Günümüzde propaganda ve ajitasyon faaliyetleri deyince akla tereddütsüz basın/medya geliyor. Geçmişte, özellikle Soğuk Savaş dönemiyle birlikte yargı, yasama ve yürütme kastedilerek, medya dördüncü güç olarak sıralanırdı. Teknik ve teknolojinin gelişmesiyle, internet ağlarıyla birlikte yeni medya denilen dijital medyayla artık sadece her evde değil her cepte ve elde dolaşım ağını kurmuştur. İletişim çağı da dediğimiz bu süreçte basın yayın faaliyetleri oldukça hız kazanmış, anlık üretim ve tüketimle dünyanın bir ucundan başka bir ucuna ulaşılmaktadır. İşte bu gelişmiş ağdan dolayı basın için birinci de değil, “tek güç” belirlemesi yapılmaktadır. Her ülke için bu tespit yerini bulmazsa da dünyanın önemli bir kısmında belirleyici konumundadır.
Bunun için sıklıkla ABD seçimlerinde, medyanın özellikle de önemli bir iletişim ağı olan sanal medya platformlarının belirleyiciliğine dikkat çekilmektedir. Trump için denilir: “Beyaz Saray’a getiren de götüren de sanal medyadır.” İnternet ağının yaygın kullanıldığı ABD ve Avrupa için kuşkusuz etkileyici, sonuç belirleyici faktör olabilir; ama hala yaşamı ve etkileşimi büyük oranda temasa dayanan Ortadoğu toplumları için bunu söylemek için henüz erken. Tabii buradan Ortadoğu toplumu hiç kullanmıyor sonucu çıkmamalıdır; oransal olarak Avrupa’ya göre daha düşüktür, sonuca etki etse de henüz tam belirleyen değildir.
Söz konusu internet olunca haliyle kontrolü ve denetimi de diğer kitle iletişim araçları gibi kolay olmamaktadır. Kapatma, yasaklama, sansürleme, engelleme girişimlerine anlık değişimlerle alternatifi oluşturulmaktadır; haliyle engelleyici hiçbir girişim bu ağ için tutmamaktadır. Bunun için özellikle toplumsal baskının yoğun olduğu ulus devletler oldukça zorlanmakta ve arayış içine girmektedirler. “İnternet yasaları” çıkarma girişimde bulunulmaktadır. Medyanın ve toplumun üzerinde baskısı hiç dinmeyen AKP-MHP iktidarı uzun süredir bunun zeminini oluşturmaktadır. 2023 seçimlerinin yaklaşmasıyla en çok korktuğu -ki hala Gezi sendromunu aşamamış- bu alanla ilgili düzenlemeye gitmekte ve dijital medya ile sanal medya platformlarını denetimi altına almak istemektedir. Yeni medya araçlarıyla birer doğal gazetecilere dönüşen bireyleri de tıpkı gazeteciler gibi baskıyla susturmaya çalışmaktadır. Yeni medyaya ilişkin bu girişim AKP-MHP’nin korkusunu giderir mi bekleyip göreceğiz.
Ancak tarih bunun tutmayacağını göstermektedir. Geleneksel medyada tutmayan baskı politikalarının kontrolü zor internet medyasında işlerin istedikleri gibi gitmeme olasılığı oldukça yüksektir. AKP-MHP iktidarı bu girişimi kuşkusuz muhalif medyayı susturmaya yöneliktir. Hatta bunun Kürt basını yani Özgür Basın’a dönük bir girişim olduğunu söylersek abartılı olmazsa gerek. Çünkü, Türkiye devletinin tarihinden biliyoruz ki hiçbir yasa “Kürtsüz” düşünülmemiştir, tüm düzenlemeler “Öcalan yararlanmayacak” şeklinde düzenlenmiştir, basına dair tüm sansürler Kürt basınına yapılmıştır. Kürtlere karşı cumhuriyetin kuruluşundan bu yana iktidar aklı değişmemiştir; çünkü akıl ulus devlet aklıdır, Türkçüdür, ırkçıdır, faşisttir, dincidir, cinsiyetçidir, her şeyden önce retçi ve inkarcıdır.
AKP-MHP faşizmi de daha önce deneni bir daha deneyerek, farklı sonuç almayı ummaktadır. Bunun aptallıktan başka bir şey olmadığını daha önce denenip de aynı sonuçların alınmasından biliyoruz. Kürt gazetecilerine yönelik baskıları artırarak, tutuklayarak, dava açarak, ceza vererek korkutacaklarını, geri adım attıracaklarını düşünüyorlarsa, yanılırlar. Kürt basınında onlara ekmek yok, asla da olmayacaktır. Geçtiğimiz günlerde 22 Kürt gazeteci yine bir şafak vakti gözaltına alındı, 16’sı tutuklandı ve her biri başka cezaevlerine sürgün edildi. Bununla Kürt gazetecilerini susturacaklarını zannediyorlar. Kürt basın tarihine değil, dönüp kendi tarihlerine baksalar bile paylarına yine “kafalarını duvara vurmanın” düşeceğini çıkarırlar.
Evet, hakkını teslim etmek lazım; Kürt basınına en fazla yönelen, baskılayan, kapatan, yasaklayan, sansürleyen, engelleyen ve tutuklayan AKP iktidarıdır. Tarihe de böyle geçmiştir. Uluslararası gazeteci örgütleri ve kuruluşlarının verilerine göre, Türkiye’yi, dünyada tutuklu gazeteciler oranında lider yapmıştır. AKP’nin dünyada bir liderliği varsa, o da budur. Zaten bunu kendi ağızlarıyla da övüne övüne itiraf etmişlerdir. 20 Aralık 2011’de Kürt gazetecileri toplu bir şekilde tutuklanınca, dönemin AKP’li bakanı Mehdi Eker, “Daha önce sizi öldürüp asit kuyularına atıyorlardı, şimdi tutuklanıyorsunuz” itirafı, fazla söze yer bırakmamaktadır. Zaten o dönem tutuklanan Kürt gazeteciler, cezaevinden gereken cevabı vermişti: “Zulmün artsın ki sonun tez gelsin.” Ve kararlı bir tutum: “Bu tiranlık son bulacak.”
AKP-MHP faşizmi, Kürt gazetecileri tutuklayarak, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın İmralı’daki direnişini, Zap-Avaşin-Metina’daki savaş yenilgisini, siyasetteki baş aşağıya gidişi, ekonomideki krizi ve toplumsal tepkiyi düşüreceğini zannediyor. Kürt toplumu, siyaseti ve basını üzerinden seçim öncesi ne hesap yaparsa yapsın, ne operasyon düzenlerse düzenlesin; güçlenen kendisi değil, direnen Kürt toplumu, siyaseti, basını ve demokrasi güçleri olacaktır. Konumuz medya olduğu için şunu Kürt basın tarihinden bildiğimiz için rahatlıkla söyleyebiliriz: 16 gazeteci tutuklandı, ama yerlerine onlarca muhabir, kameraman, sunucu, editör geçmiştir.
Türkiye’deki son yarım asırda gelmiş geçmiş tüm iktidar ve hükümetler, olası politikalarının, planlarının sinyalini hep Kürt basını üzerinden devreye koymuştur. 1990’ların başlarında bizce failleri belli olan ve bizzat devlet eliyle organize edilen “faili meçhul” denilen cinayetler önce gazetecilerin kaçırılarak, katledilmesiyle başlamıştır. Tüm sınır ötesi operasyonlar öncesi önce Kürt basınına yönelinmiştir. Kürt gazeteleri kapatılmış, gazetecileri tutuklanmıştır. Öcalan’a dönük politikalarda da Kürt basını önce hedef alınmıştır. Kürt kurumlarına ve siyasetine yönelik operasyonlar da önce Kürt basınından başlatılmıştır. Bunu sadece AKP-MHP faşist iktidarı değil, önceki iktidarlar da yapmıştır. Bugünkü faşist iktidar yeni bir şey yapmıyor, öncekilerini tekrar ediyor.
AKP iktidarı için Kürt basını deyince akla ne geliyor veya Kürt basınını nasıl okuyup, tanımlıyor? “İcraatlarından belli değil mi” diye sorulabilir, ama yine de akıl dünyasında ne olduğunu bilmek önemlidir. Kendisine ait bir kuruluşa hazırlattırdığı raporda, ne düşündüklerini ortaya koymaktadırlar. AKP iktidarı destekli ve finanslı Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı (SETA) Yayınları, 2018 yılında Sertaç Timur Demir tarafından hazırlanan “PKK’nın İletişim Stratejisi” adlı raporda, kendince bir Kürt basını ve “destekçileri” verisi çıkarmış, yorumunu yapmıştır. Raporu hazırlayan Demir, şu ana kadar Kürt medyasıyla ilgili “Polis Akademisi ve Kara Harp Okulu çatısı altında hazırlanan akademik tezlerin olduğunu” belirterek, nereden geldiğini, nereden beslendiğini ve kime çalıştığını da göstermektedir. Bu rapor, Efrin işgal saldırısı esnasında hazırlanmış ve 15 Temmuz 2016 darbe girişiminden sonra kapatılan Kürt gazeteleri, ajansları, radyoları ve TV’lerden örnekler çıkarılmıştır. Raporda, özellikle baskılara, davalara, tutuklama ve cezalara karşı Özgür Gündem ile Dayanışma Kampanyası kapsamında başlatılan Nöbetçi Genel Yayın Yönetmenleri olan gazetecilerin hedef seçilmesi boşuna değildir. Çünkü bu dayanışma, 1994 yılında 2 Aralık’ı 3 Aralık’a bağlayan gece Özgür Ülke Gazetesi’nin merkez binasının bombalanmasından sonra aydın, sanatçı ve gazeteci dayanışmasından sonra en büyük dayanışmalarından biriydi. Türkiye’deki muhalif gazetecilerin Kürt basınının yanında durmasından rahatsız olduklarını göstermektedir. Böylesi raporlarla Kürt medyası neden kriminalize ediliyor? Kuşkusuz bir amacı var. Bir yanıyla Kürt basınını ve bu uğurda emek verenleri hedef gösterilirken, aslında işledikleri suçları kılıf arıyorlar. Darbe girişiminden sonra hıncını Kürt siyaseti ve basınından çıkarmak isteyen AKP faşizmi, Kürt medyasının tüm yayınlarını bırakalım uluslararası hukuku kendi hukuklarını da çiğneyerek, kapattı. Bu bir suç pratiğidir ve bunun hesabının kendisinden sorulacağını biliyor. Bu raporla suçunu örtme çabasıdır. Bu rapor aynı zamanda AKP iktidarının kendini savunma raporudur.
AKP iktidarı bu tür raporların para etmediğini eski ortağının pratiklerinden bilmesi lazım. AKP’nin icat ettiği yeni bir şey yok. 100 yıllık cumhuriyet tarihinde ne kadar ayak oyunu varsa en kötü ve kaba haliyle uygulamaktan üstüne kimse yoktur. Bir zamanlar bir dediklerini iki etmeyen, ne istedilerse hepsini veren AKP iktidarı, onların taktiklerini uygulama mahirliğini göstermesine gösteriyor da bir de sonuçlarına baksın. Bir zamanlar Polis Akademisi ve Kara Harp Okulu’nda cirit atan, akıl hocalığı yapan Önder Aytaç ve Emre Uslu ile beslemeli Mehmet Baransu, nice raporlar hazırladılar, dosyalar yaptılar, yazılar yazdılar, sipariş haberler yaptılar. Sonuç; Kürt medyasına dokunan yanar! Cemaatin bu unsurlarının hiçbirinin şimdi esamisi okunmuyor, ama Kürt medyası dimdik ayakta.
Kürt basını/Özgür Basın, nice bariyerler atlattı. Ama her zaman küllerinden doğmasını bilmiş ve daha da büyümüştür. 1970’li yıllarda Kürdün adının bile söylenemediği bir dönemde “Kürdistan sömürgedir” diyerek yola çıkan bir grup Kürt devrimcisi, bin bir türlü zahmetle “Kürdistan Devrimin Yolu” manifestosunu Ekim 1978’de yayınlayarak, Kürt basınına da yol olmuşlardır. Tıpkı Kürt Özgürlük Hareketi gibi Kürt basını da üzerine adeta ölü toprağı serilen halkıyla birlikte dirilmiş ve Kürt medyasının çınarı Ape Musa’nın (Musa Anter) dediği gibi “Sıfırın altından başlanmıştır.” 44 yıllık Özgür Basın yürüyüşünün temelleri o kadar sağlam ki nice iktidarlar gelip geçti hiçbiri yıkamadı, yıkamayacak da.
1980’lerin sonu, 1990’ların başıyla birlikte Kürt hareketi gelişerek, büyümüş; Kürt halkı serhildanlara kalkmıştır. Kürt basını da boş durmamıştır. Bu haklı özgürlük davasına gazeteler, dergiler çıkararak katılmıştır. Devletin tüm kirli ve karanlık yüzü bir bir ifşa edilmiş, halkın sesi olunmuştur. 91-92’de devreye konulan imha ve tasfiye operasyonlarıyla birlikte Kürt basını çalışanlarına yönelik baskılar tırmanmıştır. Yazarlar, muhabirler ve gazete dağıtımcıları sokak ortasında katledilmeye başlanmıştır. 96 yılına kadar onlarca Kürt gazeteci katledildi. Hızını alamayan Tansu Çiller-Doğan Güreş-Mehmet Ağar üçlü çetesi, 1994’te Milli Güvenlik Kurulu (MGK) kararıyla Özgür Basın hakkında “bertaraf edilmesi” emrini verdiler. 3 Aralık 1994 yılında Özgür Ülke Gazetesi’nin merkez binası ve Ankara bürosu bombalanmıştır. Aynı zihniyet bugün de iş başındadır. 30 Ekim 2014 yılında MGK’den çıkarılan “Çöktürme Planı”nın basın bölümünde, Kürt medyasının “susturulması” talimatı verilmiştir. Nitekim, 7 Haziran 2015 genel seçimlerinde iktidarını kaybeden AKP, 24 Temmuz’da Kürt soykırımını tamamlama savaşının startını verirken de Kürt basınını es geçmedi. Bu tarihten, darbe girişiminden sonra 29 Ekim 2016’da çıkarılan Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile Kürt medyasının kapılarına mühür vurulmuştur.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın uluslararası komployla 9 Ekim 1998 tarihinde Suriye’den çıkarılmadan önce de Kürt basınına yönelik baskılar artırılmıştır; gazeteler ve dergiler kapatılmıştır. Yine İmralı işkence sisteminin daha da ağırlaştırılmaya başlandığı 2007-2008 tarihlerinde Kürt yayınları baskı kıskacına alınarak, peş peşe kapatılmışlardır. Bu tarihler aynı zamanda Kürt hareketini tasfiye etme planlarının uygulamaya konulduğu tarihlerdir. 4 Mayıs 2007’de Dolmabahçe Sarayı’nda dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan ile Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’ın “mezara kadar götürecekleri” bu sır görüşmeden itibaren ve özellikle 5 Kasım 2007 tarihinde dönemin ABD Başkanı Bush ile görüşen Erdoğan’ın “operasyon desteği” almasıyla yine önce Kürt basınına yönelmişlerdir. O dönem çıkarılan tüm Kürt gazeteleri bırakalım yıllık, aylık veya haftalık günlük kapatılacak noktaya getirilmişti. Zap’a yeşil ışık alan AKP iktidarı, ordu yenilince adeta öküz öldü ortaklık bitti dercesine, ordu içindeki Ergenekonculara ve ulusalcılara yönelik operasyonunun startını vermiştir.
Bu dönemin diğer bir önemli özelliği bir yandan Kürt medyası susturulmak istenirken, diğer yandan oluşmasını düşündükleri boşluğu da liberallerin akıl hocalığını yaptığı “Taraf” adlı bir gazeteyle doldurmak istediler. Böyle bir gazetenin aynı döneme denk getirilmesi tesadüf değildir. ABD’de destekli, AKP-Cemaat ortaklı gazetesine önemli misyonlar biçilmişti ve iki hedef önüne konulmuştu. Birincisi, ordu içindeki Ergenekoncuların deşifre edilmesi; ikincisi, Kürt Özgürlük Hareketi’ne yüklenilmesi. Yani bir taşla iki kuş vurma işini iyi üstlenmişti Taraf gazetesi; ama vakitsiz taş kendi başını yarmıştır. Taraf bertaraf olurken, Kürt basını yolunda emin adımlarla yürümeye devam etmiştir.
AKP iktidarının, Kürt basınına saldırıları 2011 yılında da sürdü. Hitlerin 1933 tarihindeki uygulamalarına rahmet okutan AKP iktidarı, Kürt Özgürlük Hareketi’nin Devrimci Halk Savaşı mücadelesi karşısında zorlanınca çareyi Kürt siyasetine ve basınına yönelmekte aradı. 27 Temmuz 2011 tarihinden itibaren Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın avukatlarıyla görüşmesine getirilen yasak bugüne kadar sürmüştür. İmralı tecridi “avukat yasağı” ile derinleştirilirken, hedefe yine Kürt basını konuldu. 20 Aralık 2011 günü tüm Kürt basın kurumları polisler tarafından “KCK basın operasyonu” adıyla basılarak, 46 Kürt gazeteci gözaltına alındı; 24 Aralık sabaha karşı 36 gazeteci tutuklanmıştır. Hiçbir Kürt basın kurumunun bırakalım bir gün bir saniye bile kapısı kapatılmamış, tutuklanan gazetecilerin yerlerini yüzlercesi doldurmuştur; binlercesi de gönüllü muhabir olmuştur.
1925’ten kalma Kürt soykırımının bugünkü temsilcisi AKP faşist iktidarı, savaş kodlarına döndüğü 2015’te de hedefinde Kürt basını vardı. Bir insanın veya toplumun en doğal hakkı olan kendi kendini yönetmek istediği öz yönetim süreçlerinde Kürt kentlerini tank ve toplarla yerle bir eden faşist iktidar, Cizre bodrumlarında Kürt gazeteci Rohat Aktaş’ı katlederken, birçok gazeteci kurşunların hedefi olmuş ve savaş sokaklarında gerçekleri halka taşıyan çok sayıda Kürt gazeteci ölümden dönerek, tutuklanmıştır. 15 Temmuz 2016 darbe girişiminden sonra baskı katmerleşmiştir. 2008’de Efrin işgalinden sonra, işgal ve saldırıları anı anına halka ulaştıran Özgür Basın’ın Türkçe ve Kürtçe yayın yapan gazeteleri kapatılmış, gazetelerin basıldığı matbaalara el konulmuş ve 8 Kürt gazeteci tutuklanmıştır. Ancak kapatma ve tutuklamalara rağmen Kürt basını susmamış, tam aksine daha da büyümüştür. Kürt basınına yönelik baskılar bugün de sürmektedir. Kürt Halk Önderi Öcalan’ın İmralı direnişi karşısında ve Zap-Avaşin-Metina savaşında büyük kaybeden AKP-MHP faşizmi, iktidarını kaybetmemek için her türlü yola başvurmaktadır. Kürdistan dağlarında gerillaya karşı kullandıkları, birer insanlık ve savaş suçu olan, uluslararası tüm kuruluşların üç maymunları oynadığı NATO envanterinde bulunan taktik nükleer silahlar da kendilerini kurtarmaya yetmeyecektir. Artan zulümleri, güçlü olmaktan değil zayıflıktandır. Sonlarının geldiğini görüyorlar, can havliyle sağa sola saldırıyorlar. Savaştaki yenilgilerini gizliyorlar, işledikleri insanlık ve savaş suçunun açığa çıkmasını istemiyorlar, halkın gerçekleri bilmesinden korkuyorlar. İşte bunun için yine gazetecilere yöneldiler ve Gemlik yürüyüşü arifesinde 16 Kürt gazeteciyi tutukladılar. Direniş geleneğinden gelen ve hiçbir dönem gerçeklerin peşini bırakmayan tutuklu Kürt gazeteciler de dışarıda işinin başında olan Kürt gazeteciler de birer hakikat fedaileridir. Bunun için bedel vermekten kaçınmayacaktır, gerçeklerin üstüne gözünü kırpmadan gidecektir ve gerçeklerden asla taviz vermeyecektir. Kürt basın tarihinden biliyoruz; kaybeden kendileri olacak, kazanan Kürt basını olacaktır.
Yasin KILIÇ
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi