Sovyet eksenli Reel sosyalist bloğun yıkılmasıyla ortadan kalkan ‘’iki kutuplu dünya’’ sistemi sonrası egemenliğini ilan eden kapitalist modernite kendini dünyanın efendisi sayarak dünyayı küresel sermayenin çıkarlarına göre yeniden dizayn etme arayışına girdi. Öncelikle çok çekindiği Ortadoğu’yla işe başladı. Zira Batı’nın Ortadoğu ile tarihsel çelişkileri vardı ve sistem dışı arayışlar için büyük bir potansiyele sahipti. Bu amaçla hareket eden güçler ortaya çıkmıştı. Bu güçlerden en etkilisi Kürt Özgürlük Hareketi ve onun önderiydi. Bu nedenle, Ortadoğu’da devrimsel sürece yol açacak demokratik örgütlemelere müdahale etme gereği duyuldu. En önemlisi stratejik konumuyla Ortadoğu, tarihsel bir geçmişe sahiptir. Önemli ticaret yollarını diğer kıtalara bağlayan stratejik bir güzergâh ve kavşak rolündedir. Kurdistan’ında içinde yer aldığı Mezopotamya denilen bölge Yahudilerin dini inançla yaklaşarak stratejik planlarla göz diktiği bir sahadır. Yer altı ve yer üstü zengin enerji ve maden kaynaklarının bulunduğu alandır. Ortadoğu, kendine özgü bir sosyolojiyle şekillenmiştir. Kültürel özellikleri nedeniyle dıştan ithal edilen ulus-devlet ve milliyetçilik gibi sistemleri toplumsal düzeyde kabul etmediğinden daha fazla sorunlara yol açmıştır. Tarihsel olarak ta, Demokratik uygarlığın inşası olduğu gibi, ilk devletçi uygarlık sistemi de burada kurulmuş ve dünyaya yayılmıştır. Ortadoğu’ya hakim olanlar dünyaya hakim hale geldiler ve sistemlerini evrensel kılabildiler. Bu bakımdan Yeni Dünya Düzeni (YDD) denilen sistemin ilk başta burada oturtulması gerektiği sonucuna varıldı. Batı’nın dünyaya hakim olması ancak Doğu’ya tümden hakim hale gelmesiyle mümkün olabilirdi. Bunu gerçekleştirmek içinde sürece yayılmış bir savaş konsepti geliştirildi. El Kaide örgütü, İran, Libya, Irak, Suriye yönetimleri savaş gerekçesi olarak gösterildi. Böylece Üçüncü Dünya savaşı, 1991 Birinci körfez savaşıyla başlatıldı. 2001 Afganistan işgali, 2003 Irak işgali, 2010 ‘’Arap baharı’’ isyanları, Suriye, Libya askeri müdahaleleri, DAİŞ’ in çıkışı ve İslam devletinin ilanı, bu çerçevede yaşandı. Yine, Azerbaycan-Ermenistan, Rusya-Ukrayna, Hamas-İsrail savaşı, İsrail ve İran’ın karşılıklı birbirine saldırıları bu süreçle bağlantılı yaşanmaktadır. Geldiğimiz aşamada vekalet savaşından, devletlerin direkt kendilerinin dahil olduğu kontrollü bir savaş sürecine girilmiştir.
DÖNEMİN RUHUNU İYİ OKUYABİLEN KENDİLERİNİ KORUYABİLİR
Üçüncü Dünya savaşı kapitalist sistemin yapısal kriz yaşadığı bir dönemde gerçekleşmektedir. Kaos ortamı birçok alternatife gebedir. Dönemin savaş biçimi çok sayıda tarz ve yöntemin iç içe geçtiği melez anlamında Hibrit savaş olarak tanımlanmaktadır. Hibrit savaş; içinde eski ve yeni savaş yöntemlerini, her türlü siyasal, sosyal, psikolojik, ekonomik, istihbarat ve toplumsal mücadele yöntemlerini de barındırmaktadır. Böylesi bir savaş tarzının yarattığı bir belirsizlik ortamı hakimdir. Bu belirsizlikler tarihi fırsatlar kadar birçok tehlikeyi de barındırmakta, yeni çelişki ve çatışmaları da beraberinde getirmektedir. Küresel sistem güçleri hâkimiyeti kaybetmemek ve sistemlerini korumak adına her türlü yönteme başvurmaktadırlar. Savaşlar, ekonomik krizler, kaynakların tüketimi, hava kirliliği, ekolojik felaketler, hastalıklar, katliamlar bunlardan bazılarıdır. Bütün güçler, siyasi ve ekonomik çıkarları gereği ittifaklar geliştirmekte ve kendini bu kaotik döneme göre hazırlamaktadır. Bu döneme uygun imkân ve kabiliyetlerini geliştirebilen güçler kendilerini koruyabilir ve yeni kazanımlar elde edebilirler.
Üçüncü Dünya Savaşında üç blok bulunmaktadır. Birinci bloktaki güçler; kapitalist sistemin küresel hegemon güçleridir. ABD, İngiltere, AB, Rusya, Çin, Hindistan gibi güçler bu kategoride yer almaktadır. Küresel Yahudi sermayesinin örgütlülüğü nedeniyle İsrail’de bu blok içinde sayılabilir. İkinci blokta yer alan güçler; bölgesel statükocu ulus-devlet güçleridir. İran, TC, İsrail, Mısır, Irak, Suriye ve Ortadoğu’da bulunan diğer Arap devletleri. Bu her iki blokta yer alan güçler, kapitalist modernite sistemini temsil ederler. İdeolojik olarak aynı devletçi, iktidarcı ve ataerkil paradigmayı benimsemişlerdir. Çelişki ve çatışmaları pazar hakimiyeti ve hegemon olma istemlerinden kaynaklanmaktadır. Hegemonik güçler, bölgeyi küresel sermayenin çıkarlarına göre uyarlamaya çalışırken, bölgesel güçler de kendi hakimiyetlerini sağlama ve statülerini koruma peşindedirler. Afrika kıtasındaki güçlerde küresel çelişkilere göre savaş sürecine katılmakta ve sistemde yer olma gayretindedir. Küresel ölçekte, ABD-AB-İngiltere NATO düzeyinde bir eksen olurken, Rusya-Çin ise karşı bir eksen şeklinde Şanghay İşbirliği Örgütü adıyla kendini örgütlemiştir. Üçüncü blokta demokrasi güçleri yer alırlar. Üçüncü çizgi olarak formüle edilmişlerdir. Paradigmasal olarak diğer güçlerden ayrı bir sistemi ifade ederler. İdeolojik, felsefik ve ahlaki açıdan ayrı bir dünya görüşüne sahiptirler. Halkların özgürlük eğilimini temsil ederler. Özgürlük, demokrasi, eşitlik, halkların birlikteliğini sağlayacak olan bu demokrasi bloğudur. Somut olarak pratikte öncülüğünü Önder APO’nun ve Kürt Özgürlük Hareketi’nin yaptığı kadın özgürlüğünü merkezine alan Demokratik Modernite sistemidir. Diğer adlandırmayla Demokratik sosyalist çizgidir. Rojava’ da inşa sürecinde olan Demokratik Ulus ve Demokratik Konfederal sistemi bu paradigmanın gerçekleşmekte olan somut halini ifade etmektedir. Esas çelişki ve mücadele iki paradigma olan; Demokratik Modernite ile kapitalist Modernite çizgisi arasında yaşanmaktadır. Söz konusu olan sosyalizm ile kapitalizm arasındaki mücadeledir.
KURDİSTAN’DAKİ İŞGAL POLİTİKALARI SÖMÜRGECİLİK ŞEKLİNDE KENDİNİ DIŞA VURUYOR
Ortadoğu’yu yeni küresel sisteme göre dizayn etmeyi amaçlayan üçüncü Dünya savaşı Büyük Ortadoğu Projesiyle (BOP) önce Önder APO ve PKK’yi tasfiye etmeyi hedefleyen saldırıyla başlatıldı. 9 Ekim 1998’de başlayan ve 15 Şubat 1999’da Önderliğin esaretiyle sonuçlanan uluslararası komplo böyle gerçekleşti. Planda Türk devletine önemli bir rol biçildi. Bu çerçevede BOP eş başkanlığı TC’ye, Erdoğan kişiliğine verildi. Siyasal İslam projesiyle Erdoğan ve AKP hazırlanarak iktidara getirildi. Küresel hamleye bağlı biçimde İmralı sistemi inşa edildi. İmralı’nın genel konsensüse dayanması buradan ileri gelmektedir. Bundan dolayı Önderlik, İmralı’yı kapitalist modernite güçlerinin oluşturduğu bir sistem olarak tanımladı. Üç yıldan fazladır işkence sisteminde tutulan Önderlikten hiçbir haber alınmaması da yine bu küresel sistemle bağlantılıdır.
Kurdistan ve PKK’ye yöneltilen saldırıların en önemli bir nedeni de Kurdistan’ın jeopolitik ve jeostratejik konumudur. Kurdistan’da bulunan zengin maden kaynakları, enerji ve su rezervleri, buradan geçen Ticaret yolları, enerji hatları coğrafyayı çok önemli kılmakta ve mutlak hakimiyet altında tutma arzusunu geliştirmektedir. Kurdistan’daki işgal, talan ve sömürme politikaları sömürgecilik şeklinde kendini dışa vurmaktadır. Yer altı ve yer üstü kaynakların zorla-şiddetle elde tutulması sömürgeciliğin temel karakteridir. Kurdistan’ı işgal eden sömürgeci devletlerin ortak yönleri, Kürtleri alt yapı olan zenginlik kaynaklarından kopararak ekonomik açıdan gelişmelerini engellemek ve ulus olarak örgütlemelerini akamete uğratmaktır. Özellikte soykırımcı Türk devleti sömürgeci politikalarını yüz yıldan fazladır aktif biçimde yürütmektedir. Bugünde benzer politikalarla Kurdistan’daki tüm zenginlikleri gasp ederek Kürtleri hem ekonomik hem siyasi gelişmelerin dışında tutarak statüsüz bırakmayı amaçlamaktadır. Bütün imkanlarıyla Önder APO ve PKK’ye saldırmasının başlıca sebebi budur. Sömürgeci Türk devleti, Kürtlerin siyasi irade haline gelmesini, ekonomik açıdan söz sahibi olmasını ve Kurdistan coğrafyasında etkili olmasını istememektedir. Alt yapı denilen ekonomi aynı zamanda üst yapı olan düşünce, dil, sanat, kültür, edebiyat, bilim, felsefe, ulusal birlik ve ortak duyguları da geliştirmektedir. Alt yapısı gelişmemiş bir toplumun üst yapı kurumları da gelişemez. Türk sömürgeciliği, Kurdistan’da alt yapı ve üst yapı kurumlaşmasının gelişmesini engellemek için her şeyi yapmaktadır.
Bu mantıkla hareket eden TC, sadece Kuzey Kurdistan’ın sömürgeleştirilmesiyle yetinmeyerek diğer parçaları da işgal ve ilhak etmek istemektedir. Hatta Arap topraklarını da hedefleyen bir politika gütmektedir. Ortadoğu’da hegemon olma isteyen Türk devletinin savaş ve işgalde ısrar etmesi bu politika gereğidir. Kurdistan’da geçecek olan önemli ticaret koridorları Türk devletinin Kürt politikasını da belirlemektedir. Söz konusu olan ticaret güzergahlarına bakmakta yarar vardır. Çünkü, sömürgeci Türk devletinin ekonomi politikasının altında Kürt soykırım politikası yatmaktadır.
1: HİNDİSTAN-ORTADOĞU-AVRUPA EKONOMİK KORİDORU-(IMEC)
Hindistan’da Eylül 2023’te gerçekleştirilen G-20 zirvesinde kararlaştırılıp duyuruldu. Proje, ‘’Hindistan-Ortadoğu- Avrupa Ekonomik Koridoru.’’ İngilizce, The India-Middle East-Europe Economic Corridor olarak adlandırıldı. Kısa adı IMEC’tir. 2033 yılına kadar tamamlanması hedeflenen bu proje çerçevesinde Hindistan, ABD, Suudi Arabistan, BAE, Fransa, Almanya, İtalya, AB arasında mutabakat zaptı imzalandı. Projeye göre, Hindistan ile AB arasındaki ticaret yolunda %40 kısalma yaşanacak. Bunun için akliye hatları, demir yolları hatları inşa edilecek, deniz rotaları belirlenecek, kara yolları yapılacak, enerji hatları ve yüksek hızda veri kabloları döşenecek.
Yukarıdaki haritada görüldüğü gibi IMEC; Hindistan’ı, Katar, BAE (Birleşik Arap Emirlikleri), Suudi Arabistan, Ürdün, İsrail ve Güney Kıbrıs hattı üzerinden Avrupa’ya bağlayan ticaret koridorudur. ‘’Geleceğin yolu’’ veya ‘’Yeni İpek Yolu’’ olarakta tanımlanıyor. Bu enerji ve ticaret koridoru Asya kıtasının tamamını Körfez’e, oradan İsrail limanına ve ardından Avrupa kıtasına bağlamayı planlıyor. Bu proje ticaret yolu bakımından bölgedeki birçok ülkeyi işlevsiz hale getirecektir. Bunlar; Mısır, İran, Irak, Lübnan, Türkiye ve Suriye’dir. İşlevli hale geldiğinde Hürmüz ve Süveyş Kanalı dahil iki eski önemli koridorun pasif hale geleceği, belki de ortadan kalkacağı belirtiliyor.
IMEC, Asya ve Avrupa arasındaki ekonomik entegrasyonu hızlandırmayı amaçlayan kıtalararası bir koridor olarak tanıtıldı. Projeyi kapsayan çerçevede dahil olan devletlerarası anlaşmalar imzalandı. Ancak proje, Hamas-İsrail savaşı nedeniyle riske girmiş durumdadır. İsrail’in Gazze işgali bu riski ortadan kaldırma operasyonu tarzında gerçekleşti. Hamas’ın 7 Ekim İsrail saldırısı esasta IMEC’e karşı bir tepki olurken, İsrail’in Gazze saldırısı da ‘’Yol temizliği’’ olarak ta yorumlandı. Dikkat edilirse, IMEC’te yer alan devletlerin İsrail’in Gazze katliamlarına karşı tepkisi sınırlı düzeyde kaldığı fark edilmektedir. Bazı Arap devletleri Hamas’ın Filistinlileri temsil etmediğini açıkladı.
ABD-İNGİLTER-AB’NİN PROJEDEKİ KONUMU
Suudi Arabistan ve İran uzun yıllardır mezhepsel ve ideolojik farklılıklar yaşamaktadır. Bölgede hegemon olma arayışları nedeniyle bölgesel çatışmaların karşıt uçlarında yer aldılar. Ancak Mart 2023’te İran ve Suudi Arabistan, Çin’in arabuluculuğunda ilişkilerin normalleştirilmesine yönelik bir anlaşma imzaladı. Çin’in, Ortadoğu’daki bu büyük iki güç arasında bir anlaşmaya arabulucu olması, ABD ve Avrupalı güçlerin aleyhine oldu. Bu anlaşma ABD ve batının olduğu kadar İsrail’in de çıkarlarına aykırıydı. Zira ABD ve İsrail’in İran’la bir çatışma beklentisi vardır. Anlaşma, İran’ı izole etme ve Suudi Arabistan’la ilişkileri normalleştirme çabalarını sürdüren İsrail’in hesaplarını da bozmuş oldu. Çin’in siyasi hamleleri aynı zamanda 2013’ten beri tasarladığı ve bazı bölümleri hayata geçirdiği ‘’Bir Kuşak Bir Yol’’ ekonomik planına uyumlu gelişiyordu. ABD, İngiltere, AB ve İsrail’in IMEC projesi buna karşı bir hamle oldu. ABD, İngiltere ve AB’nin desteklediği bu proje, BAE limanlarının, lojistik merkezlerinin ve yollarının kullanımına dayanan IMEC’i Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi’ne karşı koymanın bir yolu olarak görülüyor. Dolayısıyla IMEC, aynı zamanda Çin ve İran’ı saf dışı bırakan ekonomik ve siyasi bir hamle oluyor. Bu bakımdan, ABD ve AB’nin aktif desteğini alıyor.
HİNDİSTAN’IN STRATEJİK KONUMU
Hindistan’ın Körfez bölgesinde artan stratejik ve ekonomik çıkarları, Hindistan-Körfez ilişkilerinin yatırım, siyasi ilişkiler, savunma ve güvenlik işbirliğine dayalı yeni bir çerçeveye oturmasına neden oldu. Hindistan’ın bölgesel jeo-ekonomik odağı haline gelmesi, onu IMEC’e katılmaya itmiştir. 2014’te, Hindistan Başbakanı görevine gelen Narendra Modi, Körfez ülkeleriyle ilişkilerini enerji, ticaret ve Hintli gurbetçiler odaklı olmaktan çıkarıp siyasi ilişkiler, yatırım, savunma ve güvenlik işbirliğini de kapsayan yeni bir çerçeveye oturttu. Hindistan’ın önceliği ekonomik büyümeyi arttırmak için yatırımları çekmek ve bölgesel etkisini arttırmak oldu. Özellikle Körfez Arap ülkeleri ve Batılı ülkelerle bir dizi askeri ve ekonomik anlaşmalar yaptı. Hindistan Donanması, ABD liderliğindeki görev gücüne katılarak ABD donanmasıyla ortak faaliyetlere katıldı. 2018’de BAE, 2019’da Katar ve 2021’de Bahreyn ve Suudi Arabistan ile ikili tatbikatlar düzenledi. Hindistan Ordusu ise Ocak ve Şubat 2024’te BAE ve Suudi Arabistan ile ilk tatbikatlarını gerçekleştirdi. BAE, Hindistan’ın kilit bölgesel savunma ortağı haline geliyor. BAE ve Umman, Hindistan’ın ordu, hava kuvvetleri ve donanma tatbikatları düzenlediği tek bölge ülkeleri oldu. Hindistan ve BAE, 2023’te bir deniz tatbikatı ve 2024’te bir hava kuvvetleri tatbikatı düzenleyerek Fransa ile üçlü askeri işbirliği başlattı. Pakistan ile olan sıkı ilişkileri nedeniyle Hindistan’ın Türkiye ile ilişkileri zayıftır. Yine Hindistan, Yunanistan ve Kuzey Kıbrıs Rum kesimiyle savunma işbirliği anlaşmaları yaptı. İran üzeri Ermenistan’a silah veren ülkelerden biridir.
Düşük maliyetli üretim, ucuz iş gücü, iş potansiyeli ve yatırım imkanlarının artması Hindistan’ı cazip bir ekonomik pazar haline getirdi. Bu fırsatı değerlendirmek isteyen yatırımcılar ve ticaret sermayesi yönünü Hindistan’a çevirdi. Özellikle Arap burjuvazisi ciddi sermaye yatırmaya başladı. Suudi Arabistan ve BAE Hindistan için 100 milyar dolarlık yatırım hedefi açıkladı. BAE, şu anda 15.3 milyar dolarla Hindistan’daki en büyük yedinci doğrudan yabancı yatırım kaynağı oldu. Katar önemli yatırım yaptı. Hindistan, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri petrol şirketlerinin Maharashtra’daki 44 milyar dolar değerindeki Ratnagiri Rafinerisi ve Petrokimya projesini ortaklaşa geliştirdi.
İSRAİL’İN IMEC’TEKİ KONUMU
IMEC, Yahudiler için stratejik düzeydedir. İsrail için anlaşmanın hem siyasi hem de ekonomik boyutu vardır. Hindistan’dan başlayıp BAE, Suudi Arabistan, Ürdün ve İsrail’den geçip Avrupa’ya ulaşan alternatif ulaşım rotası Yahudiler için siyasi ve ekonomik önemli bir hamle olarak değerlendirilebilir. İsrail’in amacı, bölgedeki konumunu güçlendirmek, uzun süredir çelişki ve çatışma yaşadığı Arap devletlerine kendini kabul ettirerek meşrulaştırmak ve statüsünü genişletmektir. İbrahim Anlaşmaları serisi bunu amaçlamaktadır. İsrail, Arap devletlerinin daha önce şart koştuğu Filistin devleti kurulması şartını ortadan kaldırarak ekonomik anlaşmalar yapmayı başardı. 2020’de, BAE, Bahreyn, Fas ve Sudan ile İbrahim Anlaşmaları çerçevesinde, ilişkilerin normalleştirilmesini amaçlayan anlaşmalar yaptı. İsrail, aynı anlaşmayı Suudi Arabistan ile yapma aşamasına kadar geldi. Öyleki İsrail, Suudi Arabistan’a en fazla silah satan devletler arasına girdi.
Dubai Hayfa limanı IMEC içinde önemli bir durak noktasıdır. Kızıldeniz’i bypass eden IMEC, Dubai-Hayfa Koridoru üzerinden Avrupa’ya açılan kilit bir kapı olma iddiasındadır. BAE’yi Suudi Arabistan ve Ürdün üzerinden İsrail’e bağlayan kara koridoru, Asya-Avrupa ticaretini Kızıldeniz’e daha az bağımlı hale getirerek bölgenin ekonomik haritasını İsrail’in lehine değiştirmeyi hedefliyor. Aralık 2024 tarihinde İsrail nakliye şirketi Trucknet Enterprise, DP World ve BAE merkezli Puretrans FZCO ile BAE ve Bahreyn’i İsrail’in Hayfa limanına ve Mısır’a, oradan da Avrupa ülkelerine bağlayarak Suudi Arabistan ve Ürdün üzerinden kargo taşımacılığını amaçlayan bir anlaşma imzaladı.
7 Ekim 2023 tarihli Hamas’ın İsrail’e saldırısı ardından başlayan İsrail’in Gazze’ye yönelik işgalinde yaklaşık 35.000 Filistinlinin katledilmesine rağmen Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Bahreyn ve Fas 2020 yılında İsrail ile imzaladıkları İbrahim Anlaşması’na bağlı kaldılar. Suudi Arabistan’ın tepkisi sınırlı oldu. Diğer Arap devletlerinin tepkisi bunu aşmadı ve Hamas’ı sahiplenmeyen bir kulvarda gelişti. Ateşkesi sağlamayı, savaşı durdurmayı ve sivil katliamlarını önleme çerçevesinde gelişti. Bunun dışında İsrail’e karşı sert bir tutum gösterilmedi. Türkiye’nin göstermelik tutumları da iki yüzlülükten öteye gitmedi ve İsrail’e en fazla destek sunan devlet konumunda kaldı.
TÜRKİYE’NİN PROJEYE KARŞI TUTUMU
Türk devleti tüm enerji güzergahlarının geçiş merkezi olmak ve eski jeo politik, jeo stratejik konumunu korumak istiyor. Fakat IMEC projesinde devre dışı kalmıştır. Arap dünyasının kapıları İsrail-Yunanistan üzeri Avrupa ya açılacak. Oysa TC ve AKP kendisini islam dünyasının hamisi sayıyor. Bunun ekonomi ve ticarete de yansıtmak istiyor. Türk devleti, içinde yer almayacağı herhangi bir projeyi kabul etmeyerek sabote edeceğini açıkladı. Bu uyarının hemen ertesinde Hamas’ın 7 Ekim 2024 İsrail’e karşı saldırıları gelişti. Amaç IMEC projesini sabote etmektir. Hamas’ın da hamisi TC ve Erdoğan’dı. İran’da bu saldırıların bir parçasıydı. Zira IMEC’ aynı zamanda İran’ı da devre dışı bırakıyordu.
(BÖLÜM 2:Genel Olarak IMEC’in Amacı)
Dijwar SASON