17 Haziran 2017 Cumartesi Saat 21:17
Afganistan, Somali, Irak, Suriye vb.
örneklerde olduğu gibi yerel sorunların iç dinamiklere dayalı çözümüne izin
verilmediğinde, bu sorunlar gittikçe bölgesel çelişki ve çatışmalara dönüşmekte
ve hızla küresel çapta kaos üretir hale gelmektedir. Bu durum bir yanda insani
yıkım ve dramı katlanılmaz hale getirmekte, diğer yanda ise yerel düzeydeki
çelişki ve çatışmaların küreselleşerek kapitalist sistemin sürdürülemez hale
gelmesine yol açmaktadır. Kapitalist Sistemin paradigmasal olarak aşılması,
insanlığın sorunlarına çözüm üretememesi ve doğuş merkezleri başta olmak üzere
her alanda derin ekonomik krizlerle boğuşması, onu daha fazla kaos üretir hale
getirmektedir. Bu durum ise birçok
merkezde askeri seçenek ve çatışmaları kaçınılmaz kılmaktadır. Bu nedenle her
geçen gün çatışma-savaşların düzeyi, kapsam alanı, tahripkarlık oranı ve
direk-yâda dolaylı olarak etkilediği insan sayısı 1. ve 2. Dünya paylaşım
savaşlarındaki oranları aşmaktadır.
Bu gerçekliği küresel merkezlerin her geçen gün güç
kaybetmeleri izlemektedir. İki kutuplu sistem aşıldıktan son kendisini küresel
imparator ilan eden ve dünyayı yeniden dizayn etmek isteyen ABD, geçen zaman
diliminde bu amacını gerçekleştiremediği gibi, ciddi anlamda güç yitimini de
yaşamıştır. Finans kapitalin temsilcisi tekellerin giriştikleri acımasız –
yıkıcı rekabet ve enerji kaynaklarını, hatlarını kontrol etme mücadelesi
gittikçe sistemin iç bünyesinde parçalı hale gelmesine, karar almada
zorlanmasına ve geçmişin aksine daha fazla iç sorunlarla enerji tüketmesine
neden olmaktadır. Bu tablo ABD açısından içte, yönetim katında süreklileşen
klik çatışmalarına, istifalara, görevden
almalara, Trump’ın dahi bir sonraki gün ne olacağının belirsizleşmesine,
yönetim iradesinin parçalanmasına, hızlı karar alamamaya ve alınan kararların
kolay kolay uygulanamamasına neden olmaktadır. Dışta ise Almanya’nın herkes
başının çaresine baksın biçiminde özetlenen son çıkışında görüldüğü gibi
çevresine topladığı koalisyonun çatırdamasına, birlikteliğin zayıflanmasına ve
düşman ilan etiği güçlere karşı siyasi, ekonomik, askeri olarak yaptırım
gücünün zayıflamasına neden olmaktadır. Bu anlamda ABD’nin mutlak güç ve tek
muktedir olma iddiası zaman geçtikçe daha fazla anlamsızlaşmaktadır. Birçok kesimin
esip-gürleyecek ve elinde sihirli değnek varmışçasına tüm sorunları çözecek
diye beklediği Trump, seçimden bu yana
ancak bir birinden ucube iki karara imza atabilmıştır. ABD’yi iklim
antlaşmasından çekmiş ve iki ayrı anti İslami genelge yayınlayabilmiştir.
Küresel düzeydeki sorunlara ve çatışmalı alanlara ilişkin yeni hiçbir şey
söyleyememiş, söylediklerini pratikleştirme gücünü gösterememiştir. Geçmişe
göre İran ve K. Kore’ye yaklaşımda farklılık görülse de bu henüz köklü bir
değişim yaratacak düzeyde değildir. ABD’nin tüm karşı çıkışları ve tehditlerine
rağmen K. Kore yeni silah geliştirmede ısrar edeceğini açıklamış ve deneylerine
devam etmiştir. Bölgeye olası bir ABD saldırısının felaket olacağını ifade eden
Çin ile Rusya, Kore’nin yanında yer almışlardır. Bu durum ABD’nin daha temkinli
davranmasına yol açmıştır. Benzer bir tutum İran’a yaklaşımda da görülmektedir.
Çok keskin söylemlere rağmen pratikte geçmişin uygulamalarına yakın bir
politika izlenmektedir. Daha çok bölgede kendisine bağımlı güçler eliyle Yemen,
Irak, Suriye, Lübnan vb. alanlarda İranı sınırlama esas alınmaktadır. Bunun
ikinci aşamasının kesin bir kuşatma ve Arabistan öncülüğündeki Sünni güçlerle
çatıştırma ihtimalidir. Bu denklemde DAİŞ birçok güç gibi ABD ve İran
ilişki-çelişkilerinde de bir Truva atı işlevi görmektedir. İki güçte DAİŞ
tehdidini kullanarak, bir-birine karşı hamle geliştirmekte, bölgenin geneline
yayılmak, buralarda meşruiyet elde etmek ve kalıcılaşmaya çalışmaktadırlar. Bu
nedenle söylem düzeyinde DAİŞ’i yok etmek konusunda ittifak olsa da, pratikte
tersi olmaktadır. Birçok yerel ve küresel güç bölgeye yerleşme ve yayılmada
meşruiyet kazanmak için DAİŞ’e ihtiyaç duymaktadırlar. Ayrıca farklı güç
merkezlerinin bu oluşumu bir-birine karşı kullanmaları, onun tüm kayıplarına
rağmen, boşluklardan yararlanarak varlığını sürdürmesine ve her an yeni
alanlara açılmasına neden olmaktadır. Bunun sonucu yerel sorunlar hızla
küreselleşmektedir. DAİŞ’in Afganistan’dan Filipinlere, oradan Afrika ve
Avrupa’ya uzanan saldırıları bu gerçekliğin sonucudur.
Bu tablo içinde Çin daha fazla ekonomik gücüne dayanarak
varlığını hissettirmeye, etkinliğini artırmaya çalışmaktadır. Uyguladığı temel
politika “Karıncalaştırdığı insanın ucuz iş gücüne dayanmaktadır. Bu yolla
oluşturduğu ekonomik birikime ve yüksek nüfus gücüne dayanarak kolaylıkla
birçok pazara sızmakta, dünya ölçeğindeki acımasız rekabette başarılı
çıkmaktadır. Bundan dolayı küresel aktörlerle çatışması ekonomik alanla sınırlı
kalmaktadır. Bu politikasıyla diğer güçlerin bir-birleri ile olan direk yâda
dolaylı siyasi-askeri çatışmalarda güçten düşmelerini beklemektedir. Uluslararası
görüşme ve kararlaşmalarda genelde Rusya ile hareket etmektedir. Fakat onunla
da ciddi sınır, göç ve enerji sorunları bulunmaktadır. Buna karşı Rusya ise son
derece pragmatik, kaygan, günü birlik ve tehlikeli bir politika izlemektedir.
Yakın dönemde Gürcistan ve sonrasında Ukrayna’da yaşadığı kayıplardan çıkardığı
derslerle elindeki askeri gücü, enerji kaynaklarını ve enerji nakil hatlarını
ölümcül bir silah olarak kullanmaktadır. Taraf olduğu Suriye ya da başka
çatışma alanlarında yaşanacak bir değişimin kendisi açısından domino etkisi
yaratacağını, bunun daha sonra enerji kaynakları açısından zengin olan
Çeçenistan ve diğer stratejik alanların kaybına dönüşüp, kendisini denklem
dışına çıkaracağını düşünmektedir. Bu nedenle taraf olduğu çatışma ve
sorunlarda her hangi bir değişimin olmaması için tüm imkânlarını seferber
etmektedir. En gerici ve azgın faşist grup-devletlerle ittifaklar geliştirerek
yüz yılın başında kurulan statükonun yıkılması tehlikesini mevcut ülkelere
karşı kullanmaktadır. Suriye, Irak vb.
çatışma bölgelerinde temel politikası bu parametrelere dayanmaktadır. Irakta,
İran aracılığı ile etkinliğini korumaya, arttırmaya çalışmakta, bu uğurda
birçok karmaşık ilişki geliştirmektedir. Suriye’de ise İran, rejim ve Hizbullah
ekseninde kurduğu statükoyu koruma çabalarına, Kürt karşıtı politikaları
nedeniyle TC’yi de dahil etmiştir. Fakat mezhepçilik yapan TC ve İran gibi iki
ayrı ucun uzun süre birlikte yürüme şansı yoktur. Bir tarafın rejimi koruma,
diğer tarafın ise Kürtlerin kazanımlarını engelleme çabası ancak günü birlik
geçici uzlaşılara neden olabilir. Bu durumu Rusya’da bilmektedir. Bundan dolayı
bu politikayla bir yanda Sünni cepheyi bölüp-parçalamayı amaçlamakta, diğer
yanda ise Halep örneğinde olduğu gibi TC’yi de kullanarak daha fazla alanı
çetelerden temizlemek istemektedir. Bu çabasına paralel olarak Rusya, Rakka
operasyonu ve ABD’nin Ürdün sınırındaki hareketliliğini- ilerlemesini engellemeye
çalışmaktadır. Ayrıca NATO’nun Rusya sınırlarına yakın bölgelerde
gerçekleştirdiği askeri faaliyetler, Estonya’nın Rus elçisini sınır dışı
etmesi, Rusya sınırına duvar öreceğini açıklaması ve G7 ülkelerinin Rusya’ya
dönük yeni yaptırımlar geliştirme olasılığını kendisi için tehdit olarak
görmektedir.
Küresel güç durumundaki İngiltere, Almanya, Fransa vb.
ülkeler ise ABD’den bağımsız, kendi başlarına denklem değiştirecek politika
üretip, uygulayacak kapasitede değillerdir. Ayrıca bünyelerinde yükselen
yabancı düşmanlığı, sosyal-siyasal çalkantılar bu güçlerin önemli oranda
denklem dışına itmektedir. Hatta Almanya mevcut konumunu bile korumakta
zorlanmaktadır. Özellikle TC ile geliştirdiği göçmen politikası ve İncirlik
üssünün kullanılması kendisi için sürekli sorun üretmektedir. Manchester’da bir
konserin bitimi sırasında düzenlenen saldırı ve onu takip eden günlerde gelişen
yeni saldırılar adeta İngiltere’yi şok etmiştir. Gerçekleşen ve gerçekleşmesi
olası saldırılara dönük alınan tedbirler burada sistemi kilitlemiş, hayatı
alt-üst etmiştir. İngiltere bir anda güvenlikçi politikalara dönük arayışların
merkezine dönüşmüştür. Ayrıca İngiliz istihbarat kuruluşunun ülkede 23 bin
aktif cihatçı bulunduğunu, bunlardan 3 bininin tehdit oluşturduğunu ve soruşturma
ya da gözetim altında olduklarını açıklaması, terörün Avrupa’da önemli oranda
yayıldığını, kısa sürede köklü olarak önlenemeyeceğini ve buradaki sistemi daha
fazla felç etmeye devam edeceğini göstermektedir.
Bölgede süregelen savaş ise gittikçe derinleşerek, yeni
alanlara yayılmaktadır. Özelikle Mısır yeni saldırıların merkezine dönüşmüştür.
Buna karşı Mısır yönetimi ise içte birçok baskıcı yöntemi devreye koymuş, dışta
ise ilişkide bulunduğu güçleri harekete geçirmiştir. Yönetim, Müslüman Kardeşlerin Rehberlik Konseyi
Başkanı Muhammed Bedii dahil 118 kişiyi daha terör listesine almıştır. Radikal
gruplara dönük birçok yeni uygulamayı devreye koymuştur. Buna paralel olarak
dışta da ciddi girişimleri olmuştur. Müttefikleri ile birlikte Müslüman kardeşlerin
finansörü ve karargahı durumundaki Katar ciddi bir kuşatma altına alınmıştır.
Ayrıca Mısır, El Minya’da Kıptiler’e yönelik saldırıları gerekçe göstererek
Libya’nın Derne bölgesindeki Cihatçı gruplara dönük saldırılar başlatmıştır.
Fakat Mısırın bu politikası sorunları çözmekten çok, Ortadoğu merkezli
çatışmayı, kaosu daha fazla kuzey Afrika’ya taşıyacak ve buradaki
istikrarsızlığı daha da derinleştirecektir.
Irak’ta DAİŞ’e karşı yeni mevziler kazanıldıkça iç
çelişkiler daha fazla derinleşmektedir. Musul operasyonu ağır aksak ve büyük
kayıplarla sürdürülmektedir. Özellikle Eski kentteki bitişik evler ve dar
sokaklardan oluşan yapı nedeniyle DAİŞ ile savaş daha da zorlaşmaktadır. Bu handikabı
aşmak için başvurulan hava saldırıları ise sivil kayıpları artırmaktadır.
Ayrıca Hawice halen DAİŞ’in elindedir. Örgüt buradan Diyala, Mendeli, Xanekin
ve Baquba’ya kadar olan alanlara saldırılar düzenlemektedir. Örgütün Kerkük ve
Ramadi alanlarındaki etkinliği sürmektedir. Ayrıca Musul operasyonundaki her
ilerleme, ülkenin diğer alanlarına ölümcül terör saldırıları, hassas etnik ve
mezhepsel dengelerin bozulup-tahrip olması biçiminde yansımaktadır. Son birkaç
gün içinde Bakuba, Selahadin, Bağdat, Kerbela vb. şehirlerdeki ölümcül terör
saldırıları ve Haşdi-Şabi ile Peşmerge arasında boy veren gerginlik daha
şimdiden Musul’da kazanılacak zaferi önemsizleştirmektedir. Özellikle Haşdi
Şabi’nin Suriye sınırına ulaşması yeni çatışmaların fitilini ateşleme potansiyelini
taşımaktadır. Bir Haşdi Şabi yetkilisinin bundan sonraki görevlerini
“Irak-Suriye sınırını kontrol altına almak ve sınır güvenliğini sağlamak
olarak açıklaması hem sınır boyunda, hem de Germiyan alanında daha fazla
gerilim ve çatışma üretecektir. Bu nedenle Irak’ın daha fazla şiddet sarmalıyla
boğuşması kaçınılmazdır.
İran devlet politikası gereği Ruhani’nin seçimi kazanması
için her şey yapılmıştır. Esas olarak
Ruhani’yi zorlayacak Ahmedi Nejad ve yandaşları veto edilmişlerdir. Adı baskı
ve kıyımlarla özdeş hale gelen Reisi gündemleştirerek halkın kısmen daha ılımlı
Ruhaniyi tercih etmesi sağlanmıştır. Böylece içte güçlenen değişim talepleri
kontrol altına alınmak istenmiştir. Aynı zamanda Ulusalarası alanda Reisi,
Ahmeti Nejat vb. muhazakarlara göre daha ılımlı olan Ruhanin çizgisi ile
İran’da değişim olacak beklentisi yaratılarak, geliştirilmek istenen kuşatma
kırılmaya çalışılacaktır.
Bu politika sonucu İran seçimlerini Ruhani kazanmıştır. Geçmişten farklı olarak Ruhani seçim
kampanyasında İran’ın askeri güçlerini nükleer antlaşma sırasında provokasyon
yapmakla suçlamıştır. Ayrıca kendi
döneminde de yoğunca başvurulan idam cezası uygulanmasını sert biçimde
eleştirmiştir. Bu ve benzeri söylemlerle değişim mesajı vermiştir. Fakat
Seçimden hemen sonra 20 kişinin idam cezaları infaz edilmiştir. Bu durum İran’da
esas gücün seçilenler olmadığını, seçim ve seçilenlerin birer makyaj olduğunu
daha fazla görünür kılmıştır. Ayrıca rejim içinde derinde de olsa çelişki ve
kavganın devam ettiğini göstermiştir. Bu süre içinde başta TC, Arabistan ve KDP
olmak üzere Ulusalarası güçlerin teşviki-desteği ile Rojhılat’lı altı örgüt
İrana karşı ortak silahlı mücadele yürüteceklerini ilen etmişlerdir. Bu
partilerden Komela ve KDP-İ güçlerinin bir kısmını Rojhilat-Başur sınırına
yığmışlardır. Rojhılat’ta dönük bu gelişmeler önemli oranda Ulusalarası alanda
iranı kuşatma ve içten zayıflatma planının bir parçasıdır. Halkımızın mevcut
rejimden kurtulma, özgürleşme arayışının böylesine istismar edilmesinin esas
mimarı ise KDP’dir. Tahran’daki parlamento ve türbe saldırıları da Ulusalarası
alandaki iranı sınırlama ve içte zayıflatma planından bağımsız değildir. Bu
eylemleri DAİŞ’in yapmış olması bu gerçeği değiştirmez.
Suriye de çözüm değil, ön plana çıkan çözümsüzlüktür.
Rusya’nın basit-günübirlik kazanımlar temelinde geliştirdiği politikalar sorunu
daha fazla karmaşıklaştırmaktadır. Kendisi ve ittifak etiği güçler tüm
imkânlarını seferber ederek mevzilerini korumaya ve yeni mevziler elde etmeye
çalışmaktadır. Bu kapsamda Rusya bir yanda ’Rojava’da ciddi güvenlik sorunu
var’ diyerek TC’nin bu alana daha fazla saldırmasını tahrik ve teşvik
etmektedir. Diğer yandan ise Lavrov, QSD
ile DAİŞ çekilme koridoru için anlaştılar biçiminde açıklama yaparak QSD
güçlerinin Rakka’da ilerlemesini gölgelemek, itibarsızlaştırmak istemektedir.
Rusya, bölgede Kürtleri yok sayarak, dışlayarak, yâda karşıtlaştırarak gelişme
sağlanamayacağını en iyi bilen güçtür. Bu nedenle Rusya’nın Rojava ve genel
Kürt politikası Avrasyacılığın teorisyeni Rus stratejist A. Dugin’in bir
röportajında ifade etiği’ Kürtleri korkutmama, güven verme, ABD’nin yanına
itmeme ve kazanmamız lazım’ yaklaşımına dayanmaktadır. Bu nedenle Rusya’nın
Kürt politikasında her hangi bir çözüm yoktur. Kürtleri oyalama ve
çözümsüzlüğün taraftarı haline getirme amacı vardır.
Rusya, İran ve rejim Suriye’nin, Ürdün sınırını ele geçirmek
uğruna tüm imkânlarını seferber etmektedirler. Fakat Rakka’dan QSD’nin hızlı
ilerlemesi, Güney cephesinde ise ABD, İngiltere ve Ürdün’ün desteklediği ‘Yeni
Suriye ordusunun’ varlığı bu çabaları sonuçsuz kılmaktadır. Rusya ve
müttefikleri Ürdün sınırındaki hamleler ile birden çok hedefi gerçekleştirmek
istemektedir. Öncelikle Rojava’da başlayıp, Irak, Ürdün ve Lübnan’a uzanacak
tam bir kuşatma ve tecritti önlemeye çalışmaktadırlar. Bunu önleyemediğinde
rejimin ayakta tutulması daha zor hale gelecektir. Şia hilalinin karadan
bütünleşme amacı imkânsızlaşacaktır. Bu İran’ın etkinliğini sınırlayıp kıracağı
gibi, Rusya’nın mevzilerini korumasını daha da zorlaştıracaktır. Katar’ın
merkezinde yer aldığı kriz bu gelişmelerden bağımsız ele alınamaz. Değişen
Suriye ve bölge denkleminin tetiklediği bu kriz derinleştikçe en fazla İran,
Türkiye ve Rusya’yı etkileyecektir. Bu nedenle üç ülkede Katara desteklerini
açıklamış ve ihtiyaçlarını karşılayacaklarını ilan etmişlerdir.
Rusya, ABD yâda diğer güçlerin yönelimi ne olursa olsun
Suriye’nin geleceğini Uluslararası güç dengeleri kadar Rakka ve Deyr ez Zor
operasyonlarını yürüten güçlerin tavrı ve buralarda alınacak sonuçlar
belirleyecektir. Buralarda çıkacak sonuç ülkenin nasıl bir biçim alacağını
önemli oranda etkileyecektir. Bundan dolayı bir tarafta TC Rojava sınırı
boyunca saldırılarını yoğunlaştırmakta, Rakkaya dönük kuşatmayı zayıflatmak
istemektedir. Diğer taraftan ise Rusya, İran ve rejim, Ülkenin güney sınırı
boyunca tüm imkânlarını kullanarak operasyon geliştirmektedir. Buna karşı ABD
gerektiğinde direk savaşa müdahil olmakta, rejim güçleri kadar, İran’ın
örgütlediği milis güçlerini vurmakta ve bu alanda her-hangi bir ilerlemeye izin
vermemektedir. Bu anlamda Deyr ez Zor ve çevresinde yaşananlar devletler arası
bir savaşa dönüşme potansiyelini taşımaktadır. Bu nedenle alanda yaşananlara
büyük bir dikkatle eğilmek ve uygun politikalar geliştirmek bölgedeki etkinlik
açısından büyük bir öneme sahiptir. Deyr ez Zor’daki gelişmeler bölge
sınırlarının ve yeni dengelerin oluşması açısından oldukça kritik bir
önemdedir. DAİŞ için Rakka ne kadar önemli ise Suriye ve hatta bölgenin
geleceği için de Deyr ez Zor o kadar önemlidir.
Güney Kürdistan’da siyasal bunalım, ekonomik kriz, güvenlik
alanındaki karmaşa ve geleceğe dair belirsizlik bir-birini tetiklemekte,
derinleştirmektedir. Irak devlet olarak diğer halklar ve inanç grupları gibi
Kürtler içinde önemli oranda bir seçenek olmaktan çıkmıştır. Çünkü mevcut
devlet yapısı ile halkın ne ekonomik, sosyal sorunlarına cevap olabilmektedir,
ne de asgari bir güvenlik sağlamaktadır. Her geçen gün etnik-dini-mezhepsel
parçalanma derinleşmekte, terörün beslendiği zemini büyütmektedir. Bu durumda
diğer gruplar kadar Kürtler de payını almaktadır. Parçalanma ve dağılmayı her
geçen gün tahripkarlık düzeyi artan şiddet sarmalı izlemektedir. Bu durum ise
yoksulluk, sefalet, göç, rüşvet-yolsuzluk ve ahlaki çöküntüyü tetiklemektedir.
Çeyrek asırdır burada iktidarı paylaşan partiler ise bu sorunları çözmek bir yana,
daha fazlasını kendi bünyelerinde yaşamaktadırlar. Güney Kürdistan’da seçim
sistemi, seçmen listeleri, sandık görevlileri ve seçmen kayıtlarının ne zaman,
nasıl, kim tarafından oluşturulduğu, ne zaman güncelleştirildiği ve şu an ne
durumda bulundukları belli değildir. Bu muamma her türlü suistimale açık bir
zemin yaratmaktadır. Bu ortamda
yapılacağı ilan edilen referandum kadar, 6 Aralık’ta yapılması gereken
parlamento ve bölge başkanlığı seçimleri de tartışmalı hale gelmektedir.
YNK’nin bünyesindeki sorunlar güçten düşmesine neden
olmaktadır. Kamu adına geniş bir alanda otoriteyi elinde bulunduran YNK’nin bu
konumda olması ise bölge için birçok tehlikeye davetiye çıkarmaktadır. Kendi
içinde parçalı olması bölgenin ekonomik sorunlarını derinleştirmektedir.
Bölgedeki halkımızı ciddi bir güvenlik sorunu ile karşı-karşıya bırakmaktadır.
KDP’nin hiçbir meşruiyeti olmamasına rağmen Kürdistan adına konuşma,
antlaşmalar yapma ve ülke zenginliklerini peşkeş çekmesine zemin sunmaktadır.
Ayrıca bu durum Haşdi Şaabinin daha fazla bölgeye yerleşmesine neden
olmaktadır. Noşirwan Mustafa’nın cenaze töreninde Mesut ile Neçirvan’ın
gönderdiği çelenklerin kitle tarafında parçalanması kadar YNK’nin yoğun
protestolara muhatap olması bunun sonucudur.
KDP son derece zayıflamıştır. Barzani ailesi ve bir avuç
tetikçisi dışında bu partiyi, onun uyguladığı politikaları savunan kimse
kalmamıştır. TC ile geliştirdiği ilişkiler gittikçe onu her türden demokratik,
özgürlükçü ve eşitlikçi düşünce, akım, hareketlerin düşmanı haline getirmiştir.
Kürdistan parlamento başkanı bu yapı tarafından Hewler’e sokulmamıştır.
Ölümünden kısa bir süre önce Noşirwan Mustafa’nın Hewler’e giriş çıkışı
engellenmiştir. Bir çok muhalif siyasetçi, aydın, gazeteci, yazar, din alimi
salt bu yapıyı eleştirdikleri için faili meçhul cinayete kurban gitmişlerdir.
Siyasi nedenlerle ülkenin diğer parçalarından buraya gelen Kürtler, dünyanın
hiçbir yerinde olmayan yöntemlerle bölge dışına çıkarma, sınırdışı edilme gibi
gayri insani uygulamalara maruz kalmışlardır. Ülke kaynakları yağmalanarak dış
güçlere peşkeş çekilmekte, gelirler şeffaflıktan ve denetlenmekten uzak bir
biçimde Barzani ailesi içinde bölüşülmektedir. İçte oluşturulan yolsuzluk,
rüşvet, yasak, baskıya dayalı korku imparatorluğu ve dışta aldığı askeri,
ekonomik desteklerle var olan iktidar sürdürülmektedir. Bağımsızlık söylemi ve
arayışı ise bu yapıya meşruiyet sağlama ve ömrünü uzatma arayışıdır. Boğazına
kadar hırsızlık, yolsuzluk, rüşvete batmış ve neredeyse denetimindeki tüm
Kürdistan kentlerini birer TC kışlasına dönüştürmüş bu yapının varlığı bile
bağımsızlığa tezattır. Nihayetinde referandum kararına karşı gelişen tepkiler
üzerine Hoşyar Zebari referandumun bağımsızlık ilanı anlamına gelmeyeceğini
söyleyerek esas amacın, bu konunun istismarı olduğunu dışa vurmuştur. Zaten
ülkeyi Irak’tan koparıp, TC’nin askeri kışlasına çevirmenin adı bağımsızlık
olamaz. Bu nedenle KDP’nin öncülüğündeki bağımsızlık referandumunun bir tuzak
olduğunu görmek önemlidir. Bu konuda halkımızın tarihsel özlemlerinin istismarına
izin verilmemesi ve TC’nin buradaki varlığı, üsleri vb. de mutlaka referandum
kapsamına alınması, tartışmalara dahil edilmesi gerekmektedir.
Bu tablo içinde Goran Hareketi Lider boşluğunda bir iç
çekişme ve sorun yaşamasa demokratik cephede önemli bir rol oynayabilir. Cenaze
töreninde ortaya çıkan tablo bu kitlenin ülkenin geleceğinde ciddi bir rol
oynayacağını göstermektedir. Aşiret ve tarikat ilişkilerine dayanmadan oluşan
bu dinamik kitle demokrasi ve özgürlük çizgisine son derece yakındır. En duygusal
anında bile KDP ile YNK’ye sınırsız öfkesini gösterirken, ters orantılı olarak
özgürlük hareketine dostluğunu sergilemiştir. Bu nedenle Goran ve demokrasiye
açık diğer gruplarla ülkenin demokratikleşmesi, özgürlüklerin geliştirilmesi ve
halkımızın güvenliğini sağlayacak bir ortak oluşuma gidilmesi daha fazla
ihtiyaç haline gelmiştir.
Trumpla görüşmede istediğini elde edemeyen Tayip, umudunu
NATO zirvesine ve AB yetkilileri ile yapacağı görüşmelere bağlamıştı. NATO
zirvesinde anti Kürt politikalarını kabul ettiremedi. Aksine NATO’nun DAİŞ
karşıtı koalisyona katılması, Suriye-Rojava’da denklemleri değiştirdi.
Böylelikle TC, DAİŞ ile aynı safta yer almak yâda Kürt iradesini kabul
edip-etmemek tercihi ile karşı-karşıya kaldı. Bu gelişme sonucu dünyanın terörist
dediği DAİŞ ile aynı safta yer almak, onu savunmak, ona nefes aldıracak
hamleler yapmak ve tüm insanlığın özgürlük savaşçıları olarak gördüğü Kürdistanlı
savaşçıları terörist ilan edip saldırmak TC için her zamankinden daha zor,
çetrefilli ve pahalı hale gelmiştir. Yapılan görüşmelere rağmen TC’nin AB ile
ilişiklerindeki kötüleşme trendi durdurulamamıştır. Tayyip referandum
sürecindeki tüm söylemlerinden çark etmesine ve müzakereleri ilerletmek
istediğini açıklamasına rağmen AB’den yapılacaklar listesi karşılığında ancak
ilişkileri sürdürmeyi sağlayabilmiştir.
Bölgede Katar’a dönük yaklaşımın temelinde birçok etkenin
yanı sıra Müslüman kardeşlerin terörist ilan edilmesi ve Katar’ın bu yapıya
olan desteği yatmaktadır. AKP, Müslüman kardeşlerin Türkiye versiyonudur. Bu
nedenle TC son alınan kararlardan ve Katar’ın içine düştüğü durumdan fazlasıyla
etkilenecektir. En fazla destek aldığı Arabistan ile Katar arasında birini
tercihe zorlanması, aldığı büyük mali desteğin kesilme ihtimali, Arabistan’ın
Türk mallarına boykot çağrısı ve en önemlisinde Müslüman kardeşlerin terör
tanımı kapsamına girmiş olması TC ve Tayip için daha da zor günlerin
başladığını göstermektedir.
Bundan dolayı Tayip’in İçte oluşturduğu faşist ittifak her
gelişme karşısında daha fazla çatırdamaktadır. Birer tiyatroya dönüşen darbe
yargılamaları ilerledikçe kimin darbeci, kimin karşıt olduğu belirsizleşmekte,
bu alanda yaşanan kafa karışıklığı, karmaşa ve kaos derinleşmektedir. Dışta
yaşanan kuşatma, tecrit, içteki kaosun daha da büyümesine neden olmakta,
operasyonlar, karşı operasyonlar rutinleşmektedir. Yazla birlikte gerilla
eylemlerinin ivme kazanması, geniş bir alana yayılması rejimin önemli oranda
savunma pozisyonuna çekilmesine, sendelemesine ve halk kitlelerinde cesur
çıkışlara zemin sunmaktadır. Ferdi de olsa Dersimde bir babanın ve Ankara’da
iki hocanın geliştirdiği eylemler faşizme diz çöktürmüş ve yeni kitlelerin
hareketlenmesine yol açmışlardır. Tüm bu gelişmeler sonucu faşist klik direnişi
ve yükselen mücadeleyi kırmak, sekteye uğratmak için yeniden çözüm süreci
söylemini gündemleştirerek dezenformasyon yapmaya ve kitlelerde ikirciklik
geliştirmeye yönelmiştir.
Bu ortamda dost düşman bölgedeki her kesin gözü Kürdistan’daki
mücadele üstündedir. Özgürlük hareketinin her hamlesi izlenmekte, dikkate
alınmakta ve buna göre politikalar belirlenmektedir. Bu konuda askeri hamleler
kadar siyasal, diplomatik hamlelerin geliştirilmesi de önem kazanmaktadır.
Bakur ’da 7 Haziran seçimleri öncesi gibi geniş kesimleri kapsayacak bir
anti-faşist cephenin gündemleştirilmesi, bu kapsamda mümkün olduğunca en geniş
kesimlerin harekete geçirilerek Tayyip ve çevresindeki faşist kliğin tecrit
edilmesi gerekmektedir. Yükselen gerilla eylemlerine paralel geliştirilecek bu
siyasal hamle Türkiye de yeni bir Gezi ruhunun yeşermesine zemin olacaktır.
Başur ’da ise öncelikle özgürlük hareketinin siyasal etkisi ve askeri gücü,
konumlanmasına denk bir örgütlülüğün geliştirilmesi gerekmektedir. Bu da ancak
alana yönelik doğru politikalar geliştirmekle mümkündür. Halkın geçim derdi,
yaşam hakkı, özgürlük-demokrasi arayışları ve güvenlik gibi sorunlarına cevap
olacak bir politik yaklaşım ve bunun örgüt gücüne kavuşturulması burada güçlü
bir değişimin zeminini oluşturacaktır. Bu zemine dayanarak başta Goran olmak üzere
değişim, demokrasi ve özgürlükten yana olan tüm kesimleri demokrasi cephesinde
bir araya getirmek gerekmektedir. Bunun sonucu alanın sosyal, siyasal, ekonomik
sorunları daha kolay çözüme kavuşacağı gibi, alanı kemiren güvenlik sorunlarını
da ortadan kaldıracaktır.
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.lekolin.com – www.lekolin.org – www.lekolin.net –
www.lekolin.info -www.navendalekolin.com -http://kursam.org/index.html-
http://kursam.net/index.html