11 Şubat 2010 Perşembe Saat 08:50
12.00
0
21
TR
:” ”
:””
” “,” ”
” ”
Roma imparatorluğunda teknolojinin lehine bilimin gücünü
yitirmesinin nedeni konusunda pek çok tartışma yapıldı. Romalılar büyük oranda
savaşçılardan ve köylülerden oluşmaktaydı. Bilime ve yaptıkları katkının
yetersiz ve politik önemleriyle oransız olmasına karşılık bu iki alanda büyük
adımlar atmışlardır. Büyük binalar, kemerli su kanalları ve yollar gibi büyük
ölçekli yapıları başarıyla inşa ediyorlardı. Bu arada tıp alanında da devasa
ilerlemeler kaydetmişlerdi. Ama doğal fenomenlere ilişkin bilimsel açıklamalar
yapmaya pek düşkün değillerdi. Böylesi açıklamalar birer tehdit olarak
algılanıyordu çünkü bu tür açıklamalara girişen her hangi bir kişi, yönetici
sınıfa hizmet etmekte olan tanrısal varlıkların ve astrologların gücüne meydan
okumuş oluyordu. Bilimin yavaş bir gelişme göstermesinin asıl nedeni buydu.
Bilim, Lucretius gibi Galileo ya da Bruno’ya öncülük edecek birinin cesaretine
ihtiyaç duyuyordu. Sonuç olarak, bilimin gelişmesinin özgürlük ve toplumsal
değişmelerle bağlantılı olduğunu belirtmek gerekiyor.
Kavramsal çerçeve
Bilgi, bilimsel veya felsefi bilgi, teknik bilgi ve teknik
bilgi ile bağlantılı olarak enformatik bilgi olarak ayrılmaktadır. Günümüzde
bilim ve teknik genellikle bir arada kullanılmaktadır.
İlk önce, bilimsel bilgi, Aristoteles’ten bu yana, kendi
başına amaçlanan şey, aranan hakikattir. Hakikatin kendisi kadar hakikate
ulaşmak için gösterilen çaba da önemlidir.
Bilginin ikinci türü, techne’dir. Techne, antik dönemde bir
bilgi olarak kabul edilmezdi. Sokrates ve Protagoras için techne, belli bir
amaca yönelik, genel ilkeleri olmayan çıraklık ve tecrübeydi. Techne, Platon ve
Aristo için zanaatkarlık konusuydu, bir ürün ortaya koymaya yönelen yapıp
etmenin bilgisiydi.
Kavramsal çerçevenin sonunda, bilginin ister bilimsel bilgi
isterse teknik bilgi olsun iktidarın dışında kalmadığını vurgulamak gerekir.
Bilimsel bilginin veya hakikatin peşine düşen filozofun kaygısı, kendine bir
çıkar sağlamak değildir. Ama hakikatin üretimi belirli bir alanda gerçekleşmeye
başladığında doğrudan değil ama dolaylı olarak hem de çok etkili biçimde
iktidarın içindedir. Onu sorgulayarak ya da üreterek. Teknik bilgiye gelince,
teknolojik gelişmelerin sanayileşme devrimiyle birlikte bilimle at başı gitmesi
sonucunda verili iktidar yapılanmalarını doğrudan üreten bir fonksiyona
bürünmüştür. Zamanla teknoloji üretim tarzlarını belirleyecek, dönüştürecek bir
duruma gelmiştir. Günümüzde aslında teknoloji bilimden yine ayrışmaktadır. Ama
bu defa bilimin yerine oturmakla bunu yapmaktadır. Bugün bilim dendiğinde
ardından teknoloji kelimesi eklenmektedir. Oysa, techne bilimden koptuğu için
böylesine başı boş ve çılgınca, dünyayı yok etme pahasına, sahiplerinin
güdülerinin hizmetinde bir köledir.
Görüldüğü gibi, bilginin oluşumu iktidar, seçkinler ve halk
arasındaki ilişkilerden bağımsız değildir. Modern bilimin temsilcilerinden
Bacon da ‘bilgi güçtür’ demektedir ve bu ilişkiyi anlamış gözükür ama modern
bilim anlayışında gücün-iktidarın oluşumunda ya da inşasında hiçbir rolü
yoktur. Bilgi sonuçları ve etkileriyle güçtür, iktidardır. Modern bilimsel
anlayışa göre, iktidar veya gücün görünümleri, ya bilginin edinilmesinin
engellenmesi-çarpıtılması ya da bilginin özgürleştirici eğilimlerinin ortaya
çıkması durumunda seferber olmaktadır. Diğer bir deyişle, bilgi ile iktidar,
birbirlerini dışarıda bırakan şeylerdir. Eğer bilginin iktidarla bir ilişkisi
varsa, ya bu bilgi bilimsel değil ya da yanlış veya tahrif edilmiş (yani
dinler, mitler, metaforlar veya ideolojiler) demektir. (Arslan,1999)
Modern bilimde, bilimsel bilginin yeni sıfır noktalardan
çıktığı öne sürülmekte bilimin saf, objektif bir noktadan hareket ettiği
düşünülmektedir. Oysa sıfır noktasının tespit edilebilmesi için , bilim
insanının da kendinin de içinde yer aldığı tarihsel sürecin dışına çıkması gerekir. Bu bağlamda bilginin özne-nesne
arası ilişkilerden doğduğunu söylemek zordur. Bilgi daha çok özneler arası
ilişkilerden doğmaktadır. Bilginin öznesi olan insan tarihseldir, diğer bir
deyişle sosyal bir varlıktır. Bu nedenle sosyal varlık olan insanın içinde var
olduğu alan, başka bir deyişle sosyal hayat bir iktidar çatışması arenasıdır.
Kuşkusuz bu durumu en iyi Nietzsche tespit etmiştir. Nietzsche’ye göre, insan
doğası yani ‘homo natura’ güç ve iktidar tutkusu tarafından belirlenmektedir.
Toplum bir hiyerarşiler evreni olarak, şu ya da bu şekilde bir güç ilişkileri
şebekesi, dolayısıyla bir çatışma arenasıdır.
Yeni sıfır noktaları arayışı içinde olan modern bilimi
farkında olmadan bu savı doğrulamaktadır. Yeni sıfır noktaları arayışı yeni mutlak hakikatler arayışı, yeni mutlak
hakikatler arayışı da yeni bir cemaat arayışıdır. Eşitsizliğe dayalı toplumsal
bir yapı da oluşmuş ‘epistemik cemaat’ yalnızca var olan hiyerarşilerin bir
parçası olmakla kalmayacak, kaçınılmaz bir biçimde kendi iç hiyerarşilerini ve
iktidar merkezlerini de üretecektir. Zaten modern anlayışına göre bilim, özgürlük ve eşitlik
gibi demokratik değerlere dayanmamaktadır. Çünkü eşitlik ve özgürlük olanı
değil, olması gerekeni göstermektedir ve bu özellikleriyle onlar ‘olgu’ değil ‘değer’dirler.
Bilim ise ‘değerlere’ değil, olgulara dayanmaktadır.
Bu bağlamda, iktidar ve bilgi ilişkisinde bilgi, yalnız
kullanım imkanları ile değil, bizzat güç ilişkilerini içinde barındırdığı, gücü
içkinleştirdiği için de iktidar ile birbirinden ayrılmaz bir bütündür. Olgulara
dayalı bilim, gözlem ve deneyi ön plana çıkarırken ‘laboratuvarı’ iktidarın
yeni merkezi haline getirmekte, görmeye dayalı entelektüel tutumlar iktidar
ilişkileri içinde sonuçlanmaktadır.
Okülersentrik (gözmerkezli) bilimsel gelenek hegemonyayı da
meşrulaştırmıştır. Görmenin hegemonyası iktidarın hegemonyası olmuş,
Foucault’un deyişiyle, gören bakış egemen olan bakış haline gelmiştir.
Foucault’a göre, bir tarafta bilgi diğer tarafta toplum, bir tarafta bilim
diğer tarafta devlet yoktur, yalnızca iç içe geçmiş bilgi-güç ve iktidar
formları vardır. Bu yüzden bilgi ya da hakikat, iktidar dışında ya da iktidara
kapalı bir şey değildir. Foucault’a göre bilgi ya da hakikat, ne özgür
ruhların ödülü, ne programlanmış bir yalnızlığın çocuğu, ne kemale erme yolunda
bir inzivanın sonucu ve ne de kendilerini özgürleştirmeyi başarabilmiş
olanların imtiyazıdır. Bilgi ya da hakikat bu dünyada aranması gereken, bu
dünyadaki bir şeydir. Bu nedenle, her toplumun, her dönemin, her rejimin her cemaatin
bir hakikat rejimi, hakikatle ilgili bir ‘genel siyaseti’ ve kuşkusuz bu
siyaseti temsil eden, hakikat sayılan şeyi (yani mutlak, doğru bilgiyi) dile
getirmekle yükümlü olanların statüleri vardır.
Dolayısıyla bilgi-iktidar ilişkisi ve bu ilişki sürecinde
belirlenen hiyerarşiler, bilgiyi (hakikati) yönlendirmektedir. Ayrıca,
bilgi-iktidar ilişkisinin politik ontolojisi yalnızca statüler üretmekle
yetinmemiştir. Etkileşim içinde olduğu sınıfsal yapılar bu ilişkiye özgü bir
‘politik ekonominin’ doğmasına yol açmıştır. Neo-klasik ekonomi anlayışı bu
durumun en açık göstergesidir.
Bu açıklamalar bağlamında, aşağıdaki önermelerde
bulunulabilinir
A- ‘Hakikat’-
Bilgi, bilimsel söylem ve onu üreten kurumlarda merkezileşmektedir.
B- Bilgi
sürekli bir ekonomik ve politik teşvike tabidir. (Bu durum ekonomik üretim için
olduğu kadar, politik güç için de bir iktidar talebi olduğunu gösterir.)
C- Yine
bilgi, eğitim ve enformasyon vasıtasıyla sınırsız bir yayılma ve tüketim
nesnesi olmuştur.
D- Bilgi,
birkaç ekonomik-politik aygıtın (ki bunların en önemlileri üniversitelerdir)
egemen kontrolü altında üretilerek, aktarılmaktadır.
E- Bilgi,
bütünüyle politik tartışmaların ve sosyal çarpışmaların konusudur. Çünkü bilim
yalnızca bilimi bilim yapan ‘rasyonel’ iç unsurlarla açıklanamaz. Bilim ve
bilimsel bilgi ancak içinde yer aldığı toplumsal bağlam içinde açıklanabilir.
Bu çerçevede bilginin ve özellikle modern bilimin tarihi,
aynı zamanda iktidar mücadelelerinin de tarihi olmakta, üniversiteler
iktidarlara lojistik destek sunan merkezler olarak hizmet vermektedirler.
Bilgi iktidarı, iktidar bilgiyi tayin eder
Bilgi ile iktidar ilişkisi, sürekli bir etkileşim halinde
olmuştur. Aslında, bilgi insanların sahip olduğu sınırlı enerji ve üretim kapasitesini
daha fazla arttırmakla bir anlamda güç ve iktidar birikiminde etkili rol
oynamaktadır. Öte yandan, mevcut iktidar ve gücün bir kısmı da daha fazla
enerji ve üretim imkanı yaratacak bilgi üretiminde kullanılmaktadır. Ancak,
tarihsel süreç içerisinde, bilgi-iktidar ilişkileri karşılıklı etkileşim
içerisinde bulunmakla birlikte, çoğunlukla bilginin güç ve iktidar yaratmadaki
itici güç olma niteliği daha baskın olmuştur. Bu bağlamda, insanlık tarihinde,
hem tabiat üzerindeki etkilerin, hem de insan toplulukları üzerindeki etkilerin
sürdürülmesi ‘bilgi’ öğesinin kullanılmasıyla gerçekleşmiştir.
“Özne-nesne ayrımına temel rol atfeden tüm bilimsel yapılar
bağımsızlıklarına çok düşkündürler. Öyle ki, her tür toplumsal değer
yargılarının üstünde hareket ettiklerini iddia ederler. Bilim adına belki de
yapılan en büyük sapma bu iddialarda gizlidir. Belki de hiçbir çağda kapitalist
çağda olduğu kadar bilimin hakim sistemle bütünleşmesine tanık olunmamıştır.
Yönteminden içeriklere kadar bilim dünyası sistemin hem en büyük inşa gücü, hem
de meşruiyetini sağlayan ve koruyan güçtür. Kapitalist çağın bilim yöntemi ve
bu temelde oluşan bilimleri, gerek sistemin kârsal işleyişinin, gerekse bunun
yol açtığı ve toplumun tüm iç ve dış halkalarını kaplayan savaşlar, krizler,
acılar, açlık ve işsizlik, çevre yıkımı ve nüfus patlamalarının esas sağlayıcı,
yol açıcı gücüdür. ‘BİLİM GÜÇTÜR’
özdeyişi bu gerçeğin iftiharla dile getirilişidir. (Abdullah Öcalan Demokratik Uygarlık
Manifestosu)
Bu açıklamalar, bilginin iktidar ilişkilerinden tam
anlamıyla soyutlanamayacağını göstermektedir. İktidar ve bilgi arasındaki bu
döngüsel ilişki, modern bilim alanlarını da kapsamına almıştır. Foucaultçu
yaklaşıma göre dışlanma, hapis, gözetim, nesneleştirme pratikleri ve
teknolojileri yoluyla ortaya çıkmış olan arkeoloji, etnoloji, folklor,
antropoloji, psikiyatri ve sosyoloji gibi disiplinler, yeni iktidar
tekniklerinin gelişmesine ve çoğaltılmasına katkıda bulunmuşlardır. Hatta bu
disiplinler varlıklarını iktidarın bir uyruklaştırma aracı olmalarına
borçludur. Bu çerçevede bilimsel alanda karar vermek veya tanımlamada bulunmak
aynı zamanda politik çıkarların propagandasına ilişkin bir çabayı de
içermektedir.
Ancak bilgi ile iktidar arasındaki ilişkiyi sadece sözü
edilen şekliyle algılamak, durumun eksik anlaşılmasına yol açmaktadır. Çünkü
bilgi ile iktidar arasında üç tip ilişki ve etkileşim olduğu görülmektedir.
Birincisi iktidarı elde etmek için bilgiye müracaat etmektir. İkincisi
iktidarın, bilginin edinimini tahrip etmek ve engellemek için kullanmasıdır.
Üçüncü ilişki biçimi ise diğerlerinden farklı olarak bilginin bizi, iktidarın
baskıcı etkilerinden özgürleştirebilmesidir.
Modern bilimin en önemli özelliklerinden biri olan
evrensellik iddiası, iktidarın özellikle de siyasal iktidarla bilim arasındaki
ilişkiyi belirleyen unsurlardan biridir. Çünkü dünyada güçlü devletler ve
ideolojiler hep olmuştur ve bunlar, bölge veya dünya ölçeğinde bir hegemonya
kurmanın aracı olarak evrensel söylemi sık sık kullanmışlardır. Çünkü bu
söylemi tesis edecek en önemli aygıt bilgidir. Bu perspektifte günümüz bilim
anlayışı ile kapitalizm arasında karşılıklı ve belirleyici bir etkileşim
bulunduğu görülmektedir. Teknolojik yeniliklerin izlenmesi açısından modern
bilim kapitalizme muhtaç durumdadır. Kapitalizm ise dünyayı saran bir gerçeklik
olabilmesi için bilimin meşru açıklama ve genellemelerine ihtiyaç duymaktadır.
Tanımlanmış bir otoriteye sahih olan iktidarlar uygulama
alanı bulduğu evrende meşruiyet zemini oluşturmak durumundadır. Bu anlamda iktidarları
altındakileri, hükümlerine uymada geçerli nedenlerin olduğuna ikna etmeleri
gerekmektedir. Bu doğrultuda önemli bir meşrulaştırıcı olarak Modern bilim,
bütün disiplinlerdeki bilgi üreticilerine ‘ bilimsel yöntem’ adı altında tek
bir yöntem önerirken, aslında doğa bilimlerinden türetilen modelin bütün
disiplinlere evrenselleştirilmesini amaçlamaktadır. Bunun riski ve
zorlayıcılığı, bugün sosyal bilim alanlarında görülmektedir.
“Pozitivist bilim anlayışıyla, diğer bir deyişle
paradigmasıyla geliştirilmek istenen toplumsal bilimler tamamen çıkmaz içinde
kalmıştır. Aksi halde bu denli yükselen sömürü ve savaş olgusunu izah edemeyiz.
Bilim adamı topluma karşı bir din adamı veya ahlakiyatçıdan daha az sorumlu
olamaz. Madem bilim mitoloji, din ve felsefeye karşı daha yüksek bir anlam
gücüdür, o halde neden kendi devrimini yapıp (17. yüzyıl) zaferini sağladığı
halde, bu üstünlüğünü eşi görülmemiş savaş ve sömürü olgularına karşı
gösteremedi? Bilimin iktidarlaşması buna neden olarak gösterilebilir. İktidarlaşan
bilim özgürlüğünü kaybeder. Bilimi en gelişkin anlam yorumu olarak tanımlarsak,
bu kadar hızla iktidarla bütünleşmesi ya bilim adına bir yenilgidir, ya da
bilim diye tanımlananın ciddi bir anlam sorunu vardır. (Abdullah Öcalan
Demokratik Uygarlık Manifestosu)
Ali Rızgar
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.lekolin.org – www.lekolin.net – www.lekolin.info