Son zamanlarda, çeşitli Amerikan medyasında, Barzani ailesinin mal varlığına ilişkin dudak uçuklatan rakamlar, ileri sürülmektedir. Bugüne kadar, izleyebildiğimiz kadarıyla Barzani ailesi açıktan ve resmi olarak bunu red etme veya kendilerine yapılmış bir hakaret, iftira tanımlaması yapmamıştır. Sükût ikrardan gelir derler, bunu acaba bir ikrar olarak mı kabul edelim? Fakat biz işin çok çok ayrıntılarına girme gereğini duymuyoruz, buna çok fazla da gerek yoktur, görünen köy, kılavuz istemez. Her şey tüm açıklığıyla ortadadır.
Barzani Ailesinin önde gelen elemanları Neçirvan Barzari ve Mesrur Barzani yakın bir zamanda hem Davos Zirvesine, hem de Münih Güvenlik toplantılarına katıldılar. Peki neden? Çok zeki veya yetenekli oldukları için mi, herhangi bir konuda uzman oldukları için mi?
Davos, zenginler kulübü olarak tanımlanır. Orada, dünya kapitalist sisteminin en önde gelenleri burada buluşur, Kapitalist Modernite sisteminin kendisini nasıl sürdüreceğini, halkları nasıl boyunduruk altında tutacağını ve benzeri temel politikalar tartışır ve burada belli kararlara ulaşılır. Bir zamanlar İngiltere’de büyük toprakları olmayanlar ya da elinde yeterli sermayesi bulunmayanlar, oy kullanma hakkına sahip değildiler. Zaten seçilme hakları bile mal varlıklarıyla ilgili idi. Davos’a yoksulların, emekçilerin ya da devrimci parti ve örgütlerin, kişilerin gittikleri ne görüldü ne de duyuldu. Ancak cop, soğuk su ve benzeri polis saldırılarını göze alarak, Davos toplantılarını protesto etmek için Davos’a gitmeler olmuştur.
Bu işin ekonomik ayağı, bir de dünya kapitalist sisteminin, bu sermayenin güvenliği ile ilgili toplantılar yapılır. Örneğin en son Münih güvenlik toplantısı bunlardan biridir. Görüyoruz ki sadece ekonomik sorunların tartışıldığı toplantılara gidilmek ile kalınmıyor, bir de bunların güvenliğini sağlamaya dönük, zirve düzeyindeki toplantılara katılım konusudur.
Barzani ailesinin önde gelen iki unsuru, Neçirvan ve Mesrur Barzani buralarda bol bol boy göstermekte, arz – ı endam eylemektedirler. Önceki yıllarda da benzer tablolar yaşanmıştı. Hem Kürdistan, bölge ve dünya sömürü çarkının içinde hem de bunun güvenliğini sağlama çarkının içinde, yani hem sömürü hem zulüm çarkının dişlileri olma “onurunu” kazanmışlardır. Daha somut olarak da PKK’yi, Rojava ve Bakur devrimci mücadelesini tasfiye etmek için, sömürgeci soykırımcı Türk Devletine her türlü mali, ekonomik, siyasi, askeri, istihbari vb. desteğini sunmaktadırlar. Bununla hem bir ihanet konumuna düşmekte, hem de, Kürdistan ve bölgede kapitalist modernite sisteminin kanlı saltanatının sür-git devam etmesinin güvencesini sağlamaya çalışmaktadırlar.
İyi güzel de bu Barzani ailesinin Davos ve Münih zirvelerine katılabilmenin şartı olan, en düşük tahminle yüz milyarı bulan bu devasa sermaye nasıl elde edildi? Helalinden alın teri mi döküldü? Taş attılar da kolları mı yoruldu? Neçirvan ve Mesrur sadece aldıkları maaşların biriktirilmesiyle mi bu devasa sermaye oluştu? Sahi bu para nasıl kazanıldı, neden uluslararası medya ve dünyaca tanınmış kimi yazarların gündemindedir?
Marks, “para ortaya çıkarken bir yüzü kandı, sermaye ortaya çıkarken tepeden tırnağa kandı.” dedi. Bu konuda basit meta üretiminden, finans kapitale uzanan sermayenin birikim süreçleri ve tekelleşme, kabaca incelendiğinde Marks’ın yüz yılı aşkın süre önce dile getirdiği bu veciz ifadenin ne kadar doğru ve gerçekçi olduğu kendiliğinden anlaşılacaktır. Bir ülkenin iç sınırları içerisinde devletleşme dönemi başlı başına bir kanlı süreçtir. İmparatorluk süreci; üzerinde devletini kurduğu sınırları aşma yani sömürgecilik süreci halkların elindeki zenginliklerine el koymak için adeta kandan nehirlerin oluştuğu bir sürecin ifadesi olmaktadır. Genel literatürde kapitalist sermayenin ilkel birikim ve merkantalizm dönemi İspanyol ve Portekiz sömürgecilerinin soykırım temelinde altın ve gümüş elde ettiği geniş toprak parçalarında halkların köle olarak, çalıştırılmasından elde edilen zenginliklerin biriktirildiği yıllardır. Serbest rekabetçi dönem bu sürece İngiliz, Hollanda, Fransız, Alman, İtalya vb. emperyalist devletlerin aynı amaçla devreye girdikleri dönem olmuştur. Tekelleşme yani finans çağı ise adeta dünyanın kana boğulduğu yıllardır. Bununla at başı giden ise büyük sermayedarların yani sermaye oligarşisinin ortaya çıktığı ve dünyaya egemen olduğu dönemlerdir. Vurarak, kırarak, katlederek, soykırım yaparak, sömürerek sadece insan olmaktan, halk olmaktan kaynaklı hakları çiğneme pahasına bugünkü kapitalist modernite sistemi oluşturuldu. Yani Sermaye “tepeden tırnağa (insan kanıyla) kan” ile yoğruldu. Tabi buna bir de ekolojik dengenin yıkılması ve kadının düşürüldükçe düşürülmesi yaşandı ve yaşanmaktadır. Ukrayna’da yaşananlar, böyle bir hegemonya sürecidir. İşin bir tarafında Rusya, öte tarafında NATO ve bağlaşıkları vardır.
Gelelim Barzani ailesine, Başûr Kürdistan’ında çiftçilik, hayvancılık, zanaatkarlık yapmadıklarına göre, bu milyarları, bir kez daha soralım, nasıl elde ettiler?
Ayrıntılarına girmeden – çünkü ayrıntılar bu yazının konusu olmayı çok çok aşar, bir kitap hatta bir kitaplar serisinin konusudur – çok genel hatlarıyla ancak kanıtlarıyla, ortaya koymaya çalışacağız. Barzani ailesi, Barzan bölgesinde kendi halinde bir aile hem ziraat hem de hayvancılık ile uğraşarak, geçimini kıt kanaat sağlarlardı. Bir de müritlerin katkılarıyla yaşamlarını sürdürürlerdi. 60’lı yıllardan sonra İran-İsrail-ABD ilişkileriyle, onlar hesabına savaş yürütmenin bir karşılığı olarak, biraz sermaye biriktirdiler. 90’lı yıllara kadar gerek İran gerek İsrail gerekse Amerika’dan aldıkları maddi destek ile geçmiş süreci önemli oranda aşan, bir para-sermaye gücüne ulaştılar. Bunu Kürt-Kürdistan adına ve bu iki kutsal kavramı sömürmek temelinde yaptılar. Fakat bu sermaye öyle çok fazla göze çarpacak bir düzeye, hele hele uluslararası alanda tartışılacak düzeye gelmedi. Fakat artık Barzan mıntıkasını aşan, genel bir baskıcı ve sömürücü sınıf olmaya doğru bir giriş de olmuştur.
Herkes, Mesut Barzani de dahil Barzani ailesi 90’lı yıllara kadar İran sömürgeciliği denetimi altında yaşamlarını sürdürdüklerini gayet iyi bilir. Hem sömürgeci şahlık döneminde hem de Humeyni döneminde Rojhılat Kürdistan’ındaki ulusal hareketi tasfiyede aktif rol oynama karşılığında İran sömürgeciliğinin denetiminde kalmışlardır. Başta Süleyman Muini gibi, birçok aydın ve öncü kişiliğinin tasfiye edilmesi bu uzunca süreçte yaşanmıştır. Yani Kürdistan’ın ikinci büyük parçasının ulusal direniş hareketi, bir ailenin rahatı ve sermaye biriktirmesi için kurban edilmiştir. Yine 70’li yılların başında Saitlerin komplo ile tasfiye edilmeleri karşılığında sömürgeci Türk devletinden ne aldıkları sırrıyetini korumaktadır. Ancak şu bir gerçek ki yine ailenin çıkarları için Kürdistan’ın en büyük parçasının ulusal hareketi tasfiye 70’li yılların hemen başında tasfiye edilmiştir. Tarihe Saitlere yapılan komplo olarak geçen bu olayın sayısız belgeleri söz konusudur. Ve hepsi de Barzani ailesini sanık sandalyesine oturtmaktadır.
90’lı yıllarda ABD’nin sömürgeci faşist Saddam rejimini devirmek için başlattığı saldırı sürecinde İran’dan Başurê Kürdistan’a taşındılar. Geldiklerindeki mal varlıkları ile bugünkü mal varlıklarını kıyaslayacak olursak aralarında derin derin uçurumların, ölçülemeyecek uzaklıkların olduğu kendiliğinden anlaşılır. Amerika çekiç gücünün himayesi altında Türk sömürgeciliğinin rızasını da almak için bu sefer kurban edilmesi gereken PKK ve onun gerillaları ve yine Bakur devrimi olmuştur. Barzaniler, kendi önünde PKK’yi yurtsever, devrimci ve sosyalist karakteri nedeniyle engel olarak görüyorlardı. Bunun için Sömürgeci soykırımcı Türk Devleti ile PKK’yi yok etme karşılığında kendilerine Başur’da sermaye ve iktidar sahibi olma garantisini verdiler. 1992 yılı Ekiminde Başur parlamentosunun kurulmasından hemen sonra PKK gerillalarına saldırmasının temelinde bu gerçeklik vardır.Onun ardından,Barzaniler artık Sömürgeci soykırımcı Türk Devletinin kıymetli misafirleri oldular,kırmızı halılarla,saraylarda karşılanmaya başladılar…Çünkü Kürdistan özgürlük gerillasının kanını Türk sömürgecilerine sunmuşlardı…
Önder APO’ya karşı geliştirilen Uluslararası komplonun temeli de bu biçimde atılmıştır. Bu savaştan sonra başka alanlarda olmak üzere özellikle 90 ve 2000’li yıllara kadar KDP, çok sayıda kendisi için engel olarak gördüğü aşiretlerin önde gelenlerini, çeşitli muhalif partilerin önde gelenlerini ve aydınları, gazetecileri birer birer tasfiye etti. Özellikle Neçirvan Barzani’nin bizzat sorumlu olduğu Duhok bölgesinde Fadıl Mutni ile birlikte tam bir Kürt halkını sindirme saldırıları gerçekleştirmiştir. Özellikle bu yıllarda Rauf Kamil Akrei (Tekoşan Örgütünün Lideri), Yonadim Yusuf Yonadim (Asuri Milletvekili), Laser -Ebu Nesir- (Irak Komunist Partisi Merkez Komite Üyesi – Behdinan Sorumlusu), ayrıca Türkiye’den Başûrê Kürdistan’ına uyuşturucu sevkiyatı yapan iki Türkü yakalatan Zaho hakimi Tahsin Nayif Eli, Zehmetkêşan Partisinin Merkez Komite Üyesi Qeis Muhammedi (Rênas) ve daha onlarcası bu dönemde katledilmiştir. Bunlar bilinen katliamlardır, fakat bilinmeyen, açığa çıkmayan o kadar çok cinayet-katliam var ki… Bu katliamlarla Behdinan bölgesinde yegane güç olduklarını ve sesini çıkaran herkesin bir şekilde katledileceği mesajını verdiler. Bu çerçevede İbrahim Halil gümrük kapısı tümüyle kendilerinin denetimleri altına girmiş, artık bu 2000’li yılların başlarına kadar KDP’nin para ve sermayenin aktığı kanal olmuştur. Bir diğer kanal da sınır kaçakçılığı üzerinden haraç kesmeler olmuştur ve bizzat kendilerinin oluşturduğu birimler aracılığıyla sağlanan böyle bir ortamda her şeyden vergi alma adına ve kendi ticari tekelini kurmak için muazzam imkanlar yaratılmıştır. Yine çeşitli nedenler ile Bakur’dan gelip de alanda inşaat ve benzeri çalışmalar yürüten bir çok müteahhidin birikimlerini açık bir şekilde gasp etmişlerdir. Yani neredeyse uçan kuştan dahi haraç almaya dayanan tam teşekküllü bir mafya teşkilatını kurmuşlardır. Ne kanun, ne hukuk… Varsa yoksa Barzani ailesinin çıkarları… Bir de bu Türk sömürgeciliğinin resmi kurumlarına ve resmi kurumları dışındaki çete gruplarıyla kurmuş olduğu ilişkiler alanda büyük bir sermaye birikiminin oluşmasının tüm olanaklarını yaratmıştır. İktidar sermaye salgılar denir, gerçekten de öyle olmuştur. İktidar kapsam ve derinlik kazandıkça, sermaye büyüyor, sermaye büyüdükçe de, kanlı iktidar daha da azmanlaşmakta ve vahşileşmekte, tüm insani ve ulusal değerler ayaklar altına alınmaktadır.
KDP dışında hiç kimsenin varlık gösteremediği Duhok bölgesi artık KDP’nin sermaye birikimi için tam bir uygun mekan olmuştur. Deyim yerinde ise sermaye için, dikensiz bir gül bahçesi haline getirilmiştir. 2000’li yılların başında ve özellikle Saddam Hüseyin’in diktatörlüğünün tamamen tasfiye edilmesinin ardından ise uluslararası sermayenin dev petrol ve gaz şirketlerinin cirit attığı bir alan haline gelmiştir. Eğer Hewlêr ve Zaxo arasındaki yol boyunca asılan levhalara bakılırsa ve yine Hewlêr ve diğer şehirlerdeki levhalara bakılır ise Sömürgeci soykırımcı Türk Devletinin tam bir ekonomik talan ve sömürü kaynağı haline geldiği görülecektir. Başurê Kürdistan’ın Türk sömürgeciliği ve ABD başta olmak üzere diğer belli başlı güçlerin petrol, gaz, inşaat, ihracattan aldıkları aslan payına karşılık Başur halkının yoksullaşması, kendi ana yurdundan Avrupa başta olmak üzere dünyanın dört bir yanına savrulması sonucunu getirmiştir. Fakat tüm bu durumların karşılığında ise Barzani ailesi sermayesine sermaye katmış Kürt halkının ve diğer halkların aleyhinde büyük bir zenginleşme ortaya çıkmıştır. Sermayesini Kürdistan halkından ve sızdırdıkları sermayeyi uluslararası sermayenin hizmetine ve Kürtlerin yeminli düşmanı Sömürgeci soykırımcı Türk Devleti’nin hizmetine koymuşlardır. Amerika’daki 60 milyarlık dolar cinsinden sermaye, yine Dubai’deki büyük mal varlıkları, özellikle Sömürgeci soykırımcı Türk Devletinin faşist yöneticileri başta Tayip Erdoğan ve ailesi olmak üzere bir çok Kürt katiliyle geliştirdikleri ekonomik-mali ilişkiler böyle bir sürecin sonunda ortaya çıkmıştır.
Aslında bu büyük bir planın parçası olarak sistematik bir şekilde yürütülmektedir. Kürdistan’ın açık bir şekilde büyük ve bölgesel sermayedarlara peşkeş edilmesi sözkonusudur. Yine bu peşkeş sayesinde ekonomik olarak yıkılmakta olan Sömürgeci soykırımcı Türk Devleti ve AKP-MHP çeteleri ayakta kalmaktadır. Başûr’ê Kurdistan’da geliştirdikleri ticaretin yanı sıra KDP’den çok ucuza aldıkları petrolü, kar oranı yüksek bir şekilde piyasaya sürerek büyük kazanç elde etmektedir. AKP-MHP elde ettiği bu kazanç ile Kürdistan’ın dört parçasında çeteleri finanse ederek Kürt halkı üzerinde katliam yürütmektedir. Sömürgeci soykırımcı Türk Devletinin resmi görevlilerinden, Kürt katili Tayyip Erdoğan, Hulusi Akar vb. ile Efrin’de soykırım uygulayan çetelerle herkesin gözü önünde görüşmeler hepsi ama hepsi kanlı sermayelerini büyütme nedeniyledir.
Bu zenginleşmenin karşılığı ise Davos’ta, Münih’te, Antalya’da ve Ankara’da Türk sömürgecileri ile Kuzey ve Rojava devrimlerini tasfiye etmek için her türlü işbirlikçi ve ihanetçi pratik içerisine girmekten geri durmamaktadırlar. Çünkü Kuzey ve Rojava Devrimleri ve Medya Savunma Alanlarını kendi sermayesi için büyük bir tehlike olarak görmektedir. Bunun için de bu tehlikeyi bertaraf etmek için Güney Kürdistan’da 70’in üzerinde Sömürgeci soykırımcı Türk Devletine açık ordu birliklerini konumlandığı askeri karakollar yapılmıştır. Yine Başur şehirlerinde, sayısı hiç de küçümsenmeyecek derecede istihbarat örgütü bulunmaktadır. PARASTİN,(KDP’nin istihbarat örgütü) bu kanlı sermayenin kirli kılıcı olarak her gün gerilla hakkında MİT’in Başur şubesi gibi çalışmalarını yürütmektedir. Bunun sonucunda yüzlerce Kürt halkının en güzide kız ve erkekleri katledilmiştir. 1997 yılının 27 Mayıs’ında Hewlêr’de Sömürgeci soykırımcı Türk Devletinin güçleriyle girdiği savaşlarda yaralanan ve sayısı altmışı bulan gerilla KDP tarafından bizzat katledilmiştir. Bu nedenle açığa çıkan bu devasa sermayenin altında işte böyle bir gerçeklik vardır. Yani Kürdistan halkının alın teri, emeği ve birçok Doğu Kürdistanlı yurtsever devrimcinin, Rojhılat Kürdistan’ın tasfiyesinin ve binlerce gerillanın kanı vardır.
Dolayısıyla artık mızrak çuvala sığmamakta, Barzani ailesinin halkı sömürmeleri, haksız kazanç ve yolsuzlukları uluslararası boyut kazanarak gündem olmaktadır. Bakalım Barzani ailesi daha ne kadar bu iç ve dış baskı ve somut gerçeklere sessiz kalmayı sürdürecekler? Onlar sessiz kalabilir,ama halk,aydınlar,medya daha ne kadar sessiz kalacak?Bu sessizliğin sonu ne olacak?
Dünyada birçok diktatör, halkın saf, yurtsever duygularını sömürerek, bir dönem bunun üzerinde büyük vurgunlar yaparak, kanlı saltanatlarını, efendilerine dayanarak sürdürebilmişlerdir. Fakat halkın ve devrimci güçlerin mücadelesi sonucu, öyle bir zaman gelmiştir ki efendileri dahi onları koruyamaz duruma gelmişlerdir. İbretlik bir örnek olarak, daha dün Afganistan’da böyle bir durum yaşandı. Başurê Kürdistan bunu Cezayir anlaşmasında gördü.
Bu konuda bir de tarihten örnek verelim. Olay 1979 Nikaragua devrimi yaşanır, halk ayaklanır, gerilla Managuayı kuşatır, Somoza telefon ile dönemin ABD başkanı Jimmy Carter’i arar ve kendisinden yardım ister, ancak artık çok geçtir; Jimmy Carter yardım isteği karşısında Managuayı acilen terk edebilmesi için yardımcı olabileceğini söyler. Fakat diktatör Somoza ısrar ile askeri yardım ister. Ancak Jimmy Carter sadece Managua’dan çıkması için olabileceğinde ısrar edeceğini dile getirince “Koca Somoza” telefonda hüngür hüngür ağlamaya başlar ve “ben bu kadar Amerika’ya hizmet ettim.” der. Jimmy Carter ise telefonu yüzüne kapatır. Sonuçta diktatör Somoza Managua ve Nikaraguayı bir daha dönmemek üzere terk eder.
Anlayana…..
Yasin NAWDAR
Kürdistan Stratejik Araştırma Merkezi