29 Aralık 2009 Salı Saat 09:54
0
21
TR
:” ”
:””
” “,” ”
” ”
2009 yılı da önceki yılların sorunlarını devralmış, buna
eklenen yeni sorunlarla birlikte sömürü ve işgal politikaları yıl boyunca daha
fazla belirleyici olmuştur. Çevre sorunları, ekolojik dengesizlik, toplumsal
çarpıklık, cins sömürüsü, işsizlik, kentsel kirlilik, ekonomik kriz vb.
sorunlar kapitalizmin eseri olarak bir sistem ve yaşam biçimine dönüştürülmeye
çalışılmıştır.
ABD ve İngiltere merkezli küresel kapitalizm, petrole dayalı
işgal ve sömürü esaslı politikalar çerçevesinde Ortadoğu ve Orta Asya üzerinde
hâkimiyet kurma mücadelelerini kendi sistem çıkarları için pervasızca
sürdürmektedirler. Dünyadaki, enerji ve bilgi yapıları üzerinde tam bir tekel
kuran petrol-finans-silah tekelleri,
işgal ve sömürüye açık hale getirilen toprakların tarihi, coğrafyası, toplumsal ve insanlığı, tüm değerleri bu
uğurda katliamdan geçirilmektedir.
Sık sık “İklim zirveleri düzenleyen küresel kapitalistler,
“dünyayı nasıl temiz tutarız politikaları yerine “nasıl az kirletiriz gayreti
içerisindedirler. Sömürü ve işgal var iken dünyanın kirlenmesi, iklimlerin
bozulması kimseyi çok da ilgilendirmemektedir. İklim zirveleri, küresel
kapitalizmin gerçek yüzünü maskelemesidir.
Küresel kapitalizmi, petrol-finans-savunma sanayi
beslemektedir. Bunun için sürekliliği sağlanan yeni petrol alanları ve
pazarlarının oluşturulmasına gerek vardır. 11 Eylül 2001 yılında gerçekleşen,
CIA-MOSSAD-MI6 patentli El Kaide saldırıları, küresel kapitalizmi besleyen
petrol-silah-finans şirketleri için Ortadoğu ve Orta Asya’yı işgal etmek için
uygun fırsatı oluşturmuştu. ‘Süreklileşen ihtiyaçlar’ bu coğrafyalarda ‘sürekli
bir kaos ve savaş’ biçimine dönüşmüştür. Özellikle Ortadoğu ve Orta Asya’da
uygulamaya konulan ABD ve İngiltere merkezli ‘kaos ve savaş’ stratejisi,
içerisine bölge güçlerini de ekleyerek motivasyona uğramış ve kontrol
edilemeyecek düzeye ulaşmıştır. Dünya’yı ele geçirmenin ve kontrol etmenin
merkezi olarak gösterilen bu coğrafyaların hâkimiyeti, savaş ve kaos
merkezlerinde oluşturulan strateji ve politikalarla gerçekleşemeyeceği yaşanan
gelişmelerde kendini göstermektedir. Aktörleri çoğalan ve her kesin kendi
çıkarları doğrultusunda bir tarafını kontrol ettiği, karşısında
‘öteki’leştirdiklerine karşı kullandığı ‘kontrolsüz’ savaş ve kaos
politikalarında her gün yüzlerce insanın ölümünün hiçbir anlamı
bulunmamaktadır. Hâkimiyet ve petrol uğruna öldürülen insanlar, ‘yan hasar’
olarak istatistik raporlarındaki her hangi bir şeyin sayısından ibarettir. Bu
durumu ‘işgal, savaş, sömürü ve kaos’un elebaşı sı İngiltere’nin, 1936’da ki
başkanı Churchill’in “bir damla petrol bin damla kandan daha iyidir sözü tam
olarak ifade etmektedir.
Kapitalist modernite kendi sistemi içine almadıklarına yaşam
hakkı tanımamaktadır. Sisteme dahil olmayanlardan ne kadar kişinin öldüğünün
bir anlamı yoktur. ABD sistemi karşısında yer alan İran, Suriye ve Afganistan
gibi devletlerin hepsi devlet ideolojisine sahiptir. Bu nedenle sistem dışı
değildirler. Sadece sisteme gereken desteği vermemektedirler. Kendilerinden
istenen değişimi gerçekleştirmemektedirler.
Obama’ya biçilen misyon, sistem dışına çıkmayan ama sisteme
katkı sunmayan, kendine çalışan devletli sistemleri, sistemin yeni modeline
uyumlu hale getirmektir. Bunun için havuç-sopa politikası dönemsel olarak
devreye girmektedir.
Obama yönetimi, 2009 yılında Bush yönetimine göre nispeten
ılımlı ve diplomatik ilişkilere ağırlık vererek, kimi zaman tehdit, şantajı da
uygulayarak, kimi zaman şiddet ve kısa süreli askeri seçenekleri de
yadsımayacak bir politika izlemeye çalışmıştır. NATO ve BM’nin sürece daha
aktif katılımını hedeflemiş, bu temelde NATO’nun genişleme sürecine daha fazla
ağırlık verilmesini istemişti. NATO, içine aldığı devletleri ABD sistemine
uyumlu hale getirmede temel bir işlev görmüştü.
Rusya, Çin gibi Şanghay işbirliği örgütü üyeleriyle olan
ilişkilerde diyalog yolunu öne çıkarmayı hedefledi. İran ve Suriye gibi ülkelerle diyalogu
Türkiye gibi ülkeler üzerinden gerçekleştirilmesi düşünülmüştü. Rusya ve Çin’in
İran’a olan desteğini azaltmak, İran üzerinde yaptırımları arttırmak, ambargoyu
devreye sokmak, dönem dönem askeri seçenekleri gündeme getirmek gibi çok yönlü
bir politikanın İran’a karşı uygulanması ön görülüyordu. İran’ın göstereceği
tepkilere göre de yeni bazı ek stratejiler gündeme getirilecekti.
ABD’nin İran üzerindeki en büyük planı, bu ülkenin enerji
kaynakları ile birlikte, Avrasya’nın yeni yaşam sahasında çok kritik bir
bölgede olan coğrafyasını da kontrol ederek bunun üzerinden Ortadoğu ile Orta
Asya’yı birleştirmek istemesidir.
Irak’ta ABD’nin elde edeceği başarının diğer sorunlu
bölgelere yansıması için Irak merkezli yürütülen çalışmalara daha fazla ağırlık
verilecekti.
ABD ve diğer bütün ülkeler Kürt kartını ellerinde
bulundurmayı ve bununla uzlaşma-ittifak kurmayı, gerektiğinde çatıştırmayı, bir
başkasına karşı kullanmayı Ortadoğu’daki stratejileri için bir gereklilik
olarak gördüler. “İyi Kürt, kötü Kürt ayrışımında kendileri için
işbirlikçi-iyi Kürdü yaratabilmek için çaba içerisinde bulundular. ABD,
Türkiye, İran ve Suriye gibi bölge devletleri Kürdü tanımaktadır. Ama
işbirlikçi “iyi Kürdü kendileri için bir seçenek, uzlaşılabilir, diyalog
geliştirilebilir bir güç olarak görmektedirler. Örgütlü, iradeli Kürdü
kendileri bir tehdit unsuru olarak değerlendirmekte, “kötü Kürt
sınıflandırılmasına gidilmektedir. PKK’de temsilini bulan iradeli ve örgütlü
“kötü Kürt kabul edilmemektedir.
ABD, Güneydeki Kürtleri “stratejik ittifak olarak görüp,
başkanlık düzeyinde ziyaretler gerçekleştirirken, TC devletinin “kötü Kürtleri
katletmesini desteklemektedir. Aynı durum TC devleti içinde geçerlidir.
Kendileri için “iyi Kürt olarak gördükleri Güney Kürdistan hükümetiyle
ilişkilenerek, “kötü Kürt PKK nin tasfiyesinde ortak noktalarda bir araya
geldi.
2009 yılı için hedeflenenlerden biri de buydu. İyi Kürt’le
her türlü ilişki kurulacak, kötü Kürt’ün tasfiyesi için iyi Kürt’ten destek
istenecekti.
PKK, kapitalist modernitenin sisteme dahil edemediği sistem
dışı bir harekettir. PKK’nin güçlü ve yenilmez oluşu ideolojisinden
gelmektedir. Kapitalist moderniteye karşı İdeolojik bir harekettir, bir yaşam
biçimidir. Her devletli sistemin PKK’yi “ortak düşman görmesi sistem dışı
olmasından kaynaklanmaktadır.
Küresel Kapitalizmin
Yeni Efendisi
ABD’nin 44. yeni başkanı Barak Hüseyin Obama, ismindeki üç
dini ifade eden anlamın yanında siyahî olmasıyla küresel kapitalizmin savaş ve
katliamlarla kirlenen vitrinini yenilemesi açısından umut yaratıyordu. İlk
başlarda verdiği mesajlarla ‘ötekileştiren’ savaş yanlısı politikalar yerine
‘model’ olarak benimsediği “uzlaşı, barış ve demokrasi’ söylemlerini öne
çıkardı. İslam’ı bir “terörizm tehdidi olarak görmediğini, ortak çıkarlar
temelinde sağlanacak uzlaşıyla başta Ortadoğu ve Orta Asya olmak üzere dünyanın
diğer güçler arasında paylaşılabileceğini savundu.
Enerji sahalarına ve boru hatlarına gelebilecek her türlü
saldırıya karşı Bush döneminin ‘önleyici tedbir’ amaçlı savaş politikası
nedeniyle artan askeri harcamalar ABD ekonomisinde hızlı bir gerilemeye yol
açmış, dünyayı da etkisine alacak ekonomik krizlerin merkezi ve tetikleyicisi
haline gelmişti. Savunma ve finans tekellerinde görülen ekonomik kriz, savaş
yanlısı mevcut politikalar artık etkisini yitirerek, çıkarlarına her geçen gün
daha fazla zarar vermeye başladı. İşgal ve sömürüyü ayakta tutabilmek için
askeri harcamaların önü alınamıyordu. Buna bir de yaşanan krizlerden etkilenen
ABD dolarının değerinin düşmesi, ‘ötekileştirilen devletlerin’ petrol
satışlarını dolar yerine Euro üzerinden yapılması eklenince ABD sisteminde
yaşanan kaos daha fazla derinleşmekteydi. Dünya’ya ve Ortadoğu’ya hakim olmak,
petrol alanlarının işgali ve sömürüsü için güçlü bir ordu, doğalında güçlü bir
ekonomiye ihtiyaç vardı. Dünya’nın merkezi olduğu söylenen Ortadoğu’ya tek
başına hakim olunamayacağı gerçeği ABD ve İngiltere’nin mevcut stratejilerinde
değişikliği gitmelerine neden olmuştur. Fakat on yıllara dayanan stratejik
planlamaların Obama ile bir anda değişmesi mümkün değildir. Stratejiler her ABD
başkanında değişmez ama stratejilerin uygulanabilmesi için yöntemlerde
değişikliklere gidilmiştir.
2009 yılına ait resmi verilere göre ABD’nin 40 ülkede toplam
865 üssü bulunuyor. ‘Silahlı diplomasi’ ya da diğer adıyla ‘Önleyici tedbir’
kapsamında 190.000’den fazla ABD askeri
bu üslerde konumlandırılmış durumdadır. Bu üslerin ve askerlerin yıllık gideri
350 milyar doları buluyor. Ayrıca 2001’den beri Irak ve Afganistan’da ki savaş
giderleri 3 trilyon doları geçiyor. ABD her ay Irak’ta 12 milyar, Afganistan’da
ise 4 milyar doları savaş giderleri için harcıyor.
Obama başkan olduktan hemen sonra ABD Kongresi’nden özel
olarak Irak ve Afganistan’daki askeri giderler için 83 milyar dolar talep
etmişti.
Afganistan
Labirentinde ABD ve NATO
Afganistan’da 65 bin NATO askeri bulunuyor. Sekiz yıldır
Taliban’a karşı savaşını NATO’nun isteksiz müttefikleri ile götürmeye çalışan
ABD’nin, Afganistan’da çıkmaza sokulduğu, var olan asker sayısından ve
Afganistan için harcanan milyarlarca dolardan anlaşılmaktadır. Afganistan
konusunda strateji üretemeyen ABD, çareyi NATO üyelerinden ek asker talebinde
bulunarak, Afganistan için ayrılan savaş bütçesini arttırarak sorunu çözmeye
çalışıyor. ABD’nin Afganistan’daki çıkmazı, karşıtlar için aynı zamanda uygun
ortamları oluşturmaktadır. Irak’ta olduğu gibi Afganistan’da da ABD’ye karşı
Taliban’a destek verilmektedir.
ABD bir zamanlar Sovyet Rusya’sına karşı Afganistan’da
Paştun asıllı Talibanları eğitirken bugün Taliban militanlarını imha etmek için
Pakistan’dan ve Rusya’dan destek istemektedir. Taliban’a karşı ABD’ye verilen
destek Pakistan’ı kaos ve çatışmalar içine aldı.
Afganistan’ın ABD tarafından işgalinde topraklarını
kullandıran ve destek veren Pakistan, bunun faturasını ağır ödemektedir.
Taliban’ın öncülük ettiği savaş, Pakistan’ı da içine alacak şekilde
yayılmıştır. Her gün patlayan bombalar, Afganistan’da NATO askerlerini hareket
edemez konuma getirmiş, yüzlerce NATO askeri, Taliban saldırılarının hedefi
olmuştur. NATO askerleri başkent Kabil dışında Afganistan’ın genelinde denetimi
kaybetmiştir.
Afganistan’da istikrarı sağlayamayan ABD’nin Afganistan’a
ihraç etmek istediği göstermelik demokrasisi ve seçimler geri tepmiştir. Karzai
tekrar Afganistan göstermelik demokrasisinin devlet başkanı olarak
seçtirilmiştir. Seçim sonrasında Kabil caddelerini dolduran binlerce Afgan,
“kahrolsun ABD demokrasisi sloganlarını atmıştır. ABD’nin getirmek istediği
demokrasi ülkelerinin yıkımına neden olmuş, binlerce insan işgal süresince
ölmüştür.
“Bir Damla Petrol Bin
Damla Kandan Daha İyidir
ABD, AB, Rusya, İngiltere, Çin ve Hindistan Orta Asya,
Kafkasya, Ortadoğu ve Afrika’nın petrolünü ve gazını almak için kendi
aralarında yoğun bir mücadele veriyor. Aynı zamanda müttefik görüntüsü çizmeye
çalışan ve Şanghay İşbirliği Örgütü içinde yer alan Çin, Rusya, Hindistan
arasında çekişmeler de aynı paralelde sürüyor.
Bir müttefikin en küçük bir boşluğu diğer müttefiklerin karşı hamleleri
ile fırsata dönüştürülüyor. Bu nedenle hiç müttefik birbirine Ortadoğu, Asya ve
Afrika söz konusu olduğunda sırtını dönemiyor.
Bunu bir zafiyet olarak gören ABD, Şanghay işbirliği örgütü
içinde yer alan müttefikler arasındaki çıkar çatışmalarını derinleştirmeye
çalışıyor. Bu şekilde Çin, Rusya ve Hindistan’ın ABD karşısında güçlü bir blok
oluşturmalarını engellemeye çalışıyor.
Çin’in ABD ile olan ikili ilişkilerinde en hassas sorun
Tayvan meselesi olurken bununla birlikte Tibet ve son zamanlarda Doğu Türkistan
meselesinde de ABD’nin izleri görülmektedir. ABD başkanı Obama’nın Çin
ziyaretiyle ABD beklediği sonucu alamadı. Çin’in dostu olan aynı zamanda
ABD’nin düşmanı Kuzey Kore, İran, Burma Çin’in ABD ile bölgesel siyasî ve
güvenlik konularındaki müzakere kozunu güçlendirmektedir.
Çin, İran’ı Şanghay İşbirliği Örgütüne kabul ederek İran’ın
Orta Asya’da etkili olabilmesinin önünü açmıştı. Çin-İran arasında son dönemlerde milyarlarca
dolarlık enerji anlaşmaları bulunmaktadır. Çin’in ilgi alanı sadece bununla da
sınırlı değildir. Moldova’da yapılan seçimler öncesinde bu ülkeye 1 milyar
dolar tutarında kredi verilmesini öngören anlaşmayı onayladı. Söz konusu
anlaşma ile Moldova üzerinde ekonomik ve siyasî nüfuz elde etmeye çalışan ABD
ve Rusya’nın karşısına yeni bir rakip çıkmış oldu.
Çin’in nüfuz alanı, ABD ve İngiltere’nin geri planda destek
verdiği Hindistan’ın Çin ile olan çekişmesinden nasibini alan Sri Lanka’da
görülmektedir. Petrol ve altın rezervlerine sahip Sri Lanka, Hindistan ve
ardıllarının iştahını kabartmaktadır. Özellikle Tamil halkının sahip olduğu
toprakların bu anlamda önemi daha fazla ortadır.
Tamil halkının 39 yıldır verdikleri özgürlük ve bağımsızlık
mücadeleleri, Hindistan’ın destek verdiği Sri Lanka devleti tarafından soykırım
ve katliamla karşılık bulmuştur. Burada da “bir damla petrol için binlerce
Tamil halkı katliamdan geçirilmiş, katliamdan kurtulanlarda toplama kamplarına
doldurulmuştur.
Sri Lanka devleti, Tamil halkını katlederken insan
haklarından dem vuran devletler, sözde insan hakları savunucuları ve örgütleri
katliamı seyretmiştir. Bu katliama karşı durmak yerine TC devleti gibi birçok
devlet katliamı bir yöntem, bir seçenek olarak kendi içinde kullanmakla daha
fazla ilgilenmiştir.
Hindistan, Sri Lanka devletine verdiği destekle katliam ve
soykırım gerçekleşmiştir. ABD ve İngiltere ise bu katliama yönelik gelecek
tepkilerin görmezden gelinmesini sağlayarak Hindistan’a ve Sri Lanka devletine
destek vermiştir.
Tamil halkının katliamından hemen sonra ABD, Hindistan ile
milyarlarca dolarlık bir silah antlaşması imzaladı. Antlaşmada nükleer
silahlarla ilgili projeler de yer aldı.
Orta Asya-Kafkas
Denkleminde Rusya – ABD Çatışması
ABD, İngiltere ve İsrail ittifakı karşısında güç olma
konumlarını koruyan ve her geçen gün bunu arttıran Rusya, İran ve Çin bölge
politikalarında daha fazla belirleyici konumdadırlar. Bu güçlerin kendi
aralarında oluşturdukları petrol ve silah anlaşmalarına dayalı ittifaklar, ABD
ve İngiltere’nin bölge politikalarında ciddi krizlerin çıkmasına neden
olmuştur. Bölge devletleri tarafından savaş ve kaosun derinleştirildiği
Afganistan ve Irak bataklığında, ABD ve İngiltere bütün askeri gücüyle birçok
alanda savaşmak ve güçlerini parçalamak zorunda kalmıştı.
Rusya’nın ABD’ye karşı İran kozunu sürekli öne çıkarması
bunun yanında Kuzey Kore’yi diğer taraftan destekleyerek kendisi için bir
savunma hattı oluşturuyordu. Rusya, arka
bahçesi olarak gördüğü eski Sovyet cumhuriyetleri olan Ukrayna, Gürcistan,
Azerbaycan ve Kazakistan’da ABD tarafından açılmak istenen çatlakları kapatmak
için petrol ve doğalgaz tehdidini hem içe karşı hem batıya karşı kullanmıştır.
Bu ülkelerin dışa açılımları Rusya üzerinden gerçekleşmektedir. Petrol ve
doğalgaz boru hatları Rusya üzerinden geçmektedir. Bu durum doğal olarak
Rusya’nın bu devlet üzerinde daha fazla hâkimiyet kurmasını sağlamıştır.
ABD ve İngiltere’de dahil bölge devletleri ve güçlerinin
Uluslar arası ilişkilerini, güvenliğini birinci dereceden belirleyen Enerji
konuları Rusya’nın elindeki en stratejik kozlardan biridir.
AB ülkelerinin doğalgaz ihtiyacının önemli bir kısmını
karşılayan ve bu durumun daha uzun yıllar sürmesini garantiye almak isteyen
Rusya, özellikle gelecekte Doğal Gaz’ın en büyük tedarikçileri olan Orta Asya
ülkelerini, gazlarını sadece kendisine satmaları konusunda politik ve ekonomik
hamlelerle sıkıştırmaktadır. Bazen bu ülkelerin siyasi durumlarındaki
belirsizlik Rusya karşıtı, ABD ve Avrupa kaynaklı müdahalelere zemin
oluşturması Rusya’nın uzun vadeli politikalarını etkileyebilmektedir.
NATO’nun Rusya’nın arka bahçesini de içine alacak şekilde
genişleme çabaları özellikle Ukrayna ve Gürcistan’ın NATO üyelik aksiyon
planına dahil edilme ihtimali Rusya’nın sert tepkilerine neden oluyor.
Strasbourg’da düzenlenen NATO zirvesinde, genişleme planları doğrultusunda Arnavutluk
ve Hırvatistan, NATO’ya üye olması ve Fransa’nın tekrar NATO’ya dönmesi,
NATO’nun Ortadoğu ve Orta Asya’da, Kafkasya dahil Rusya etrafında bir güvenlik
çemberi oluşturma gayretleri olarak açığa çıkmıştı. NATO’nun bölge
politikalarında daha belirleyici bir aktör durumuna getirilmesi konusunda,
Rusya’nın bütün engelleyici çabalarına rağmen ABD ve İngiltere öncülüğünde
yoğun bir çaba gösterilmektedir.
Gürcistan ve Ukrayna’yı NATO’ya dahil çabalar arttırılırken
Ermenistan ve Azerbaycan üzerinde de benzeri bir plan devreye konulmaktadır.
Ermenistan ile Türkiye arasındaki sınır kapısının, Azerbaycan ikna edilerek
açılması aynı zamanda ABD’nin enerji politikalarına uygun hale getirilmesi
anlamı da taşımaktadır. Ermenistan ve Azerbaycan ABD sistemine uyumlu hale
getirilmeye çalışılmıştır. Ukrayna, Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan’ı
denetimine almayı hedefleyen ve buraları NATO’ya dahil etmeye çalışan ABD, bu
şekilde hem Rusya’yı hem de İran’ı kuşatmayı planlamaktadır. Ermenistan, Orta
Asya ve Kafkas doğalgazının Türkiye üzerinden aktarılabileceği bir konuma
gelmiş bulunmaktadır. ABD, Rusya’nın buralardaki tekelini kırmak ve AB ülkeleri
üzerindeki Rusya bağımlılığını ortadan kaldırmak için doğalgaz boru hatların
büyük kısmının Türkiye’den geçmesini istiyor. Rusya’nın boyunduruğundan
kurtarılmış bir AB, ABD’nin bölgedeki çıkarları için daha fazla uygun hale
gelecektir. Nabucco projesi bu anlamda devreye konulmuştur.
İşgal Güçlerinin Yeni
Savaş Alanı: Nabucco
Nabucco projesi,13 Temmuz 2009 tarihinde Ankara’da 6 Avrupa
ülkesinin başbakanlarının katıldığı bir törenle imzalandı. Nabucco boru hattı
projesiyle Azerbaycan ve Orta Asya doğal gazının Türkiye üzerinden Avrupa’ya
taşınması planlanmaktadır. 2010’da başlaması planlana olan boru hattı Kuzey
Kürdistan sınırlarından çıktıktan sonra terminal ülke Avusturya’ya kadar
sırasıyla Bulgaristan, Romanya ve Macaristan’dan geçirilecek. Esas olarak Orta
Asya ve Kafkasya doğalgazını Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşımayı hedefleyen
Nabucco, ana çıkış noktasında Rusya kaynaklı engelleme girişimlerine karşı
Güney Kürdistan’dan çıkarılması düşünülen doğalgaz rezervleri projede ana
kaynak olarak işleve kavuşturulabilmesi planlanmaktadır.
Rusya, ABD ve
Avrupa’nın kendisini devre dışı bırakan projelerine karşı, ilk başta
Azerbaycan, Türkmenistan veya Kazakistan üzerinde baskı kurarak projeyi
engellemeye çalışıyor. Diğer taraftan da projeye sınırlı destek veren ama bir
taraftan da ipin ucunu ABD’ye vermek istemeyen Almanya ve Fransa ile Rusya
doğal gazını doğrudan Kuzey Avrupa’ya taşıyacak, Karadeniz’in 2 bin metre
altından 900 kilometrelik Kuzey Akımı hattının antlaşmalarını yaptı.
Bütün bu çalışmalara rağmen Nabucco projesinde belirsizlik
çok fazladır. Uzun vadeli gerçekleşebilir olabilmesi için birçok engelin
aşılması gerekiyor. Sürekli değişen dengeler Nabucco’nun kaderini de
belirleyecektir.
Petrol Devlerinin
Hedef Tahtasındaki İran
Yakın bir zaman içinde İran’ın petrol ve doğalgaz
gelirlerinden yıllık 49 milyar dolar gelir elde ettiği açıklandı. Buna birde
zenginleştirilmiş uranyum elde etmeye ve bu yolla kendisine ait bir nükleer
santral kurmaya ve nükleer silah elde etme çalışmaları da eklenince ABD,
İngiltere ve İsrail’i kaygılandırabilecek güce ulaşması, İran’ın ‘tehdit’ olma
konumunu arttırıyor. ABD açısından İran başta olmak üzere Kuzey Kore gibi
bölgedeki devletlerin güçlenmesi, nükleer güce sahip olması bu açıdan kabul
edilebilecek bir durum değildir.
ABD ve müttefiklerinin saldırgan tutumlarına karşı İran’ın
bölgede en çok destek aldığı ülkeler arasında Rusya yer alıyor. Rusya açısından
İran ile ilişkilerin sürdürülebilir olmasındaki temel faktörlerden biri de, ABD
ve Batı dünyasının silah ambargosuyla karşı karşıya olan İran, Rusya için
önemli bir silah pazarıdır. Diğer bir konu ise, ABD karşıtı İran’la ilişkilerde
taktik amaçlı “yan çizse de İran’ı belli konularda desteklemek Rusya için bir
gerekliliktir.
İran’ın ‘nükleer silah’a sahip olmak için uranyum
zenginleştirme programın geliştirmesi, kıtalar arası nükleer başlık taşıyan
füze denemeleri yapmasına ABD’nin başını çektiği Avrupa-Atlantik Dünyasının
tepkilerine neden olmakta, ambargo ve askeri seçeneklerin gündeme girebileceği
yaptırımlar üzerinde tartışmalar yürütülmektedir. İran’ın asıl hamlesi daha çok
enerji konularında olmaktadır. Başta Çin olmak üzere Şanghay işbirliği örgütü
üyeleriyle yaptığı petrol ve doğalgaz antlaşmalarla bölgedeki ittifaklarını
güçlendirme arayışı içindedir. Ayrıca petrol ve doğalgazı dolar yerine Euro
üzerinden fiyatlandırması ABD’ye karşı önemli bir hamle niteliğindedir.
ABD, kendi dışişleri bakanı gibi kullandığı, TC devletinin
dışişleri bakanı Ahmet Davutoğlu üzerinden İran ile yaptığı temaslarda uranyum
zenginleştirme programından vazgeçilmesini isterken, petrol ve doğalgaz
sahalarının özelleştirilmesini, yabancı ülkelerin petrol arama çalışmalarına
izin verilmesi yanında petrol ve doğalgaz satışlarının tekrar dolar üzerinden
yada herkesin kendi para biriminden yapması seçenekleri gündemde tutulmaktadır.
TC devletinin İran ile olan diplomasisinde elini güçlendirmek için ABD,
Kürdistan Özgür Yaşam Partisi PJAK’ı “terör örgütleri listesi ne aldı. Ardından
da, TC devletine verdiği keşif istihbaratıyla Kuzey ve Doğu Kürdistan sınır
hatlarında PJAK’ı hedef alan kara saldırıların gerçekleşmesini sağlamıştı.
Bir taraftan diplomatik kanallar devreye konulurken bir
taraftan da ambargo tehdidi ısıtılmaya çalışılmaktadır. İran’da gerçekleşen Cumhurbaşkanlığı
seçimleri sonrasında her türlü şiddet yöntemiyle bastırılan muhalif gücün
tekrar İran sokaklarını doldurması, Ahmedinecat ve rejim karşıtı gösterilere
dönüşmesi değerlendirilmesi gereken bir durum olarak öne çıkmaktadır. İç
çatışma ve iç karışıklarda uzman olan İngiltere, köklü bir geçmişi olan İran
muhalefetini, İran rejimine karşı kullanma istemleri olsa da bunu çok
başaramamaktadır.
Kürtler söz konusu olduğunda TC devletiyle aynı katliamcı
zihniyet etrafında bir araya gelen İran’
PJAK karşısında ciddi bir zorlanma içerisine girmiş, gerilla karşısında
aldığı ağır yenilgiyi sivil halka saldırarak ve onlarca Kürdü idam ederek
göstermiştir. Güney Kürdistan’daki Kürt yönetimiyle ilişkiler geliştirirken
Doğu Kürdistan’daki Kürtlere karşı da katliam ve inkâr politikalarını devreye
sokmuştur. TC devletiyle birlikte ve eş zamanlı olarak medya savunma alanlarına
operasyonlar düzenlemişler, sivil yerleşim yerlerini hedef alan bombardımanlara
girmişlerdir.
Kürt İnkarında ABD
Çizgisi
Bush döneminde, tehdit ile birlikte baskıya dayalı
diplomasinin bir arada yürütülmesi sonrasında Suriye devleti daha esnek bir
politika izlemeye başlamıştı. Suriye’nin etkisizleştirilmesinde Fransa etkili
olmuştu. Suriye’nin etki alanındaki Lübnan’da Suriye’nin varlığını sona
erdirilmesi ve Filistin konuları Suriye’ye yönelik politikalarda belirleyici
oldu. Buna bir de Irak ve Afganistan’da devam eden istikrarsızlığın faturası da
eklenince Suriye devleti her türlü diplomasi araçları devreye sokularak
yürüttüğü mevcut politikalardan vazgeçmesi için yoğun bir baskı oluşturuldu.
İran ile olan ilişkileri gündemde tutuldu. ABD dışişleri bakanı Hillary
Cilinton’un Suriye üzerine yaptığı değerlendirmede, Suriye’nin rejimiyle bir
sorunlarının olmadığı, politikalarını değiştirmesi için çaba gösterildiğini
söylemişti. Geçen süre için de Suriye rejimi önemli orada sistemiçileştirilmeye
çalışıldı. Fransa ve Türkiye’nin devreye
girmesiyle Suriye devleti İsrail ile müzakerelere çekilmişti. Filistin-İsrail
görüşmelerinin başlatıldığı bir süreçte Suriye’ye karşı baskının dozajı
arttırılırken, Suriye ile ilişkilerde barış söyleminin dile getirildiği dönemde
ise Filistin’de gerginlik tırmanışa geçmiştir.
Lübnan, Filistin ve Irak, İran ve Suriye gibi bölge
devletlerinin ABD ve İsrail karşısında savaştığı bir alan olduğu sürece yakın
vadede buralarda bir istikrardan söz etmek çok da gerçekçi olmayacaktır.
Bu süreçte, TC hükümetinin dışişleri bakanı Ahmet
Davutoğlu’nun, Suriye’ye yönelik diplomasi trafiği bazı sonuçların ortaya
çıkmasını sağlamıştır.
ABD’nin dışişleri bakanlığında belirlenen program ve plan
çerçevesinde Ahmet Davutoğlu’nun, İran, Suriye ve Irak eksenli diplomasi
trafiğine diğer Arap ülkeleri de eklenmiştir. NATO zirvesinde tezgâhlanan TC
başbakanı Tayip Erdoğan’ın “One minute krizi, Türkiye’nin bölge devletleriyle
ve Arap ülkeleriyle olan ilişkilerinin dönemsel olarak önünü açmıştır. İsrail
ile yaratılan yapay gerginlik yine çeşitli açıklamalarla ve İsrail karşıtı
dizilerle desteklenmiştir. ABD’ye ve İsrail’e yakınlığı ile sürekli dışlanan
Müslüman TC devletinin, Müslüman-Arap ülkeleri arasına girebilmesi için geçici
de olsa bir fırsat oluşturmuştu. TC devletinden Müslüman-Arap ülkeleriyle
müzakerelerin açık tutulması ve bu ülkeler ile ABD arasında bir köprü oluşturma
görevi oynaması istenmişti.
Sonuç olarak, Suriye, İran, Libya, Ürdün ile ticari ve
diplomatik ilişkiler geliştirilmiş, Suriye başta olmak üzere, Libya ve Ürdün
ile vize uygulamasına son verilmiştir.
Suriye ile yapılan görüşmeler ardından ABD, uzun süredir çektiği büyükelçiliğini
tekrar Suriye’ye göndermiştir.
Suriye ile TC devleti arasındaki ilişkiler sınırlar
arasındaki vize uygulamasıyla sınırlı kalmadı, PKK’nin tasfiyesi konularında da
antlaşmalar yapıldı. Suriye devlet başkanı Beşar Esat, PKK içindeki Güneybatı
Kürdistanlı gerillaların geri dönmeleri durumunda affedilecekleri çağrısında
bulunarak, “PKK’nin ortak düşman olduğu vurgusunda bulunmuştur. PKK’nin
tasfiyesi için TC devleti ile kirli ilişkiler geliştirilirken Güneybatı
Kürdistan’da da Kürtlere karşı inkar ve asimilasyon politikalarına ağırlık
vermiş, onlarca Kürdü zindanlara doldurmuştur.
Kürdistan Stratejik
Araştırmalar Merkezi
www.lekolin.org – www.lekolin.net – www.lekolin.info