Son dönemlerde KCK yetkililerinin KDP’ye yönelik çok önemli açıklamaları oldu. Bu açıklamalardan anlaşıldı ki Barzaniye bağlı Zêrevani güçleri (Peşmerge Özel Kuvvetleri) Türk askerleri ile birlikte PKK gerillalarına karşı savaşa ortak oluyor, hatta TC askerlerinin tanımadığı yerlere peşmerge gücü önde giderek askerlere öncülük ediyor. Yine askerlerin açık yerleştikleri yerlerin dışında gizlice kaldıkları yerlerde de Zêrevani güçlerinin arasında ve onların elbiselerini de giyerek kaldıkları bilgisini kamuoyu ile paylaştılar. Askerlerin lojistik, erzak vb. ihtiyaçları için de Barzani’nin Zêrevani güçleri her türlü ihtiyacı karşılıyor. Tabi bunlar gözle görülen, bilinen hususlar oluyor. KCK yetkililerinin açıkladığı bu kısa bilgiler ışığında bile Barzani’nin Erdoğan hükümeti ile çok yakın bir işbirliği yaparak PKK’nin tasfiyesi için bu kirli savaşa girdiği anlaşılıyor. Peki ama neden?
Barzanilerin çok eski olmasa da belli bir geçmişleri var. Kendileri de bu geçmişleriyle övünerek hep anlatırlar. Fakat çokça anlattıkları gibi ömürleri Kürdistan hayalini gerçekleştirme mücadelesi ile geçmemiştir. Baba Mustafa Barzaniye kadar (1950’ler) bu aile kendi dini önderlikleriyle özelde Barzan ve daha geniş olarak da Behdinan bölgesinde egemenlik kurma mücadelesi içerisinde olmuşlardır. Bu uğurda çok çaba sarf ettikleri de anlaşılıyor. Kimileri bu aileyi bir tarikat kimileri de bir aşiret biçiminde adlandırırken temel karakteristik özellikleri ise her ne olursa olsun kendi egemenliklerinden vazgeçmemeleri ile bilinirler. Baba Mustafa Barzani zamanında da bu örgütlülüklerini ve egemenlik çabalarını Başur Kürdistan sathında gerçekleştirmek üzere askeri bir güç olmaya da çalıştıkları, daha büyük bir hayal ile de çabalarını genişlettiklerini biliyoruz. Bu daha büyük hayale de Kürdistan dediler. Kürtlerin idealindeki özgür ve bağımsız Kürdistan hayalini sahiplenerek tüm Kürtlerin egemenliğine oynamaya başladılar.
Barzanilerin Kürdistan mücadelesi hep kendi aile, akraba ve aşiret çevreleri etrafında gelişti. Kim kendilerine biat edip tabi olduysa onu yanlarına aldılar, kim biraz bağımsız bir duruş sahibi olduysa da tasfiye ettiler. Bunu kendileri dışında Kürt özgürlük mücadelesi veren tüm parti ve bağımsız kişilere yönelik de yaptılar. Kendileri dışındaki diğer Kürt parti ve şahsiyetleri eğer Barzanilerin duruşuna hizmet eder bir noktada ise onları desteklediler ve zamanla kendilerine tabi kıldılar. Ama hangi parti veya kişi Barzanilerin dışında bir politika ve pratik sergilediyse onları hedefleyip imha etmeyi kendilerine esas aldılar. Kürt lider Ali Askeri’nin katli hala hafızalarda yerini korumaktadır.
Barzani ailesinin bölge ve dünya devletleri ile ilişkileri de bu temelde gelişmiştir. Dünyanın büyük hegemon güçleri karşısında her zaman biat ederek destek almaya çalışmışlardır. Güç neredeyse oraya dayanmış, bunu da bir siyaset tarzı olarak bellemişlerdir. Kendi öz güçlerine, kendi toplumlarına dayanarak siyaset yapmayı öğrenmediler. Bu noktada sınır tanımadılar ve Kürtleri egemenlikleri altında tutan, Kürdistanı işgal eden ülkelerle bile biat temelinde ilişkilenmeyi benimsediler. Bununla da kalmadılar ve Başur dışındaki parçalarda Kürt Özgürlük Mücadelesini yürüten parti ve güçleri tasfiye etmek üzerine o devletlerle anlaşmayı esas aldılar. Onun içindir ki Barzaniler tarihlerinde Kürdistanı egemenliği altında tutan devletlerden daha fazla Kürt Özgürlük Mücadelesi veren parti ve güçlerle savaşmıştır.
Tarih bizi yanıltmaz, elbette doğru okumayı bilirsek! Saddam zulmüne karşı yıllarca dağlarda savaşırken sene 1996’a geldiğinde Hewlêr’in kapısına Saddam tankları ile dayanıp Mam Celal Talabaninin denetiminde olan şehri bir gecede ele geçirmişlerdi. Buna karşı Saddama ne verildi, hangi tavizler verildi bilinmez ama tarih tekerrür etmiş, Barzani yine kardeşini öldürmek için düşmanı ile anlaşmıştı. Sene 92’de de kendi varlığını Türklere kabul ettirmek için tüm varlığını Türklere peşkeş çekerek Kürt Özgürlük Gerillalarına karşı savaşmaya en ön cephede gitmiştir. Elbette kazanamamıştır ama Barzaniler için var olmanın yegane yolu Kürt Halkının baş düşmanı olan Türk devletinin yanında yer alarak kendisine yaşama imkanı yaratmak olmuştur ve bu konuda da ehilleşmiştir.
2004 yılına geldiğimizde DAİŞ Musul şehrini işgal ettikten sonra durmamış ve Şengale doğru ilerlemiştir. Şengal’i koruma sözü veren Barzaniler tek bir mermi dahi sıkmadan milyonlarca Êzidi Kürdünü DAİŞ’in zulmüne, taciz ve tecavüzüne terk ettiğini bütün dünya gözüyle görmüş, iğrenerek bu davranışı seyretmiştir. O günlerde hiç kimse kılını dahi kıpırdatmazken Kürt Özgürlük gerillası Önder APO’nun öngörüsü sayesinde adeta bunun olacağını öngörerek küçük (7 kişilik) bir birliğini Şengal’e, Êzidi Kürtlerini (en kadim Kürtler) korumaya göndermişti. Binlerce peşmergenin arkasına dahi bakmadan kaçtığı, yine binlerce DAİŞ’linin saldırdığı bir anda bu 7 kahraman Kürt genci Derwêşê Evdi gibi Şengal’in geçit vermez iki yerinde halkın geçişini sağlama almış ve tek bir DAİŞ’linin geçmesine izin vermemiştir. Elbette bu tüm Êzidilerin kurtuluşuna yetmemiştir ama halkın büyük bir bölümü kurtarılmıştır. Tüm dünya bunu takdir etmiş ve Irak Cumhurbaşkanı Eyad Allawi de bunun için PKK Gerillalarına teşekkür etmiştir. Tabi kendi halkını korumak için oraya giden bu gerillaların öncelikle kendi halkından aldıkları teveccüh onlara yeterdi. Elbette o halkı bu zulüm ile karşı karşıya bırakan Barzaniler için de bu utanç yeter de artardı.
Daha sonra DAİŞ Şengalden istediğini alamayınca yönünü Hewlêre verdi. Barzani ilk elden yardım için Erdoğan’a haber gönderdi. Yıllarca kendi kardeşlerine karşı hizmet ettiği Erdoğan’ın kendisini korumak için alelacele geleceğini beklerken aldığı cevap ne oldu dersiniz, elbette ki hayır olmuştu. Bu arada Hewleri de halk boşaltmıştır ve DAİŞ gelecek diye kimse arkasına dahi bakmadan kaçmışlardır. Geriye sadece henüz gidecek yeri olmayan sınırlı sayıdaki halk kalmıştır. Bu durumu gören Barzani ne yapmıştır dersiniz? Nedendir bilin(ir)mez ama Barzani’nin Erdoğan yardıma gelmeyince ilk olarak destek için başvurduğu güç yine Kürt Özgürlük Gerillası olmuştur. Kürt halkını koruma sözünü hemen yerine getirmek için harekete geçen Gerillayı Hewler ve Behdinan bölgesindeki halk görünce moral almış, güç almış ve Hewlerin güvencede olduğuna inanarak geri gelmiştir. Halkın bu inancı boşa değildi tabi ki. Nitekim DAİŞ ilk önce Maxmur kampına saldırmış, gerillanın Egidane direnişi ardından geri çekilmek zorunda kalmıştır. Çok daha sonra sözde koalisyon uçakları da havadan DAİŞ’i vurmaya başlayınca Hewler bir nefes almıştır. Bunun ardından Barzani dönemin gerilla komutanlarını Maxmurda ziyaret ederek bizzat teşekkür etmiştir.
Peki ne oldu da aradan 5 yıl geçmesine rağmen Barzani Erdoğan ile anlaşarak PKK’yi tasfiye etmeye karar vermiştir? Tabi bunların karar vermesiyle PKK’nin tasfiye olmayacağını önce Kürt halkı ve bütün dünya da bilmektedir ama bu plana ortak olmasının nedeni Kürtler için anlaşılır olmalıdır. Kürt halkının geleceğini ilgilendiren bir konuda Barzani’nin bu kararının perde arkası iyice görülmek durumundadır.
2003’te ABD’nin Saddam’ı devirmesi ardından yeniden oluşturulan Irak Anayasasında Kürtlere bölgesel bir yönetim statüsü tanınmıştır. Bu elbette Kürt halkının uzun yıllar boyunca Başur Kürdistan’da verdiği mücadelenin bir ürünü olarak elde edilmiş bir hak ve statüdür. Fakat bu statü bile hem Başur Kürdistan’ın yarısını kapsamış hem de bölgede Kürtleri inkar eden diğer devletlerin (başta Türkiye olmak üzere İran ve Suriye de dahil) tepkisine neden olmuştur. Fakat arkasında Hegemon bir güç olan ABD olunca tepkilerini gizliden sürdürmeyi esas almışlardır. Bu noktada Türkiye ekonomik olarak Barzani bölgesini adeta kendi sömürgesi haline getirmiş, Barzani de bunu Türkiye’nin rızasını elde etmek için kullandığını göstermeye çalışmıştır. Özü itibariyle açığa çıkmıştır ki Barzani ve Erdoğan ailesi Kürtlerin tüm kazanımlarını adeta sömürmekte tam bir ortaklık inşa etmişlerdir. Yıllarca Kürt petrollerini adeta yok pahasına Erdoğan ve Türkiye’ye peşkeş çeken Barzani ne Türkiye’nin rızasını elde etmiş ne de kendi varlığını sağlama alabilmiştir.
2017 Başur bağımsızlık referandumunda Türkiye önce sessiz kalmış, sonra da cılız bir tepki gösterince Barzaniler bunu Türkiye’nin onayı olarak algılamıştır. Barzani, ne ABD ne de İran ve merkezi Irak hükümeti bu referanduma onay vermeden sadece Türkiye’nin cılız tepkisini onay olarak değerlendirmiş ve referandumu yapmıştır. Ardından ise İran öncülüğünde yürütülen karşı kampanyaya Türkiye’nin verdiği destek ve Barzani’ye yönelik hakaretleri hala akıllarda tazedir. Bu sözde bağımsızlık referandumundan hemen sonra Merkezi Irak hükümeti, İran ve Türkiye’nin desteği ile 2014’ten bu yana fiili olarak Kürt partilerin denetiminde olan başta petrol zengini Kerkük olmak üzere Kürtlere ait olan birçok bölgeyi yeniden Irak merkezi hükümetine terk etmiştir. Barzani güçleri bu saldırılar karşısında dahi tek bir yerde bile direniş göstermemiş, Kürt halkının kazanımları korunmamış, basit heveslerine büyük kazanımları kurban etmiştir.
Tekrar sormakta fayda var, Barzaniler ne yapmak istiyor? Açık ve net artık anlaşılmıştır ki Barzaniler Kürdistan davası peşinde değildir. Barzaniler kendi diktatörlüklerini inşa etmenin arayışındadır. Bu uğurda kim kendilerine destek verirse onların yanında yer almaktan ve onlar için “Bırakuji”ye başvurmaktan dahi çekinmeyeceklerini göstermektedirler. 2005 yılından bu yana Başur Kürdistan’ı resmi olarak yöneten bu aile hanedanlığı başta YNK ve GORAN hareketi olmak üzere diğer tüm Kürt ve Kürdistani partileri tasfiye etmek, olmazsa da denetimine alarak kendisine bağlamak için her türlü çabanın sahibi olmuştur. Tüm Başur halkı ve partileri bunun yakından tanığıdır. Başur Kürdistan’ı adeta Barzani hanedanlığının malı, kendilerini de Kürt davasının yegane meşru temsilcisi olarak görmüşlerdir. Kendilerine biat etmeyenleri de tasfiye etmekten çekinmemiş, gücünün yetmediğini de (PKK ve YNK gibi) düşmanları eliyle yok etme politikasına sarılmıştır.
Bir süre önce TC’nin PKK’yi tasfiye karşılığında Barzani bölgesinin bağımsızlığına onay vereceği yönünde bazı bilgiler basına da yansımıştı. Barzani eliyle Başur Kürdistanı işgal ve denetimine alarak Kürt halkının kazanımlarını yok etmek için Barzani’yi kullanma politikası güden Erdoğan ve TC hükümetinin Barzani’ye bazı sözler vermiş olması muhtemeldir. Barzani de buna inanmış olacak ki PKK’nin tasfiyesi politikasına bizzat Zêrevani denilen kendisine bağlı Özel Kuvvetler ve kendi istihbarat örgütü olan PARASTIN ile bu kirli savaşa dahil olmuştur. Bu durumda sorulması ve başta Kürt halkı olmak üzere Aydınlar, STK’lar, Kürt şahsiyet ve partileri tarafından cevaplandırılması gereken sorular vardır;
1- Bir Kürt hareketini tasfiye karşılığında Kürt halkının düşmanları ile anlaşmak ve onların safında Kürt halkının öz evlatlarına karşı savaşa girişmek caiz midir?
2- Böylesi bir savaşa Kürt halkının yakın tarihte geride bıraktığı ve adeta lanetlediği “Bırakuji” mi denir yoksa açık bir şekilde Kürtlere ihanet mi denir?
3- Böylesi bir savaşta en doğru tutum nedir, hem Kürt halkının varlığını yok sayan TC’ye karşı hem de onun yanında yer alanlara karşı Direniş mi olacak yoksa Kürt davasından vaz mı geçilecek?
Tüm bu ve daha fazlası da sorulabilecek sorulara karşı öncelikle Kürt halkının ve başta da Başur Kürdistan halkının cevabı Kürtlerin geleceğini şekillendirecektir.
Kürt halkı tarihten bugüne dek ne düşmanlarına ne de ihanetçilere boyun eğmedi, böyle var oldu ve bundan sonra da böyle var olacak, Özgürlüğünü de böyle sağlayacaktır. Gün direniş ve özgürlük için mücadele günüdür.
Yasin KILIÇKAYA
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi