Tüm varlığı Kürt inkarı ve soykırımına bağlı olan AKP-MHP faşist rejimi, Kürdistan Özgürlük Gerillasının ve Kürt halkının direnişi karşısında başarılı olamayınca, “kırmızı bezi gören boğanın saldırması” gibi adına Kürt denilen her şeye insanlık dışı yöntemlerle saldırmakta, her türlü özel savaş yöntemine başvurmaktadır.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile görüşmelerin yapılacağını ve yeni bir ‘çözüm!’ sürecinin başlatılacağı yönünde haberler yayan AKP-MHP özel savaş rejiminin, çöktürme planına karşı gittikçe büyüyen direnişi kıramayınca halkta beklenti yaratarak, özgürlük cephesini kendince parçalamayı amaçlayan yeni bir psikolojik savaş saldırısı içinde olduğu anlaşılıyor. AKP-MHP özel savaş rejiminin, çöktürme planı çerçevesinde 20 yıldır yürüttüğü politikaları hazırladığımız özel dosyamızla mercek altına alacağız.
Nitekim Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a karşı geliştirilen uluslararası komployu sonuca götürmek için komplocu güçlerce hazırlanan ve iktidara getirilen AKP, 20 yıllık iktidarında bunu başaramayınca sonunun geleceğini iyi bilmektedir. 2014 yılından beri Önder Abdullah Öcalan ve Kürt Özgürlük Hareketi önderliğindeki Kürt ve Kürdistan değerlerine karşı çöktürme planını uygulamaya çalışan AKP-MHP özel savaş rejimi, imha amaçlı her türlü ahlaki ve uluslararası normları hiçe sayan saldırılarından sonuç alamamıştır. Özellikte 2017’den itibaren KDP’nin de desteğini alarak Bakur, Başur, Rojava, Şengal ve Maxmur’a yönelik imha saldırılarından umduğunu elde edemeyen, 2021’de Zap, Avaşin ve Metin’a da yenilgiye uğrayan faşist özel savaş rejimi, Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik saldırısını fırsat bilerek ve NATO’nun desteğini alarak “belki başarırım” diye bu defa 14 Nisan 2022’de Zap merkezi, Metin ve Avaşin’e yoğun saldırı başlatmıştır. İki ayda sonuç almayı hedefleyen faşist rejim, yoğun kimyasal silah kullanmasına rağmen, tarihi-destansı gerilla direnişi karşısında hezimete uğrayınca, yeni psikolojik savaş yöntemlerine başvurmaktadır.
Özel savaş şefi R. Tayyip Erdoğan son NATO zirvesinde Finlandiya ve İsveç’in üyeliklerine evet deme karışlığında Kürtlere yönelik imha saldırılarına destek isteyip, Rojava’ya yeni saldırı hazırlığını dile getirirken, Bakur’da da yeni psikolojik saldırıları gündeme getirmektedir. Öyle anlaşılıyor ki her gün daha fazla gelişen ve yayılan direniş karşısında psikolojik yöntemlerle kafa karışıklığı yaratma, halkta beklenti oluşturma, direnişi parçalama ve sonuca gitmeyi hedeflemektedir. Bunun ilk adımı olarak da kendi basınında kimi haber ve yorumları yayınlatması olmuştur.
AKP’nin sözcülüğünü yapan gazetecilerden Abdullkadir Selvi yazdığı bir makalede Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile görüşmenin yapılacağını, bir milletvekilinin veya ailesinden birinin İmralı’ya gideceğini, gidecek kişinin de Ömer Öcalan olabileceğini ileri sürdü. Makalenin ardından yine AKP’ye yakın medyada kimi tartışmalar olurken, CHP medyası da gündeme getirmeye çalıştı. Bir televizyon kanalına konuk edilen HDP’den iki dönem milletvekili seçilen, HDP sözcülüğünü yapan ve son olarak Kars Belediye Eş Başkanı seçilen, tutuklandıktan sonra da HDP’den ayrılıp siyasi oluşum içerisinde bulunan Ayhan Bilgen de konuyu kendisince yorumladı. Ayhan Bilgen yeni bir Kürt açılımının başlayacağını, açılımın bu defa daha kapsamlı ve derin olacağını idea ederek bu özel psikolojik savaş kervanına katılmıştır.
Anlaşılıyor ki içte ve dışta, özellikle de Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı çok sıkışan ve yıkılma aşamasına gelen AKP, efendilerinin yeniden olurunu alarak paçayı kurtarma ve iktidarını sürdürme peşindedir. Kendisince yeni gündemler yaratarak suçlarını ört-pas etmeyi hesaplarken, imha planını da sonuca götürmeyi hedeflemekte. Gerçek amaç bu olmazsa faşist şef Erdoğan her gün Kürtleri hedef alarak, imha planı için efendileri olan hegemon güçlere her türlü tavizi vermez, sonuna kadar saldırılarına devam edeceklerini, Rojava’ya yeni işgal saldırısında bulunacakları söylemez, Şengal ve Maxmur’a saldırmazdı. Nitekim KCK Başkanlık Konseyi Üyesi Mustafa Karasu da bu noktaya dikkat çekmiş ve bu tür haber ve yorumların psikolojik savaş amaçlı olduğu ve itibar edilmemesi gerektiğini vurgulamıştır.
Belki bu tür haberler kimi kişi, çevrelerde beklenti ve, “Ya olursa, belki de adım atılacak” türünden yargılar yaratabilir, ancak AKP’nin kuruluş şekli, iktidara gelişi, 20 yıllık iktidarı boyunca izlediği politikalara bakıldığında gerçekler hiçbir yoruma yer bırakmayacak şekilde ortaya çıkmaktadır. Bu bakımdan AKP’nin iktidara gelişini ve uygulamalarını, özellikle de Kürtlere karşı politikalarını yeniden hatırlatmakta fayda olacaktır.
1980 ASKERİ DARBESİNİN ARDINDAN YENİ OLUŞUM HAZIRLIĞI
ABD önderlikli Kapitalist sistem tarafından Laiklik sistemi ile Ortadoğu’ya model yapılmak istenen TC’de, 1980’lere gelindiğinde bunun başarılmadığı, yapılan askeri darbenin de bunu gerçekleştiremeyeceği anlaşılınca, yeni projeler üretilmeye başlanmıştır. Katı din anlayışının ve kültürünün hakim olduğu Ortadoğu’da laiklik sisteminin uygulanma şansının olmayacağını, bunun TC örneğinde görüldüğü düşüncesinde olan ABD’ye yön veren yeni muhafazakar kesim, Ilımlı İslam projesi üzerine yoğunlaşmış. 1980’den itibaren de hazırlıklarına başlanan projeyle TC’yi yeniden şekillendirme çalışmaları yürütülmüştür. Askeri darbenin ardından laiklikten vaz geçilip yerine Ilımlı İslam’ın hakim olduğu bir Türkiye inşası söz konusudur. Nitekim askeri darbede bütün kesimler tecrit edilip, tutuklanır veya öldürülürken Feytullah Gülen orduya methiyeler dizen yazılar yazmış ve yükselmeye başlamıştır. Yine Necmettin Erbakan’ın Milli Görüş Hareketi içinden yetişen Tayyip Erdoğan gibileri de yetiştirilmeye çalışılmıştır. Sovyetlerin çözülüşünün ardından dünya imparatorluğu siyasetini güden ABD, Ortadoğu’ya yönelik de Büyük Ortadoğu Projesi’ni (BOP) geliştirirken, 2000’lere doğru gelindiğinde AKP’yi de bu projenin Truva atı olarak hazırlamıştır. Nitekim AKP daha kurulmadan ABD’de bunun tartışmaları yürütülmüş, projeler üzerine araştırmalar yapılmıştır.
Gazeteci Merdan Yanardağ “Bir ABD projesi olarak AKP” adlı kitabında konuya geniş yer ayırmış, bilgiler paylaşmıştır. ABD dışişleri politikasının Ortadoğu, Türkiye ve İslam uzmanlarından Graham Fuller 1990’lı yılların ortalarından itibaren “Ilımlı İslam” projesi üzerinde çalışmış, radikal İslamcı akımların laik sistemleri desteklemekle geriletilemeyeceğini, bu akımların kapitalist sistem içine çekilerek yapılabileceğini belirtmiş. Bunun da Ilımlı İslam ile olacağını söylemiştir. Fuller’e göre Fransız ekolü olan laik Türkiye projesi başarısız olmuş, bu nedenle ortalama bir sistem olarak İslam dünyasını etkilemek için Ilımlı İslam projesi desteklenmeli.
Fuller daha 2000 yılında AKP kurulmadan önce yaptığı değerlendirmede, “Türkiye yakın bir gelecekte iki partili bir temsil sistemine gebedir. Kökleri geçmişe dayanan ekonomik kriz, iktidardaki koalisyon (DSP, ANAP, MHP) partilerinde büyük deprem yaratacak. Fazilet Partisi’nden kopan bir grup Ilımlı İslamcı geniş tabanlı bir siyasi oluşuma gidecek. Bazı etkin siyasetçiler partilerinden istifa ederek bu yeni oluşuma katılacak. Yeni oluşum kar topu gibi büyüyüp gelişecek. Türkiye’de yakın gelecekte Ilımlı İslamcılar iktidara gelecek.
10 yıl Washington’da gazetecilik yapan Turan Yavuz’un 2006’da yazdığı “çuvallayan ittifak” kitabında da AKP’yi iktidara taşıyan 3 Kasım 2002 seçimleri yapılmadan Erdoğan’ın Ocak 2002’de ABD’ye giderek savunma bakan yardımcılarından muhafazakarların önderlerinden Richard Perle görüştüğü, ABD’nin Irak ve bölge politikalarına destek vereceklerinin güvencesini verdiği belirtiliyor.
BOP’UN TRUVA ATI, KOMPLOYU SONUCA GÖTÜRME GÖREVİ
Daha resmi bir sıfatı olmayan, vekil seçilmeyen Erdoğan, diplomatik teamüllerde bulunmayan bir şekilde ABD’ye giderek görüşmeler yapmış, 3 Kasım 2002’de yapılan seçimde de partisi iktidara getirilmiştir. Siyasi yasaklı olan Erdoğan ise yine yapılan yasal düzenleme sonucunda, Siirt seçimleri iptal edilerek tekrarlatılarak vekil yaptırılmış, ardından da Başbakan olmuştur.
AKP bu tarihten itibaren Kapitalist sistemin Ilımlı İslam projesinin Truva atı olurken, en fazla ve temel olarak da Kürdistan Özgürlük Hareketi’ne karşı kullanılacaktı. Çünkü ABD önderlikli kapitalist sistemin önündeki tek engel Önder Abdullah Öcalan ve PKK olmaktadır. Nitekim BOP (Daha sonra Genişletilmiş Ortadoğu-GOP olan) Önder Abdullah Öcalan’a karşı uygulanan komployla başlamıştı. Önder Abdullah Öcalan ve Özgürlük Hareketi komployu boşa çıkarınca, AKP adını alan oluşum ABD tarafından komployu başarıya ulaştırmak için görevlendirilmiş oluyordu. Yani komplonun birinci ayağını hegemon güçler uygularken, ikinci ayağını da AKP ile uygulamak istediler.
AKP kurulduktan sonra Özgürlük Hareketine karşı saldırılar askeri ve daha çok da özel savaşla yürütülmüştür. Komplocuların bekledikleri gibi Önder Abdullah Öcalan’ın esaretiyle Özgürlük Hareketi dağılmamış, Kürt Halk Önderi gösterdiği tarihi direniş ve geliştirdiği Demokratik Modernite projesiyle planları boşa çıkarmıştır. Dolayısıyla saldırılar özel ve ince yöntemlerle gelişecekti.
AKP’yi oluşturan bileşenler de bu yönlü hazırlanmış, Türkiye’nin liberalleri, İslamcıları-tarikatları, milliyetçileri, yeşil sermayenin yanı sıra işbirlikçi Kürt çevreleri de sözde Kürtlerin temsilcileri olarak alınmış, böylece Kürdistan’a hakim olmayı sağlayacak yöntemler geliştiriliyordu.
KOMPLONUN İKİNCİ AŞAMASI OLAN TASFİYECİLİĞE DESTEK
İktidara gelen AKP, bir yandan Önder Abdullah Öcalan ile görüşürken, diğer yandan hareketi içeriden parçalamak amacıyla geliştirilen ve komplonun ikinci aşaması olarak değerlendirilen tasfiyecilikten medet umuyor ve ona destek veriyordu. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ise buna karşı 2003 Nisan’ında avukatlarıyla yaptığı görüşmede “2 Ağustos 1999’da yaptığı ateşkes çağırısını geri çektiğini” belirtti. Tasfiyeciliği tasfiye eden Özgürlük Hareketi de 1 Haziran 2004’te ateşkesi sona erdirerek ideolojik-örgütsel yönü ağır basan yeni bir siyasi-askeri hamle başlattı.
Ateşkesin sona erdirilmesinin ardından AKP hükümeti 9 Haziran 2004’te10 yıldır zindanda rehin tutulan DEP milletvekilleri Leyla Zana, Hatip Dicle, Orhan Doğan ve Selim Sadak’ı bir anda bırakırken, Türk basını da “Leyla Zana propagandası” geliştirmeye çalıştı. Bu durum ise tasfiyeciliğin tasfiye edilmesine ve ateşkesin sonlandırılmasına karşı geliştirilen özel savaşın bir parçası olarak demokratik siyasete dayatılan bir tasfiye planı şeklinde ele alındı. Nitekim Önder Abdullah Öcalan bu konuda uyarıda bulunurken, DEP’li vekiller de doğru tutum takınarak AKP’nin tasfiyeci taktiğini boşa çıkardı.
KCK’NİN İLANI VE AKP REJİMİNİN CEVABI
Kürt sorununun çözümü için olağanüstü çaba harcayan Önder Abdullah Öcalan 2005 Newroz’unda KCK’yi ilan ederek, Demokratik Konfederalizm Önderliği görev ve misyonunu üslendiğini belirterek, Kürt halkını ve tüm ezilenleri Demokratik Konfederalizmin yeşil bayrağı altında toplanıp özgürlük ve demokrasi mücadelesini yükseltmeye çağırdı.
12 Ağustos 2005 tarihinde ise AKP hükümetinin talebi üzerine KCK Yürütme Konseyi bir aylık eylemsizlik ilan etti. Ancak Kürt-Türk çatışmasından yana olan Avrupa devletleri eylemsizlik ilanı için Avrupa’da basın toplantısı yapılmasına izin vermezken, TC ordusu da saldırılarına devam etti ve 25 Ağustos’ta Nucan (Cennet Dirlik) komutasındaki gerilla birliği Batman’ın Beşiri ilçesinde şehit düştü. İçerisinde çekişmelerin yaşandığı TC yönetimi de 23 Ağustos’ta topladığı Milli Güvenlik Kurulu (MGK)’unda “PKK’ye karşı topyekun özel savaş” kararı aldı.
9 Kasım 2005 tarihinde ise Hakkari’nin Şemdinli İlçesi’nde Umut Kitabevine bomba atıldı. Bombayı atan özel savaş elemanları halk tarafından yakalanırken, dönemin Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt saldırganlar için “Tanırız iyi çocuktur” dedi. Saldırganların yakalanması ile benzeri planların önü alınmış oldu.
Özgürlük Hareketi saldırılara karşı Ekim 2005 tarihinde aktif savunma savaşı ile karşılık verme kararı alırken, “Önder Apo siyasi irademdir” imza kampanyası da başlattı. 2006 15 Şubat’ında “İmralı sistemi yıkılsın” sloganıyla protesto yürüyüşleri düzenleyen halk, 8 Mart ve Newroz alanlarında “Önder Apo siyasi irademdir” beyanında bulundu.
GERİLLA GRUBUNUN KİMYASALLA ŞEHADETİ VE HALK SERHİLDANI
Halkın talep ve tutumlarını görmeyen AKP faşizmi ise saldırı dozunu arttırarak, insanlık dışı uygulamalara devam ediyordu. Nitekim Mart 2006 tarihinde Muş’un Şenyayla bölgesinde bir gerilla birliği kimyasal silah saldırısı sonucu şehit düştü. Cenazelere sahip çıkan halk Amed başta olmak üzere çevre illerde bir hafta süren serhildana kalkarken, halkı durduramayan Tayyip Erdoğan meydana çıkıp “Çocuk da olsa, kadın da olsa güvenlik güçlerimiz gerekeni yapacaktır” diyerek yeni saldırı emrini veriyordu. Bu konuşmadan sonra 12 Kürt çocuğu ve onlarca yurttaş katledildi.
ATEŞKES TALEBİ VE YENİ SALDIRI PLANLARI
Giderek devletleşen AKP, bir taraftan da Özgürlük hareketinin içine ajan ağı sızdırmaya çalışarak, yönetimi hedeflerken, siyasi-legal alandaki tüm kurum ve kuruluşlara MİT ajanları yerleştirmeye çalışarak, tasfiye etmeyi planladı. Öte yandan ABD, KDP ve DTP yönetimleri Kürt sorununun çözümü için aracılık yapacaklarını belirterek ateşkes talebinde bulununca, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın çağrısıyla KCK Yürütme Konseyi 1 Ekim 2006’da 5. tek taraflı ateşkes ilan etti. Ancak ABD’de kasım ayında yapılan seçimlerin ardından TC-Irak-KDP ittifakı stratejisi oluşturularak PKK ve TC. ordusunu çatıştırma politikası öne çıktı fakat bundan da istenilen sonuç elde edilemedi.
Militan RÊHAT – Yasin KILIÇ
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi