası Af Örgütü, İnsan Hakları Gözlemevi, uluslararası medya kuruluşları, tüm siyasi parti, sendika ve dünya çapında özgürlüğü savunan kesimlere çağrıda bulundu.
‘Her an ölüm haberi alınabilir’
Çağrı metninde şunlar kaydedildi: “Onlar, on yıllardır baskı altında tutulan temel insani haklarının Türk devleti tarafından saygı duyulması için bedenlerini açlığa yatırdılar. Bu temel haklar, insanlık onuruna saygı, anadilde konuşma ve yazma ayrıca ifade özgürlüğü ve vatandaşlıkta eşitlik gibi hakları içeriyor. Açlık grevi eylemcileri, 14 yıldır ağırlaştırılmış tecrit altında tutulan PKK Lideri Öcalan’a özgürlük istiyorlar. Türkiye kendini çağdaş demokratik bir ülke olarak iddia ediyor, oysa ki binlerce Kürt, Türkleştirilmeye, ırklarını inkar etmeye ve Türk devletinin ayrılıkçı, ırkçı kanunları tarafından kendilerine zorla dayatılan bir yalan-yanlış Türk kimliği altında yaşamaya zorlanıyor. Dahası, Türkiye’de milyonlarca Kürt, kitlesel şiddete, yerlerinden edilmeye, asimilasyona, zorunlu göçe, tehcire, hapsedilmeye, işkenceye, vatandaşlıkta eşitliği inkar etmeye maruz kalıyorlar. Erdoğan her ne kadar Filistin ve Somali gibi Müslüman halklara ‘insani yardım’ dağıtarak kurtarıcı gibi görünmeye çalışsa da, Türkiye’de binlerce Kürt, ülkedeki Türk nüfusu gibi aynı temel haklara sahip olmak istediği için hapsedilmiş, darp edilmiş ve bombalanmış durumda. Türkiye’de tutsaklar açlık grevindeler. Onların hayatları şimdi ağır tehlikede, ölümün eşiğinde. Ülkedeki doktorlar ve uzmanlar, her an bir ölüm haberinin alınabileceğini söylüyorlar. Biz bu yüzden, Birleşmiş Milletler kurum ve kuruluşlarına, Avrupa Birliği Parlamentosu’na, Birleşik Krallık Parlamentosu’na ve dünya çapında tüm sivil toplum kuruluşlarına, Türk rejimine müdahale etmeye ve onun üzerine tüm gerekli baskıları koymaya çağırıyruz. Aynı zamanda, yüreğimiz Türkiye’deki siyasi tutsaklarla beraber ve Türkiye’ye çağrımız açlık grevi eylemcilerinin taleplerini kabul edin ki hayatları kurtarılabilsin. Türkiye’de zaten yeterince değerli can bu eşitlik mücadelesinde hayatını feda etti.
Xwendekar çûyîna aşê pişaftinê red dikin – Azadiya Welat
Xwendekar çûyîna aşê pişaftinê red dikin Xwendekarên gundên Mahsertê û Stilîlê yên Mêrdînê dibistanên tirk ên ku wekî aşê pişaftinê dixebitin red dikin. Xwendekar û malbatên wan diyar kirin ku heta perwerdeya kurdî neyê dayîn ew êdî nema diçin van aşên pişaftinê
Li gelek gundên navçeya Mahsetê û Stilîla Nisêbîna Mêrdînê ji 8’ê cotmehê vir ve dibistanên ku wekî aşê pişaftinê tên bikaranîn tên redkirin. Xwendekar û malbatên xwendekaran der barê boykotê de gotin ku heta bi zimanê wan ê zikmakî dersê nedin wan, ew êdî naçin dibistanê. Xwendekaran ragihandin ku ew di vê biryara xwe de bi isrtar in. Malbatên wan jî gotin ku ew heta dawiyê piştgiriyê didin zarokên xwe û wiha gotin: “Mafê tu kesî tune ye zimanê me li me qedexe bikin.
Piştî damezrandina komarê li Tirkiyeyê hebûn û zimanê kurdan hate înkarkirin. Di ser vî bingehê paşverûtî û dermirovahiyê re 90 sal derbas bû lê hê jî bi awayekî sîstematîk tê meşandin. Bi taybetî jî di dema hikûmeta AKP’ê de ev yek bi awayekî rûreşî tê meşandin. Erdogan ê ku dibêje ez misilman im, hê jî mafên kurdan ên xwezayî înkar dike. Erdogan di axaftina xwe de gotibû ‘Bila tu kes ji bo perwerdeya zimanê zikmakî neyên cem min’ bi vê axaftina xwe rastiya xwe û partiya xwe aşkera kiribû. Bersiva herî di cih de ji gundên bi ser Mahsertê û Stilîlê ya Nisêbîna Mêrdînê ve ne hat.
BIRYAREKE DI CIH DE YE
Li gundên Kurikê, Hebîsê, Cinata Biçûk, Cinata Mezin, Xirbêkevir, Herbê,Cibilgiravê, Talatê, Xerebê, Dêrçemê, Kuzê, Hatxê, Miştinê û Zivingê yên girêdayî navçeya Mahsertê û Stilîlê 51 xwendekar ji 8’ê cotmehê vir ve naçin dibistanê û dibistanê boykot dikin. Xwendekaran di aliyê boykotkirina dibistanan de biryariya xwe anîn ziman. Xwendekara bi navê Zelal diyar kir ku kengî bi kurdî perwerde bê dayîn ew ê biçe dibistanê û wiha got: “Dixwazim perwerdeyê bi kurdî bibînim. Ji ber ku bi kurdî perwerdeyê nadin me ev meheke em naçin dibistanê. Daxwaza me dersa bi kurdî ye .Her ku diçe em zimanê xwe ji bîr dikin. Xwendekarên bi navê Seher, Rewşen û Sevgî jî destnîşan kirin ku heta perwerdeyê bi kurdî nedin wan ew nema diçin dibistanê û ev tişt anîn ziman: “Em êdî naçin dibistanên tirkan. Em perwerdeya bi kurdî dixwazin.
MALBATAN JÎ PIŞTGIRÎ DA
Malbatên xwendekaran jî piştgirî dan çalakiya xwendekaran. Malbatan dan zanîn ku divê her kes bi awayekî hêsanî karibe bi zimanê xwe perwerdeyê bibîne û biaxive. Malbat wiha axivîn: “Mafê tu kesî tune ye ku zimanê neteweyekî li wî qedexe bike. Ev zimanê me ji bav û kal û dayikên me ji me re maye. Heta ku mafê perwerdeya kurdî neyê dayîn, ne mehekê heke hewce be salekê jî em zarokên xwe naşînin dibistanê.
Hikûmetî AKP şantaj kena – Azadiya Welat
Hikûmetî AKP şantaj kena Hikûmet mudaxele bikero, çi ma destan ra bêro se, ma do bikerê. Wa hikûmet ney weş bizano. Hikûmet bê veng a. Samîmî nîya. Tenê qala ziwanê tuj kenê. Ema zîndanî de, zaf kesan ameyî mergî ser
Serekê TUHAD – FEDe Peyroyinî Zubeydê Teker semede kesên kewtêy greva veyşaneyî ard ziwan: Bi 62 rojê ke heme zîndanan de mehkûmanî PKK û PAJK kewtî greva veyşanî 12 îlanî ra heta nika. 75 mehkûman rewşa înan zaf bîya qirîtîk. Roj bi roj mergî ra benê nêzdî. 221 heb mehkûmîy zî bi 31 rojê kê kewtî greva veyşaneyî heme ameyê nêzdîya mergî.
Sereka TUHAD-DED Zubeyde Teker wina dewam kerd: “315 heb mehkûmîy zî bi 26 rojê ke kewtê gireva veyşaneyî. Bi goreya cigerayîşên doxtoran, 55 roja hîn yenî merg ser. 72 zîndanî de bê extîyaran, bê ciwanan û gedeyan, heme kewtî grava veyşanî. Nika hejmara kesên ke kewtê greva veyşaneyî nezdîya 10 hezar êy. Mîyanî ey kesan de, wekîlanê BDP û endamî BDP, pawitoxîy, wendekarîy, endamên rêxistinê sivîlan û zaf şar mîyanî ey kesan de estêy. Heme semede nasnameya xo û semede azadîya şarê kurdan têkoşîn danê.
WAŞTIŞÎY HEME MAQÛL ÊY
Heme heqî ameyî girotiş û semede ey zî, heme pîya hereket kenî. “Waştişê kesên grevî de yê, heme zaf maqûl êy. Ma tena eyna nêvanê kamî pers bikerî se heme kesîy, ze ma fikiryenê. Hikûmet semede êy waşteyên mehkûman, eger bi wicdanî xeberanên raştî bido. Ema hikûmet heme çîy raş nêvana. Pê zûran heme çîy şaran ra nimnena. Hertim vanê ke ma mudaxele kenî. Hem malabatên êy kesan û hem zî, mehkûman ra şantaj kenîy.
WAZENÊ ÎRADEYÎ BIŞIKNÊ
Teker dewam kerd: Mehkûmîy anê ziwan, hikûmet wazena zîndanan de îradeya giroteyan bişikno. Çimkî Tirkîya de edelet çîno. “Waştişî mehkûman heme zaf maqûl êy. Ema hikûmet blof kena. Mehkûmîy zî anê ziwan ke, ma mudaxele qetîyen qebûl mêkenî. Ma goşterîya dîlekçeyî dewlete zî nêkenî. Ma zîndanî de bi îradeya xo qirarê grevî groto. Eger tîya de yew kes cuyayîşe vînî bikero, heme sûc ê Erdoganî yo.
MUDEXELE QEBÛL NÊKENÊ
Teker peynîya xeberdayişê xo de vat: “Malbatên mehkûman zaf têrsenê. Çimkî herroj goşterîna xeberan kenî ke gedeyê înan helîyenê. Rewşa gedeyan zaf meraq kenê. Ma qetîyan mudaxele qebûl nêkenî. Eger hikûmet mudaxele bikero, çi ma destan ra bêro se, ma do bikerê. Wa hikûmet ney weş bizano. Hikûmet bê veng a. Samîmî nîya. Tenê qala ziwanê tuj kenê. Ema zîndanî de, zaf kesan ameyî mergî ser. Hikûmet xeberanê xo tujan de dewam kena. Ma kurdan tarîxî de cayê xo genê.
Kişanak: Darvekirin şantaje û gefek gelek mezin e – Xendan
Hevseroka giştî ya BDP’ê Gultan Kişanak, bi daxûyaniyekê digel ajansa Firat newsê re, axaftinên Erdogan bi zimanekî tund rexne kir û got: “Bi rastî serokwezîr jî baş dizane ka kurd çi dixwazin. Kurd, azadiya xwe dixwazin. Gelê Kurd dixwaze mafên xwe yên xwezayî bi kar bîne.
Kişanak derbarê gotinên Erdogan yên li barê biryara “Darvekirinê de jî nêrînên xwe anîn ziman û got: “Bila tu kes kurdan bi mirinê neceribîne . Kişanak wiha dirêjî da gotinên xwe: “Bi rastî darvekirin, şantaj û gefek gelek mezin e.
Hevseroka BDP`ê berdewam kir û got: “ Serokwezîr bi van nîqaşan dixwaze çavê gelê kurd bitirsîne. Encaq, bila Serokwezîr baş bizane ku gelê kurd li hemberî van gotinan tu demê stuyê xwe naçemîne.
Kişanak got: “Tenê yek kes jiyana xwe ji dest bide ev dê bibe qiyameta Serokwezîr. Tehemula tu kesî ji mirina yek kesî re jî tune ye. Bila serokwezîr vê baş bizane. Bi van gotinan em tu kesî tehdît nakin. Bila şaş neyê fêmkirin. Em rastiyê dibêjin, lazime rê li ber muzakere û çareseriyê bê vekirin.
Kişanak bersiva hereşe û gefên Erdogan da û weha pêde çû: “Gelê kurd heta niha gelek caran bi qetliyaman re rû bi rû maye. Kesên îro sax mane hemû ji van qetliyaman filîtîne. Lê li gel hemû qetliyaman jî gelê kurd dev ji azadiya xwe û têkoşîna xwe bernedaye.
Serokwezîrê Tirk Recep Tayîb Erdogan duh 11/11, ji vegera serdana xwe ya Bruneî yê di balafirê de pirsên rojnamevanan bersivandibû û gotinên wekî “Me hemû mafên kurdan dane. Ma êdî ew çi dixwazin . Her weha derbarê grevên birçîbûnê de jî gotibû, “Me hemû daxwazên girtiyan bicih anîne,tiştek din em bikin tune ye.
Devletsiz olan 40 milyon Kürd harekete geçmeli! – Rizgarî Online
İsrail medya organı Arutz Sheva’nın yayınladığı makalede, Mesud Barzani’ye Türkiye yanında ABD’nin de “bir Kürd devleti ilanını desteklemeyeceğinin bildirildiği” haberlerine dikkat çekildi, Filistinliler gibi Kürdlerin de BM’de harekete geçmesi gerektiği belirtildi. Filistinliler gibi Kürdlerin de BM’den devlet talep etmeleri gerektiği ifade edildi. Arutz Sheva, Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesud Barzani’ye, Türkiye’nin yanı sıra ABD’nin de bir Kürd devletinin ilanını desteklemeyeceğinin bildirildiği haberlerine dikkat çekti. Arutz Sheva Filistinliler gibi Kürdlerin BM’de harekete geçmesini istedi.
Arutz Sheva’nın internet sitesinde yer alan yer alan makalede. Arapların şimdiye kadar iki düzine devlet oluştururken “Kürdlere bir devletin ise reddedildiği vurgulandı.
Arutz Sheva, önde gelen uluslararası haber ajanslarından birinin Ekim sonunda yayınlandığı, “Arapların 22’nci devletlerini kurmak için BM’de harekete geçecekleri” haberini hatırlattı.
Site aynı günlerde Suudi basınının, “Mesud Barzani’ye Türkiye’nin yanı sıra ABD’nin de bir Kürd devletinin ilanını desteklemeyeceği iletildi haberine değindi.
Washington’un Filistin devleti konusunda tek taraflı bir harekete destek vermeyeceğini belirtse de müzakereler yoluyla oluşturulmasını desteklediğini belli ettiğine işaret edilen makalede Kürdler konusunda Türkiye’ye, “Ankara, 20 milyon kadar Kürdü buyruğu altında tutuyor ifadesi kullanıldı.
Makalede, Irak’ın giderek İran çizgisine yaklaşmasının kaygı verici olduğu, Suriye’deki trajedinin ise 5 milyon Kürdü olumsuz etkilediği vurgulandı, İran’ın baskısı altındaki Kürdlere de dikkat çekildi.
Makalede “Araplar, BM’de 22’nci devleti talep ederken gerçekten devletsiz olan 40 milyon kadar Kürdün de harekete geçmesi istenirken “Bu, konulardaki rezil çifte standartların maskesini düşürmek için harika bir fırsat olur ifadesi kullanıldı.
-KORSAN RADYO OLARAK BAŞLADI-
ANKA´nın aktardığına göre, “1970’lerin “denizden yayın yapan korsan radyo patlaması sırasında Akdeniz’den yayına başlayan ve batı müziği ve barış mesajları veren Barışın Sesi radyosu zamanla Arutz Sheva adını aldı ve çeşitli dillerde internet haberciliğiyle gelişti. İnternet üzerinden canlı radyo, video ve haber yayınlayan gerçekleştiren Arutz Sheva’ya İsrail hükümeti yayın lisansı vermiyor. Batı Şeria’da yerleşik site, kendisini İsrail Yerleşim Hareketi’nin sözcüsü ve İsrail’in tek bağımsız milli yayın organı olarak adlandırıyor.
Serok Barzanî: Prosesa Dîcle Nadestûrîye û Em dê Pêngavên Pêywîst Bihavêjîn – Peyamner
Mesûd Barzanî serokê herêma Kurdistanê beyannameyek di bareya fermandeyîya prosesên Dîcle de belav kiriye û tê de ragihandiye, ku ´´dirustkirina fermandeyîya prosesên Dîcle hokarê naseqamgîrîyê ye û xizmet bi rewşa cîbicîkirina maddeya 140 a destûr nake´´. Serok Barzanî herwisa ragihandiye, ku dê bi ciddî bermaber bi evê pêngava nadestûrî helwêst werbigrin û pêngavên pêywîst bihavêjin bo redkirina her siyaset û pêngav û biryarekê ku armanc jê sepandina defaktoyeke nadestûrî li navçeyên dabirandîyên Kurdistanê be.
Ev jî teksta naveroka beyannameya serokê herêma Kurdistanê ya di bareya fermandeyîya prosesên Dîcle ya girêdayî artêşa Iraqê ye:
´´Min bi pêywsît zanî ku ez raya giştîya xelkê Kurdistanê û Iraqê ji ewê agahdar bikim, ku her ji destpêkê ve em li ser ewê bawerîyê bûn ku dirustkirina fermandeyîya prosesên Dîcle hokarê zêdetirbûna naseqamgîrîyê ye û xizmet bi rewşa cîbicîkirina maddeya 140 a destûr nake.
Nîyet û armanc û şêwaza pêkanîn û reftara fermandeyîya prosesên Dîcle dijî Kurd û prosesa demokrasî û pêkvejiyan û asayîkirina rewşa navçeyên dabirandîyên Kurdistanê bûye.
Min maweyek çaverêya ewê hindê kir, ku derfet bihê dan da ku bihê zanîn ew belênên ku bi cenabê serok mkomar hatibûn dan, bo ragirtin û hilweşandina prosesên Dîcle digihje kuderê. Em li herêma Kurdistanê pênagvên din digrin ber, da ku rê bihê dan bi rêya diyalogê prosesên Dîcle bihê hilweşandin.
Niha bi rohnî derkevtiye ku hîç pabendîyek bi cîbicîkirina ewan belênan ve nîne ku pêştir hatibûn dan bo ragirtina biryara pêkanîna evê fermandeyîyê û asayîkirina rewşê û çareserkirina aştîyaneya arîşeyan.
Ez dixwazim xelkê Iraqê bi giştî û xelkê Kurdistanê bi taybetî dilhêsayî bikim ku piştî pirs û rawêj li gel cenabê serok komar û alîyên peywendîdarên din, bi ciddî beramber bi evê pêngava nadestûrî, me dê helwêst hebe û em dê pêngavên pêywîst bihavêjin bo redkirina her siyaset û pêngav û biryarekê ku armanc jê sepandina defaktoyeke nadestûrî be li navçeyên dabirandîyên Kurdistanê.´´
Kazan: Bu mahkeme kötünün de kötüsü – Etkin Haber Ajansı
Kürt gazetecilerin yargılandığı davayı izleyen Basın Konseyi Yüksek Kurul Üyesi ve İstanbul Barosu Eski Başkanı Turgut Kazan, yargılamanın yapıldığı mahkeme için, “12 Eylül mahkemeleri kötüydü. Ancak bunlar kötünün de kötüsü” dedi. Duruşma salonunun cezaevi kompleksi içerisinde olduğunu hatırlatan Avukat Kazan, “Cezaevinde yargılama, yargılama değildir, orada ne aleniyet vardır, ne de savunma. Dolayısıyla orada adalet yoktur” diye konuştu.
34’ü tutuklu 44 gazetecinin yargılandığı “KCK Basın Davası”na bugün Silivri Cezaevi Kompleksi içerisindeki duruşma salonunda bugün devam edildi. İstanbul 15. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından yapılan yargılamayı takip eden Basın Konseyi Yüksek Kurul Üyesi ve İstanbul Barosu Eski Başkanı Turgut Kazan, ETHA’ya konuştu.
12 Eylül dönemi ile bugünkü yargılamaları kıyaslarken, Bektaşi fıkrasını hatırlatan Kazan, şöyle konuştu: “Bektaşi’nin önüne iki şişe şarap koyarak, en iyisini seçmelerini istemişler. O da birini tatmış ve yüzünü buruşturarak, ‘iyi’ diye öbürünü göstermiş. ‘İleri demokrasi’ uygulamaları ve özel yetkili mahkemeler Bektaşi’nin benzetmesini yıkıp geçti. Demek ki, kötünün de kötüsü oluyormuş. Kesinlikle bunlar hem DGM’ler, hem de sıkıyönetim mahkemelerinden çok daha kötü.”
12 Mart ve 12 Eylül yargılamalarının tanığı olduğunu anımsatan Kazan, “Avukatsız, dinleyicisiz, sanıksız bir yerde iddianame okunur mu? Heyetin hiçbir şeye tahammülü yok” dedi.
‘BURASI CEZAEVİ’
Basın Konseyi Yüksek Kurul Üyesi ve İstanbul Barosu Eski Başkanı Turgut Kazan, duruşma salonunun cezaevi kompleksi içinde olduğuna dikkat çekerek, şöyle konuştu: “Duruşmanın girişinde ‘bağımsız kapı’ diyerek bu durumu değiştiremezsiniz. Cezaevinde yargılama, yargılama değildir, orada ne aleniyet vardır, ne de savunma. Dolayısıyla orada adalet yoktur.”
‘PENSİLVANYA’YA BAĞLI OLANLAR ATANDI’
“İdeolojik olarak, buradaki herkes mahkumiyet vermeye kararlı” diyen Kazan, “Kim sanıklar hakkında tahliye oyu verdiyse, kim cezaya muhalif kaldıysa ayıklandı. Bir çeşit imzasız mektuplarla soruşturma yapıldı, ayıklandı. Kim ki Pensilvanya’ya bağlı onlar buraya atandı” diye konuştu.
Aydınlar Cemil Çiçek’le Görüştü – Bianet
Meclis Başkanı Cemil Çiçek ile görüşen aydınlar, diyaloğun kopma noktasına geldiğini belirterek Çiçek’ten elinden gelen yapmasını istedi.
Cezaevlerindeki açlık grevlerinin 62. gününde Türk Tabipleri Birliği (TTB) Başkanı Prof. Özdemir Aktan, eski TTB Başkanı Prof. Gençay Gürsoy, Hidayet Şefkatli Tuksal ve Prof. Mithat Sancar açlık grevleriyle ilgili bugün saat 16:00’da Meclis Başkanı Cemil Çiçek ile görüştü.
“Diyaloğu sağlayın”
Görüşme sonrası bianet’e konuşan Gürsoy, açlık grevlerinde gelinen noktanın vehametini, tıbbi açıdan çözülmemiş problemleri Çiçek’e aktardıklarını söyledi.
“Çiçek, kendisi icra makamı olmadığı için yetkilerinin sınırlı olduğunu söyledi. Biz de bir diyalog zeminin kalmadığını, Başbakanın son konuşmasıyla iplerin iyice kopmakta olduğunu ve sonuçların toplumsal tepkilere yol açacağını ifade ettik. İcra makamı olmasa da diyaloğun oluşması ve aranın yumuşaması için yasama başı olarak elinden geleni yapmasını istedik. Durumu değerlendireceğini söyledi.”
Gürsoy, Çiçek’in kendilerine “Grevdekiler taleplerini kamuoyuna ilettiler. Siz artık ‘durdurun’ diyebilirsiniz” dediğini aktardı.
“Ben de kendisine önceki ölüm oruçlarında kendisi ile yaptığımız görüşmeleri hatırlatarak o zaman taleplerin yönetmelikle karşılandığını belirttim. Ancak şu anda taleplerin karşılanması adına ortada somut bir adım olmadığını bu yüzden de mahpusların grevi bırakmaya niyetleri olmadığı gibi yeni insanların da greve girdiğini belirttim.”
Başbakandan randevu talebine yanıt yok
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’dan görüşme taleplerine henüz bir yanıt alamadıklarını ve umutlarının tükendiğini söyleyen Gürsoy, olumlu yanıt alamadıkları takdirde Cumhurbaşkanı ile görüşme talebinde bulunacaklarını söyledi.
Cezaevlerinde 12 Eylül’de 63 kişinin PKK lideri Abdullah Öcalan’ın koşullarının düzeltilmesi ve anadil önündeki engellerin kaldırılması talebiyle başlattığı ve katılım artmasıyla 700 kişiyi bulan greve 5 Kasım’da on bin kişinin daha katıldığı açıklanmıştı.
Cumartesi günü de açlık grevine Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) Eş Genel Başkanı Gültan Kışanak ve Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir’in yanı sıra BDP Milletvekilleri Sırrı Süreyya Önder, Ayla Akat Ata, Sebahat Tuncel ve Demokratik Toplum Kongesi (DTK) Eşbaşkanı Aysel Tuğluk da katıldı.
Demirtaş: Türkiye’de bir daha idam cezası olmayacak – Radikal
BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, İdam kanunu ile ilgili olarak Türkiye’de bir daha idam cezası olmayacak, kimseye de uygulanmayacak” sözlerini kullandı
DİYARBAKIR – BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş beraberinde bir grup milletvekili ile Belediye Konukevi’nde açlık grevine giren BDP Genel Başkan Yardımcısı Gültan Kışanak, milletvekilleri Emine Ayna, Özdal Üçer, Aysel Tuğluk, Adil Kurt, Sırrı Süreyya Önder ve Sabahat Tuncel ile Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir ‘i ziyaret etti.
Burada gazetecilere açıklamada bulunan Demirtaş, açlık grevlerinde 62. güne girildiğini anımsatarak, açlık grevinde bulunanların haklı ve meşru taleplerinin olduğunu savundu. Bunun itibarsızlaştırılmasının kabul edilemez bir davranış olduğunu bildiren Demirtaş, şöyle konuştu:
“62 gündür defalarca devlet nezdinde görüşmelerde bulunduk, başbakan yardımcısı ve kabine üyeleriyle 10’dan fazla görüşme yaptık, 200’ü aşkın miting yaptık. Geldiğimiz noktada hala tehdit, şantaj, şov yaklaşımı ortaya konuluyorsa kimse kusura bakmasın ama biz canımızı ortaya koymuşsak bize hakaret edenlerde en az bizim kadar dürüst olmak zorundalar. Bu saatten sonra diyalog arayacaksa hükümet arayacak. Biz ölümleri durdurmak adına defalarca görüşme yaptık. Bu dakikadan sonra çözümü bulmak zorunda olan hükümettir. Çünkü BDP ve DTK artık taraftır, bizzat açlık grevinin içindedir. BDP ve DTK artık açlık grevi eylemcisidir. Bu nedenle hükümet görüşme aramalıdır, cezaevlerinde tutuklularla bu meseleyi konuşmak durumundadır. Aksi takdirde hükümetin kendisi sorumludur.
“KOMİSYON ÇALIŞMALARINI ASKIYA ALDIK
Demirtaş, açlık grevine destek veren siyasetçilerin, özellikle ilk gruptaki 64 açlık grevcisinin yükünü omuzlamak istediğini, bu nedenle hiç kimsenin ölümüne göz yumamayacaklarını söyledi.
Gerekirse kendilerinin ölebileceğini ifade eden Demirtaş, şöyle devam etti:
“Çünkü biz bu halkın bütün sorunlarının çözümü için yetki aldık. Buradan cezaevlerindeki arkadaşlara özellikle ilk gruptakilere sesleniyoruz yaşamlarınız bizim için çok önemlidir. Kararınızı gözden geçirmenizi arzularız. Çünkü biz dışarıda arkadaşlarımızla devraldık. Partili arkadaşlarımızı canlarını ölüme yatırmışken, biz parlamentoda hiç bir şey yokmuş gibi çalışma yürütemeyiz. Bu nedenle komisyon çalışmalarını askıya aldık.
“DOĞRU BİR TARTIŞMA OLARAK GÖRMÜYORUZ
Selahattin Demirtaş, gazetecilerin idam tartışmalarıyla ilgili sorusunu, bunun çok tehlikeli bir konu olduğunu ifade ederek, şöyle yanıtladı:
“Başbakanın bile idam edildiği bir ülkede, rahmetli Adnan Menderes ‘in mirasını devraldığını söyleyen bir siyasi irade idam tartışmasını gündeme getiriyorsa burada durup düşünmek lazım. Bu tartışma hiç kimseye kazandıracak tartışma değildir. Yasalar geriye yürümez. İdam kanunu yeniden Anayasa ‘ya ve yasaya girse bile geriye yürümez, sayın Öcalan’a uygulanamaz. Başbakan İmralı da yargısız infazdan mı bahsediyor? Çıkıp bunu söylesin. İdam kararları geriye yürümez. Çıktığı andan itibaren ileriye doğru yürür. Başka ülkeleri örnek vererek, gerici anlayışı dayatmaya gerek yok. İdam cezası geri bir anlayıştır. Doğru bir tartışma olarak görmüyoruz. Türkiye ‘de bir daha idam cezası olmayacak, kimseye de uygulanmayacak.
‘Zindandan bir tabut çıksa bu ülke bölünür’ – Akşam
Diyarbakır’da açlık grevi yapan BDP’li Sırrı Süreyya Önder, ‘Bu eyleme katılarak insanlığa borcumu ödüyorum’ dedi ve ekledi: Devletin kör ve sağır duruşu sürerse Öcalan da açlık grevine girebilir
Açlık grevindeki tutuklu ve hükümlülere destek ve çözümü hızlandırmak amacıyla, önceki gün Diyarbakır’da açlık grevine başlayan BDP’li milletvekilleri ve Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir, bugün eylemlerinin üçüncü gününe girdi. Eylemi Demokratik Toplum Kongresi (DTK) binasında sürdüren BDP’lilerden İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder ile Belediye Başkanı Osman Baydemir yer yatağı serdikleri odalarında AKŞAM’ı konuk etti.
Açlık grevlerinde gelinen noktayı ve eyleme katılma nedenini AKŞAM’a anlatan Önder’in açıklamalarının satır başları şöyle: 60’ncı güne kadar çabaladık. Sonunda her yolun Başbakan’a çıktığı, her şeyin onun iki dudağı arasında olduğu anlaşıldı. Çarelerin tükendiğini görünce son bir çırpınışla ölümlere engel olmak için ‘siz durun biz ölelim’ demekten başka şey kalmadığını hissettik.
ÖCALAN DA GİREBİLİR
Hükümet çevreleri açlık grevine giren insanları görmezden gelip ‘BDP yapsın’ demeye başladı. Bu söylemdeki ahlak sorgulanmıyor. Aha BDP girdi. Şimdi? Bunları bize söyleyenler Allah’ın orucunu bile tutarken, akşamı edene kadar kılı kırk yarıyorlar. Bu eylem onlara da bir cevaptır.
Bu kör sağır duruşları devam ettiği sürece bütün BDP, hatta Öcalan’da açlık grevine girebilir. ‘Açlık grevindekilerin sesi duyuldu, bıraksınlar’ deniliyor. Açlık grevleri bir megafon eylemi değildir. Sesimiz duyuldu da ne oldu?
Hükümetin yetkileri arasında olmayan tek şey, yasal olarak öldürme hakkı. Onu da gayri yasal olarak kullanıyor ve ölümleri görünmez kılıyor. ‘İdam’ söylemiyle, öldürme yetkisini de yasal çerçeveye oturtmak istiyorlar.
Gandİ’nİnkİ soylu direniş de. Hamo’nunki değil mi? Hamo Kürt diye mi sayılmıyor?
Zİndanlardan eğer bir tabut çıkarsa bu ülke bölünür. Hükümet, hala ortak bir yaşam için mücadele edenin umudunu da öldürmüş olur. Bu tehdit, şantaj değil. AK Parti’ye oyunu veren Kürtler de çözüme dair bir umut yarattığı için verdi. Hala ortak vatana inanan bir insan olarak söylüyorum bunu. Kürdün ‘alın atınızı, ne edeyim tımarınızı’ demesine çok az bir süre kaldı. Böyle giderse AKP, bu bölgede siyaset yapacak Kürt bulamaz.
Artık arabulucu değil eylemciyim
Artık bir arabulucu olarak konuşmuyorum. Artık bir açlık grev eylemcisi olarak konuşuyorum. Onursuzluğa razı olamam. Ölüm dahil ne gelirse gelsin. Seçildiğimden beri derin bir uykuya hasrettim. Vicdandan daha yumuşak bir yastık, erdemli davranmaktan daha ortapedik bir yastık daha icat edilmemiştir. Açlık grevi yaparak insanlığa olan borcumu ödüyorum. Bu açlık grevi anayasal bir çalışma olarak bile kabul edilebilir.
Ömrüm hak arama direnişlerini kutsayarak geçti. Direniş, kendin için istediğini bütün insanlar için isteme halidir. Benim yüzüm ak! 27 Nisan muhtırası olduğu gün sabah saat 09’da Galatasaray Lisesi’nin önünde ‘bu muhtırayı yapanlar yargılansın’ diye eylem yaptım. 28 Şubat’a, başörtüsü yasağına aynı şekilde karşı çıktım. Sağcı, solcu, Ermeni, Kürt, Türk ne olursa olsun pasaport sormadan onların yanında oldum.
AKP RİYAKARLIK YAPIYOR
Başbakan’ın 2023 vizyonunda ‘anadilde savunma olacak’ dediği hafta, biz anayasa Komisyonu’nda anadilde savunmayı görüştük. AKP buna temelden karşı çıktı. Bu riyakarlık değil mi? Bizi oyalıyorlar. Şimdiye kadar Kürt ne almışsa, direne direne, öle öle, can vere vere aldı.
Görüşmeyeceğiz’ – Cumhuriyet
Cezaevlerinde 63. güne giren açlık grevleri için sivil toplum, meslek örgütleri ve aydınlar devreye girerken 7 milletvekiliyle açlık grevlerine destek veren BDP, hükümetle köprüleri attı. BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, “Bizim hükümet ile görüşeceğimiz bir şey kalmadı” dedi.
DTK Eşbaşkanı Ahmet Türk ve BDP Eşbaşkanı Demirtaş, Diyarbakır’da açlık grevini sürdüren BDP Eşbaşkanı Gültan Kışanak, DTK Eşbaşkanı Aysel Tuğluk, milletvekilleri Adil Kurt, Sırrı Süreyya Önder, Sebahat Tuncel, Özdal Üçer, Emine Ayna, Diyarbakır Biiyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir’i ziyaret etti. Demirtaş, Erdoğan’ın açlık grevlerine ilişkin “şov-şantaj” sözlerine sert tepki göstererek “Bu saatten sonra çözümü arayacak olan hükümettir. Çünkü BDP ve DTK artık taraftır. Açlık grevi eylemcisidir. Hükümet çözüm bulmak istiyorsa bunu cezaevindeki tutuklu ve hükümlülerle yapsın. Biz yokuz” dedi.
BDP Grup Başkanvekili İdris Baluken ise TBMM’de düzelediği basın toplantısında açlık grevlerinde her an cezaevlerinden cenazelerin çıkabileceğini belirterek Türkiye’nin “kritik eşik”ten geçtiğini söyledi.
AKP ile yaptıkları görüşmelerden sonuç çıkaramadıklarını belirten Baluken, “Çıkacak her cenazeden hükümet sorumludur” dedi. Gazetecilerin, “Kapıları kapattınız mı” sorusuna Baluken, “BDP randevu talebinde bulunmayacak. Hükümet adım atmak istiyorsa, cezaevlerindeki arkadaşlarımızla görüşecek” karşılığım verdi.
Açlık grevleriyle ilgili sivil toplum, aydınlar, meslek örgütleri ve akademisyenler çözüm için girişimlerini sürdürüyor. Prof. Dr.
Gençay Gürsoy, Prof. Dr. Özdemir Aktan, Hidayet Şefkatli Tuksal ve Prof. Dr. Mithat Sancar’dan oluşan heyet dün TBMM Başkanı Cemil Çiçek’i ziyaret ederken DİSK, KESK, Türk Tabipleri Birliği ve TMMOB başkanlarından oluşan bir heyet de CHP Genel Başkan Yardımcısı Nihat Matkap’ı ziyaret ederek açlık grevlerinin çözümü konusunda destek istedi. Matkap parti olarak açlık grevlerinin sona erdirilmesi için hükümetin istediği her türlü desteği de vermeye hazır olduklarını belirtti.
Şanlıurfa ‘nın Suruç ilçesinde yaklaşık 70 kişilik grup, Aydın Mahallesi’nde bulunan BDP ilçe binası önünde cezaevlerinde devam eden açlık greviyle ilgili basın açıklaması yaptı. Polisin parti binası önünde yoğun güvenlik önlemleri almasına öfkelenen BDP’li İbrahim Binici, “Suruç’ta örgütlü 3 tane parti vardır. Neden yalnız bizim partimizin önü kapatılıyor? Akıllarını başlarına toplasınlar. Gerekirse bomba olur vücutlarında ben patlarım, yeter artık. Eğer cezaevlerinden bir cenaze çıkarsa bu dünyayı onların başına yıkacağımıza söz veriyorum” dedi.
Kontrole çıkmayacaklar
Bakırköy Kadın Kapalı Cezaevi ile Kandıra cezaevlerindeki açlık grevleri eylemcileri ise Başbakan’ın “Şov- şantaj” sözleri ve hükümetin tutumu nedeniyle doktor kontrolüne çıkmama kararı aldı. Eylemcilerin, TTB’den bir heyet gönderilmesini talep ettiği ancak yanıt alamadıkları bildirildi.
Arkadaşlarımız canlarını ortaya koydu – Hürriyet
BDP Lideri Selahattin Demirtaş ile DTK Eşbaşkanı Ahmet Türk, Diyarbakır’da 3 gün önce açlık grevine başlayan BDP’li 7 Milletvekili ile Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir’i ziyaret etti. Demirtaş, “Arkadaşlarımız canlarım ortaya koydu, buna saygı duyulsun” derken, Ahmet Türk de, “Çalmadığımız kapı kalmadı. Sorunüuluk hükümettedir” dedi. Şanlıurfa’nın Suruç üçesinde cezaevlerindeki açlık grevlerine destek için yapüan eylemde polisin yoğun güvenlik önlemi almasına kızan BDP Milletvekili İbrahim Binici, “Emniyet güçleri akıllarım başlarına alsınlar. Gerekirse bomba olur, onların vücutlarında ben patlarım” diyerek tepki gösterdi.
Gerekirse bomba olurum – Hürriyet
ŞANLIURFA’nın Suruç ilçe’sinde bir grup BDP’li, cezaevlerindeki açlık grevlerine destek vermek için protesto eylemi yaptı. Eylemde polisin BDP parti binası önünde yoğun güvenlik önlemi almasına kızan BDP Milletvekili İbrahim Binici, “Emniyet güçleri akıllarını başlanna alsınlar. Gerekirse bomba olur, onların vücutlarında ben patlarım. Yeter artık” diyerek tepki gösterdi. 62 gündür açlık grevlerinin devam ettiğini belirten Binici, “Eğer cezaevlerinden bir cenaze çıkarsa bu dünyayı onlann başma yıkacağımıza söz veriyorum” dedi.
Ölürse PKK kontrolden çıkar’ – Sabah
BDP’Lİ milletvekili Leyla Zana’nın en büyük endişesi 63 yaşında olan PKK lideri Abdullah Öcalan’ın ölmesi durumunda Kandil’in kontrolden çıkması. Zana, bu konudaki endişelerini Ankara’daki Batılı diplomatlarla da paylaştı. Zana’nın, “öcalan artık yaşlandı. Çözüm biran önce sağlanmazsa ilerideki bir çözüm bu sürecini yönetmesi çok güç olacak. Yaşlılıkla birlikte örgütte çözülme başlarsa kontrol edilemeyebilir” diyerek, PKK’nın geleceğine yönelik kaygılarını aktardığı öğrenildi. Zana, Öcalan’ın sağlık durumu ile ilgili net bilgisi olmadığını belirtip, ölmesi halinde çözüm umutlarının da yok olacağını belirtti. Zana, cezaevlerinde süren açlık grevleri nedeniyle başta AB Komisyonu’nun Genişlemeden Sorumlu Üyesi Füle olmak üzere AB ve ABD’li parlamenterlere ve yetkililere de mektup gönderdi.
63.GÜN SERHILDANI BÜYÜTELİM!- Özgür Gündem
Tutsakların açlık grevi, 63. gününe girdi. Günlerdir sorunun çözümü için diyalog girişimlerinde bulunan BDP, bundan böyle hükümetin adım atmasını bekleyecek. DTK ve BDP Eşbaşkanları ise halkı ‘Sesini daha da yükseltmeye’ çağırdı
TÜRK: BU ZULME SESSİZ KALMA
DTK ve BDP Eşbaşkanları Türk ile Demirtaş, Amed’de ortak basın toplantısı düzenledi. Tutsakların taleplerinin kendi talepleri olduğunu belirten Türk, şöyle konuştu: “Başbakan’ın tavrı adeta insanı ölüme sürüklüyor. Artık geldiğimiz nokta son noktadır. Halk bütün bu işkence, barikat ve zulme sessiz kalmamalıdır diye konuştu.
Türk halka şu çağrıyı yaptı: “Artık suskunluk dönemi değildir. Herkes bu direnişe destek vermelidir. Bu vicdani sorumluluğu yerine getirmesini bekliyoruz diye konuştu. BDP Eşbaşkanı Demirtaş da şu çağrıyı yaptı: “Gün oturma günü değil. Mesele açlık grevi meselesi de değil. Bir halkın özgürlük davasıdır.
GECE GÜNDÜZ DEMEDEN DAHA DA AYAĞA KALKALIM
Tutsakların, ‘Öcalan’a özgürlük ile anadil hakkı’ için başlattığı açlık grevi 63. gününde. Hükümet ‘ölüm siyasetini’ sürdürürken , DTK ve BDP Eşbaşkanları halka ‘gece gündüz demeden ayakta olalım bu toprakları özgürleştirelim’ çağrısı yaptı
Tutsakların taleplerinin kendi talepleri olduğunu belirten Türk, ‘Başbakan’ın tavrı adeta ölüme sürüklüyor. Artık geldiğimiz nokta son noktadır’ derken, Demirtaş da ‘Gün ayağa kalkma günüdür. Mesele bir halkın özgürlüğüdür’ dedi
PKK ve PAJK’lı tutsakların PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın özgürlük, sağlık ve güvenlik koşullarının sağlanması ve anadil önündeki engellerin kaldırılması talebiyle 12 Eylül’de başlattıkları süresiz dönüşümsüz açlık grevi eylemi 63. gününde. Hükümet ise tutsakların talebini görmezden gelmeye devam ederken, DTK Eşbaşkanı Aysel Tuğluk, BDP Eşbaşkanı Gültan Kışanak, BDP milletvekilleri Emine Ayna, Özdal Üçer, Sırrı Süreyya Önder, Adil Kurt, Sebahat Tuncel ve Amed Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir açlık grevlerinin 60. gününde tutsaklara destek olmak amacıyla süresiz dönüşümsüz açlık grevine başladı. Eylemlerini sürdüren DTK ve BDP’lilere ziyaretçi akını devam ederken dün de DTK Eşbaşkanı Ahmet Türk ve BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, DTK binasında açlık grevini sürdüren milletvekili ve DTK Daimi Meclis üyelerini ziyaret etti.
Başbakan tehdit ediyor
Türk ve Demirtaş, ziyaretin ardından basın toplantısı düzenledi. Türk, tutsakların taleplerinin kendi talepleri olduğuna dikkat çekerek, şöyle konuştu: Aslında diyalogların kurulması ve yeniden görüşmelerin başlaması konusunda günlerce bu çalışmaları ve görüşmeleri yapıyoruz. Makul ve haklı taleplerin yerine getirilmesi konusunda çabalarımızı ortaya koyduk. Bütün bu çabalarımıza rağmen bugün bakıyoruz Sayın Başbakan’ın adeta insanı ölüme sürükleyen, tahrik eden tavrı var. Şunu çok açık bir şekilde söylüyoruz ki vebali de günahı da Sayın Başbakan’a aittir. Biz ölümlerin önüne geçmek isterken, kendisi adeta ölümlerin meydana gelmesi konusunda her türlü tahrik eden cümlelerle, sözlerle ve pratiğiyle ortaya koyuyor.
Suskunluk dönemi bitti
Halkın hükümetin açlık grevine ilişkin tavrını çok iyi görmesi gerektiğini belirten Türk, halkın suskun kalmamasını isteyerek, “Bütün bu işkence, barikat ve zulme sessiz kalmaması lazım. Onlar bu halk için canlarını ölüme yatırmışlarsa bizim de bedel ödemeye hazır olduğumuzu göstermemiz gerekir. Bugün milletvekilleri arkadaşlarımızın açlık grevini sürdürmesi tahrik eden bir anlayış değildir. Tamamen arkadaşlarımızın taleplerini yerine getirmek ve bu taleplerin arkasında olduğunun ve bunlar gerçekleşinceye kadar sürdürme kararıdır. Artık suskunluğun dönemi değildir. Çözümsüzlük hepimizi felakete sürükleyecektir. Herkes bu açlık grevine destek vermelidir diye konuştu.
Erdoğan çarpıtıyor
Demirtaş ise şöyle konuştu: “Bu ülkenin Başbakanı bütün olup bitenlere karşı son derece ciddiyetsiz bir yaklaşım içerisinde. Meseleye halen şov, şantaj gibi yaklaşıyor. Şantaj nedir bilmek istiyorsa söyleyelim. Şantaj 10 bin Kürt siyasetçini rehin alıp 4 yıldır yargılamalarını yaptırmamaktır, bir halk önderini 14 yıl boyunca tecritte tutmak ve avukatlarıyla görüştürmemektir. Tehdit, şantaj budur. Bu halk kendi dili için kendi bedenini ölüme yatırdı diye buna şantaj ve tehdit demek kelimenin tam anlamıyla bir çarpıtmadır.
Demirtaş, bu saatten sonra diyalogu arayacak olanın ancak hükümet olacağını ifade ederek, “Çünkü BDP ve DTK artık taraftır. Bu nedenle hükümet artık bizzat görüşme almalıdır. Aksi takdirde olanlardan hükümetin kendisi sorumludur dedi.
‘Gün oturma günü değil’
“Gün oturma günü değil. Mesele açlık grevi meselesi de değil. Bir halkın özgürlük meselesidir, özgürlük davasıdır. Kimse bizi topraklarımızda köle muamelesine tabi tutamaz. Bir gün bu zulüm bitecek. Bu camlarımızı kapılarımız kıran işgalci anlayış bu topraklardan gidecek. Ama bunun için daha fazla mücadele edeceğimizin farkındayız. Gece gündüz ayakta olmak zorundayız diye belirten Demirtaş, ilk gruptakilere seslendi: “Yaşamlarınız biçim için çok önemlidir. Biz bu kararınızı bir kez daha kendi iradenizle kendi elinizle elbette ki gözden geçirmenizi arzularız. Biz dışarıda devraldık arkadaşlarımızla birlikte. Sizin her kararınıza da saygı duyacağımıza da belirtiyoruz.
Demirtaş, DTK’ye yapılan saldırıyı kınadığını belirterek, “Burası Kürdistan halkının en üst Meclis’ine yönelik saldırıdır. Açık bir siyasi iradeye hakaret girişimidir. Bunun bir örgütlü provokasyon olduğu belli. Bunu bu ucuz tezgâhı planlayanlar da bilsinler ki bu topraklar özgür olacak. Bu faşizan zihniyet de bu topraklardan elbette ki çıkıp gidecektir. Kazanan halkın direnen iradesi olacaktır diye konuştu.
Halklar bu sese ses katsın
Avrupa’da da Kürt halkı aylardır ayakta. Hemen hemen her kentte yürüyüşler, açıklamalar yapılarak, tutsakların durumuna dikkat çekiliyor. İngiltere’nin başkenti Londra’da binlerce yurttaş Britanya Halk Meclisi’ne yürüyüş düzenledi. yürüyüşte yapılan konuşmalarda, “Tutsaklar 63 gündür bedenini açlık grevlerine yatırmışlar. Bugün dünyanın her yerinde ayağa kalkmak zorundayız. Tek vücut olmak zorundayız denildi.
Almanya’nın Köln kentinde yaşayan bir grup yazar, gazeteci, siyasetçi ve akademisyen cezaevlerinde süren açlık grevi eylemleri için harekete geçti. İmza kampanyası başlatan aydınlar, Almanya hükümetinin açlık grevleri karşısındaki sessizliğini protesto ederek “Biz ölümlere sessiz kalmayacağız çağrısı yaptı.
İmza kampanyasına destek veren aydınların çağrısı şöyle: “Korkunç bir tabloyla karşı karşıyayız. Korkunç olan başka bir şey var ki o da Erdoğan’ın Berlin gezisinde Alman hükümetinin sessiz kalması, bu korkunç olayları örtbas etmeye çalışmasıdır. Cezaevlerinde süren açlık grevi eylemlerine katılan siyasi tutukluların hayatlarından ise büyük endişe duyuyoruz. Erfurt kentinde de eylemler sürüyor. Ayrıca Dortmund kentinde de televizyon kulesi işgal edildi. Fransa’nın Paris kentinde bir grup Kürt genci tutsaklara destek amacıyla oturma eylemi düzenledi. Şehrin ünlü Notre Dame Kilisesi önünde gerçekleştirilen eyleme yüzlerce kişi katıldı.
2 tutsak ölüm orucuna başladı iddiası-Özgür Gündem
Mersin Cezaevi’nde 9 Ekim’de süresiz-dönüşümsüz açlık grevine giren Gıyasettin Yalçın ve Sait Kaya’nın açlık grevi eylemini ölüm orucuna çevirdikleri iddia edildi.
Mersin E Tipi Cezaevi’nde 9 Ekim’de süresiz-dönüşümsüz açlık grevine başlayan Gıyasettin Yalçın ve Sait Kaya adlı tutsaklar, geçen hafta aileleriyle yaptıkları görüşmede, cezaevi doktoru ve cezaevi idaresinin kendilerine yaptıkları baskıların devam etmesi durumunda açlık grevi eylemini, “ölüm orucuna” çevireceklerini bildirmişti. İHD Mersin Şube Sekreteri Temim Salmanoğlu, Gıyasettin Yalçın ve Sait Kaya adlı tutsakların “ölüm orucuna girdikleri” iddiasının bulunduğunu söyledi. Salmanoğlu, “Mersin Cezaevi bütün başvurularımıza rağmen bize cevap vermedi. 8 Kasım’dan beri Gıyasettin Yalçın ve Sait Kaya’nın, cezaevi idaresi, özellikle gardiyan ve cezaevi doktorları tarafından gördükleri baskı ve ‘açlık grevlerini bitirin baskısı’ karşısında, açlık grevlerini ölüm orucuna çevirdikleridir. Her türlü tedavi, ilaç alımı ve kan-şeker ölçümünü reddettikleri yönünde bilgi var. Bugün bunların 5. günüdür. Çok ciddi ve ağır bir iddiadır. Bu iddiaların doğruluğu ya da yanlışlığı ancak cezaevi kapılarının İHD’ye, Tabip Odası’na ve hukukçulara açarsa ispatlanacaktır” diye belirtti. “Cezaevi idaresinin mahkumlarla görüşmelerine izin vermediği takdirde tutsakların ‘ölüm orucuna’ girdikleri bizim tarafımızdan kabul görecektir” diyen Salmanoğlu, bunun takipçisi olacaklarını ifade etti. Salmanoğlu ayrıca, Mersin Tabipler Odası ile birlikte tutsaklara baskı yaptığı belirtilen cezaevi doktoru hakkında suç duyurusunda bulunacaklarını sözlerine ekledi.
Bir Türk’e mektubumdur – Taraf
Kürt siyasi tutukluların süresiz dönüşümsüz açlık grevlerinin 61. gününde yazıyorum
Kürt siyasi tutukluların süresiz dönüşümsüz açlık grevlerinin 61. gününde yazıyorum. Sizler kaçıncı gününde okuyor olacaksınız bilmiyorum. İşinizi kolaylaştırmak için yazdığım gün ve saati yazıyorum. 11 Kasım 2012, saat 21.00 suları. Diyarbakır…
Şu anda hissettiklerim, milletvekili olarak taşıdığım hisler değildir. Hakkari’nin meşhur Kato bölgesinde yaşamış, çocukluğunda yeni cizlavit ayakkabıları olduğu zamanlar kendisini dünyanın en mutlu insanı zanneden bir Kürt olarak duygularımı ifade etmeye çalışacağım.
Takdir-i ilahi cizlavit ayakkabıları olduğunda sevinen, Irak Kürdistan Federal Bölgesi’nde yaşayan Kürtlerin mücadelesini simgeleyen ‘Herne Pêş’ marşı dışında Erivan Radyosundan gecenin geç saatlerinde dinlediğim ‘Rustemê Zal’ destanı dışında bir avuntusu olmayan ben bugün halkımın özgürlük mücadelesini açlığa yatarak sürdürmek durumundayım.
Çoğunuzun bildiği, bize de anlatmaktan gına gelen yaşanmışlıkları tekrar etmek niyetinde değilim…
Bir milletvekili olarak 1.5 yıllık zaman diliminde Kürt sorununun demokratik ve barışçıl yöntemlerle çözülmesi için söylenmedik sözün kalmadığını düşünüyorum. Birileri sürekli olarak bizi samimiyet testinden geçirme gayreti içinde oldu. Bize sürekli olarak ‘kapıcı kürdün’ çocukları muamelesi yapıldı. Çoğu zaman da ‘burada olmasaydınız daha iyi olurdu’ demeye getirdiler sözü. Yılmaya yıldık bu söylemden ama dert burada değil, dert artık umudumuzun kırılmış olmasıdır.
Yaşadıklarımız Cezayirlilerin yaşadıklarını anımsatıyor. Bilirsiniz, yaşlı Fransızların bakımları için Cezayirlilere ihtiyaçları var. Bir arada yaşamlarını sağlayan tek unsur Cezayirlinin Fransız’a bakıcı olma ‘hakkı’ndan ibarettir. Gelgelelim Cezayirli olmazsa yaşayamayacak olan Fransız, onu kendi mahallesinde görmeye de katlanamıyor. Çok değil,
3-5 yıl önce Paris sokakları ateş topuna dönmüştü. Bu ateşi yakanlar Faslı, Cezayirli Arap çocuklarıydı ama ortaya bu ateşin odununu yolarak yığılan, Fransızların onulmaz kibrinden başka bir şey değildi.
Bu durum bizim sizinle olan ‘kardeşliğimizi’ de tanımlıyor. Türkiye metropolleriyle ilk tanışmamda karşıma çıkan ilk görüntü bana bunu anımsattı. Çok katlı cafcaflı yaşamın içinde kapıcı Kürdün hizmetkarlığına muhtaç çocuğu olduğumu hissettim. Her apartmanın bir kapıcı dairesi var ve bu dairelerin müdavimleri Kürtleri gördüm.
Anımsayın lütfen, bayram ziyareti için kapınızı çaldığında biran önce gitmesini istediğiniz ama çöpünüzü beş dakika geç aldığında da kızdığınız Kürt.
Bu ‘birlikteliğin’ adını kardeşlik koyduğunuz da itirazımız yükseliyor. Bizim istediğimiz kardeşlik bu değil. Benim içimden hiçbir zaman İstanbul’u fethe gelen Kürt olma hissi oluşmadı. Fetih duygusunu tehlikeli gördüm. Çünkü fethedilmenin ne denli zalimane bir şey olduğunu yaşayarak öğrenmiş bulunuyoruz.
Fetih duygusuyla İstanbul’a kulaç atan Kürtler olmadı değil. Attıkları her kulaçta biraz daha ‘beyazlaşmak’ durumunda kaldılar. Geriye dönüp baktıklarında da geride bıraktıklarını beğenmez oldular.
‘Siyah’ kalan ve öyle kalmayı tercih edenlerin rengine çamur kalmakla kapıcı çoğu olmaktan kurtulacaklarını zannettiler. Bunu yaptıkça da aramızdaki ‘kara kedi’ rolüne büründüler. Bir de Türk olmayan Türk milliyetçileri vardır. Onlar ki kardeşliğin ayağına takoz koyanlardır.
‘Haklı’ olarak şu soru aklınıza gelebilir. ‘Kürtlerin hepsi sizin gibi düşünmüyor. Bakın BDP dışındaki partilerde de Kürtler var ve seslerini çıkarmıyorlar.’ Bu da doğru. Kürtler bizden ibarettir gibi iddiaya sahip değiliz. Ama sizlerin de şunu bilmeniz lazım. Nüfuzlu Kürtlerin her dönem iktidarlarla birlikte hareket ettikleri de sizin kabul etmeniz gereken bir başka gerçek. Şimdi yeri gelmişken yukarıda açıklığa kavuşturulması gereken gerçeğin bir boyutuna değineyim. Sistem-içileşmiş Kürtlerin engelleyiciliğine açıklık getireyim. Kendimi sizin yerine koyup düşünüyorum. Benim de karşımda iki kategori oluşturan bir Türk olgusu olmuş olsa, kendime yakın olanı tercih ederim. Ama ben burada başka bir gerçeklikten söz ediyorum. Sizin sorunsuz Kürtler kategorisinde gördükleriniz, aslında sorunun özünü oluşturuyorlar.
Nasıl mı? Hemen açıklayayım. Dünyanın her yerinde nüfuzlu sınıflar iktidarla ‘zorunlu nikahlıdırlar’. Bizim Kürtlerin nüfuzlularının iktidarla ‘zorunlu nikahları’ biraz daha katmerlidir. Zilliyetleri yok. Şirin görünmek için yapmadıkları şaklabanlık yok. İşleri görünsün, nüfuzları son bulmasın yeter. Böyle düşünen nüfuzlu Kürt sorunun çözümünü arzulamıyor.
Söz buradan açılmışken, Türk olmayan Türk milliyetçilerine de değineyim. Bir insan nasıl bu duruma gelebiliyor? Mesela Ziya Gökalp… Abdullah Cevdet… ve bugün devamında sizin de rahatlıkla ekleyebileceğiniz daha nice isimler. Bir Türk ile oturup bu paradoksu konuşmak isterim. Bir benim dışımdaki birilerinin bana ulu-sentezler oluşturmasını hazetmem. Öyle ki ‘Türklük’ kimlik olarak gözümde itici bir hal almaya başladı. Sizin çocuğunuz her gün okulda ‘kendi varlığını benim çocuğumun varlığına armağan etse’ ne düşünürsünüz? Lütfen, aynı şeyi benim için de düşün.
Empati faslını burada noktalayalım.
12 Eylül 2012 tarihinden bu yana Cezaevlerinde Kürt siyasetçilerinin başlatmış oldukları süresiz-dönüşümsüz bir açlık grevi var.-Umut ediyorum, sizler bu satırları okuyorken açlık grevi sonlanmış olsun.- Grev son bulmuş olsa dahi gerekçelerinin ağırlığını hissediyor olacağız.
Bu grevin iki temel talebi var.
Birincisi devletin kendi hukukunu da çiğneyerek bir yıl 3 ay 15 gündür (11 kasım itibarıyla) devam ettirdiği İmarlı tecridinin son bulması isteniyor. İkincisi kendi ana dillerinde mahkemelerde savunma yapmak istiyorlar.
Türkiye siyasetine egemen olan aklın bizlerin önüne koyduğu argüman şu: Bugün anadil isterler yarın başka şeyler de isterler. ‘Zaten bizim en büyük ukdemiz Bağımsız Birleşik Kürdistan kurmaktır’. Bu söz çok tanıdık geliyor, değil mi? ‘Haksız mıyız’ dediğinizi hisseder gibiyim.
Bakın karından konuşmaksızın çıplak bir gerçeği sizinle paylaşmak istiyorum. Eğer ki Kürt siyasetçileri Kurdofobiaya dönüştürüldüğü üzere uluslararası aktörlerin oyunlarına teşne olmayı kabul etmiş olsalardı, emin olun ne Amerika’da ne Avrupa’da ne de dünyanın başka bir yerinde ‘PKK terör listesinde’ olmuş olmazdı. PKK Lideri Abdullah Ocalan şimdi tek kişilik İmralı Zindanında olmuş olmazdı. Eğer bugün Ocalan İmralı’da ise, eğer PKK terör listelerinde yer alıyorsa bir tek sebebi var. Terör listesi oluşturanların oyunlarına teşne olmadığı içindir.
Biz Kürtlerin ne istediklerini toplu halde çok kere dile getirdik. Tekrar babında yeniden söyleyeyim. Söz uçar yazı baki kalır.
Kendi anadilimizle eğitim istiyoruz. İlkokuldan üniversiteye kadar. Kamusal alanda kendi anadilimizle hizmet almak istiyoruz. Kendimizi yönetmek istiyoruz. Devletin atadığı vali yerine bizim seçtiğimiz vali bizi yönetsin…
Kimliğimizin ve statümüzün anayasal güvenceye kavuşturulmasını istiyoruz.
Bu taleplere bir karşılık koymak doğru olmamakla birlikte, biz bir karşılık da koyuyoruz. Bu taleplerin karşılanması demek bin yıllık birlikteliğin yeni bir toplumsal mutabakatla sürdürülmesi anlamına gelir. Ki bu da Türkiye’nin Türkiye sınırları dışında yaşayan Kürtler için de çekim merkezi olması demektir. Takdir edersiniz ki bu da Türkiye’nin bölünmesi anlamına gelmiyor. Tersine büyümesi anlamına gelir. Öyleyse sorun nerede? Bu soru üzerine biraz düşünmenizi arzuladığım için bunları yazıyorum. Beni, bizi kapı eşiğinde içeri almadan vestiyer üzerine önceden benim için bıraktığınız bayram harçlığını vererek gönderdiğiniz kapıcı Kürt olarak görmekten vazgeçtiğiniz gün bu sorunun cevabı bulunmuş olacaktır.
Son olarak şunu da belirtmek istiyorum. Evet bin yıllık birlikteliğimiz var. Ama bizim bin yıl öncesi tarihimiz de var. Tıpkı sizin de olduğu gibi. Nasıl oluyor da bin yıl sonra, siz hala varsınız ama biz yokuz? Lütfen kendinizi bizim yerimize koyun ve bu soruya bir cevap verin.
Yazıyı bitirirken, takvim yaprağı 12’ye evrildi. Gece yarısını çoktan geçti. İradem, ‘kuzu-kebaba’ karşı mücadelesinde galibiyetini sürdürüyor ve yenilmeyecek. Çünkü uğruna mücadele ettiğimiz şeyin insan hayatı olduğunu biliyorum. Vicdandan daha yumuşak bir yastık icat edilmemiştir. Kafamı yastığa koyduğumda kardeşliğin güç kazandığı bir güne uyanmayı diliyorum.
Anadilde savunma tasarısı TBMM’de – milliyet
Anadilde savunmayı da içeren hükümet tasarısı, bakanların imzalarının tamamlanmasının ardından Meclis’e sevk edildi.
Hükümet, özellikle cezaevlerindeki PKK ve PJAK’lı hükümlü ve tutukluların anadilde savunma, anadilde eğitim ve Abdullah Öcalan’ın tecrit koşullarının kaldırılması talepleriyle başlattıkları açlık grevlerinin sonlandırılmasında etkili olabileceği düşünülen tasarıyı dün gece yarısı TBMM’ye sevketti. 13 maddelik tasarıda, duruşmalarda sanıkların kendilerini iyi ifade edebileceklerini söyledikleri dilde savunma yapmalarına olanak sağlanırken, getirilecek tercümanın parasının sanık tarafından karşılanması düzenleniyor. 13 maddelik tasarı ayrıca “ölüm ve hastalık nedeniyle verilen mazeret izinlerinde hükümlü ve tutuklular kendi evinde veya bir yakınının evinde güvenlik görülen başka bir yerde kalabilir. Açık cezaevinde bulunan hükümlülere üç ayda bir izin verilir hükümlerini de içeriyor.
Aydınlardan Erdoğan’a ‘açlık grevi’ dosyası – Sabah
Aralarında Yaşar Kemal, Sezen Aksu gibi isimlerin çağrılarının yer aldığı dosya Çiçek’e emanet edildi
Cezaevlerinde açlık grevleri 63’üncü gününe girerken çözüm süreci kopma noktasına geldi. Aralarında Sezen Aksu, Yaşar Kemal, Vedat Türkali’nin de yer aldığı sanatçılar, aydınlar, akademisyenler yeniden devreye girdi. Açlık grevlerine ilişkin mesajlar, dosya halinde Başbakan Tayyip Erdoğan’a iletilmek üzere TBMM Başkanı Cemil Çiçek’e emanet edildi. Dosyada, “Endişeliyiz, kaygılıyız. Vicdanımıza kara leke sürülmeden bir adım atılmalı” denildi. Hidayet Şefkatli Tuksal ve Prof. Dr. Mithat Sancar’dan oluşan bir heyet dün TBMM Başkanı Cemil Çiçek’i ziyaret etti. Ziyarette, Çiçek’e Sezen Aksu, Yaşar Kemal, Vedat Türkali’nin de aralarında yer aldığı sanatçı, yazar, akademisyen, sivil örgütlerin yaptıkları açıklamaların yer aldığı dosyayı ilettiler. Bu dosyanın Başbakan Tayyip Erdoğan ve Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in yanı sıra Meclis’te grubu bulunan diğer partilere iletilmesi istendi. Heyet, Çiçek’e sunduğu mektupta, açlık grevinde hala çözüm aşamasına geçilemediğine dikkat çekerek, şu tespitleri yaptı: “Endişeliyiz, kaygılıyız. Kayıtsız kalınamayacak bu gelişmenin yaratacağı ortamdan herkes etkilenecek. Vicdanlarımızda derin bir yara açılacak. Tutuklu ve hükümlülerin, mahkemelerde anadillerinde savunma yapmaları talebi acılara ve ölümlere yol açmadan yerine getirilebilir. Tecrit koşullarının kaldırılması için atılacak bir adım, açlık grevlerini, ölümler olmadan sonlandırabilir. İmralı ile müzakere süreci Kürt sorununda yeni bir iklim yaratabilir. Henüz vakit geçmemişken bir çözüm bulunmalı,
‘TÜRKİYE’YE YAKIŞMIYOR’
Öte yandan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün kendisini ziyaret eden Türkiye Barolar Birliği Başkanı Vedat Ahsen Coşar ile birlikte bölge baro başkanlarına açlık grevlerinin sona erdirilmesi için üzerine düşenleri yapacağı sözünü verdiği öğrenildi. Gül açlık grevlerini değerlendirirken “Bu tablo Türkiye’ye yakışmıyor” dedi. Bu arada KESK Genel Başkanı Lami Özgen, DİSK Genel Başkanı Erol Ekici, Türk Tabipleri Birliği (TTB) Konsey Başkanı Ahmet Özdemir Aktan ve TMMOB Genel Sekreteri Hakan Genç, CHP Genel Başkan Yardımcısı Nihat Matkap’ı ziyaret etti.
BDP kapıları kapattı
Meclis’te komisyon çalışmalarını boykot kararı alan BDP, açlık grevleri konusunda hükümetle de hiçbir şekilde görüşmeyeceklerini açıkladı. BDP Grup Başkanvekili İdris Baluken, AK Parti ile yaptıkları görüşmelerden sonuç alamadıklarını belirterek, “Bundan sonra BDP tarafından görüşme talebi olmayacak. Somut adım atmada hükümetin hiçbir duyarlılık göstermediğinin farkındayız. Hükümet bir adım atmak istiyorsa cezaevlerindeki arkadaşlarımızla görüşecek” diye konuştu.
Oslo görüşmesi MİT’in görevi’ – Milliyet
Başbakan Yardımcısı Arınç, CHP’nin verdiği soru önergesine, MİT’in Oslo görüşmelerine katılmasında yadırganacak bir durum olmadığı cevabı verdi. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, MİT’in, terör eylemlerinin sona erdirilmesi için bazı görüşmeler yapmasının yadırganacak bir durum olmadığını belirterek, “MİT’in yaptığı görüşmelerin, Başbakan’ın bilgi ve talimatları doğrultusunda yapıldığı bizzat kendisi tarafından kamuoyuna açıklanmıştır dedi. CHP Antalya Milletvekili Gürkut Acar’ın yazılı soru önergesini cevaplayan Arınç, terörle mücadele eden bütün ülkelerde terör eylemlerinin sona erdirilmesi amacıyla, o ülkenin istihbarat birimlerinin terör örgütleriyle çeşitli görüşmeler yaptıklarının bilinen bir gerçek olduğunu vurguladı.
‘Yadırganacak durum değil’
Bu noktadan bakıldığında, ‘30 yılı aşkın bir süredir terörle mücadele eden Türkiye’de de terör eylemlerinin son erdirilmesi için MİT’in bazı görüşmeler yapmasının yadırganacak bir durum olmadığını’ ifade eden Arınç, şunları kaydetti:
“Zira Türkiye Cumhuriyeti’nin ülkesi ve milleti ile bütünlüğüne, varlığına, bağımsızlığına, güvenliğine, Anayasal düzenine ve milli gücünü meydana getiren bütün unsurlarına karşı içten ve dıştan yöneltilen mevcut ve muhtemel faaliyetler hakkında gerekli çalışmaları yapmak, MİT’in görevidir. Diğer yandan MİT’in yaptığı görüşmelerin, Sayın Başbakan’ın bilgi ve talimatları doğrultusunda yapıldığı bizzat Sayın Başbakanımız tarafından kamuoyuna açıklanmıştır.
Barolardan Köşk’e açlık grevi ziyareti – Milliyet
PKK ve PJAK’lı hükümlü ve tutukluların başlattıkları açlık grevlerinde 63. güne girilirken, Güneydoğu’daki kentlerin baro başkanları, daha önce “Mesajınızı aldık diyerek sıcak mesajlar gönderen ve açlık grevini sonlandırmalarını isteyen Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’le görüştü. Baro başkanları, Gül’e, Abdullah Öcalan’ın kendi avukatlarıyla görüştürülmesinin önünde yasal engel olmadığını ve bunun sağlanması halinde eylemlerin bitebileceğini iletti. Gül ise açlık grevlerinin bitirilmesi çağrısını yineleyerek, baro başkanlarından da bu konuda çaba göstermesini istedi.
Cumhurbaşkanı Gül’e konuyla ilgili duyarlılıklarını ilettiklerini söyleyen Türkiye Barolar Birliği (TBB) Başkanı Vedat Ahsen Coşar, Bizim için aslolan hayattır dedi.
İdamı geri getirmek AB’ye veda demek… – Vatan
Başbakan Erdoğan’ın idam cezasını tekrar tartışmaya açması Avrupa Birliği’nin temel sözleşmeleri idam cezasını çok kesin bir dille asaklıyor. Yasaklamak bir yana, idam cezası olan ülkelere suçlu iadesine bile izin verilmiyor. Yani idamı geri getirmek AB hayaline de veda etmek anlamına geliyor. Dünyada halen 57 ülkede idam cezası var, 18 bin 750 kişi hakkında da idam kararı bulunuyor. İdamı en son yasaklayan ülke ise 2010 yılında Gabon…
Kopenhag Kriteri
Nitekim Avrupa Birliği’nin ‘Temel Haklar Sözleşmesi’nde yer alan 2’nci maddede iki cümlelik bir ifade bulunuyor:
A) Herkes yaşama hakkına sahiptir.
B) AB genelinde kimse idam cezasına mahkum edilemez.
Avrupa Birliği bununla da kalmıyor, kendi toprakları dahilinde idamı bu kadar kesin bir dille yasaklarken, idam cezasına sahip olan ülkelere suçluların iadesine bile izin vermeyecek düzenlemeleri bünyesinde barındırıyor. Türkiye de yasalarından idamı çıkarırken AB üyeliğinin önkoşulu olarak ve Kopenhag Kriterleri’ne uygunluk açısından bunu yapmıştı. Yani, idam cezasını geri getirecek herhangi bir düzenleme Kopenhag Kriterleri’nin ihlali anlamına gelecek ki, bu da Türkiye’nin adaylık sürecini sonlandıracak kadar büyük bir ihlal olacak. Çünkü AB’nin bu konudaki tavrı çok net ve açık.
İngilizler 1998’i bekledi
Avrupa genelinde ölüm cezasının yer aldığı ülkeler Rusya ve Belarus. Rusya 1996 yılından bu yana kimseyi idam etmediği için de fakto olarak ölüm cezasını kaldırmaya doğru giden ülkeler arasında gösteriliyor. Belarus ise Avrupa’nın hiçbir resmi ve uluslararası kurumuna üye olmayan ve diktatörlükle yönetilen bir ülke olarak biliniyor. Aslında Avrupa’da ölüm cezasının kaldırılması İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra etkili bir şekilde dillendirilmeye başlandı. Şaşırtıcı bir şekilde Dünya Savaşları’ndan çok daha önce idamı yasalarından çıkartan Avrupa ülkesi ise 1865 yılında San Marino oldu. Onu 1867’de Portekiz izlerken, Fransa’nın bu ceza türüne tam anlamıyla veda etmesi 1981’i, İngiltere’nin ise çok daha yakın bir tarih olan 1998’i buldu. Ancak bu iki büyük Avrupa ülkesinde 1960’lı yıllarda sadece savaş durumunda idamı hoşgören kanunlar mevcuttu. Son değişikliklerle her tür suç için idam cezası kaldırıldı
Öcalan idam edilemez’
İdam tartışmaları genellikle PKK lideri Abdullah Öcalan etrafında yürüyor. Eski Yargıtay Başkanı Sami Selçuk bu konuda VATAN’a şunları söyledi: Kişilerle ilgili olarak aleyhe yapılan bir değişiklik geriye doğru işlemez. İdam cezası ile ilgili yasal düzenleme yapılırsa, bu ceza resmi gazetede yayındıktan itibaren geçerli olur. Öcalan’la yönelik herhangi bir işlemin geriye doğru yürütülmesi de mümkün değildir. Anayasa ve ceza yasası böyle der. Öcalan İmralı’da onu idam edelim diye bir yasa çıkartmak, hukukun üstünlüğünü benimsemiş bir ülkede yasa koyucunun yetkisinin dışındadır. Hukuk bağlayıcıdır ve bunun üstüne çıkarak kimse yasa yapamaz. Ayrıca hak ve özgürlüklerle ilgili bir konu olan ölüm cezası halk oyuna da sunulamaz. Hangi halka sorarsanız sorun, halk hep ölüm cezasından yana olmuştur. Bilimsel konularda halk oyuna başvurulmaz. Halk duygularıyla karar verir. Ölüm cezasının 4 bin yıllık geçmişi var, ölüm cezası suçları önlemez bu kanıtlanmıştır.
FBI: İdam caydırmıyor
ABD’yi oluşturan 50 eyaletin 37’sinde idam halen yasal bir ceza seçeneği olarak kullanılıyor. Son Başkanlık seçimlerinde aynı zamanda idamın kaldırılması kendilerine sorulan Californialılar, ölüm cezasının varlığını sürdürmesi yönünde oy kullandı. 2011 yılında Gallup’un ABD’de yaptığı anket Amerikalılar’ın yüzde 61’inin idamı haklı gördüğünü ortaya koydu. Ancak ankette idamın yerine ömür boyu hapis seçeneği de sunulduğu zaman bu oranın yüzde 49’a kadar gerilediği görüldü. FBI tarafından yapılan bir araştırma ise ölüm cezası olmayan eyaletlerde suç oranlarının ulusal ortalamanın altında kaldığını gösterdi. Bu, idam karşıtlarının, ‘Ölüm cezası caydırıcı değil’ argümanına en büyük desteği veren araştırmalardan biri olarak savunuluyor. ABD’de şimdiye dek en çok idam gerçekleştiren eyalet eski ABD Başkanı George W. Bush’un da bir dönem valilik yaptığı Teksas. Bu eyalette 490 kişinin ölüm cezası gerçekleşirken, 292 kişi de halen ölüm sırasının kendisine gelmesini bekliyor. California’da ise gerçekleşen idam sayısı 13’ken, 727 kişi valinin infazlarını onaylaması durumunda infaz edilecek.
BM idam için yeni çağrıya hazırlanıyor
İdam konusu şimdiye dek 3 kez BM Genel Kurulu gündemine geldi. 2007, 2008, 2010 yıllarında yapılan oylamaların tümünde dünyaya idam cezalarının uygulanmasının durdurulması çağrısı yapıldı. ABD, Çin gibi ülkeler bu kararlar için ret oyu kullandı. BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon’un geçtiğimiz Temmuzda bu cezanın uygulanmasının durdurulması için yaptığı çağrının ardından bir kez daha BM’nin bu doğrultuda bir karar tasarısını gündeme getirmesi bekleniyor.
Son idam
Türkiye’de idam cezası en son 1984’te infaz edildi. Devrimci Yolcu Hıdır Aslan 12 Eylül mahkemelerinde 4 yıl süren yargılama sonucunda asıldı. Türkiye’de idam cezası ilk önce 2002’de savaş, çok yakın savaş tehdidi ve terör suçları halleri dışındaki suçlar, 2006’da ise tüm suçlar için AB uyum yasaları ile kaldırıldı.
İdam cezası tartışmalarına tepkiler!
Andrew Duff (Türkiye – AB Karma Parlamento Komisyonu üyesi): Eğer Türkiye ölüm cezasını geri getirirse, bu kesinlikle Avrupa Birliği kapısının yüzüne kapanması olur. Ölüm cezası olan bir ülke Avrupa Birliği’ne giremez. İdam ederek insan öldürmemek, modern Avrupa kültürünün bir parçasıdır.
Ölüm cezası olan bir ülke AB’ye giremez
Joost Lagendjik (Türkiye-AB KPK eski başkanı Today’s Zaman yazarı) Çok şanssız bir söz. Çünkü eğer başbakan idamı geri getirmede kararlıysa, Türkiye’nin Avrupa Birliği özlemini de sonlandıracağını bilmelidir. Ölüm cezası olan bir ülkenin Avrupa Birliği’ne girmesi imkansızdır. Bu nedenle Türkiye’nin AB sürecinin de sonu demek. Başbakan çelişkili sözler kullanıyor, ne yaptığını bilmiyor. Berlin’de ‘Biz Avrupa’ya 2023’ten önce girmek istiyoruz’ dedi. Evet, ben de katılıyorum… Şimdi ‘idam cezası gelebilir’ diyor Bunu iyi bilmelidir ki ölüm cezasını kaldırmış ülkeler AB’ye girebilir. Berlin’de söyledikleriyle Endonezya’da söylediğikleri arasında tutarsızlık vardır. İdam cezasının çıktığı gün Avrupa Birliği’ni unutun. Bu serüvenin sonu olur.
Başbakan halkın duygularına oynuyor
Prof. Dr. Cengiz Aktar: 2001 yılında Erdoğan ‘idam cezası kaldırılsın’ diyen adamdır. Bu dünyanın her yerinde tipik populist politikacıların kullandıkları bir yaklaşımdır. Hepimiz biliriz ki idam cezasının suç işleme anlamında hiç bir caydırıcılığı yoktur. Burada Başbakan halkın bu ilkel misilleme, öç alma duygularına hitap ediyor ve başkanlık yolunda puan topluyor. Avrupa Birliği ile Türkiye arasında iyice sarpa sarmış işleri kolaylaştırmaz, daha beter hale getirir. Eğer Türkiye kabul ederse, 47 ülkeli Avrupa Konseyi’ndeki idam cezasını kabul etmiş olan tek ülke olarak parlayacaktır.
Başbakan AB’ye çağrı yapıyor
Anayasa Komisyonu Başkanı Prof. Dr. Burhan Kuzu, Başbakan’ın, idam cezası konusunda AB’ye çağrı yaptığını söyledi: “Norveç’te. 71 kişiyi öldüren cani pişman da değil. Bir de gülüyor. 21 yıl gibi bir ceza veriliyor. Bu korkunç bir şey. Bu toplum bunu nasıl kaldırıyor anlamıyorum. AB morfinlenmiş anlaşılan, başka türlü dayanılmaz buna. O şeyi Türkiye’de yapsanız kaldırmaz. Başbakanımız değişik şeyler konuşulurken konu buraya geldi. Esasen bana sorarsanız salonu gördüğümüz zaman sayın başbakan bu çağrıyı AB’ye yapıyor. “Bakın büyük dediğiniz Çin, ABD, Japonya gerektiğinde bunu uyguluyor. Siz neden blok halinde bu işi bir daha gözden geçirmiyorsunuz diyor. Ardından da Norveç’i örnek veriyor.“
AB Temel Haklar Sözleşmesi’nin hükmü
Peter Stano (AB Komisyonu Genişlemeden Sorumlu üyesi Stefan Füle’nin sözcüsü): İdam cezasının yasaklanması Avrupa Birliği Temel Haklar Sözleşmesi’nin temel hükümlerinden biridir. Sözleşmenin 2’nci maddesinde ‘Kimse idam cezasına mahkum edilemez ya da infaz edilemez’ ifadesi yer alır. Bu nedenle Komisyon siyasi kriterlerin uygunluğunu üye ve aday üye devletlerle gözlemlediğinde idam cezasındaki yasal hükümlere bakar. İdam cezasının yürürlükten kaldırılması Türkiye’nin Avrupa entegrasyon sürecinde başardığı en önemli siyasi reformlardan birisidir.
İdam geri gelirse Avrupa Birliği yok – Milliyet
Avrupa Birliği, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın idam cezasına yönelik açıklamalarını hem şaşkınlık hem de endişeyle izliyor.
Birlik yetkilileri, idam cezasının kaldırılmasını Türkiye’nin AB’yle entegrasyon sürecinde attığı en başarılı adımlardan biri olarak nitelerken, “İdam gelirse AB gider mesajını net şekilde veriyorlar. AB adına resmi tepkiyi sorduğumuz Komisyonu’nun Genişlemeden Sorumlu Üyesi Stefan Füle’nin sözcüsü Peter Stano, idam cezasının kaldırılmasının Birlik insan hakları politikalarının ana hedeflerinden, temel haklar standartlarının da ana unsurlarından biri olduğunu belirterek, “Komisyon bir aday ülkenin ya da potansiyel aday konumundaki bir ülkenin siyasi kriterlere uyumunu denetlediğinde idam cezasıyla ilgili yasal düzenlemeleri dikkate alır dedi.
‘Bu konuda tavrımız çok net’
Konuyla ilgili olarak değerlendirmede bulunan üst düzey bir AB yetkilisi de 7 yıldır üyelik müzakerelerini yürüten ve idam cezasının kaldırılmasının üyelik için olmazsa olmaz şart olduğunu bilen bir ülkede bu tartışmaların yeniden alevlenmesini endişe verici bulduğunu belirterek, “Bu konuda tavrımız çok net. AB’ye üye olmak isteyen bir ülkede idam cezası olamaz. İdam gelirse AB gider. Türk hükümetinin bir yandan AB hedefine bağlı olduğunu beyan edip diğer yandan idam cezasının yeniden devreye sokulabileceği imasında bulunması dikkat çekici diye konuştu. Türkiye’de idam cezasının kaldırılmasında AB sürecinin etkili olduğunu hatırlatan bir başka yetkili ise “Siyasi kriterlerin yerine getirilmesi açısından kaldırılması ileri bir adım olan bu cezanın yeniden tartışılmasını Türkiye’nin demokrasi standartları açısından olumlu bir gelişme olarak görmek mümkün değil dedi.
İdam konusunda noktayı koydu! – Vatan
Sayın Başbakan o açıklamayı, Norveç’te onlarca kişiyi katleden Anders Behring Breivik’i kastederek söyledi”
Bir dizi temaslarda bulunmak ve İtalya-Türkiye Forumu’na katılmak üzere Roma’da bulunan Dışişleri Bakanı Davutoğlu, Başbakan Erdoğan’ın idamı gündeme getirmesiyle ilgili, “Sayın Başbakan o açıklamayı, Norveç’te onlarca kişiyi katleden Anders Behring Breivik’i kastederek söyledi” dedi.
Bakan Davutoğlu, İtalyan meslektaşı Giulio Terzi’yle birlikte katıldığı forumda katıldığı panelin moderatörlüğünü üstlenen İtalya Senatosu Başkan Yardımcısı Emma Bonino’nun, “Başbakan Erdoğan’ın idama ilişkin açıklamaları endişe verici. Bu açıklamalardan sonra Türkiye’nin AB’ye girmek isteyip istemediğini düşünür olduk. Siz bu konuda ne demek istersiniz?ö sorusunu yanıtladı. Bakan Davutoğlu, “Sayın Başbakan o açıklamayı, Norveç’te onlarca kişiyi katleden Anders Behring Breivik’i kastederek söyledi. Bu şekilde katliamlar yapılması konusuna dikkat çekmek için söyledi. Biz AB sürecindeki taahhütlerimize her zaman sadığız ancak dediğim gibi AB’den de aynı sadakati bekliyoruzö dedi.
BDP mazereti makul ve insani – Akşam
ANAYASA Uzlaşma Komisyonu’nun CHP’yi üyesi Atilla Kart, BDP’li üyelerin açlık grevlerini gerekçe göstererek komisyonu çalışmalarını askıya almalarını “Bence meş-, ru, makul ve insani bir gerekçedir” diye de- .
ğerlendirdi. CHP Konya Milletvekili Kart, “Meclis Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nda BDP’li üyeler açlık grevi dolayısıyla üyeliklerini askıya aldıklarını ifade ettiler, ne diyorsunuz?” sorusuna şu yanıtı verdi: “Açlık grevlerinin insani boyutu hiç kimsenin göremeyeceği vahim boyutlara gelmiş durumdadır. Komisyondaki BDP’li arkadaşlarımızın toplantılara katılamamaları bence meşru, makul ve insani gerekçedir.”
Uyutarak müdahale edecekler-Taraf
Başbakan Erdoğan’ın açlık grevlerine ilişkin “sağlıkla ilgili gerekli müdahaleyi yaparız demesinin ve Başdanışmanı Yalçın Akdoğan’ın yazılarında Malta Bildirgesi’ne yer vermesinin ardından olası tıbbi müdahale konusu gündeme geldi
Başbakan Erdoğan’ın açlık grevlerine ilişkin “sağlıkla ilgili gerekli müdahaleyi yaparız demesinin ve Başdanışmanı Yalçın Akdoğan’ın yazılarında Malta Bildirgesi’ne yer vermesinin ardından olası tıbbi müdahale konusu gündeme geldi. 1991’de Türkiye‘nin de imzaladığı, açlık grevcilerinin sağlığından sorumlu doktorlar için bir rehber niteliğinde olan Malta Bildirgesi üzerinden hükümetin olası müdahalesini Türk Tabipleri Birliği eski Başkanı Gençay Gürsoy, Taraf ’a değerlendirdi.
Hükümetin yasal olarak bilinç kapanması ve sağlığın tehlikeye girmesi durumunda müdahale yetkisi bulunduğunu söyleyen Gürsoy, “Ancak hastanın onayı ve rızası olmadan hiç kimseye tıbbi bir müdahalede bulunamaz. Malta ve Tokyo anlaşmaları, uluslararası hekim örgütlerinin kurallarına aykırı dedi.
Grevin sürdüğü cezaevlerinde sürekli görev alan hekim bulunmadığına dikkat çeken Gürsoy, şunları söyledi: “Doğru olan bu konuda tecrübeli uzman kadrosunun grevcileri izlemesi.
Birçok cezaevinde B1 vitamini yerine B6, B12 vitaminleri verildiğini duyuyoruz. ‘Müdahale edeceğiz’ demek kolay. Tecrübesiz cezaevi idaresince yapılan zorla beslemeler, tıbbi kurallara uyulmadığı zaman, ölümlere ve çok ciddi kalıcı nörolojik rahatsızlıklara sebep olur. Hekim örgütlerinin cezaevlerine girmesine izin verilmemesini eleştiren Gürsoy, “Olası müdahalede, mahkûmları, bir sağlık kurumuna elleri, ayakları bağlı götürülecekler. Bilinci açıksa, hasta kabul etmiyorsa, uyutup zor kullanacaklar. Bunların hepsi sağlık açısından sakıncalı. Sonuçları çok vahim diye konuştu.
Malta: Yaşama döndür
Malta Bildirgesi’nin ilgili maddeleri özetle şöyle: “2) Müdahaleyi reddettiği konusunda açık bir beyana sahip olan açlık grevcisi komaya girdiğinde ve ölmek üzereyken ortaya çıkar. Ahlaki yükümlülükleri açısından hekim hastanın iradesine aykırı da olsa hastayı yaşama döndürmek zorundadır mesleki sorumluluğu açısından ise sonuçta hastanın kendi iradesine saygı göstermek durumundadır. 4) Hastanın bilinci bulanır ya da komaya girip kendi başına karar alamayacak durumda olursa, hekim açlık grevi sırasında aldığı kararı dikkate alarak… hastanın iyiliği için tedaviye devam edip etmeme kararı konusunda özgürdür.
63. günde muayeneyi reddediyorlar- Taraf
Şırnak Barosu, Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD), Tabib Odası ve İnsan Hakları Derneği (İHD), Midyat M Tipi ve İzmir Aliağa Şakran cezaevlerinde açlık grevinde olan mahkûmlara ilişkin rapor hazırladı
Şırnak Barosu, Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD), Tabib Odası ve İnsan Hakları Derneği (İHD), Midyat M Tipi ve İzmir Aliağa Şakran cezaevlerinde açlık grevinde olan mahkûmlara ilişkin rapor hazırladı. Raporda eylemcilerin sağlık durumlarının artık kritik noktada olduğu ve hükümetin sürekli “durumları iyidir ve “besleniyorlar söylemlerini protesto etmek amacıyla bir haftadır doktor kontrollerini kabul etmedikleri belirtildi.
B-1 vitamini verilmiyor iddiası
Giresun E Tipi Kapalı Cezaevi’nde bulunan Faruk Beyter ve Aydın Akış’ın aileleri ise önceki gün çocuklarıyla telefonda görüştü. Anne Esme Beyter “Oğlumun sesi hiç iyi gelmiyordu, güçlükle konuşabiliyordu. Bize gardiyanların ve bazı doktorların kendilerine çok kötü davrandığını söyledi. ‘Anne bugüne değin bize sadece bir kez ilaç verdiler, o da B1 değildi, almadık’ dedi diye konuştu.
Aynı cezaevinde bulunan Aydın Akış’ın ağabeyi Ali Akış da “Kardeşim kötü muameleden ve B1 verilmemesinden yakındı. Yetkililer eylemi böyle bitirebileceklerini sanıyorlarsa yanılıyorlar diye konuştu.
Bu sistem diktatörlüğü kolaylaştırıyor – Star
Muhalefetin “başkanlık diktatörlüğün önünü açar iddiasına cevap veren AK?Parti Genel?Başkan?Yardımcısı Şentop “Gerçekte başkanlıktan ziyade parlamenter sistemin tek adam kültürünü, güçlü liderliği veya diktatörlüğü kolaylaştırdığını söyleyebiliriz dedi.
AK Parti, başkanlık modeli önerisini TBMM’ye sundu. AK Parti Genel Başkan Yardımcısı ve TBMM Anayasa Uzlaşma Komisyonu Üyesi Anayasa Profesörü Mustafa Şentop ile önerdikleri başkanlık sisteminin ayrıntıları ile BDP’nin açlık grevleri nedeniyle Anayasa Uzlaşma Komusyonu çalışmasını askıya alması kararını konuştuk.
HER ÜLKEYE HAS BİR BAŞKANLIK SİSTEMİ?VAR
-Önerdiğiniz başkanlık sistemi Amerikan modeli mi, Türk tipi bir model mi?
ŞENTOP: Başkanlık sistemini ilk uygulayan ülke ABD’dir. Amerikan modeli başkanlık sistemi dediğimiz de, başkanlık sisteminin saf hali, ilk hali, orijinal halini kast ediyoruz. Her ülkenin kendine mahsus başkanlık sistemleri vardır. O bakımdan bu sistemi tartışırken siyasetçiler, akademisyenler zaman zaman hata ediyorlar şu bakımdan Amerika’da başarılı ama Latin Amerika’da başarısız, darbelere yol açmış filan. Latin Amerika örneklerini iyi incelemek lazım. ABD’deki örnekle mukayese etmek lazım. Orijinal hali dediğimiz ilk halinden bazı sapmalar var oralarda. Başkanlık sisteminin temel esasları, varlık şartlarıyla ilgili esasların ihlal edildiğini görüyoruz Latin Amerika ülkelerinde.
ÜLKELERE GÖRE BAZI SAPMALAR OLUYOR
-Ne tür bir ihlal?
ŞENTOP: Mesela başkanın halk tarafından doğrudan seçilmesi veya doğrudana benzeyen bir yolla seçilmesi esastır başkanlık sisteminde. Halbuki bu ülkelerde başkan ya meclis tarafından seçiliyor veya halk tarafından yapılan seçimlerde en çok oyu alan üç aday arasından parlamentonun seçmesi söz konusu. Başka türlü sapmalar da var. Bu sistemin temel esaslarından biri de şudur, gerek yasama organının yani parlamentonun gerekse başkanın yani yürütmenin birbirinin varlığını sona erdirememesi. Yani parlamenter sistemde olduğu gibi güvenoyu, gensoru mekanizması yok, başkanı görevden alamıyor, başkan da parlamentoyu feshedemiyor mesela. Latin Amerika örneklerinin bir kısmında ya başkana parlamentoyu fesih yetkisi verilmiş ya da parlamentoya başkanı azletme yetkisi verilmiş mesela bu bir sapma.
ÇİFT MECLİS’Lİ SİSTEMİ BENİMSEMİYORUZ
-Türkiye için nasıl bir model öneriyorsunuz?
ŞENTOP: ABD sistemi derken kast ettiğimiz, aslında başkanlık sisteminin orijinal halidir. Başka ülkelerdeki sapma dediğimiz hususları içermemesidir. Elbette Amerika’daki sistemin aynısının motomot Türkiye’ye entegre edileceğini söylemek yanlış olur. Çünkü Türkiye’nin kendine mahsus durumlar var. Mesela parlamento geleneği oldukça eskidir özellikle parlamento oluşumuyla ilgili, iç işleyişiyle ilgili, seçimiyle ilgili, bazı yetkileriyle ilgili hususlarda birçok açıdan yerleşmiş gelenekler var. ABD’deki gibi çift meclis sistemini benimsemiyoruz mesela. Çift meclisin doğru olmadığı kanaatindeyiz. Dolayısıyla bütünüyle Amerika modeli olmuyor. Çift meclisli olması başkanlık sistemi açısından bir zorunluluk değil. Ama temel unsurlarla ilgili olarak değişiklik yapılmaması gerekir. Yapıldığı taktirde denge bozuluyor. Başkanlık sistemi bir denge sistemi aslında temelde. Bir terazi gibi düşünürsek onu, parlamentoyla başkan yani yürütme arasındaki bir dengeye oturuyor sistem. Bir kefeye ağırlık koyduğunuz zaman sistemin dengesi bozuluyor. Bunu o bakımdan çok dikkatli yapmak lazım.
PARLAMENTER?SİSTEM GÜÇLÜ?TEK?ADAM İSTER
-Muhalefetin, başkanlık sisteminin diktatörlüğe yol açacağı eleştirisi için ne diyorsunuz?
ŞENTOP: Bunu yanlış buluyorum. Diktatörlük öncelikle siyasi kültürle ilgili meseledir. Bir ülkedeki hükümet sisteminin tek başına diktatörlüğe yol açtığını söylemek, bence hükümet sistemleriyle ilgili bilgi eksikliğinden kaynaklanır. Başkanlık sistemiyle diktatörlüğe yöneliş Latin Amerika’da bazen olmuştur, uygulamalar var. Ama parlamenter sistem içinde de bir diktatörlük uygulamasının ortaya çıkarılması mümkündür. Gerçekte başkanlık sisteminden ziyade parlamenter sistemin tek adam kültürünü, güçlü liderliği veya diktatörlüğü kolaylaştırdığını söyleyebiliriz. Başkanlık sisteminde başkan ne kadar güçlü olursa olsun sonuçta yürütme olarak güçlüdür yasamaya müdahale imkanına sahip değil. Anayasal sistem buna izin vermiyor. Çünkü kuvvetlerin tam anlamıyla ayrılmış olduğu sistem başkanlık sistemi. Ama parlamenter sisteme baktığımızda, eğer gerçekten meclis kompozisyonu müsaitse güçlü bir liderin sadece yürütme alanında değil, aynı zamanda yasama üzerinde de etkili, belirleyici ve güçlü olduğunu görüyoruz. Bu açıdan baktığımızda tamamen matematik hesap var karşımızda. Yürütmede güçlü olan kişi mi daha güçlüdür, hem yürütme hem yasamada güçlü olan tek adam mı daha güçlüdür, gayet açık. Parlamenter sistemin diktatörlüğü kolaylaştırdığını söyleyebiliriz. Bu açıdan kabahati sadece sisteme yüklemek doğru değil. Her sistemin avantajı, dezavantajı var bu çerçeve içinde bunu tartışmak lazım.
BDP AÇLIK GREVİ BAHANESİYLE ANAYASA KOMİSYONU’NA?ZARAR VERMESİN
-Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nu ilgilendiren bir başka konu da BDP’nin, açlık grevlerini gerekçe gösterip komisyon çalışmalarını askıya alması oldu. Bu çalışmaları nasıl etkiler?
ŞENTOP: Aslında bu konuda şu aşamada değerlendirme yapmam doğru olmaz ama büyük ihtimal bu konunun komisyona da bildirilmesi gerekir. Bunun üzerine diğer partilerin de bunu değerlendirmesi lazım. Açlık grevleri insani açıdan çok önemlidir. Ama bu konuda bile zor şartlarda çalışan Anayasa Uzlaşma Komisyonu’na bir zarar vermek doğru olmaz diye düşünüyorum. Ben bunun kritik bir karar olduğu kanaatindeyim. Meclis’teki ihtisas komisyonlarının durumu ayrı. BDP’nin katılmaması orada çalışmaları etkilemez ama Anayasa Uzlaşma Komisyonu tüm partilerin katılımıyla toplanmayı esas aldığı için o bakımdan komisyonun geleceği açısından önemli bir karar, tabi komisyonda değerlendirmek gerekir Peşinen bir şey söylemem doğru olmaz.
-Bir de komisyonunuzun yavaş çalıştığı eleştirileri var…
ŞENTOP: Ben biraz daha ümitli bakanlardan birisiyim. Ben Aralık sonu itibariyle çalışmaların bitebileceği kanaatindeyim. Bitmiyorsa, bu şekilde, karşılaştığımız BDP’nin tutumunu komisyona da yansıtması gibi veya bazı partilerin çalışmalarını hazırlayamaması, ertelemesi gibi sebeplerle komisyon gecikebilir. Bunlar da aslında birtakım siyasi kararlar, niyetle ilgili kararlardır. Onun sorgulanması lazım. Eğer bu komisyon Aralık sonu itibarıyla çalışmalarını tamamlayamıyorsa bu çalışmaların zorluğundan, uzlaşmanın zorluğundan değil, partilerin bunu yapma niyetleriyle ilgili bir sorundan kaynaklanır diyebilirim.
Boş salonda KCK duruşması yapıldı – Vatan
İSTANBUL 15. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen KCK’nın ‘basın komitesi’ne yönelik açılan davanın 4. duruşması dün Silivri Cezaevi Kampüsü’nde görüldü.
Duruşmaya, 33 tutuklu sanık ile 8 tutuksuz sanık katıldı. Duruşmayı ayrıca Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu Eşbaşkanı Helene Flautre, Avrupa Parlementosu görevlisi ve Polonya Milletvekili Jaroslaw VValesa, BDP milletvekilleri Pervin Buldan, Mülkiye Birtane, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Orhan Birgit ve Basm Konseyi Yüksek Kurul Üyesi Turgut Kazan’m yanı sıra Avrupa Parlamentosu Türkiye’de Basm Özgürlüğü Sorunu İzleme Komisyonu’na bağlı heyet ve heyetin tercümanlığım yapmak üzere sanatçı Serra Yılmaz da izledi. Duruşmada Birgit ve Kazan avukatların oturduğu bölüme oturunca, Mahkeme Başkanı Ali Alçık arasmda tartışma çıktı. Alçık askerlere talimat verince Kazan da, “Kaç asker göndereceksiniz?” diye sordu ve izleyici bölümüne geçti. Duruşmada sanıklar açlık greviyle ilgili konuşmak istedi. Başkan, “Açlık grevlerinin davamızla ilgisi yok” diyerek izin vermedi. Verilen aradan sonra sanıklar, mahkemeyi protesto ederek salona girmeyince, iddianame boş salma okundu.
‘KCK Basın’ davasında açlık grevi protestosu-BBC
İstanbul’da 34 tutuklu sanığın tümünün açlık grevinde olduğu, toplam 44 medya çalışanı hakkındaki davanın 2. duruşmasında hakimin açlık grevleri ile ilgili söz vermek istememesi üzerine sanıklar, avukatlar ve dinleyiciler salonu terketti.
“KCK Basın” adıyla bilinen davada, Kürt siyasi hareketine yakın görülen medya kuruluşlarına geçen yıl sonunda yapılan baskınlarda gözaltına alınan ve 34’ü tutuklanan 44 medya çalışanı yargılanıyor.
Günün önemli bölümü iki TRT spikeri tarafından iddianamenin dönüşümlü olarak boş salona okunmasıyla geçti.
Duruşmaya yarın sabah iddianamenin 182. sayfasından itibaren devam etmek üzere ara verildi.
Duruşma, sanıkların kimlik tespitine “Ez li vir im” yani Kürtçe “Burada” diye yanıt vermesiyle başladı.
Sanıklara, cezaevlerinde devam eden açlık grevleriyle ilgili söz verilmemesi üzerine yaşanan gerginlikte sanıklar, sanık avukatları ve izleyiciler salondan çıkınca , iddianame boş salona okunmaya devam edildi.
Avukatlar adına konuşan Ercan Kanar, “Sanık yok, avukat yok, halk yok, duvarlara iddianame okunuyor” dedi.
Halsizdiler
20 Aralık 2011 tarihinde başlatılan operasyonlar sonucu açılan davaya Silivri’de İstanbul 15. Ağır Ceza Mahkemesi’nde bakılıyor.
Duruşmada, farklı tarihlerde 12 Eylül tarihinde cezaevlerindeki açlık grevlerine katılan tutuklu gazetecilerin tamamı ile tutuksuz sanıklar ve avukatları hazır bulundu.
Açlık grevindeki tutuklu sanıkların çok zayıf ve bitkin göründüğü, avukatlar tarafından getirilen şekerli su, tuz ve meyve sularının sanıklara iletilmesine izin verilmediği bildirildi.
İlk anlaşmazlık hakimle avukatlar arasında yaşandı.
Avukatlar bölümünde gözlemci olarak oturan iki kıdemli hukukçu, Turgut Kazan ve Orhan Birgit izleyici bölümüne gönderilmek istendi. Mahkeme Başkanı gözlemcileri yerinden kaldırmak için askerleri çağıracağını söyledi.
Bunun üzerine Kazan ve Birgit, “Kaç asker göndereceksiniz?” diye tepki gösterdi.
3 dilde yoklama verdiler
Ardından kimlik tespitlerine geçildi. Gazetecilerin çoğu kimlik tespitine Kürtçe “Ez li vir im” diye cevap verdi. Tutuksuz yargılanan gazetecilerden Evrim Kepenek Hemşince, Murat Eroğlu ise Zazaca yanıt verdiler.
Kimlik tespiti sırasında Mahkeme Başkanı, sanıklardan adres bilgileri istedi. Gazeteciler adres bilgilerini de Kürtçe verdi.
Fatma Koçak, Nilgün Yıldız, Semiha Alankuş, Mahkeme Başkanı’nın sorusuna “Bersiv nadim. Ez verger dixwazim” (Cevap vermiyorum. Tercüman istiyorum) diyerek, yanıt verdi. Bunun üzerine Mahkeme Başkanı “anlayamadım” diyerek, gazetecileri yerine oturttu.
Bu arada, duruşma başlarken, tutuklu bulunduğu Kandıra Cezaevi’nde evlenen ve halen tutuklu olan gazeteci İsmail Yıldız’ın eşi, duruşmayı 6 aylık ”Zerya Zin” adlı bebeğiyle birlikte izledi.
Açlık grevleri hakkında söz talebi
Kimlik tespitlerinin ardından DİHA Ankara Temsilcisi Kenan Kırkaya, cezaevlerinde süren açlık grevleriyle ilgili konuşmak için söz aldı. Mahkeme Başkanı Ali Alçık, açlık grevlerinin davanın konusu olmadığını belirterek, söz vermeyeceğini kaydetti.
Kırkaya, bu davada yargılanan herkesin anadilde savunma, anadilde eğitim ve PKK lideri Abdullah Öcalan’a uygulanan tecritin kaldırılması talebiyle açlık grevine başladığı söyledi. Arkadaşlarının ölüm sınırında olduğunu söyleyen Kırkaya’nın konuşmasına Mahkeme Başkanı müdahale etti.
Bunun üzerine Kırkaya, “Siz bizi dinlemeyecek misiniz? İnsanlar ölüm sınırına geldi” diye tepki gösterdi.
Avukat Gülizar Tuncer de yerinden ayağa kalkarak, “Söz vermek zorundasınız böyle bir şey olamaz” diye, mahkeme başkanına tepki gösterdi.
Mahkeme Başkanı, Kırkaya’nın zorla dışarı çıkarılmasını istedi.
Bunun üzerine tüm gazeteciler alkışlarla mahkemeyi protesto ederek, salondan çıktı.
Duruşmaya 15 dakika ara verildi.
‘Türkiye’nin en trajik açlık grevi’
Aradan sonra sanık avukatları adına söz isteyen Ercan Kanar yargı otoritesinin inzibati tedbirlerle değil, dürüst, hakkaniyetli ve adil bir yargılamayla sağlanacağını belirterek, şöyle konuştu:
”Siz yargı olarak başka bir gezegende yaşamıyorsunuz. Türkiye’nin en trajik açlık grevi eylemi yapılıyor, ölüm sınırına gelindi, hala çözüm getirilmiyor. Kendileri de açlık grevinde olan müvekkillerimizin 2-3 dakika söz alıp bunun altını çizmelerine bile tahammül edemiyorsunuz. Sürekli askerin baskısını üzerimizde hissettirerek yargılama yapmak istiyorsunuz. Sıkıyönetim mahkemelerinde bile çok az rastlanmıştır buna. Burası kışla değil, yargıçlar komutan değil. Avukatsız, sanıksız yargılama olmaz, halk olmadan aleniyet olmaz. Savunmanın haklarını size asla çiğnetmeyeceğiz. 12 Eylül faşizmi bile bizi susturamadı.”
Hükümetin açlık grevine kayıtsız kaldığı ve çözüm yolunda adım atmadığını kaydeden Kanar, tahammülsüzlükle nitelendirdiği mahkemeyi protesto amacıyla, duruşmayı bir defalığına terk edeceklerini ifade etti.
Kanar’ın bu açıklamalarına karşılık Mahkeme Heyeti Başkanı Ali Alçık da, ”Burası protesto makamı değil, yargılama makamı” şeklinde konuştu.
Daha sonra tutuksuz sanık Çağdaş Ulus’un avukatı Hüseyin Ersöz haricindeki bütün sanık avukatları duruşma salonundan ayrıldı. İçinde milletvekillerinin olduğu Avrupalı heyet de salonda kaldı.
Sanıkların, biri hariç sanık avukatlarının ve izleyicilerin bulunmadığı duruşma salonunda, 2 TRT spikeri tarafından 13. sayfadan itibaren iddianamenin okunmasına geçildi.
‘Duvarlara iddianame okunuyor’
Aldıkları karar gereği duruşmayı terk ederek salondan ayrılan avukatlar adına, mahkeme binasının önünde bir basın açıklaması yapıldı.
Avukatlar adına konuşan Ercan Kanar, duruşma salonunda yaşananları trajikomik olarak niteledi, ”Sanık yok, avukat yok, halk yok, duvarlara iddianame okunuyor. Terörle Mücadele Şubesi’nde miyiz, yargı salonunda mıyız” dedi.
Avukat Züleyha Gülüm ise, ”Mahkemenin, ‘açlık grevleriyle bu davanın ilgisi yok’ demesi gerçekçi değil Müvekkillerimizin tamamı açlık grevindeler. Anadilde savunma yapabilmek taleplerinden biri. Mahkemenin bu tavrı kabul edilemez” dedi.
Avukatlar arasında bulunan BDP Iğdır Milletvekili Pervin Buldan da, ”Şimdi de bu tiyatro, seyircisiz, avukatsız, sanıksız oynanmaya devam ediyor. Kenan Kırkaya, açlık grevleriyle ilgili kısa bir açıklama yapacaktı, izin verilmedi. Bugün yaşanan hukuksuzluk bir kez daha gösterdi ki Türkiye bir hukuk devleti değildir” diye konuştu.
Duruşma yarın sabah iddianamenin, 182. sayfadan itibaren okunmasıyla devam edecek. İddianamenin tamamı 800 sayfadan oluşuyor.
DÜNYA
Fransız belediye başkanı ödenek için açlık grevinde – Milliyet
Fransa’da başkent Paris’in kuzey banliyölerinden Sevran’ın Belediye Başkanı Stephane Gatignon, belediyesine ayrılan bütçenin artırılması için parlamento binasının önüne kurduğu çadırda 4 gündür açlık grevi yapıyor. Belediyesine ayrılan bütçenin artık maaşları ödemeye bile yetmediğini söyleyen Gatignon, meclisten 5 milyon euro ödenek istedi.
Talebi parlamentoda
Cuma günü açlık grevine başlayan Gatignon, “Çok fazla seçeneğim var, ben şehrim için mücadele etmeyi seçtim. Şehrimin bağlı olduğu bölge, Euro Bölgesi içindeki en zengin belediyelere sahip, bu belediyelerin zenginliklerini paylaşması lazım diyerek ülkenin en fakir 100 belediyesine daha fazla yardım yapılması gerektiğini vurguladı. Fransa’da parlamento bugün Gatignon’un talebini de kapsayan belediyelerin bütçe tasarısını oylayacak. Gatignon, açlık grevine devam edip etmeme kararını oylamanın sonucuna göre verecek.
Arap Birliği Suriye muhalefetini resmen tanıdı – Star
Arap birliği Pazartesi yaptığı toplantıda Suriy emuhalefetini oluşturan muhalefet bloku yeni Suriye Ulusal Koalisyonu’nu ‘meşru’ oalrak kabul ederek, diğer muhalefet gruplarının da bu koalisyona katılması çağrısında bulundu.
Kahire’de yapılan Arap Birliği Dışişleri Bakanları toplantısından çıkan kararda PAzar günü Doha’da kurulan Ulusal Koalisyon’un Suriye halkının ‘meşru temsilcisi ve Arap Birliği’nin muhatabı’ olduğu ilan edildi.
Bu açıklamanın öncesinde de Suudi Arabistan, Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri, Umman, Katar ve Kuveyt’ten oluşan Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) üyesi ülkeler de bir açıklama ile Ulusal Koalisyon’u Suriye halkının meşru temsilcisi oalrak tanımışlardı.
Suriye muhalefetinde kim kimdir-BBC
18 aydır Beşar Esad yönetimini devirmeye çalışan Suriye muhalefeti birçok farklı gruptan oluşuyor.
Son olarak Suriye Devrimi ve Muhalefet Güçleri Ulusal Koalisyonu adı altında yeni bir koalisyon kuruldu ve başına Şeyh Moaz el-Hatib getirildi.
İşte geniş bir yelpazedeki Suriye muhalefetinin başlıca grupları:
Liderlik Konseyi
11 Kasım 2012’de Katar’da toplanan muhalefet grupları 60 kişiden oluşan yeni ve daha kapsayıcı bir liderlik konseyi kurulmasını kararlaştırdı.
Suriye içi ve dışından üyeleri kapsayan Suriye Devrimi ve Muhalefet Güçleri Ulusal Koalisyonu’nun ülkenin tek yasal temsilcisi olarak tanınması, yapılacak mali ve muhtemelen askeri yardımlar için tek adres olması umuluyor.
İsyancıların kontrolündeki bölgeleri yönetmek ve Esad sonrası geçiş döneminde neler yapılacağını belirlemek koalisyonun amaçları arasında.
Koalisyona bir zamanlar Şam’daki Ümmeyye Camii imamı olan Şeyh Moaz el-Hatib başkanlık ediyor.
Suriye muhalefetinin yeni lideri el-Hatib
Ilımlı bir kişi olduğu söylenen Sünni din adamı El-Hatib, 2011 ve 2012’de birkaç kez tutuklanmış daha sonra serbest bırakılmıştı.
El-Hatib, Katar’ın başkenti Doha’da yeni muhalefet koalisyonunun başkanlığına seçildikten sonra Suriyeli askerlere orduyu terketmeleri çağrısında bulundu ve tüm mezhep ve etnik grupların birleşmesini istedi.
Suriye Devrimi ve Muhalefet Güçleri Ulusal Koalisyonu’nun başkan yardımcılıklarına rejim aleyhtarı işadamı Riyad Seyf ve ünlü bir siyasi aileden olan Süheyr el-Etesi getirildi. Başkan yardımcılıklarına bir Kürt temsilcinin de katılması bekleniyor.
Suriye dışındaki Suriyelilerin insani yardım çalışmalarına yardımcı olan Mustafa Sabbagh ise genel sekreterliğe seçildi.
Daha önce en büyük muhalefet örgütlenmesi olan Suriye Ulusal Konseyi, koalisyon grubundaki 60 sandalyeden sadece 22’sini kontrol edecek.
Ancak konseyin yeni başkanı George Sabra koalisyonun kurulmasını “rejime karşı önemli bir adım” diye niteledi.
Şiddeti reddeden ve hükümetle görüşmekten yana olan iç muhalefeti temsil eden Ulusal Eşgüdüm Komitesi ise koalisyona katılma sözü vermedi.
Komitenin başkan yardımcısı Hasan Abdül Azim, Doha’ya davet edilmediklerini ancak muhalefetin birleşmesini olumlu karşıladıklarını söyledi.
Suriye Ulusal Konseyi
Suriye Ulusal Konseyi, 2011 yılının Ekim ayında Beşar Esad yönetimine alternatif olarak kuruldu.
Konseyin şu andaki başkanı Hristiyan ve sol görüşlü bir rejim aleyhtarı olan George Sabra.
Sabra, Suriye Devrimi ve Muhalefet Güçleri Ulusal Koalisyonu kurulmadan kısa süre önce Kürt muhalif Abdelbaset Sayda’nın yerine seçilmişti.
Hem Sayda, hem de bir önceki Suriye Ulusal Konseyi lideri Burhan Ghalioun, ortak bir muhalefet cephesi oluşturamamakla eleştirilmişti.
Suriye Ulusal Konseyi, bütün yasal yollara başvurarak rejimi devirmeyi ve Suriye toplumunun tüm unsurları arasında birliği sağlamayı amaçladığını belirtiyor. Web sitesinde “Suriye devriminin şiddet içermeyen karakterini koruyacağını ve yabancı askeri müdahaleye karşı olduğunu” yazıyor.
Suriye’de çoğunluktaki Sünnilerin ağırlıkta olduğu Suriye Ulusal Konseyi, herbiri yaklaşık olarak nüfusun yüzde 10’unu oluşturan Hristiyan ve Alevilerden destek almaya uğraştı.
Suriye Ulusal Konseyi, Özgür Suriye Ordusu ile birlikte çalışmakta zorlandı.
Ancak iki grup, operasyonlarını koordine etmek konusunda anlaşma sağladı ve Ulusal Konsey uluslararası camiaya isyancılara destek olması çağrısında bulundu.
George Sabra, Suriye Devrimi ve Muhalefet Güçleri Ulusal Koalisyonu’nun kurulması ardından Suriye Ulusal Konseyi’nin “altta kalmayacağını” söyledi.
Sabra “Ulusal Konsey bu girişimden ve tüm diğer girişimlerden eskidir, derin bir siyasi ve bölgesel yapısı vardır” dedi.
Suriye ordusunun sokaklardan çekilmesi Eşgüdüm Komitesi’nin koşulları arasında
Ulusal Eşgüdüm Komitesi
2011’in Eylül ayında kurulan Ulusal Eşgüdüm Komitesi 13 sol eğilimli siyasi parti, üç Kürt partisi ve bağımsız siyasi ve gençlik eylemcilerinden oluşuyor.
Komiteye Hüseyin Abdül Azim başkanlık ediyor.
Komite hükümetle müzakere ve dış müdahale konularında Suriye Ulusal Konseyi’nden farklı düşünüyor.
Eşgüdüm Komitesi, ordunun sokaklardan çekilmesi, barışçı göstericilere yönelik saldırılara son verilmesi ve tüm siyasi tutukluların serbest bırakılması karşılığında hükümetle diyalogtan yana.
Uçuş yasağı gibi önlemler içerecek dış müdahalelere karşı ve Esad üzerindeki baskının arttırılması için ekonomik yaptırımlar ve diğer diplomatik önlemlere başvurulması gerektiğini düşünüyor.
Koşullu da olsa hükümetle diyalog çağrısında bulunan tek muhalefet grubu olma özelliğini taşıyor.
Özgür Suriye Ordusu
Özgür Suriye Ordusu, Suriye’den kaçan askerler tarafından Türkiye’de kuruldu.
Liderleri eski bir hava albayı olan Riyad el-Esad.
Ordu, kurulduğu zaman “özgürlük ve itibar edinmek, rejimi devirmek, devrimi korumak ve rejimi müdafaa eden sorumsuz askeri mekanizmaya karşı durmak” için çalışacağını bildirdi.
Albay el-Esad, komutasında 40.000’den fazla kişi olduğunu öne sürüyor. Ancak gözlemcilere göre bu rakam en fazla 10.000 civarında.
Ellerinde doğru-dürüst silah olmadığı ve pek çoğunun en temel eğitim dışında askeri eğitime sahip olmadığı söyleniyor.
Özgür Suriye Ordusu, doğrudan yaklaşık 200.000 askeri olan Suriye ordusunun karşısına çıkacak gücü olmadığını kabul ediyor.
Üyeleri çoğunlukla Sünni, liderleri ise genelde Alevi.
Suriye Muhalefetinin Yeni Lideri Kahire’de-A.Sesi
Suriye’nin yeni kurulan muhalefet cephesinin lideri diplomatik alanda tanınma sağlamak için Arap Birliği’nin Kahire’deki merkezine gitti.
Üç ay önce Suriye’yi terkeden ılımlı Sünni din adamı Ahmed Maath el-Katip’e Katar Başbakanı Şeyh Hamad bin cesim bin Cebir El Thani eşlik etti. Katar, dört gün süren ve muhalefet gruplarının anlaşmaya varmasıyla sona eren toplantısına ev sahipliği yapmıştı. Anlaşma özellikle Amerika ve bazı Arap ülkelerinin baskısıyla gerçekleşti.
Arap Birliği yetkilileri, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’a karşı savaşan grupların yeni bir koalisyon kurma konusunda vardıkları anlaşmadan sonra durum değerlendirmesi yapmak üzere toplandı.
Arap Birliği Başkanı Nebil El Arabi, dışişleri bakanlarının Kahire’deki toplantısından önce özel temsilci Lakhdar Brahimi’yle görüştü.
Suriye’deki muhalif gruplar Pazar günü ılımlı din adamı Maath el-Katip’i yeni kurulan koalisyona başkan seçti. İş adamı Riad Seif ve tanınmış kadın eylemci Süheir el-Attasi ise başkan yardımcılıklarına getirildi.
Amerikan Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada Amerika’nın Suriye’de barışçı ve demokratik bir gelecek kurmak ve Esad’ın kanlı rejimine son vermek amacıyla çalışacak koalisyonu destekleyeceği bildirildi.
Muhalifler, Esad hükümetiyle diyaloğa girmeyeceklerini söylüyor.
Öte yandan Şanlıurfa’nın Ceylanpınar ilçesine sınırı olan Suriye’nin Resuleyn ilçesi, Suriye ordusuna ait savaş uçaklarının bombardımanıyla sarsıldı. Saldırıda en az dört kişinin öldüğü bildiriliyor. Muhalifler ilçeyi geçen hafta kontrol altına almıştı.
Bu arada Kızılay, Suriye’den kaçan mülteciler için 43 milyon dolarlık acil yardım talebinde bulundu. Kızılay’dan yapılan açıklamada yardımın Türkiye’deki kamplarda yaşayan yüz bin Suriyeli için kullanılacağı belirtildi. Bu paranın bir kısmının ek 50 bin mülteciye gıda sağlamak için kullanılacağı açıklandı.
Rusya: Suriye muhalefetinin ültimatomları kabul edilemez- Rusyanın Sesi
Pazartesi günü, Rusya Dışişleri Bakanlığı Resmi Sözcüsü Aleksandr Lukaşeviç’in açıklamasında, Suriye muhalefetince öne sürülen Rusya’nın Suriye tutumuna ilişkin ültimatomları, Moskova tarafından kabul edilemez bulunduğu ifade edildi. “Biz Suriye’nin geleceğinin, güç kullanmak ve açık terörist yöntemlere dayandıranlara bağlı olmasının kabul edilemez olduğunu bir daha belirtiyoruz. dedi. Diplomat, 11 kasımda El Cezire televizyon kanalında ve internette, “Özgür Suriye Ordusu (Şam ve civarlarının) Askeri Kurulunun ültimatomunun yayınlandığını da hatırlattı. Ültimatomda, tüm uluslararası diplomatik misyon, uluslararası kuruluş temsilcileri ve yabancı şirket çalışanlarına 72 saat içinde Suriye’yi terk etmeleri önerilmişti. Ayrıca, Suriye Özgür Ordusu Ortak Yönetimi temsilcisi Fahd el-Masri, tutumunu değiştirmediği sürece Rusya’nın “düşman ülke olarak algılanacağını belirtmişti.
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.navendalekolin.com – www.lekolin.org – www.lekolin.net – www.lekolin.info