20 Nisan 2013 Cumartesi Saat 07:18
Zarokan: Em dayîk û bavê xwe dixwazin – DÎHA
Piştî Nîzamettîn û Yasemîn Yilmaz ên belavkariya Rojnameyên Azadiya Welat û Ozgur Gundemê dikirin li navçeya Dêrîkê ya Mêrdînê hatin girtin zarokên wan Dîlek (7),Viyan (5) , Renas (2) Yilmaz tenê man û gotin: “Em êdî dayîk û bavê xwe dixwazin. Bila êdî ew bên cem me.”
Belavkarên Azadiya Welat û Ozgur Gundemê Nizamettîn û Yasemîn Yilmaz di 7’ê adarê de bi îdîaya “propagandeya rêxistinê kirin” li navçeya Dêrîkê hatin girtin. Piştî dayîk û bav hatin girtin zarokên wan Dîlek (7), Viyan (5) û Renas (2) tenê man. Dapîra zarokan Mehdiye Yilmaz xwedî li zarokan derket û bi zarokan re eleqedar dibe. Yilmaz, diyar kir ku gelek caran bûk û kurê wê hatin binçavkirin. Yilmaz, anî ziman ku neviyên wê êdî dayîk û bavê xwe dixwazin û bêsûc hatin girtin. Yilmaz, bal kişand ser heqaretên dema polîsan bi ser malê de girtin li wan kirin û wiha got: “Polîsan şevê bi gelek wesayîtên zirxî bi ser mala kurê min de girtin û kurê min binçavkirin. Di heman saetan de bûka min a ku ducanî li Şemrexê rojname belav dikirin jî binçavkirin. Di serdagirtinê de polîsan hemû alavên malê tevlî hev kirin û ligel vê yekê gotin heviya min a 7 salî Dîlekê mal wisa lêkiri û divê kom bike. Di dema lêgerînê de polîs li rayedarên TEDAŞ’ê geriyan û bi îdîaya kurê min ceyrana qaçax bikarînî nêzî 3 hezar TL. cezayê pere birîn. Ligel vê yekê ji ber zextên psîkolojî zarok ji ber bûka min çû.”
‘Divê Dîlek 2 sal şunda jî bê ameliyetakirin’
Yilmaz, anî ziman ku ji ber heviya wê Dîlek berê qezaya trafîkê derbas kir talukeya wê ya jiyanê heye û ji ber temenê wê borî nikare berê xwe bide zarokan. Yilmaz, da zanîn ku neviya wê Dîlek 3 sal berê qezaya trafîkê derbas kir û ji ber qezayê hestiyê serê wê zirar da mejûyê wê û wiha axivî: “Neviya min Dîlekê 3 sal berê qezaya trafîk derbas kir. Di wê qezayê de hestiyê ser zirar da mûjiyê wê. Ji ber ameliyeta derbas kir demekê li Nexweşxaneya Dewletê ya Mêrdînê ma. Lê niha di aliyê serê wê yê piştê hestî tuneye. Divê baş lê bê nêrîn û ji darbeyan bê parastin. Lê ez bi vê halê xwe yê kal zêde lê baldar nîn im. Ez jî nexweşa şekir û tansiyonê me. Di heman demê de ez berê xwe didim hevserê xwe yê nexweş jî û ji ber vê yekê ez zêde li cem wan namînim û baldar nabim. Ji ber vê yekê divê her tim di binçavdêriya dayîk û bavê xwe da bin. Divê Dîlek 2 sal şunda jî bê ameliyetakirin.”
‘Em dayîk û bavê xwe dixwazin”
Piştî girtîna dayîk û bavên Dîlek, Viyan û Renas hatin girtin her tim digirîn û wan dixwazin. Dîlek a 7 salî û nexweş bi çavên rondik wiha got: “Em dayîk û bavê xwe dixwazin. Birayê min yê 2 salî Renas her roj digirî. Êdî bila wan bên cem me.”
‘Tekirdağ’da işkence görüşmeler sonrası arttı’ – DİHA
TUAD Başkanı Sinan Zincir, 21 tutsağın süresiz-dönüşümsüz açlık grevinde olduğu Tekirdağ 2 No’lu F Tipi Cezaevi’nin her dönem bir işkence merkezi olduğunu ancak PKK Lideri Abdullah Öcalan ile başlatılan görüşmeler sonrasında bu işkencelerin iyice arttığını söyledi. İHD İstanbul Şubesi Başkanı Ümit Efe ise, tutsakların taleplerinin kabul edilmesi için eyleme geçeceklerini duyurdu.
İnsanlık dışı muamele ve işkence haberleriyle sık sık gündeme gelen Tekirdağ 2 No’lu F Tipi Cezaevi’nde 25 Mart’tan bu yana 19’u PKK, 2’si Devrimci Karargah davasından tutuklu 21 tutsak süresiz-dönüşümsüz açlık grevinde. Açlık grevinde bulunan tutsakların dışarı ile iletişiminin tamamen engellendiği cezaevinde, açlık grevi eylemcilerinin mutlaka alması gereken B1 vitamininin girişinin de engellendiği bildiriliyor. 27’nci günü geride bırakan açlık grevi ile ilgili İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi Başkanı Ümit Efe ve Tutuklu Aileleri ile Yardımlaşma Derneği (TUAD) Başkanı Avukat Sinan Zincir duyarlılık çağrısı yaptı.
Tutsakların kitaplarının ellerinden zorla alınmasıyla ilgili çok yakın bir zaman önce Tekirdağ 1 ve 2 No’lu F Tipi Cezaevi’ne gittiklerini belirten Efe, cezaevi başsavcısı ve müdürleriyle bir toplantı yaptıklarını aktardı. Efe, cezaevinde tutsakların siyasi eğilimlerine göre hareket etmelerine ek olarak insan haklarına saygılı olmayan personellerin bulunmasının yoğun olarak şiddete dönüştüğünü dile getirerek, “Tekirdağ 2 No’lu F Tipi Cezaevi’nde çok sayıda PKK’li mahpus var. Bunlar ülkedeki siyasi atmosfere göre her dönemde ayrı muameleye maruz kaldılar. Adeta bir rehin uygulaması yapıldı bu tutuklu ve hükümlülere. Masumiyet karinesi dahi gözetilmemektedir. Hepsi PKK davasından da yargılanmıyor ancak Kürt olduğu zaman hepsi de PKK’lidir. Bunların içinde gazeteciler var, aydınlar var. Değişik yasa maddeleriyle yargılanıyorlar ama Kürt isen hatta Türkiye solundan bile yargılanıyorsanız, ülkenin siyasi atmosferine göre bir tutum alıyorlar” değerlendirmesinde bulundu.
‘Tek ve 3 kişilik hücreler işkenceye zemin hazırlıyor’
Tutsakların, F tipi cezaevlerinde tek ve 3 kişilik hücrelerde kaldıklarını hatırlatan Efe, bu durumun tutsaklara her türlü işkencenin yapılmasına uygun ortam hazırladığını söyledi. “Bu ortamdan çokça nasiplerini alıyor tutuklu ve hükümlüler. İçerde bulundukları koşullarda da seslerini duyurabilecekleri bütün yolları denedikten sonra bedenlerini açlığa yatırarak seslerini duyurmaya çalışıyorlar. Yoğunlukla bu cezaevinde işkence ve kötü muamele iddiaları var. İdare her zaman yalanladı bu iddiaları ama biz de her zaman tespit ettik” diyen Efe, tutsakların çırılçıplak soyularak aranmasının bu uygulamalardan biri olduğunu dile getirdi.
‘Mahpusların iletişimi engelleniyor’
Cezaevindeki işkence ve kötü muameleleri sıralayan Efe, cezaevi idaresine de şu uyarılarda bulundu: “Bir başka mahpusla olan ilişkileri her koşulda insanlık dışı bir biçimde kesen, baş eğdirmeye, diz çöktürmeye çalışan uygulamalarla karşılaştık. Her seferinde gittik, görüştük ve 21’inci yüzyılda ülkede barış çabalarının ve iradesinin dolaştığı, çözüm yollarının arandığı bir dönemde rehin muamelesi yapılan, elleri kolları bağlı dört duvar arasında bulunan mahpuslara imhacı, yok edici yaklaşımlarından, insanlık dışı yaklaşımlarından vazgeçilmesine çağırdık.” Bir cezaevi müdürünün bu uygulamalar ve nefret söylemleri nedeniyle geri plana alındığını ancak hala görev yaptığını belirten Efe, “Tutsakların 9 temel talepleri var. Bu 9 temel talebe bakıldığında aç kalarak bu sorunları anlatmaya gerek var mı dedirtecek kadar kolay çözülebilir. Mesela onur kırıcı arama istemiyoruz diyorlar, bundan daha doğal, daha insani bir şey olabilir mi? ‘Hücreler arası kitap alışverişi istiyoruz’ diyorlar bundan daha doğal bir şey olabilir mi? O kitapları zorla topladıklarında biz heyet olarak gittik ve sorun çözüldü” dedi.
‘Talepler son derece demokratik’
En kısa zamanda bir heyet oluşturarak tekrar cezaevine gideceklerini belirten Efe, “Bütün bu mahpusları açlığa götüren talepler çözülebilir ve son derece demokratik talepler. Mahpus insandır, bütün cezaevi sistemlerinin onu insan kabul etmesi gerekir. Öteki, hasım, rehin muamelelerinden vazgeçilmesi gerekir. Onların siyasal fikirlerinden, duruşlarından vazgeçmeleri için işkence uygulamalarından vazgeçilmesi gerekir. Sorumluların yargılanması, eğitilmesi ve görevden el çekilmesi gerekir” diyerek bir an evvel bu sorunun çözülmesi için arabuluculuk görevini üstleneceklerini belirtti.
Açlık grevi için yürüyüş yapılacak
Efe, İHD İstanbul Şubesi Cezaevi Komisyonu’nun her hafta gerçekleştirdiği “F” oturmaları eyleminde de bu meseleyi ele alacaklarını ve gelecek hafta büyük bir yürüyüşle konuya dikkat çekeceklerini duyurdu. “Genel merkezimiz temelinde dün bazı girişimlerimiz oldu. Biz İHD olarak insan bedeni üzerindeki zarar verici eylemleri doğru bulmuyoruz fakat direnme hakkını da bir insan hakkı olarak değerlendiriyoruz” diyen Efe, kamuoyuna, basına, sivil toplum örgütlerine, aile örgütlerine çok görev düştüğünü ve bir an önce el birliği ile sorunun çözümü için sorunu sahiplenmek gerektiğinin altını çizdi.
‘B1 verilmiyor’
Konuya ilişkin yaptıkları çalışmalar hakkında bilgi veren Efe, “Avukat arkadaşlarımız tutuklularla bir görüşme yaptı. Onlar 9 maddelik taleplerinden bahsettiler. Tabip Odası ile de görüştük, onlar da takip ediyor” diyerek, B1 vitaminin tutsaklara verilmediğine dikkat çekti. B1 vitamininin açlık grevi yapanlar için zorunlu olduğunun altını çizen Efe, “İnsanlar açlık grevlerinde B1 vitamini kullanmadıklarında Wernicke Korsakoff isimli hastalık ortaya çıkıyor. Beyin ve sinir hücreleri ölüyor. B1 vitamini bu yüzden elzem. Hiçbir açlık grevi sürecinde bunu aşamadık. Geçtiğimiz süreçte siyasal talepleri olan PKK’li tutukluların eylemi vardı, aşamamıştık. Saf B1 vitamini kullanmaları gerekli ve bu B1’i reçeteleri olduğu koşulda ailelerinden avukatlarından idare almak zorunda. Yoksa bir katliama ortak oluyor. Ülkemizde 500 ile bin arası Wernicke Korsakofflu insan var, bu çok acı bir tablo ve buna kimsenin hakkı yok. Derhal B1 verilmeli. Biz de bu konuda çalışmalarımızı sıklaştıracağız” dedi.
‘Cezaevi doktorları işkenceye ortak’
TUAD Başkanı Avukat Sinan Zincir ise, Tekirdağ Cezaevi’nin her dönem bir işkence merkezi olduğunu, yaşanan hak ihlalleri ve işkenceye dönüşen uygulamalar hakkında defalarca basın açıklamaları yaptıklarını, suç duyurusunda bulunduklarını söyledi. Bu girişimlerine karşın cezaevinde hiçbir olumlu gelişme yaşanmadığını kaydeden Zincir, cezaevindeki baskı ve insanlık dışı uygulamaların cezaevi yönetimi tarafından özellikle PKK Lideri Abdullah Öcalan ile başlatılan görüşmeler sonrası yoğunlaşmasının dikkat çekici olduğunu söyledi. Geçtiğimiz hafta tutsaklarla görüştüklerini belirten Zincir, cezaevi doktorlarının da işkencenin ortağı olduğuna vurgu yaparak, tutsakların ölümle karşı karşıya gelmeden tedavi edilmediklerini söyledi. Kamuoyuna duyarlılık çağrısında bulunan Zincir, “Hafta başı TUAD üyeleri olarak açlık grevi eylemcilerini ziyaret edeceğiz. Ayrıca 24 Nisan’da BDP’li vekillerden oluşan bir heyet tutsaklarla görüşecek. Şu an tutsakların hiçbir mektubu ve faksı dışarıya iletilmiyor. Tutsakların dış dünya ile bağlantısı kesilmeye çalışılıyor. Ayrıca tutsaklara B1 vitamini de verilmiyor. Türkiye’deki tüm siyasi tutsakları bu insanlık dışı uygulamaya karşı Adalet Bakanlığı’na faks çekmeye çağırıyoruz. Ayrıca tüm toplumsal kesimleri tutsakların sesine duyarlı olmaya çağırıyoruz” dedi. (SEVDİYE ERGÜRBÜZ / ÇAĞDAŞ KAPLAN)
Beştaş: Vekişîn dê hawira ji bo çareseriyê amade bike – ANF
Alîkara Hevserokên Giştî yên BDP’ê Meral Daniş Beştaş destnîşan kir ku pirsgirêka Kurd bi vekişîna hêzên çekdar re çareser nabe û diyar kir ku ev yek tê wê wateyê ku dê ji bo axaftina vê pirsgirêkê hawirek bê amadekirin.
Di meclîsê de ji bo pêvajoya çareseriya pirsgirêka Kurd komînsyona bi navê “Komîsyona Lêkolînên Rêyên Aşitiya Civakî û Lêkolînkirina Nirxandinên Pêvajoya Çareseriyê hate sazkirin. AKP endamên xwe yên ji bo vê komîsyonê diyar kir û tê payin ku BDP jî van rojan endam diyar bike. CHP û MHP’ê dabûn diyarkirin ku ew ê endam nedin komîsyonê.
Alîkara Hevserokên BDP’ê û Berpirsa Komîsyona Huqûq û Mafê Mirovan a BDP’ê Meral Daniş Beştaş derbarê meclîsa ji bo pêvajoya çareseriyê di Meclîsê de hate sazkirin ji ANF’ê re axivî
Beştaş xwest ku endamên komîsyonê yên AKP’yî xwe ji pêşdarazên berê rizgar bikin û bi vî awayî xwe tevlî xebatê bkin û got: “Helbet derbarê navan de nîqaş tên kirin. Lê ji van nîqaşan zêdetir tişa girîng divê AKP’yî xwe ji pêşdarazên berê rizgar bikin û ji bo jiyaneke wekhevî û azadî bixebitin.
REXNEYA BELAVKIRINA ENDAMAN Û PÊVAJOYA XEBATÊ
Beştaş destnîşan kir ku li gorî rêziknameyê divê AKP 10, CHP 4, MHP 2 û BDP jî 1 endam bide komîsyonê û got ku divê ev pêkanîn were guhertin. Beştaş diyar kir ku Meclîs dikare vê yekê biguhere û got: “Dibe hejmara koma me ya li Meclîsê kêm be, lê 5 parlementerên me girtî ne, mixabin parlementereke me (Şerafettîn Elçî) jiayna xwe ji dest da. Dîsa bi heman awayî astengiyên qanûnî lipêşiya me hene.
Beştaş diyar kir ku wana xwestiye ku hejmara wan a di komîsyonê de were zêdekirin û xebatên weke Komîsyona Makeqanûnê û Komîsyonên Çareseriyê weke mînak nîşan da û da zanîn ku divê hemû partî bi awayeke wekhev endam bidin komîsyonê.
Beştaş diyar kir ku divê komîsyon tenê weke “lêkolîna meclîsê neyê fêmkirin û got: “Ev hewlaneke bi navê lêkolîna rêyên aşitiya civakî ne û wiha domand: “Divê Kurd çi jiyane, binpêkirinên mafan, sirgun, koçberiya bi darê zorê, kuştinên kiryar nediyar, lêkolîn bike. Divê lêkolîn bike ka Kurdan çima serî hil dane û di demeke diyar de desthilatiyan çima ev yekkirine. Divê vana hemûyan deyne ser maseyê.
WEKE BDP’Ê AMADEKARIYÊN ME TAM IN
Beştaş destnîşan kir ku Meclîs yek ji aktorên sereke yên pêvajoyê ne û bi bîr xist ku Meclîs dikare qanûnan çêbike, ji ber ku Meclîs temsîla gel dike, xwedî hemû cûre rayeyan e û ji bo vê pirsgirêkê jî dikare gelek mekanîzmayan têxe dewrê.
Beştaş da zanîn ku ew ê xebatên xwe yên heta îro rojane bikin û daxilê komîsyonê bikin û ev agahî da : “Gelek xebatên me yên li ser lêkolîna heqîqetan, rû bi rû bûna bi raboriyê re, koçberiyê ji gudan hene. Em ê vana bikin yek û dikomîsyona lêkolînê de bi kar bînin. Beştaş wiha axivî: “Weke BDP’ê amadekariyên me temam in. Me gelek xebatên weke guhertinên qanûnî, rewşa girtîgehan, derxistina qanûnên cûda, paqijkirina rê ya ji bo azadî û mafan, demokratîkbûna Tirkiyeyê, kir û em niha jî dikin. Em ê vana jî di komîsyonê de bi kar bînin.
KOMÎSYON DÊ BI MECLÎSÊ GAV BIDE AVÊTIN
Beştaş diyar kir ku ew ê pêvajoy çareseriyê û avakirina aşitiya civakî ya ji aliyê komîsyonê ve binirxînin û got: “Komîsyona Lêkolîna Derbeyan bifikirin. Komîsyon dê vê yekê bide kirin, pêşniyar bike. Em bêjin di xwezaya vê yekê de encamek derdikeve, ger hêzên çekdar ji nava sînor vebikişin, yên bê çek ên ku li hundur mane dê siyasetê bikin, dê çawa bimînin? Ji bo vê yekê pêwîstî bi kanalên ku dê rê li ber demokratîkbûn û sereratkirinên qanûnî vebike, hene. Komîsyon dê vana bike û ji Meclîsê bixwaze ku van guhertinan bike. Gelek endamên partiya me tenê ji ber ku siyaset kirine girtî ne. Divê astengiyên li pêşiya çareseriyê rabin. Û evane jî asteng in. Divê ev astengî bên rakirin. An ne, dê bêbaweriya her du aliyan a li hemberî hev berdewam bike. Ji bo vê jî sebir divê û her tişt jî di carekê de nabe. Ya girîng baweriya bi çareserî û aşitiyê ye.
‘VEKIŞÎN ÇARESER NAKE, DÊ RÊYA ÇARESERIYÊ VEBIKE’
Beştaş da zanîn ku bi vekişîna hêzên çekdar pirsgirêka Kurd çareser nabe û diyar kir ku ev yek tê wateya amadekirina hawira çareseriyê . Alîkara Hevserokên Giştî yên BDP’ê Meral Daniş Beştaş destnîşan kir ku pirsgirêka Kurd bi vekişîna hêzên çekdar re çareser nabe û diyar kir ku ev yek tê wê wateyê ku dê ji bo axaftina vê pirsgirêkê hawirek bê amadekirin.
Almanya’da PKK yasağı çıkmazı! – ANF
1993’de PKK’yi Türkiye ile ilişkiler nedeniyle ve NATO’nun baskısıyla yasaklayan Alman hükümeti, 20 yıl sonra yasağa gerekçe bulmakta zorlanıyor. Sol Parti’nin soru önerisine İçişleri Bakanlığı “Yasak ülkemizin güvenliği için sürecek” yanıtını verdi. Bakanlığın yanıtını eleştiren parlamenter Ulla Jelpke ise “PKK yasağı Türkiye’deki barış sürecini engelliyor” dedi.
26 Kasım 1993 günü dönemin Türk başbakanı Tansu Çiller ile sıkı ilişkileri olan Helmut Kohl hükümeti, Almanya’da yaşayan Kürtlerin siyasi çalışmalarını engelleyen, Kürt özgürlük mücadelesinin uluslararası alanda zorlayacak bir karar aldı. “Dış politikadaki ilgilerimiz, Türkiye ile ilişkiler ve NATO üyeliği” gerekçesiyle Kohl hükümeti çıkarttığı genelgeyle PKK’yi yasaklarken onlarca Kürt derneğinin de kapısına kilit vurulmuştu.
Kürt hareketine karşı dünya çapında alınan ilk olma niteliği de taşıyan bu karar, aslında 11 Eylül 2001 saldırıları sonrası ABD’nin baskısıyla Avrupa Birliği’nin çıkarttığı “Terörist örgütler” listesine de esin kaynağı oldu. Avrupa Komisyonu, 2 Mayıs 2002’de ilan ettiği listeye PKK’yi almıştı. Ancak Alman hükümeti nedense daha sonraki yıllarda yasaklamalar ve çıkarttığı tutuklama kararlarında hep AB’nin bu listesini de öne sürecekti.
2013 yılının ilk aylarında Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da başlayan Kürt sorunun çözüm süreci ve Öcalan’ın Newroz’da yaptığı çağrının ardından Almanya’nın PKK yasağı ile AB’nin listesi yeniden gündeme geldi. 17 Nisan Çarşamba günü Avrupa Parlamentosu’nda basın toplantısı düzenleyen DTK Eşbaşkanı Ahmet Türk, Avrupa Birliği’nden Kürt hareketinin “terörist örgütler” listesinden çıkarmasını istedi. BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş ise hafta başında Berlin’de yaptığı temaslarda Almanya’nın PKK’ye olan bakışını değiştirmesini ve 20 yıllık yasağın kalkması gerektiğini ifade etmişti.
SÜRECE RAĞMEN YASAK SÜRECEK!
Avrupa’da Kürt siyasetçilerinin diplomasi trafiğinin arttığı bir dönemde Almanya İçişleri Bakanlığı, Sol Parti’nin PKK yasağına ilişkin Federal Meclis’e verdiği soru önergesini yanıtladı. Parlamenter Ulla Jelpke’nin öncülüğünde verilen önergede hükümete PKK yasağının neden sürdüğünün yanısıra, geçen 20 yıl içindeki yasak istatistiklerinin açıklanması istenerek, Kürt sorunun çözümü konusunda Almanya’nın rolü sorulmuştu.
Bakanlık 11 Nisan tarihinde verdiği ve bugün ANF’ye ulaşan yanıtta 1993’deki 6.900 PKK’li sayısının 2013’te 13 bine çıktığını belirterek, yasağın süreceğini bildirdi. 20 yıl önce PKK yasağını dış politika ile gerekçelendiren bakanlığın, bu kez farklı bir argümanı öne sürmesi dikkat çekti. Sol Parti’nin “PKK yasağının kalkması ve Kürt organizasyonlara vurulan terörist damgasından vazgeçilmesi barış sürecini desteklemez mi?” şeklindeki sorusuna İçişleri Bakanlığı şu yanıtı verdi:
“Alman hükümeti Türk hükümetiyle yaptığı görüşmelerde Türk-Kürt çatışmasının barışçıl yollarla sona ermesi konusunu sıkça dile getiriyor. Ancak 1993’ten bu yana süren PKK yasağı, Türk hükümetinin 2012 yılının sonundan itibaren PKK ile yapmaya başladığı görüşmelerden bağımsız olarak ele alınmalı. PKK yasağı, iç güvenlik için sürecektir.”
BAKANLIK, POLİSİN ÖLDÜRDÜĞÜ HALİM DENER’İ UNUTTU!
Bakanlığın “iç güvenliği tehdit ediyor” dediği ve “şiddet eylemleri” olarak nitelendirdiği son yıllardaki gösterilerin sadece Almanya çapında yapılan, bir tek kişinin bile burnunun kanamadığı işgal eylemlerinin olması dikkat çekti. 20 yılda 57 Kürt kurum ve organizasyonun yasaklandığını bildiren bakanlığın verdiği yasakların bilançosu ise tek taraflı.
21 Mart 1994 günü, yasakla birlikte Almanya’nın Newroz kutlamalarına izin vermemesi üzerine Mannheim’de bedenlerini ateşe veren Kürt kadın aktivistlerinden Nilgün Yıldırım (Berîvan) ve Bedriye Taş (Ronahî)’ye dikkat çeken bakanlık Alman polisinin aynı yıl Hannover’de öldürdüğü 16 yaşındaki Kürt genci Halim Dener’i istatistiklerine almadı. Ayrıca bakanlık, 1995’te Berlin’de açlık grevi eyleminde hayatını kaybeden Gülnaz Baghistani ile 17 Şubat 1999’da Berlin’deki İsrail konsolosluğu eyleminde katledilen 4 Kürdü de unuttu.
JELPK: ÖCALAN FOTOĞRAFLARI SUÇ OLMAMALI
Bakanlık, Sol Parti’nin sorularına baştan salma yanıtlar verirken, soru önerisini hazırlayan Federal Meclis üyesi Ulla Jelpke hükümetin tavrını sert şekilde eleştirdi. Yasağa rağmen ülkedeki PKK’li sayısının ikiye katlandığını ve yasağın anlamsız şekilde sürdüğüne dikkat çeken Sol Partili Jelpke “PKK yasağı Türkiye’deki barış sürecini etkiliyor” dedi.
Almanya’da yaşayan Kürtlerin polis ve adli takip korkusu yaşamadan PKK ve Türk hükümeti arasında başlayan çözüm sürecine tabii olmak istediklerini belirten Jelpke, Angela Merkel hükümetine şu çağrı yaptı: “Öcalan’ın çağrısı ve PKK’nin ateşkes ilanının ardından Almanya’daki PKK yasağı artık kaldırılmalı. Türk hükümetinin PKK lideriyle görüşmeler yaptığı sırada Almanya’da yaşayan Kürtler Öcalan fotoğrafı taşıdıkları için artık cezalandırılmamalı. Alman hükümeti Kürt sorununda esen barış ve çözüm rüzgarı konusunda yeterli düzeyde bilgi sahibi olmalı.”
KİMLİK KAMPANYASI DA OLUMSUZ YANIT VERİLMİŞTİ
PKK yasağına ilişkin ısrarın yanı sıra Alman hükümeti, Kürtlerin geçtiğimiz yıl gündeme getirdiği “Kürt kimliği tanınsın” kampanyasındaki taleplere de duyarsız kalmıştı. Toplanan 60 bin imzanın ardından 15 Ekim 2012 günü Almanya’da yaşayan Kürtlerin 12 talebini dinleyen Federal Meclis Dilekçe Komisyonu üyelerine İçişleri Bakanlığı’nın Kasım 2012’de genelge göndererek reddettiği ortaya çıkmıştı.
Karasu: Geri çekilme bir mücadele hamlesidir – ANF
Geri çekilme sürecinin demokratik çözüm projesinin bir parçası olduğunu vurgulayan KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu, “bunu mücadeleden geri çekilme değil de, bir mücadele hamlesi olarak değerlendiriyoruz. Mücadeleyi daha etkili yürütmenin, yaratmanın projesi olarak değerlendiriyoruz dedi. Karasu, geri çekilme tartışmalarına yaklaşımın da Kürt sorununa yaklaşım olduğunun altını çizdi.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın inisiyatifiyle başlayan demokratik çözüm süreciyle ilgili, gerillaların Kuzey Kürdistan’dan Güney Kürdistan’a, Medya Savunma Alanları’na çekilmesi gündemdeki yerini koruyor. ‘Geri çekilme’ olarak adlandırılan bu süreçle ilgili sık sık 1999 yılındaki deneyime atıfta bulunuluyor.
KCK Yürütme Konseyi Mustafa Karasu da ANF’ye yaptığı değerlendirmede, 1999 geri çekilme süreci ile Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın 2013 Newrozu’nda çağrısını yaptığı çekilme arasındaki farkları ve bu geri çekilme sürecinin özelliklerini anlattı.
1999 geri çekilme sürecinin uluslar arası komplodan sonra, uluslar arası komplo koşullarında, çok ağır saldırılar altında gerçekleştiğine dikkat çeken Karasu, “topyekün bir tasfiye hareketi vardı. Diğer yandan ise bizim hareketimizin ona karşı fedaice bir savaşı olacaktı, Önder Apo çok sert savaşı uygun görmedi. Bunun hem gelecek yüz yılları etkileyecek tehlikeli bir kan davasına dönüşeceğini düşündü, hem de böyle bir savaşın uluslar arası komployu daha da derinleştirebileceğini bu nedenle uluslararası komplonun hızını kırmak, örgüte ve topluma nefes aldırmak, Türk devletine, hükümetine ve iktidara Kürt sorunu için fırsat tanımak istedi. Onları Kürt sorununun çözümü konusunda teşvik etmek istedi. Böyle bir ortamda, uluslar arası komplonun geliştiği bir dönemde geri çekilme oldu diye konuştu.
99 GERİ ÇEKİLME SÜRECİ TEK TARAFLI GELİŞTİ
“Bu, demokratik çözüm projesi açısından ön açıcı olan doğru bir taktikti diyen Karasu, Türk devletinin bunu başından itibaren bir zayıflık olarak gördüğünü, bunun bir sonucu olarak gerçekleştirilen operasyonlarda yüzlerce gerillanın yaşamını yitirdiğinin altını çizdi. Karasu sözlerini şöyle sürdürdü:
“Bunu fırsat görerek alçakça diyebileceğimiz bir tutum geliştirdiler. Pusu atarak yüzlerce arkadaşımızın katledilmesine yol açtılar şeklinde devam eden Karasu, gerillanın bu konudaki tecrübesizliği, plansızlığı, tedbirsizliğinin de olumsuz rol oynadığını belirtti. “O kadar hızlı olmadan daha güvenceli, daha dikkatli biçimde yapabilirdik. O yönüyle o sürecin getirdiği karmaşık düşünceler vardı. Önder Apo geri çekilme kararı almış, acaba zamanında yapamasak başka sorunlar doğar mı gibi yaklaşımlarla hızlı bir geri çekilme oldu. Geri çekilme Türk devletini çözüme hazırlamak, teşvik etmek içindi. Zaten geri çekildikten sonra defalarca çözüm projelerini sunduk. Toplumda demokratik mücadele anlayışını geliştirdik. Çözüm yaklaşımını yaratmaya çalıştık. Bu konuda toplumu hazırlamaya çalıştık. Böyle bir mücadelemiz oldu. Ama bir çözüm projesinin parçası olarak geri çekilme olmadı. Tek taraflı bir yaklaşım olarak gelişti, o andaki koşullar gereği oldu, yapılması gereken de oydu. Türkiye’deki şovenizmi kırmak için gerekliydi. İster çözüm için, ister Kürtlerin mücadele koşulları açısından, daha olumlu koşullar yaratmak için öyle bir sürecin gerekliliğine inandık. Ama dediğimiz gibi ağır kayıpları oldu.
İKİ GERİ ÇEKİLME ARASINDA FARKLAR VAR
Şimdi gündemde olan geri çekilmenin ise, 99’dan ciddi farkları barındırdığını kaydeden Mustafa Karasu, geçmiş çekilmenin deneyimi ile gerillanın bu konuda da tecrübe kazandığını vurguladı.
Sürecin karakterinin de farklı olduğuna işaret eden Karasu şunları söyledi:
“Bu geri çekilme bizim mücadelemizin yükselmekte olduğu, AKP’nin sıkıştığı bir dönemde gerçekleşiyor. Gerillanın, hareketin kendine güvendiği, dört parçada hareketimizin etkili olduğu bir dönemde gerçekleşiyor. Bir çözüm projesini, çözüm hamlesini başarılı kılmak adına yapıyoruz. Bu geri çekilmeyi gerçekleştirerek Türk devletini, AKP’yi çözüm sürecine sokup demokratik siyasetle sonuç almak istiyoruz. Bunu bir mücadeleden geri çekilme değil de, bir mücadele hamlesi olarak değerlendiriyoruz. Mücadeleyi daha etkili yürütmenin, yaratmanın projesi olarak değerlendiriyoruz. Bu açıdan tabii ki, iki geri çekilme arasında muazzam bir bakış farklılığı var. Bir kere bunu böyle değerlendirmemiz gerekir. Kaldı ki şimdiki geri çekilme uluslar arası düzeyde tartışılıyor, Türkiye de tartışılıyor, herkes destek veriyor. Böyle uluslararası meşruiyeti ve siyasi ağırlığı olan bir adımdır. Diğeri tek taraflıydı. O da bir mücadele biçimiydi. O da bir mücadele hamlesiydi ama oradaki mücadele hamlesi uluslar arası komploya bir direnme pozisyonunu güçlendirme ve de olabiliyorsa Türk devletine bir çözüm fırsatı sunmaydı.
DEMOKRATİK SİYASETLE SONUÇ ALMANIN BİR PARÇASI
Şimdi ise Türkiye’nin demokratikleşmesi zorunlu hale gelmiş koşulları, ortamı var. Bunu geçekleştirmek için hamle yapıyoruz. Karşı tarafı demokratik kurtuluşa itmek için hamle yapıyoruz. O bakımdan bu geri çekilmenin tabi ki tarihsel, siyasal ve hamlesel değeri var. Böyle ele almak gerekiyor. Yoksa sadece bir geri çekilme olarak ve yahut silahlı mücadeleyi bırakıp bir yere gitme, Güneye çekilme değil kesinlikle. Bir projenin parçasıdır. Geri çekilme süreci, demokratik siyaseti devreye sokma, demokratik siyaset temelinde sonuç alma, demokratik topluma dayanarak güç olma, demokratik kurumlaşma çalışmalarımızla birlikte bir anlam ifade ediyor ya da geri çekilme onların bir parçası olarak anlam kazanıyor. Olanları güçlü kılmak, onları etkili kılmak için yapılan bir hamle olmaktadır.
GERİ ÇEKİLMEYİ DİĞER AŞAMALAR TAKİP EDECEK
Bu sürecin aşamalarını “ateşkes, geri çekilme sonrasında anayasal yasal değişiklikler, bu değişiklikler temelinde çözüme, normalleşme aşamasına geçme olarak tanımlayan Karasu, geri çekilmenin de bu aşamalardan kopuk ele alınamayacağını vurguladı. “Yoksa anayasal, yasal hiçbir değişiklik olmayacak, Türk devleti demokratik siyasetin önünü açmak için hiçbir şey yapmayacak, onun yapacağı hiçbir adım olmayacak, sadece bizim tek başına irademizle 99’da yaptığımız gibi bir çekilme olacak şeklinde değil. Şimdi beklenti bir proje temelinde gerçekleşiyor. Bu açıdan ikisi arasında nitelik ve nicelik farkı var şeklinde sözlerini sürdürdü.
GERİ ÇEKİLMEYE YAKLAŞIM ASLINDA KÜRT SORUNUNA YAKLAŞIMDIR
Geri çekilme tartışmalarının Kürt sorununa yaklaşımı da ele verdiğine dikkat çeken Karasu, soruna ciddi yaklaşım sergileyenlerin bunu çözümün bir parçası olarak değerlendireceğini, aksinin yüz yıllık bir sorunun devamı anlamına geleceğini vurguladı. Karasu şöyle konuştu:
“Geri çekilmeye yaklaşım aslında soruna yaklaşımdır. Kürt sorununa nasıl yaklaşım olduğunu anlamak için geri çekilme tartışmalarına bakmak lazım. Geri çekilme tartışmalarına iki yönlü bakış var. Biri çözüm parçası olarak bakmak biri de gerillayı, Kürt özgürlük hareketini tasfiye etmek için bakmaktır. Kürt sorunu çözümü değil de, sadece PKK’yi tasfiye etmek, Gerillayı tasfiye etmek, dağıtmak için bakanlar! Kürt sorununa ne AKP’nin, ne Türk basının, ne de farklı çevrelerinin çok ciddi yaklaşmadığını, alavere dalavere yöntemleriyle Kürt Mehmet nöbette ya da Kürt sorunumuz yok demeye getirmektedirler. Terör sorunumuz var. Giderlerse biter biçiminde yaklaşımları söz konusudur.
Türkiye’nin en ciddi işi Kürt sorunu değil mi? Gerilla sorunu değil mi? 40 yıldır en ciddi işe bu kadar ciddiyetsiz yaklaşılıyor. Kürt sorunu çözülmezse, bir PKK biter bir PKK daha çıkar ortaya. Soruna Kürt sorunu ekseninde bakılırsa doğru bakıştır. Böyle bakanlar doğru bakıyor, böyle bakmayanlar ise elli yıllık, yüz yıllık politikayı Kürt sorunu terör sorunudur, Kürt sorunu PKK sorunudur, PKK’nın terör sorunudur deyip bu güne kadar hiçbir adım atmadıkları, sorunu çözmeye yanaşmadıkları gibi bundan sonrada aynı politikayı sürdürmeleri anlamına geliyor. “
Seydo jiyana xwe ji dest da – Yeni Özgür Politika
Li Paytexta Belcîkayê Brukselê Siyasetmedarê Kurd Mihemed Seydo jiyana xwe ji dest da.
Çalakvanê siyasî Mihemed Seydo di sala 1993’an de tevlî Tevgera Azadiya Kurdistanê bibû. Di gelek qadan de xebat kiriye. Li Ermenîstanê û Îranê di nava xebat û çalakiyên siyasî de cih digirt. Di sala 2005’an de Seydo berê xwe da Ewropa û li vir xebata xwe yê siyasî berdewam kir.
Seydoyê ev sal û nîveke li Bruksel ji nexweşiya dil cazinc dikir , di 4 mehên dawî de dihate îlackirin û emeliyata dil jêre hate çêkirin. Lê tevî hemû hewldanan jî Seydo duh jiyan xwe jidest da.
Mihemed Seydo di 5’ê tebaxa1968’an de li gundê Omera ya girêdayî navçeya Şera ya Efrînê jidayik bûye.
Ji CDK’ê peyama sersaxiyê
Civaka Demokratîk a Kurdên Ewropayê (CDK) bi munasebeta wefata Mihemed Seydo peyama sersaxiye da û wiha got: “Têkoşîna gelê Kurd û ewladên wan yên fedekar ku bê navber didome, hevalê me yê hêja û bi rumet Muhammed Seydo di têkoşîna azadiya Kurd de cihekî girîng digire jiyana xwe ji dest da. Em ji ber vê di nava xemgîniyeke mezin de ne.
Hevalê Seydo di 1968’an de li gundê Omera ya girêdayê Efrînê hatiye dinê. Di salên xwe yên cûda de tevlî têkoşîna azadiya Kurd bûye. Bi destpêkirina xebatên rêxistinkirina rojava ya tevger û rêber Apo re heval Zekeriya eleqeyeke mezin nîşanê têkoşînê daye û di 1993’an de bi awayekî profesyonel tevlî PKK’ê bûye. Hevalê Zekeriya li gelek qadên Kurdistanê gerîlatî kiriye û çiyayê Kurdistanê gav bi gav geriyaye. Li Ermenîstan û Îranê jî faliyetê siyasî meşandiye. Di 2005’an de ji bo tedawiyê çûye Ewropayê. Di sala dawî de du emeliyetên dil yên giran derbaz kiriye. Di 18’ê nîsanê de saet di 13.00’an de li Brukselê jiyana xwe ji dest daye.
Hevalê Zekeriya ku şervanekî mezin bû, di seranserê jiyana xwe de di nava têkoşînê de sekneke bi biryar nîşan daye û di hemû xebatên xwe de berpirsyariya xwe aniye cih. Em li ser navê CDK’ê ji hemû gelê Kurd, malbatawî û hevalên wî re sersaxiyê dixwazin. Em soza xwe ya ku dê bîranîna wî di têkoşîna xwe de bidin jiyankirin dubare dikin. ”
10 korucu yerine 50 – Yeni Özgür Politika
Ağrı’nın Diyadin İlçesi’nde emekli olan 10 korucu yerine 50 korucu alındığı ileri sürüldü. AKP Hükümeti’nin yaygınlaştırdığı koruculuk politikasına tepki gösteren BDP Pervari ve Gürpınar İlçe örgütleri, koruculuk sisteminin barışa darbe vurduğunu kaydetti.
Barış sürecinin tartışıldığı bir dönemde AKP Hükümeti savaş hazırlıklarını aralıksız sürdürüyor. Stratejik alanlar ve sınır hatlarına inşa edilen yeni karakolların yanı sıra yüzlerce yeni korucu alındı. Hakkari’nin ardından Siirt, Van ve Ağrı’da da yeni korucular alındı. Son olarak Ağrı’nın Diyadin İlçesi’nde emekli olan 10 korucu yerine 50 korucu alındı.
Kürdistan’da koruculuk sisteminin yeniden yaygınlaştırılmasına tepki gösteren BDP Pervari İlçe Örgütü, son dönemlerde Pervari ilçe merkezi ve bağlı köylerde koruculuğun yaygılaştırılmak istenmesini kınadı. Çınar Altı Meydanı’nda yurttaşlarla birlikte yapılan basın açıklamasında konuşan Pervari İlçe Başkanı Mehmet Onuk, koruculuk sistemi ile Kürtlerin ulusal mücadelesinin bastırılıp, devlet yanlısı aşiretlerin silahlandırılmaya çalışıldığını ifade ederek, çözüm sürecinde bu tür uygulamaların devreye konulmasına anlam veremediklerini kaydetti. PKK’nin silahsızlandırılmasını isteyen hükümetin sivilleri silahlandırmasının düşündürücü olduğunu kaydeden Onuk, en son Pervari’ye bağlı Yukarı Bağcılar, Aşağı Bağcılar, Orman Dalı ve Koca Çavuş köylerinde Pervari Kaymakamlığı tarafından yeni korucuların alındığını belirterek, uygulamanın devam ettiğini söyledi. Onuk, böylesi tarihi bir süreçte yeni korucu alımlarını kaygı ile karşıladıklarını dile getirdi.
BDP Gürpınar İlçe Örgütü de yaygınlaştırılan koruculuk sistemi ve inşa edilen yeni karakolları protesto etti. Çarşı meydanında yapılan basın açıklamasına BDP ilçe yöneticileri, il genel meclis üyeleri ve çok sayıda kişi katıldı. BDP Gürpınar İlçe Başkanı Necdet Koç, Kürt halkının barış adımlarına AKP hükümetinin samimi yaklaşmadığını kaydederek, ”AKP hükümetinin pratik anlamda çözüm için bir hamlesi yok” dedi. Koç, şu çağrıda bulundu: ”Son dönemlerde yapılan operasyonlar ve yeni korucu sistemini geliştirerek bölgede ve ilçemizde yeni korucu alımlarıyla bu sürecin ilerlemesi açısından sağlıklı bir adım olmadığını ve AKP hükümetinin mevcut politikalarını gözden geçirerek sağduyuya davet ediyoruz.”
BU DAVA BU DEFA BİTMELİ – Özgür Gündem
Kürt gazetecilerin 22 Nisan’da 4. duruşması görülecek. Gazetecilerin, gerçekte PKK Lideri Öcalan’ın muhatap alınarak müzakereler yoluyla Kürt sorununa çözüm istedikleri için tutuklu olması, ‘barış sürecinin ruhuna aykırı’ diye yorumlanıyor
WAN MERSİN ANKARA… EMSAL OLMALI
Barış sürecinin mahkemelerin kararları üzerinde olumlu etki yaratması gerektiğini ifade eden Av. Epözdemir, Wan, Mersin, Ankara’daki davalarda tüm tutukluların serbest bırakılmasının İstanbul ve Amed’de süren davalar için emsal nitelediğinde olduğunu söyledi.
BARIŞ SÜRECİNE Mİ KARŞILAR
Av. Epözdemir, “İstanbul ve Diyarbakır’daki yargılamalarda, sanki sürmekte olan diyalog sürecini istemeyen güçlerin müdahaleleriyle tutukluluk halleri devam ettiriliyor. Beklentimiz gazetecilerin tümünün serbest bırakılması dedi. 6’da
BUGÜN YÜRÜYORUZ
Bugün saat 19.00’da gazeteci arkadaşlarımız için İstanbul’da Galatasaray Lisesi’nden Taksim Meydanı’na yürüyoruz. Amed’de ise Özgür Gazeteciler Cemiyeti, bugün saat 12.30’da Ofis AZC Plaza önünde basın açıklaması yapacak. Dostlarımızı bekliyoruz.
BU DAVA BURADA BİTMELİ!
Gazetemizin de aralarında bulunduğu Kürt basın kurumlarına yönelik 20 Aralık 2011 tarihinde “KCK adı altında düzenlenen operasyonlar sonrası haklarında dava açılan 26’sı tutuklu 46 gazetecinin yargılandığı davanın dördüncü duruşması, 22 Nisan Pazartesi günü görülecek. Dava, aynı zamanda Mısır’ın başkenti Kahire’de 1898 yılında Kürdistan isimli gazetenin çıkarıldığı ve “Kürt Gazeteciler Günü olarak kabul edilen tarihe denk geliyor.
15. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülecek duruşmada, gazetemiz Özgür Gündem, Dicle Haber Ajansı, Azadiya Welat, Demokratik Modernite ve Fırat Dağıtım şirketinde çalışan, yaptıkları röportajlar, izledikleri haberler suç delili sayılan ve 16 aydır tutsak olan gazeteciler ilk kez anadillerinde savunma yapacak. Tutsak gazetecilerle cezaevlerinde görüşen avukatlardan edinilen bilgilere göre tutsak gazeteciler hazırladıkları savunma ile mahkemeye gazetecilik ve iletişim dersi vermeye hazırlanıyor.
Kürt basınını anlatacaklar
Avukatları ile görüşen tutsak gazeteciler, hazırladıkları kapsamlı savunmalarda, gazetecilerin tüm mesleki faaliyetlerinin delil yapıldığı ve hukuk dışı olarak nitelendirdikleri iddianameye karşı mesleki ve temsil ettikleri değerler bakımından hukuki savunma yapmayacaklarını açıkladı. Tutsak gazeteciler, Kürt özgür basınını topyekün mahkum etme girişimi olan yargılamaya karşı savunmalarını medya-iktidar ilişkileri, medya toplum ilişkileri, alternatif medya, Kürt basını ve basın özgürlüğünün hukuk adı altında nasıl darbelendiğine dair başlıklar altında sunacak. Duruşmada ayrıca, özgür basın kurumlarının iddianamede “terörist kurumlar olarak gösterilmesine karşı da tutsak gazeteciler savunma yapacak.
Uzman görüşleri sunulacak
Duruşmada ayrıca, iddianamede suç delili olarak sunulan ve yargılanan gazetecilerin yaptıkları haberler, röportajlar, editör-muhabir görüşmeleri, haber kaynağı ve muhabirler arasında geçen konuşmalara ilişkin gazeteciler, Oral Çalışlar ve Nadire Mater’in hazırladıkları ve delil olarak sunulan tüm bu faaliyetlerin habercilik faaliyeti çerçevesinde gerçekleşen fiiller olduğunu anlatan uzman görüşleri sunulacak. Hazırlanan ayrıntılı sunumlarda, bir gazete ve ajansın kurumsal olarak nasıl işlediği, bir haberin yayına hazırlanışı gibi birçok konuda ayrıntılı bilgiler sunulacak. Ayrıca hazırlanan raporlarda basın kurumlarında çalışan genel yayın yönetmeni, yayın koordinatörü, yazıişleri müdürü, haber müdürü, muhabir arasındaki ilişkinin iddianamede iddia edildiğinin aksine örgütsel bir faaliyet olmayıp tamamıyla gazetecilik faaliyetleri çerçevesinde gerçekleşen ilişki olduğu ayrıntılarıyla mahkemeye sunulacak.
Dava cumhuriyet tarihinin ilklerinden
Duruşma öncesi davayı ve dava öncesi hazırlıkları değerlendiren tutsak gazetecilerin avukatlarından Özgür Hukukçular Derneği (ÖHD) Başkanı Fırat Epözdemir, 36 gazetecinin tutuklandığı davanın, tıpkı “KCK adı altında yürütülen ve 43 avukatın tutuklanması ile sonuçlanan operasyonda olduğu gibi cumhuriyet tarihinin ilklerinden olduğuna dikkat çekti. Davayı aynı zamanda ifade ve basın özgürlüğü açısından büyük bir handikap olarak değerlendiren Epözdemir, şunları söyledi: “46 gazeteci bir operasyon sonrası yargılanmakta. Şu an itibariyle 26 gazeteci hala tutuklu. Başından bu yana bu davanın basın özgürlüğü açısından büyük sıkıntılar yarattığını ifade ettik. Genel anlamda da kamuoyunca bu davayla ilgili basın özgürlüğü tartışması sıkça yürütüldü. Bu açıdan umudumuz ve beklentimiz bu celsede arkadaşlarımızın tümünün serbest bırakılması. Yargılanan gazetecilerin 16 aydır tutuklu olmalarına rağmen anadillerinde savunma taleplerinin mahkeme tarafından sürekli reddedildiği için savunmalarının hala alınamamış olmasını da eleştiren Epözdemir, gelinen aşamada yargılanan gazetecilerin savunmalarını kendi anadillerinde yapabilecek olmasının da önemli olduğunu ifade etti. Epözdemir, “Ceza yargılamasında en önemli delillerden birisi sanığın savunmasıdır. Ama gerek tutuklu yargılanan arkadaşlarımız gerekse de tutuksuz yargılanan arkadaşlarımız bu duruşma ilk defa savunma yapabilecekler. Mahkeme huzurunda savunmalar ilk defa dinlenebilecek. Bu noktada da beklentimiz savunmaların da alınması itibariyle tahliye sayısının artması yönünde diye konuştu.
BUGÜN EYLEMDEYİZ
Bugün saat 19.00’da gazeteci arkadaşlarımız için Galatasaray Lisesi’nden Taksim Meydanı’na yürüyoruz. Gazetecilere Özgürlük Platformu (GÖP) ve gazetecilerin de destek vereceği yürüyüşte, arkadaşlarımızın davasına katılım çağrısı yapacağız. Sizleri, düşünceyi ifade ve örgütlenme özgürlüğüne karşı, hiçbir hukuki temeli olmayan sadece AKP hükümetinin siyasi tercihlerinin sonucu olarak yargılanan arkadaşlarımızla daha önce gösterdiğiniz dayanışmayı bu duruşma sürecinde de göstermeye davet ediyoruz. Amed’de ise Özgür Gazeteciler Cemiyeti, tutsak gazetecilerin serbest bırakılması için bugün saat 12.30’da Ofis AZC Plaza önünde basın açıklaması yapacak. Cemiyet, herkesi gazetecilerle dayanışmaya çağırdı.
Tutuklulukta ısrar anlaşılır değil
Kürt sorunu noktasında yaşanan gelişmelerin de mahkemelerin kararları üzerinde olumlu etki yaratması gerektiğini ifade eden Fırat Epözdemir, Wan, Mersin, Ankara’da görülen “KCK davalarında tüm tutuklular serbest bırakılmasına rağmen İstanbul ve Amed’de görülen “KCK davalarında mahkemelerin tutuklulukların devamı yönünden verdikleri kararlarda ısrarının anlaşılmaz olduğuna dikkat çekti. Epözdemir, “İstanbul ve Diyarbakır’da yapılan yargılamalarda anlaşılmaz bir şekilde sanki sürmekte olan diyalog sürecini istemeyen güçlerin müdahaleleriyle tutukluluk hallerinin devamı yönünde kararlar veriliyor. Bunu anlayabilmek mümkün değil. Umudumuz ve beklentimiz davada yargılanan 26 tutuklu gazetecinin serbest bırakılmaları diye konuştu.
Gazetecilik dersi verecekler
Duruşmaya savunma yönünden çok geniş bir hazırlık yaptıklarını aktaran Fırat Epözdemir, “Bir basın emekçisinin neler yaptığı, neler yapması gerektiği, bu bağlamda yargılanan gazetecilerin neler yaptıkları konusunda geniş sunumlarımız olacak. Bunun yanı sıra uzman görüşleri mahkemeye sunulacak. Ayrıca iddianamede iddia edilen bir takım eylemlerin aslında yargılanan gazetecilerin mesleki çalışmaları olduğu bu duruşmada belgelerle birlikte net bir şekilde mahkeme heyetine sunulacak. Hiç şüphe yok ki mahkemede bir iletişim ve gazetecilik dersi verilecek. Aynı zamanda iddianamenin altının ne kadar boş olduğunu belgelerle ortaya koyacağız dedi.
Tutsak gazetecilerin isimleri
Fatma Koçak, Ramazan Pekgöz, Mazlum Özdemir, Ertuş Bozkurt, Semiha Alankuş, Kenan Kırkaya, Sadık Topaloğlu, Ömer Çelik, Nilgün Yıldız, Zeynep Kuray, Nahide Ermiş, Davut Uçar, Hüseyin Deniz, M. Emin Yıldırım, Dilek Demiral, Sibel Güler, Nevin Erdemir, Nurettin Fırat, Turabi Kişin, Ayşe Oyman, Yüksel Genç, Selahattin Aslan, İrfan Bilgiç, Şeyhmus Fidan, Haydar Tekin ve Mikail Barut.
Economist: AKP çelişkili
Economist dergisi, “Adalet ve Kalkınma Partisi, bir yandan Kürt sorununu PKK Lideri Abdullah Öcalan’la diyalog üzerinden çözmeye çalışmak gibi çok iddialı bir adım atarken, diğer yandan da dünyada en çok gazeteciyi hapse atan ülke haline gelerek çelişkili hareket ediyor diye yazarak, tutuklu Kürt gazetecilerine dikkat çekti. Economist, Fazıl Say’a verilen hapis cezasını da eleştirdi.
Gelê Rojava di hawêra komkujiyê de ye – Azadiya Welat
Di encama bombebarana balafirên şer ên rêjîma Baasê a li ser gundê Hedadê ku koma çekdar ketibûyê 5 ji wan zarok bi giştî 11 kesan jiyan xwe ji dest da û 25 kes jî birîndar bûn. Lê balkêş bû ku koma çekdar nebû hedefa balafiran
Komên çekdar û hêzên rejîma Baasê diçin ku derê bixwe re komkujiyê û wêraniyê tînin. Piştî ku sê roj beriya niha komên çekdar ketin gundê Dibanê û hêzên rejîmê jî ligel heman gundî 8 gundên din jî bombebaran kirin, duh jî komeke çekdar ket gundê Hedadê yê ku 30 kîlometre dûrî Tirbesipiyê ye. Hat gotin ku li nêzî gund navenda gerimkirina neftê heye û koma çekdar jî li vir bi cîh bûye. Piştî ku kom ket vir, balafirên şer ên rejîma Baasê jî gundê Hedadê yê li herêma Sinceq ku dikeve başûrê Tirbesipiyê bombebaran kir. Hat hînbûn ku 4 bombe li gund ketine.
Di encama bombebaranê de 5 ji wan zarok bi giştî 11 kesan jiyana xwe ji dest dan û 25 kes jî birîndar bûn. Welatiyên birîndar rakirin nexweşxaneyên li Qamişlo. Hat hînbûn ku ji kesên jiyana xwe jidest dane 8 kes ji malbatekê ne. Li gorî agahiyan welatiyên jiyana xwe ji dest dane dema xwestine ji êrîşên balefiran birevin bûne hedefa bombeyan. Hat gotin dema gundî ji malên xwe derketine û berê xwe dane nava zeviyan bombeyek li nava wan ketiye. Her wiha hat ragihandin ku ji helîkopteran jî gundî hatine gulebarandin.
Navê kesên jiyana xwe ji dest dan wiha ne: Saed Ehmed Ebas (41) hevsera wî Nerîman Ciwan Ebass (38), zarokên wan Dîlma Sead Ebas û Buhar Saed Ebas, Dîlber Ehmed Ebas (27), Şadya Ehmed Ebass (25) zaroka wî ya 3 mehî, Berces Meran (55), Nehla Berces Meran (26), Seda Ebdilqadir Salih (30) û Ehmed Fêdel Elî (5).
Gundiyan diyar kirin ku balafirên rêjîma Baasê êrîşî komên çekdar nekirine û tu ziyan negihîştiye komên çekdar ên ku hejmara wan 15 kes bûn. Gundiyan anî ziman ku dema bombeya yekemîn li gund ketiye koma çekdar ji gund reviya ye.
Gundiyan diyar kirin ku balafirên Sûriyeyê bajaroka Ceza ku 12 kîlometre dûrî gundê Hedadê ye jî bombebaran kirine û di encamê de welatiyê kurd ê bi navê Luqman Ebû Hemed jiyana xwe ji dest daye. Li aliyê din welatiyên ku jiyana xwe ji dest dane li goristana gundê Hedadê hatin definkirin.
Hat hînbûn ku koma çekdar a ku ketibû gundê Hedadê, koma bi nave Ehrar El-Badî ye û girêdayî kesê bi nave Ebû Zeyd El Şemer e.
Komên çekdar êrîşî gundan dikin – ANHA
Tabûra bi navê El-Farûq a girêdayî artêşa azad, saet di 05.30’an de êrîşî gundê Sukeriyat êTilkoçer kir. Di navbera komma çekdar û şêniyên gund de pavçûn rû da.
Tabûra El-Farûq Bi armanca çekên gundiyan destser bikin. Êrîşî gundê Sukeriyat ê Til Koçer kir. Di nava koma çekdar û gundiyên ku ne çekên xwe ne dan destê komê de pevçûn derket. Di encamê birîndar ji herdû aliyan çêbûn. birîndar rakirin Nexweşxaneya Elselam a Girkê Legê.
Xelef Mihemedê ji şêniyên gundê Sukeriyat ku destgirêdayî û birîndar gihişte nexweşxaneyê, ji ajansa ANHA’yê re axivî û bûyer wiha rave kir:” Çekdarên tabûra El-Farûq ketine gundê me, destên min girêdan û piştre gule ji paşve li min xistin.” Mihemed derbarê sedema ketina koma çekdar di gundê wande bi van gotina anî ziman: ‘’ Rejîm di gundê me de tuneye, em nizanin sedemên êrîşê van komaan çiye.’’
Ednan koma çekdar Mihemed El-Emaş ê birîndar tekez kir ku wan êrîşî gund kirine û ev tişt got: ” Ji bo ku em çekan ji gundiyan bistînin me serê sibê bi fermana mîrê tabûrê Eymen Bilal ê ji bajarokê Çilaxa û binavê Ebû Elwelîd tê nasîn me êrîşî gund kirye.’’
Endamê tabûrê yê ji Til Koçer ji Eşîra El-Begara ye û da zanîn ku Tabûra wan girdaye Tabûra El-Farûq a li Humsê. Birîndaran diyar kirin ku gelek birîndar ji herdu aliyan hene.
Gençlerin bir haftalık imza kampanyası sonuçları – ROJACIWAN
Avrupa’da yaşayan Kürt gençleri Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın özgürlüğü için imza toplamaya devam ediyor. Kürt gençleri Avrupa’nın bir çok kentinde “Öcalan’a Özgürlük kampanyası çerçevesinde binlerce imza topladı. Elimize ulaşan verilere göre gençler, bir hafta içinde binlerce imza topladı. En çok imza toplayan şehir Hamburg, onu izleyen ise Mannheim oldu.
Buna göre tüm alanlarda toplanan imza sayıları şöyle
ALMANYA
Darmstadt:2180
Dortmund: 2463
Frankfurt: 2960
Hamburg: 9900
Hannover:7600
Heilbron: 750
Mannheim: 8390
Köln:300
Saarbucken: 250
Sttutgart: 400
BELÇİKA
Liege: 5900
İSVİÇRE
Basel: 3220
Bern: 5170
Zurich: 5250
FRANSA
Evry: 1570
Marsilya: 3450
Normandiya: 950
Paris: 7187
İNGİLTERE
Londra: 5415
BDP Kadın Meclisi: Özgürlük, ancak örgütlü mücadele ile gerçekleşir – JINHA
BDP Kadın Meclisi Sözcüsü Pelin Yılmaz, 28 Nisan’da Ankara’da gerçekleşecek 2.Olağan Kadın kongresi için başta Bölge il ve ilçeleri olmak üzere, Türkiye’nin birçok yerinde çalışmalarının sürdüğünü belirtti. Pelin, kongrenin asıl içeriğinin kadınların ortaklaşarak örgütlenmesi olduğunu dile getirirken, “BDP Kadın Meclisi olarak siyasette kadınların aktif rol oynamaları, özelde de çözüm sürecinde daha aktif bir katılım gerçekleştirebilmeleri için, gerçekleşecek olan bu kongre bizim açımızdan bir örgütlenme kongresi olacak dedi.
BDP Kadın Meclisi, 28 Nisan’da Ankara’da gerçekleşecek 2. Olağan Kongresi için çalışmalarına hız verdi. Kongre, “Örgütlü Kadın, Demokratik Kurtuluş, Özgür Yaşam şiarıyla Paris’te katledilen 3 Kadın Siyasetçiye atfedilecek.
‘Erk baskısına karşı örgütlü mücadele’
28 Nisan’da gerçekleşecek olan 2.Olağan BDP Kadın kongresi, Paris’te katledilen 3 Kadın siyasetçi Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez’e atfediliyor. Kongreye ilişkin JINHA’ya açıklama yapan Pelin Yılmaz, “ koşullarda daha erken gerçekleştirmemiz gereken bu kongreyi, son bir yıldır Türkiye’de gerçekleşen siyasal gelişmelerden kaynaklı gecikmeli yapıyoruz. Özellikle devletin ‘KCK’ adı altında gerçekleştirdiği siyasi operasyonlar bir zorlama yarattı. Bu kongre, bizim bu operasyonlara bir cevabımız olacak. Özellikle Kürt kadınlarının bütün alanlarda örgütlülük düzeyini ve örgütlülük düzeyi ile alakalı olarak geliştirmiş olduğu öncülük pozisyonunu kabullenmeyen bir zihniyet ile karşı karşıya kaldık. Hem bu operasyonlara karşı, hem her türlü devlet ve erk baskısına karşı örgütlü bir mücadele yürüteceğimizin mesajı olacak bu kongre. Bu vesileyle kongrenin mesaj içeriğini de karşılayan, “Örgütlü Kadın, Demokratik Kurtuluş ve Özgür Yaşam şiarıyla gerçekleştireceğimiz bir kongre olacak vurgusunu yaptı.
Örgütlenme Kongresi
Kadın örgütlenme çalışmaları kongre sonrasında da devam edeceğini belirten Pelin, “BDP Kadın Meclisi olarak siyasette kadınların aktif rol oynamaları, özelde de bu sürece daha yoğun bir katılım gerçekleştirebilmeleri açısından, bu kongre bizim örgütlenme kongremiz olacak. Bu nedenle yürütmüş olduğumuz tüm çalışmalar, ilçelerden illere kadar geniş bir alana yayılarak devam ediyor dedi.
‘Yüreğini katan kadınlar’
Bölgelerde yürütülen toplantıların kongreye katılım sağlamaktan öte bir örgütlenme çalışması olduğunun altını çizen Pelin konuya ilişkin açıklamalarını şöyle sürdürdü:
“Kongre vesilesiyle başlattığımız fakat kongre sonrasında da devam edecek yoğun bir örgütlenme çalışması içerisindeyiz. Köylere ve kırsallara kadar giden, kadınlarla toplantılar alan, süreci ve kadın örgütlülüğünü tartışan bir çalışma programı hazırladık. Özellikle bu kongrenin çözüm sürecine denk gelmiş olması, bizler açısından artı bir anlam ifade ediyor. Bilindiği gibi 21 Mart’ta Amed Newroz alanında Kürt Halk Önderi Sayın Abdullah Öcalan’ın milyonların şahitliğinde bir mektubu okundu. Dolayısıyla Sayın Öcalan’ın mesajında “yüreğini katan kadınlar diye seslendiği kadınlar olarak, bizde Sayın Öcalan’a ve o mesaja cevabımızı örgütlenerek, bu sürecin öncülüğünü yaparak vermek istiyoruz. “
‘Her kimlikten kadının yer aldığı güçlü bir ittifak’
Ankara’da gerçekleşecek olan 2.Olağan BDP Kadın kongresini, farklı etnik kimliğe sahip kadınların ortaklaşması olarak değerlendiren Pelin, “Bu kongreyle beraber HDK ve DTK ile daha güçlü bir ittifak gerçekleştirmeyi amaçlıyoruz. Sadece bununla da sınırlı kalmayacak elbette, bu noktada mücadele eden tüm kadın ve sivil toplum kurumları ile daha güçlü bir ittifak gerçekleştirmeyi amaçlıyoruz. Bu kongre hem Öcalan’ın özgürlüğü, hem de kadın katliamlarına dur demek ve kadın özgürlüğünü daha geniş bir yelpazede örgütlemek açısından ittifaklarımızı yoğunlaştıracağımız bir kongre olacak belirlemesi yaptı.
Rum, Ermeni, Arap, Arnavut, Arap, Çerkez…
Pelin, Rum, Ermeni, Arap, Arnavut, Çerkez ve diğer etnik kimliklere sahip kadınlarında kongreye davet edildiğini belirtirken, “Türkiye’de bulunan pek çok kadın kurumuna kongremiz için çağrıda bulunduk. Bu noktada çok fazla destek gördüğümüzü de belirtmek isterim. Kürdistan’ın 4 parçasındaki Kürdistanlı kadınlarla beraber, Avrupa’dan sosyalist ve komünist partilerin katılımı da gerçekleşecek. Bunun yanı sıra, kozmopolitik bir ülke de yaşıyoruz ve bu ülkenin demokratik olabilmesi, çoklu yaşam sisteminin oluşmasıyla alakalı olduğundan bunu en iyi kuracak güç kadınlardır. Bu yüzden bütün etnik kimliklerdeki kadınların yer alacağı güçlü ve kitlesel bir kadın kongresi olacak. Ve burada asıl ortaya çıkan kongrenin bu niteliği olacak dedi.
‘Özgürlük, ancak örgütlü mücadele ile gerçekleşir’
BDP Kadın Meclisi Sözcüsü Pelin, gerçekleşen çözüm sürecine ilişkin kadınlar olarak kendi bilinç ve bakış açıları doğrultusunda tartışmalar yürüttüklerine değinerek, “Çalışmalarımızın tamamını kadın bakış açısı, kadın kurtuluş ideolojisi ve süreç eksenli tartışmalarla yürütüyoruz. Özellikle Sayın Öcalan’ın ifade ettiği üç aşamalı sürecin ikinci aşaması olan anayasal ve yasal çerçeve ile Türkiye’nin demokratikleşmesi sürecinde kadınlar nasıl aktif rol oynayabilir sorusu üzerinde yoğunlaşıyor, bir özgürlük talebimiz varsa bunun örgütsüz bir şekilde gerçekleşemeyeceği inancıyla örgütlenmenin temel gündem olarak öne alınacağı bir süreç olduğunu düşünüyoruz açıklamasını yaptı.
‘Sürecin baş aktörü, Sayın Öcalan’dır’
Geçmişten bugüne kadar gerçekleşen ateşkes süreçlerine değinen Pelin, Kürt kadınlarının çözüm sürecine ilişkin temkinli olduklarını dile getiriyor. Pelin, “Şunu ifade etmem gerekir ki, tüm Kürdistan’da olduğu gibi Kürt halkının sergilemiş olduğu yaklaşımın aynısı kadın cephesinde de sergileniyor. AKP, iktidar olduğu süre içerisinde Kürtleri hep oyalayan bir politika izledi. Bu da kadınlarda AKP’ye karşı ciddi bir güvensizlik oluşturdu. Yapacağımız kongrede öne çıkacak bir diğer konunun ise Kürt Halk Lideri sayın Abdullah Öcalan’ın özgürlük koşullarının oluşturulmasıdır. Kadınların bu süreci koşulsuz desteklemesinin nedeni de sürecin baş aktörünün Sayın Öcalan oluşudur. Sayın Öcalan’ın başlattığı süreçte daha aktif rol oynaması ve sürecin sağlıklı bir boyuta çevrilmesi için koşullarının özgürlük koşullarına denk olması gerekiyor. Bu noktada Sayın Öcalan’ın özgürlüğü kongremizin temel taleplerimiz arasında olacaktık dedi.
‘Gizli salkı kalan kadın katliamları…’
Pelin, başta Bölge’nin çeşitli illerinde olmak üzere, Türkiye metropollerine kadar gerçekleşen kadın katliamlarına dikkat çekti. Kadın katliamlarının bölgesel istatistiklerden daha ciddi bir sorun olduğuna değinen Pelin, “Kürdistan’da kadın katliamlarının görünür kılınması, Kürt Kadın mücadelesinin varmış olduğu boyutun göstergesidir. Yoksa Türkiye’de üstü örtülen, gizli saklı kalan kadın katliamları ve kız çocuklarının katliamı söz konusudur. Daha kısa bir süre önce Siirt’te, çocuk yaştaki iki genç kadın vahşi bir şekilde katledildi. Her yıl, günde 5 kadının öldüğü bir ülke de yaşıyoruz. Artık kadınların bulunduğu durum, kadınların kıyamet kopartacağı boyuta gelmiştir. Etnik kimliklerimizin dışında, bir de kadın kimliğimizden dolayı yaşadığımız sorunlar var dedi.
‘Kadının söyleyecek çok sözü var’
Akil İnsanlar Komisyonuyla ilgili değerlendirme yapan Pelin şunları belirttti:
“Daha sürecin başlangıç aşamasında kadınlar bir veto yedi. İmralı adasına giden heyetlerde bir kadın vekilimiz mutlaka oldu. Her birinin temsiliyetininde çok güçlü olduğuna inanıyoruz. Fakat devlet nezdinde şöyle bir durum oluştu, Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eş Başkanı Sayın Aysel Tuğluk ve Eş Genel Başkanımız Gültan Kışanak veto yedi. Bunun anlamı şudur ki, sadece iki arkadaşımız şahsında kadınların bu süreçte yediği vetonun bir göstergesidir bu durum. Bu anlamda Demokratik Özgür Kadın Hareketi (DÖKH)’nin aldığı Akil Kadınlar Komisyonu diye bir çağrı var. Bizde DÖKH’ün bir bileşeni olarak Akil Kadınlar Komisyonunu destekliyor ve önemsiyoruz. Çünkü bu yasal ve anayasal süreçte kadınların söyleyecek çok sözü var. Başta ülkenin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun çözümüne ilişkin, ama bir o kadar da kadın hak ve özgürlüklerine ilişkin söyleyecek çok sözümüz var.
Mevsimlik İşçilik Mülksüzleştirmenin Sonucu – Bianet
Mevsimlik tarım işçileri ülkenin 48 farklı kentine çalışmaya gidiyor. Gittikleri her yere Kürt sorununu en açık haliyle götürüyor.
Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Sosyal Politikalar Komisyonu 6 Nisan’da Urfa Viranşehir’de düzenlenen Mezopotamya Mevsimlik Tarım İşçileri Kurultayı’nda mevsimlik tarım işçilerinin sorunlarını ve çözüm yollarını tartıştı. Kurultayda Mevsimlik Tarım İşçileri Derneği kurma kararı alındı. İş sezonları başlayan mevsimlik tarım işçilerinin sorunları ve çözüm önerilerinin neler olduğunu dernek girişimi çalışmalarını yürüten komisyonunu üyesi Yusuf Karataş’a sorduk.
Mezopotamya Mevsimlik Tarım İşçileri Kurultayı’nda emekçileri “mevsimlik ve “geçici işçiliğe zorlayan koşulların ortadan kaldırılması gerektiği vurgulanmıştı. Bu koşullar kısaca nelerdir acaba? Derneğin çözüm için önceliği nedir?
Mevsimlik tarım işçiliğini ortaya çıkaran koşullar geçimini tarım ve hayvancılıktan sağlayan emekçilerin mülksüzleştirilmesinin bir sonucu. Bu iki şekilde oldu. Birincisi, özellikle 1980 darbesinden sonra tarımda uygulanan yıkım politikaları nedeniyle küçük toprak üreticilerinin artık kendi topraklarında kendi geçimini sağlayamaz hale gelmesiyle ortaya çıktı. İkincisi ve ülkemizde çok daha büyük yıkıcı sonuçlar ortaya çıkaranı ise, devletin Kürt sorununu savaş politikaları ile çözme politikalarının bir sonucu olarak yaklaşık 4 bin köyün yakılıp yıkılıp zorla boşaltılmasıyla yaşandı. Zorla topraklarından sürülüp mülksüzleştirilen yaklaşık 3 milyon Kürt köylüsü, kentlerin varoşlarına sığındı ve ulusal baskı politikasının yanı sıra iş, barınma, beslenme, eğitim, sağlık gibi önemli sorunlarla yüz yüze bırakıldı. İşte mülksüzleştirilip kentlerin varoşlarına sürülen bu Kürt yoksulları yaşamlarını sürdürebilmek için 7’den 70’e tarım işçisi olarak ülkenin 48 farklı kentine “mevsimlik , “gezici işçilik yapmaya başladı. Bu süreç mevsimlik tarım işçilerinin hem sayısını, hem de çalışma koşullarındaki zorlukları kat be kat arttırdı, onları en düşük ücretlerle kölece çalışmaya zorlandı.
Kurultayda çıkan yol planınızı özetler misiniz?
DTK Emek, Göç ve Yoksulluk Çalışma Grubu’nun girişimiyle Urfa-Viranşehir’de yapılan ‘Mezopotamya Mevsimlik Tarım İşçileri Kurultayı’nda mevsimlik tarım işçilerinin yaşadığı sorunlar ve bunların çözümü konuları tartışılmış ve sorunların çözümünün bir ilk adımı olarak ‘Mezopotamya Mevsimlik tarım İşçileri Derneği girişim heyetleri oluşturuldu. Bu girişim üzerinden ilk aşamada dernekleşme ve ikinci aşamada ise mevsimlik tarım işçilerinin sendikalaşması hedefleniyor.
Çözüm önerileriniz nelerdir?
Bu hedeflere bağlı olarak sorunun çözümünü de iki boyutta değerlendiriyoruz.
Çözümün ilk boyutu, mevsimlik tarım işçilerinin örgütlenmesi, yasal güvenceye ve sosyal haklara sahip olması ve çalışma koşulları-ücretlerinin düzeltilmesidir.
İkincisi ve daha önemlisi ise, mevsimlik tarım işçiliği koşullarının ortadan kaldırılmasıdır. Bunun için köylerinden zorla sürülenlerin geri dönüş koşullarının sağlanması, kapsamlı bir tarım reformunun yapılması, mayınlı arazilerin temizlenerek yoksul köylülüğe verilmesi ve tarımda özel destek programlarının uygulanmasıdır. Gerçekleştirdiğimiz kurultay bu mücadelenin ilk adımdır.
Mevsimlik tarım işçilerinin gittikleri bölgelerde karşılaştığı ayrımcı ve dışlayıcı tavırda seneler içinde bir değişiklik oldu mu?
Mevsimlik tarım işçileri daha önce de belirttiğimiz gibi ülkenin 48 farklı kentine çalışmaya gidiyor. Gittikleri her yere Kürt sorununu en açık haliyle götürüyor. Bu işçiler içinde özellikle kadın işçilerin önemli bir bölümü Türkçe bilmiyor. Devletin Kürt sorununda uyguladığı inkar ve baskıyı esas alan politikalar ve öte yandan medyanın gerici-şoven kışkırtmaları bu işçilerin gittikleri yerlerde dışlanmalarına ve zaman zaman ırkçı saldırılara maruz kalmalarına yol açtı. Özellikle devletin yerel yöneticileri, Kürt mevsimlik tarım işçilerine karşı ayrımcı dışlayıcı uygulamalarıyla saldırılara davetiye çıkarttı. Başbakanlık mevsimlik tarım işçileri ile ilgili çıkardığı genelgede onlarla ilgili sorunu daha çok bir “güvenlik sorunu biçiminde tarif etti. Dolayısıyla yakın zamana kadar bu konuda uygulanan politikalarda esasta bir değişiklik olmadı. Ancak Kürt sorununun barışçıl demokratik çözümü yönünde atılan/atılacak adımların bu yaklaşımı değiştirmesini umuyoruz. Elbette bu konuda batıdaki emek örgütlerine de ciddi sorumlulukları düşüyor.
Mevsimlik tarım işçilerinin çocuklarını çalıştırma nedenleri nelerdir? Bu sorunu çözmek için nasıl adımlar atılmalı?
Mevsimlik tarım işçileri gün doğumundan gün batımına kadar günde 20-30 TL arasında değişen düşük ücretlerle çalıştırılıyorlar. Üstelik adından da anlaşılacağı gibi ancak yılın bazı ayları çalışabiliyorlar. Bu durum onların geçimlerini sağlayabilmek için 7’den 70’e kadar herkesin çalışmasına yol açıyor. Türkiye’de yasalar çocukların çalıştırılmasını yasaklasa da tarım işçileri her türlü yasal düzenlemenin dışında bırakılmış zaten. Mezopotamya Mevsimlik Tarım İşçileri Kurultayı sonuç Bildirgesi’nde çocukların çalıştırılmasının engellenmesi için yapılması gerekenler şu başlıklar altında belirtildi:
“ Çocukların mevsimlik tarım işçisi olarak çalıştırılmasının önüne geçilmeli, işçi çocuklarının eğitim koşulları sağlanmalı, sağlıklarının korunması ve bakımları için kamusal destek oluşturulmalıdır.
a- İşçi ailelerinin çocuk ücretine duydukları ihtiyaç ortadan kaldırılmalı, bu ailelere gelir desteği sağlanmalıdır.
b- İşçi çocuklarının eğitimlerinin kesintiye uğramaması için gerekli tedbirler alınmalıdır.
c- İşçi çocukların sağlıklarının korunması için etkin bir aşılama ve takip sistemi kurulmalı, beslenme desteği sağlanmalıdır
d- İşçi çocuklarının bakımları için kreş ve anaokulu desteği sağlanmalıdır.
Demîrtaş 3 qonaxên proseya aştiyê eşkere dike – Xendan
Selahedîn Demîrtaş radgehîne, divê proseya vekêşana PKK li Turkiye bi bê ziyanbe û 3 qonaxên proseya aştiyê jî li wî welatî eşkere dike.
Selahedîn Demîrtaş hevserokê Partiya Aştî u Dîmokrasiyê di daxuyaniyek de bo ajansa Reuters li Almanya ragihand, pirsa vekêşana gerilayên PKK ji axa Turkiye divê di çarçova proseya aştiyê u bi bê ziyanbe.
Demîrtaş got, daxwaza Turkiye bo bi bê çek vekêşana PKK, rewşê aloz kiriye û pêşbînî kir ku, di heyama 2 hefteyên dahatî de proseya vekêşanê dest pê bike û heya payîza dahatî jî dê berdewam be.
Demîrtaş 3 qonaxên proseya aştiyê di navbera Turkiye û PKK jî eşkere kir, ku pêkhatine ji van xalên jêr:
– Vekêşana PKK ji axa Turkiye.
– Hewldan bo guhartina destura Turkiya.
– Dabîn kirina jêrxaneya pêwîst bo bidest xistina mafên Kurdan u asayî kirina rewşa siyasî, yasayî û azadî bo çalakiyên siyasî yên Kurdan.
Barzani´den açıklama… – Rizgarî Online
Kürdistan Bölge Başkanı Mesud Barzani dün yaptığı açıklamada Kürdistan Bölgesi parlamento ve bölge başkanlığı seçimlerinin tarihini açıkladı.Dengê Azad com´da yer verilen habere göre,Kürdistan Bölge Başkanı Mesud Barzani açıklamasında Kürdistan Bölgesinin demokratik siyasi sistemine bağlı kalınması amacıyla 8 Nisan günü Yüksek Seçim Komisyonuna gönderdiği resmi yazı ile Kürdistan Bölge Başkanlığı ve Parlamento seçimlerinin yapılması için hazırlıklara başlanılmasını istediğini ifade etti.8 Nisan tarihli resmi yazıya cevaben 16 Nisan günü Yüksek Seçim Komisyonu’nun olumlu yanıt verdiğini dile getiren Kürdistan Bölge Başkanı Mesud Barzani komisyonun 5 Eylül ile 5 Ekim tarihleri arasında herhangi bir günde bölge başkanlığı ve parlamentosu seçimlerinin düzenlenebileceğini ilettiği kaydetti.
Başkan Barzani açıklamasında Yüksek Seçim Komisyonunun hazırlıkları çerçevesinde ve Kürdistan Bölge Başkanlığının kendisine verdiği yetki ile 21 Eylül 2013 tarihinde Kürdistan Bölge Başkanlığı ve Parlamentosu seçimlerinin düzenlenmesini kararlaştırdığını bildirdi.
İlgili tüm kesimlerden özgür ve modern seçimlerin düzenlenmesi için gerekli hazırlıkların yapılmasını istediğini belirttiği açıklamasında Barzani ayrıca hiçbir kesimin seçim süreci çalışmalarına müdahale etmemesi gerektiğini sözlerine ekledi.
ABD raporunda Türkiye’ye ifade özgürlüğü eleştirisi – Dengê Azad
ABD Dışişleri Bakanlığı’nın İnsan Hakları Raporu’nda Türkiye’ye yönelik eleştiriler var
ABD Dışişleri Bakanlığı’nın İnsan Hakları Raporu’nun Türkiye bölümünde, en önemli insan hakları ihlalleri, “Adalete etkili biçimde erişilmemesi, hükümetin ifade özgürlüğüne müdahalesi ve savunmasız toplulukların yeterince korunamaması” başlıkları altında sıralandı.
ABD Dışişleri Bakanlığı’nın İnsan Hakları Raporu yayımlandı.
Raporun Türkiye’yle ilgili bölümünde, “adalete etkili biçimde erişilmemesi” başlığı altında, devlete yönelik terörizm ve diğer tehditlerle ilgili geniş kapsamlı yasalara değinildi ve bunlarla ilgili davalarda yeterince şeffaf olunmadığı, adalet sisteminin siyasallaştığı değerlendirmesinde bulunuldu.
Raporda, keyfi tutuklamaların olduğu, ön duruşma öncesinde uzun tutukluk sürelerinin görüldüğü, davaların uzadığı belirtilerek, hâkimlerle savcılar arasındaki yakın bağlantının, uygunsuzluk ve taraflılık görüntüsü çizdiği öne sürüldü.
İfade özgürlüğü
“Hükümetin ifade özgürlüğüne müdahalesine” ilişkin başlıkta ise ceza kanunu ve terörle mücadele yasasının, basın ve internet özgürlüğünü kısıtlayan maddeleri muhafaza ettiği, çoğu, terörle mücadele yasası çerçevesinde veya yasadışı örgütle bağlantıları olduğu gerekçesiyle suçlanan çok sayıda gazetecinin cezaevinde olduğu iddia edildi.
Gazetecilerin, akademisyenlerin, yazarların ve kişilerin, haklarında soruşturma ya da dava açılması korkusuyla devleti veya hükümeti eleştirmekten çekinmesi sonucu otosansürün yaygın olduğunun bildirildiğine değinilen raporda siyasi liderlerin, kendilerini eleştirenlere hakaret davaları açtıkları, “böcekle” gizli dinleme ve telefonların dinlenmesinin sık görüldüğü iddialarının işyerlerinde ve evlerde otosansüre özendirdiği ve ifade özgürlüğünü kısıtladığı ileri sürüldü.
Aralarında çok sayıda öğrencinin bulunduğu binlerce kişinin, yasal gösteriler sırasında gözaltına alındıkları ve terörle mücadele yasası çerçevesinde suçlandıkları savunulan raporda, ayrıca hükümetin, kadınlar, çocuklar, lezbiyenler, homoseksüeller, biseksüeller ve cinsiyet değiştirenler dahil olmak üzere savunmasız toplulukları tacizden, ayrımcılıktan ve şiddetten etkili biçimde koruyamadığı iddia edildi.
Yeni aile içi şiddet yasasıyla gelişme kaydedildiği ancak töre cinayeti dahil olmak üzere kadına karşı şiddetin hala önemli bir sorun teşkil ettiği, kadınların çocuk yaşta evlendirilmesinin sürdüğüne işaret edildi.
Belli başlı insan hakları sorunları
Türkiye’de 2012 yılında yaşanan diğer belli başlı insan hakları sorunları, “güvenlik güçleri tarafından yasadışı biçimde adam öldürmeler, gösterilerin engellenmesi, Kürt sorunu, öğrenci, işçi hakları ve muhalif faaliyetlerle ilgili gösterilerde bazen aşırı güç kullanıldığı iddiası, özellikle ülkenin güneydoğusunda insan hakları örgütlerinin faaliyetlerinin engellenmesi” olarak sıralandı.
Raporda, güvenlik güçlerinin görevi kötüye kullanmasıyla ilgili ihbarların soruşturulduğu ancak bunlarla ilgili tutuklama ve cezai takibat sayılarının düşük olduğu, hüküm kararlarının ise nadiren verildiği de belirtildi.
Anayasanın ve yasaların yasaklamasına rağmen bazı yetkililerin işkence ve diğer insanlık dışı eylemlere başvurduğu yönünde bilgiler olduğu öne sürülen raporda, bu tür eylemlerin, özellikle polisin gözaltısında, gösterilerde ve cezaevine nakil sırasında yaşandığının ifade edildiği aktarıldı.
Ordu içindeki ölümler
Raporda, hükümetin ise işkence ve kötü muameleyi önlemek amacıyla yasal teminatlara uygun olarak, “sıfır tolerans” kampanyasıyla çabalarını sürdürdüğü de vurgulandı.
Ordu içindeki insan hakları ihlallerine ve intiharlara da değinilen raporda, cezaevlerinin yetersiz olduğu ve uluslararası standartları karşılamadığı ifade edildi.
Raporda, Üçüncü Yargı Reformu Paketi’nin, yargı prosedürlerini değiştiren bazı hükümler içerdiği, siyasi mahkûmların ayrı bir kategoriye alınmadığı, aralarında gazeteci, siyasi parti yetkilisi ve akademisyenlerin bulunduğu binden fazla kişinin siyasi mahkum olduğunun ileri sürüldüğü belirtildi.
Yeni yasal mekanizmanın, bireylerin Anayasa Mahkemesi’ne doğrudan temyiz için başvurmalarına olanak tanıdığına değinilen raporda, bireysel meselelerle ilgili konularda, bağımsız ve tarafsız yargının söz konusu olduğu kaydedildi.
Arap baharı
Dışişleri Bakanı John Kerry tarafından açıklanan raporda, 2011’deki Arap Baharı’yla doğan demokratikleşme umutlarının otoriter rejimler nedeniyle yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya olduğu belirtildi.
Raporda, farklı boyutlarda olmakla beraber Suriye, Yemen, Bahreyn, Irak, Mısır ve Libya’da otoriter rejimler, sivil toplumların ve demokratik kurumların gelişimini sistematik şekilde bastırmakla suçlandı.
Dışişleri Bakanlığı raporunda ayrıca Tunus örneği verilerek bölgedeki bazı cesaret verici demokratik adımlardan memnun olunduğu da ifade edildi.
Çin
Raporda, Çin’de insan haklarının geçen yıl kötüleştiği uyarısında bulunuldu.
Özellikle Tibet ve Uygurların yaşadığı bölgelerde durumun kötüleşmeye devam ettiği vurgulanan raporda, insan hakları savunucularının “bastırıldığı” ve internetin sansürlendiği belirtildi.
Kuzey Kore
Raporda, Kuzey Kore’de ise insan hakları durumunun “içler acısı olduğuna” işaret edildi.
Bu ülkedeki kayıplar, keyfi tutuklamalar ve siyasi tutuklulara işkenceden endişe duyulduğu belirtildi.
Myanmar
Myanmar’da 2011’den bu yana kaydedilen demokratikleşme konusundaki ilerlemelerden memnun olunduğu ifade edilen raporda, hükümetin 700’den fazla siyasi tutukluyu serbest bıraktığı ve Nisan 2012’de muhalefet lideri Aung San Suu Kyi’nin milletvekili olmasına izin verildiği bildirildi.
ABD Dışişleri Bakanlığı, yine de Myanmar’daki geçişin tamamlanmadığına, 2015’teki genel seçimlerden önce atılacak çok adım olduğuna dikkati çekti.
Dadgehê “Kurdistan” kire “Helîn” – AvestaKurd
Li Hîlvana (Cûrnêreş) bajarê Rihayê, navê “Kurdistan” yê ku malbata Toprak li zarokê xwe kiribû û li ser nasnameyê nivîsandibû, bi biryara Dadgeha Esliya Hiquq a Hîlvanê ve hate guherandin.
Dadgeha Esliya Hiquq a Hîlvanê, navê “Kurdistan” qebûl nekir û biryar da ku bila navê zarokê ku malbatê “Kurdistan” lê kiriye bê guherandin û navê zarok “Hêlîn” be.
Li bajarê Rihayê, malbata Yusuf Toprak û Elîf Toprak navê zarokê xwe “Kurdistan” lê kirin. Li ser nasnameyê jî, her çiqas gellek zehmetî kişandin jî, navê Kurdistanê nivîsandin. Lê Dadgeha Esliya Hiquq a Hîlvanê navê Kurdistanê qebûl nekir û xwest ku bila nav ne Kurdistan, Hêlîn be. Hinceta navê Kurdistanê qebûl nekirin jî dadgeh wiha îzah dike: “Navê ‘Kurdistan’ him ji bo zarok, him jî ji bo civakê navekî rencide ye, loma jî bila navê zarokê we Hêlîn be.”
Bi biryara dadgehê navê Kurdistan bû Hêlîn.
Bav Yusuf Toprak wiha dibêje: “Salan berê li bajarê Eskîşehîrê li nexweşxanê dayika min dihat dermankirin. Li odeya kêleka ku dayika min lê dima, navê jinekê “Tirkiye” bû. Wê demê min biryara xwe de ku rojekê zarokekî min çêbibe, ez ê navê zarokê xwe “Kurdistan” lêbikim. Li dadgehê dozger qet me guhdarî jî nake. Ji me re dîkte dike dibêje ‘an navê dayika xwe Zelo an jî Hêlîn li zarokê xwe bike.’ Dadgeh xwe dispêre xalen di derbarê navan de ye a 7 û 8 an lê, ew xalana ji bo paşnav in. Ez paşnav ne, navekî li zarokê xwe dikim…”
Dayik Elîf Toprak jî wiha bertekên xwe nîşan dide: “Dadgeh navê zarokê min bi xwe lê dikiye. Ma neheqiyeke bi vî rengî tê qebûlkirin? Li dadgehê mubeşîr ku dora kê be bi navê wan bang li wan dike lê dema ku dora me tê, mubeşîr navê ‘Kurdistan’ nade ser devê xwe û bi hejmara dorê bang li me dike…”
Rojnamevanên kurd di roja rojnamegeriya kurdî de tên dadgehkirin – Rûdaw
Rojnamevanên kurd ku ji doza KCK’ê 16 meh in di girtîgehê de ne, di 22’ê Nîsanê Roja Rojnamevaniya Kurd de derdikevin pêşberî dadgehê. Parêzerê rojnamevanan Firat Epozdemîr, got ew li bendê ne vê carê hemû rojnamevan serbest bêne berdan.
Ev 16 meh in 26 rojnamevanên kurd ji doza KCK’ê girtî ne û heta niha ji ber astengiyên li pêşiya kurdî nekarîn parastina xwe ya hiqûqî bikin. Rûniştina 4’emîn a rojnamevanan dê di 22’ê Nîsanê Roja Rojnamevaniya Kurd de li 15’emîn Dadgeha Cezayê Giran a Stenbolê bê dîtin. Ji ber ku bi sererastkirinên qanûnî pêşiya parastina bi kurdî vebû, rojnamevan di vê rûniştinê de dê bikaribin bi zimanê xwe yê dayikê parastin bikin. Cara yekemîn e ku dê rojnamevan bikaribin parastina xwe bidin.
Oral Çalişlar û Ragip Zarakoglu jî dê rojnamevanan biparêzin
Parêzerê rojnamevanên kurd Firat Epozdemîr, derbarê danişînê û doza rojnamevanan de ji Rûdawê re axivî. Epozdemîr, diyar kir ew ê di vê dozê de bi dadgehê bidin fêmkirin ku rojnamevan ji ber nûçeyên ku çêkirine û kar û barên xwe yên rojnamevaniyê hatine zindankirin. Epozdemîr, destnîşan kir ew ê rojnamevanên navdar Oral Çalişlar û Ragip Zarakoglu jî weke pisporên rojnamevan di dozê de bidin axaftin û ew ê yek bi yek nîşan bidin ku van rojnamevanan tenê karê xwe kiriye û ji ber vê yekê girtî ne. Epozdemîr, got ew ê bi hemû belgeyan bêgunehiya rojnamevanan îzbat bikin û wiha axivî: “Em ê bidin nîşan ku ev hemû rojnamevan in, xwedî girêbest (peyman) in û nûçeyên ku di angaştnameyên wan de cih girtine di gelek rojname û ajansan de jî hatine belavkirin.
Hiqûqnas Firat Epozdemîr, bal kişand ku ji doza KCK’ê ya Mêrsînê, ji doza Wanê ya Şaredar Bekîr Kaya jî dihat darizandin û ji doza sendîkavanan hemû girtî ji aliyê dadgehê ve serbest hatine berdan û wiha şîrove kir: “Dema em li aliyê hiqûqî û li pêvajoya nû ya aştî û çareseriyê dinêrin, em dibêjin hemû rojnamevan dê serbest bêne berdan. Ev hêviya me bilind e.
Ji doza KCK’ê girtî ne
Hêjayî gotinê ye di 20’ê berfanbara 2011’an de di bin navê KCK’ê de li hemberî sazî û dezgehên çapemeniya kurd operasyonek hatibû destpêkirin. Di vê operasyonê de 46 rojnamevan hatin binçavkirin û ji van 26 kes hê jî girtî ne. Rojnamevanên ku hatine girtin li Ajansa Nûçeyan a Dîcleyê, Azadiya Welat, Ozgur Gundem, Demokratîk Modernîte, Belavkariya Firatê û Ajansa Etîkê dixebitîn.
Yekemîn rojnameya kurdî ya bi navê Kurdistan 22ê Nîsana 1898an ji aliyê malbata Bedirxaniyan ve hatiye derxistin. Li başûrê Kurdistanê 22ê Nîsanê wekî roja rojnamegeriya kurdî tê pîrozkirin. Bi vî awayî li seranserî başûrê Kurdistanê her sal ev roj tê pîroz kirin.
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.navendalekolin.com – www.lekolin.org – www.lekolin.net – www.lekolin.info