Son dönemde Kürdistan ve bölgede birçok açıdan çok önemli gelişmeler yaşanıyor. 25. yılında komplo, Önder APO üzerinde ağır bir tecritle devam etti ve bir işkence yöntemine dönüştü. Kuşkusuz bu, Kuzey, Güney, Rojava ve Rojhilat Kürdistan’a yönelik soykırım düzeyindeki saldırılara yol açan ve bölgede bir işgal politikası olarak karşımıza çıkmaktadır. Kapitalist iktidar sistemi içine girdiğimiz 2023 yılında kendi sisteminde yeni bir dönemin hazırlıklarını yapmak istemiş ve bu hazırlıklar doğrultusunda plan ve projeleriyle yeni bir yüzyıla girmeye çalışmıştır. Çünkü bu yıl aynı zamanda Lozan’ın 100. yılı. Son dönemde Kürdistan’ın dörde bölünmesi Kürt sorununu gündeme getirmiş ve Kürt katliamlarının önünü açmıştır. Yüzyıl sonra yine aynı durum yaşanıyor. Ama Kürtler eski Kürtler değil. Çünkü Önder Apo gibi bir liderleri var ve PKK gibi bir hareketleri var. Tarihte hiçbir Kürt lider ve hareketi 50 yıl gibi bir süre aralıksız savaşamadı, başarıya ve özgürlüğe bu kadar yakın olamadılar. Bu nedenle bu plan ve projelerle sonuç alınması mümkün değildir.
BAŞARILI OLAMAYACAKLAR ÇÜNKÜ BENZERİ AZ RASTLANIR BİR MÜCADELE AZMİ VAR
Türk devleti Ortadoğu’da Doğu devletlerinin casusu olarak kuruldu. Kürtlere ve Kürt Özgürlük Mücadelesine kışkırtılmış, çürümekte olan bu devlet üzerinden geniş bir soykırım başlatmıştır. Önder Apo şahsında kurulan komplo Kürt halkının Özgürlük Mücadelesi bastırılmış, hatta Kürdistan genelinde Kürt halkı fiziki soykırıma tabi tutulmuştur. Bu Önderlik ve Hareket tasfiye edilirse emperyalist devletlerin planlarının önünde hiçbir engel kalmayacaktır. Elbette bu plan ve proje uluslararası komplonun başında hedef olarak alındı. Ancak bu son dönemde planlarını tam anlamıyla pratikleştirmek için Kürtlerin mücadelesi ve Özgürlük savaşına karşı saldırılarını şiddetlendirdi. Üçüncü Dünya savaşı sürecinde Özgürlük Mücadelesi adına ne varsa tümünü yok etmeyi hedeflendi. Dolayısıyla Önder Apo üzerindeki tecridi ağırlaştırarak bu işe başlandı.
Dikkat edilirse Önder Apo hakkında disiplin kararı verilir verilmez yurtseverlere ve özgürlük savaşçılarına yönelik de yeni bir saldırı planları da mutlaka devreye konulmak istenmektedir. Ayrıca Önderlik şahsında Medya Savunma Alanlarında gerilla güçlerini imha etmeye yönelik saldırılar başlatılmış ve bu saldırılarda özgürlük gerillaları tümden imha etmek istenmiştir. Ancak direniş ve modern gerilla taktikleriyle karşılaştıktan sonra çözümü kimyasal silahlarda buldular. Çünkü planlarında ‘ne olursa olsun özgürlük gerillalarının gücü yok edilmesi’ vardı. Bu nedenle hegemonik güçler faşist Türk devletinin sınırsız saldırılarına izin verdi. Gladyo ülkeleri bu sayede Türkiye’yi kontrolleri altına almak istediler.
CPT’NİN DURUŞU İMRALI İŞKENCE SİSTEMİNİN ULUSLARARASI BİR SİSTEM OLDUĞUNU GÖSTERİYOR
Üçüncü dünya savaşından ve özgürlük mücadelesinden, Önderliğin kadınların köleleştirilmesine, ekolojik yıkıma, savaşlara ve tüm sorunlara karşı yazdığı savunmalar ve çözümlemelerin tek çözüm kaynağı olduğu iyi anlaşılmıştır ve 21. yüzyıl devrimlerinin ideolojik kaynağı olmuştur. Elbette krizin ortasındaki kapitalist sistemin en büyük kaygısı bu. Her geçen gün artan saldırılar, tecrit ve vahşetin kaynağı buradan geliyor. Bu nedenle sistem ve bileşenleri ile ilgili tüm yapılar sessizdir.
Özellikle CPT’nin yaptığı son açıklama ve duruşuyla İmralı işkence sisteminin yerel değil uluslararası bir sistem olduğu bir kez daha göstermiş oldu. Kapitalist modernite sisteminin merkezi tarafından yönetilmektedir ve bu işkence sistemine karşı gösterilen direniş, Demokratik Modernite Önderliğinin direnişidir. Dolayısıyla kapitalist moderniteye karşı demokratik modernitenin direnişi, İmralı direnişinin öncülüğünde her yerde gelişiyor ve dünyada her geçen gün daha da yayılıyor.
Önderliğin “umut hakkından” yararlanmasını engellemek için son yıllarda birbiri üzerine disiplin cezaları verildi, avukat ve aile ile görüşme yasakları getirildi. İmralı’daki işkence sisteminin bel kemiği haline gelen CPT, işkence ve kötü muameleyi önlemek yerine işkenceyi meşrulaştırma aracı haline geldi. Kürdistan’da ve dünyanın birçok yerinde insanlar, aydınlar, sanatçılar, sendikalar eylemler düzenliyor ama işkence devam ediyor.
Önderliğin özgürlüğü ile Kürdistan halkının, sınıfların, ulusların, kültürlerin, boyun eğdirilmiş inançların ve kadın özgürlüğü arasındaki ilişki daha iyi görülmektedir. Bu nedenle tecrit politikası topluma da uygulanmak isteniyor. Dolayısıyla düşman İmralı üzerindeki işkenceyi Özgürlük Hareketi’nin bulunduğu alanlarda ve bütün özgürlük istemi olan halklara ajanlık, ahlaksızlık, teknoloji vb. yollarla devam ettirmeye çalışmaktadır. Elbistan ve Pazarcik’taki depremde engelleme, yasaklama, müsadere, göç, devam eden saldırılar ve kuşatmalarla bu uygulama daha iyi görüldü. Öte yandan özgürlük duygusunu Önderlik felsefesiyle tanıyan insanlar engel tanımaz, mücadelenin rengini daha iyi gösterdiler.
HALKLARIN KADERİNİ ÖNDERLİK VE ÖZGÜRLÜK SAVAŞÇILARI BELİRLİYOR
Dört parça Kürdistan’ın ve bölge halkının kaderini bir kez daha Önderlik ve Özgürlük Savaşçılarının belirlediği kesindir. Önderlik, İmralı cezaevinde 24 yıldır mücadele ediyor. Özellikle son yıllarda eline geçen her küçük fırsatta direnilmesi gerektiğini söyledi. AKP-MHP faşizmine karşı taviz verilmemeli. Bu yüzden tecrit bu kadar derinleştirildi. Önder Apo’nun duruşu herkese bir direniş mesajı oldu. Bunun yanı sıra Medya Savunma Alanlarında, tasfiye saldırılarına, tüm NATO tekniklerine ve kimyasal silahlara karşı her bir gerilla, her tepe ve vadide özverili bir direniş geliştirdi. Bu ruh ve duruş sayesinde işgalciler hedeflerine ulaşamadı ve bu başarısızlık faşist şef Erdoğan sistemini dağıtma aşamasına getirdi.
Ama doğru bir politika uygulanmaz, daha iyi bir mücadele geliştirilmez ve zafer sarhoşluğu yaşanırsa sonuç yine aynı olacaktır. Bu yüzden hala halkımızın varlığı üzerinden hesap yapan hainler, işgalciler, komplocular ve uluslararası güçler var ve güçleri de az değil. Kürdistan’ın Üçüncü Dünya Savaşı’nın sahası haline geldiğini ve bu savaşta herkesin kazanmak istediğini unutmamalıyız. Doğru bir mücadele ve politika geliştirilirse bu mevcut fırsat zaferi kesinleştirecektir. Aksi taktirde değil yüz yıl, bin yıl daha katliam ve işgal devam eder. Bu yüzden bu süreç varlık ve yokluk sürecidir.
KAZANAN KİM OLURSA OLSUN HALKLAR İÇİN KAYBEDİŞTİR
Rusya-Ukrayna savaşı, Batı ile Çin-Rusya-İran arasındaki çatışmayı daha da ortaya çıkardı. Her iki taraf da diplomasilerine diğer güçleri dahil etmek istedi. Taraflar arasındaki savaş uzun süre devam edecek gibi görünüyor. Nasıl Ortadoğu’da çetelere karşı vekalet savaşı veriliyorsa, Rusya ile Batılı güçlerin savaşı da Ukrayna vekaletine karşı yürütülüyor. ABD yönetimindeki Batılı güçler, Ukrayna’nın da yardımıyla kendilerine karşı savaşı olan hakimiyeti zamanla zayıflatmak istiyor. Ancak Rusya ve Çin, dünya hakimiyetini elde etmek için hem Asya’da hem de Orta Doğu’da ittifaklarını güçlendirmeye çalışıyor. Yine Türk devleti bu kuşakların çatışmalarından faydalanarak Kürtlere saldırmak ve bu yolla Ortadoğu’da hegemonya kurmak istiyor.
Özellikle son yıllarda yaşanan gelişmeler dikkate alındığında ideoloji savaşların fiilen zirveye ulaştığını görmek daha doğru olacaktır. Kaos ve kriz gittikçe derinleşiyor; Kapitalist sistem güçleri bir yandan krizi derinleştirerek ömrünü uzatırken, diğer yandan çıkarları doğrultusunda savaşı yaygınlaştırıyor. Ukrayna’daki savaş, İran, Irak, Suriye hesapları, Doğu Asya’daki çabalar vb. bu gerçeği ortaya koydu. NATO-Rusya-Çin arasındaki çıkar savaşında Türkiye, İran, Arap ülkeleri ve diğer bölge halkları gibi bölgesel güçler de kullanılmaktadır. Rusya-Türkiye, Rusya-Afrika ülkeleri ilişkileri, Amerika’nın Irak, Türkiye, Mısır ve diğer bazı Arap ülkeleri ile ilişkileri, yine Çin’in Arap ülkeleriyle ilişkilere yönelik çabaları bu bağlamda değerlendirilmelidir. Belki kapitalist sistem derin bir kriz yaşıyor ve çözüm bulamıyor ama bu onun çöktüğü anlamına gelmiyor. Çözümü yok, kaostan yararlanıyor, belki kendini yenileyebilir, kendi vizyonuna göre sistemi değiştirebilir. Son gelişmeler de bu seçeneği gösteriyor.
Suriye’nin yanı sıra Türkiye ve İran gibi statükocu devletler, rejimlerini sürdürmek için çatışmalardan, boşluklardan ve çatışmalardan yararlanmaya çalışıyorlar. AKP/MHP faşist rejiminin iktidarını sürdürmek için vereceği hiçbir taviz yok. Bir yanda Amerika, bir yanda Rusya ile ilişki kurarken, şimdi de düşman olarak gördüğü Suriye rejimiyle tavizler veriyor.
ASIL SAVAŞ DEMOKRATİK MODERNİTE İLE KAPİTALİST SİSTEM ARASINDAKİ SAVAŞTIR
Bir yandan durum bu ama asıl durulması gereken nokta demokratik modernite güçleri ile kapitalist sistem arasındaki savaştır. Kapitalist güçler ve müttefikleri arasında çekişmeler olsa da gerçekte özgürlük çizgisine karşı hepsi birleşmiştir. Bu bağlamda özellikle son yıllarda saldırılar ve direnişler zirveye ulaştı. İşgalci Türk devleti, Kürdistan’ın her tarafında ve Avrupa’da soykırım saldırılarını aralıksız sürdürdü. Elbette yalnız değildi; Tüm NATO güçleri destekledi. Rusya da aynı şekilde katıldı. Bu nedenle, uluslararası anlaşmalara rağmen Medya Savunma Alanlarında kimyasal silah kullanımına karşı bir ses çıkmıyor. Kuzey ve Doğu Suriye’de işgalci devletin uçakları 100 kilometre içeriyi bombalıyor ama hava sahasını kontrol eden uluslararası koalisyon ses çıkarmıyor. Rusya, Şehba ve Halep’te ses çıkarmıyor. Aksine bu saldırılarla Özerk Yönetim üzerindeki baskılarını artırıyorlar. İkinci katliam Paris’te yaşandı ama sözde kendisini demokrasinin merkezi olarak gören AB ses çıkarmıyor; bir yandan Yezidi katliamını “Soykırım” olarak kabul ediyor ama Şengal’e yönelik saldırılara karşı hiçbir şey yapmıyor. Irak, işgal ve katliamlar karşısında çaresiz ve sessizdir.
AKP-MHP FAŞİZMİ GERİLLA DİRENİŞİYLE ÇÖKTÜ
Bu gelişmelerle birlikte AKP-MHP faşizminin içinde bulunduğu kötü durum gerilla mücadelesiyle birlikte çökecektir. Zap ve Avaşin’de bir yıldan fazladır başlatılan saldırılar, bekledikleri sonuçları vermedi. Dolayısıyla 50 yıllık PKK ve gerilla mücadelesinde diğer otoritelerin başına gelen bu iktidarın da başına gelecektir. Türkiye ekonomisi özellikle son 7 yılda savaşa yaptığı yatırımlarla tamamen yerle bir oldu. Toplumsallaşma değerini ve İslamiyet’i yerle bir ettiler. Toplum bu iktidarın yalanlarına ve hırsızlığına bir ölçüde göz yumdu ama gerillaların Zap ve Avaşin’deki başarısı bütün bunları bozdu. Kuşkusuz depremin etkisi faşist iktidarın gerçekliğini daha çok ortaya çıkardı. 1999 yılında meydana gelen depremden sonra halkın üzerinden milyarlarca dolar alındı ama hiçbir şey yapılmamıştı. Bu da toplumda huzursuzluk yarattı. Şimdi Türkiye seçime gidiyor. Pek çok kişinin aynı fikirde olduğu şey, AKP-MHP faşizminin ömrünü doldurmuş olmasıdır. Yani o iktidar Önder Apo’nun fikir ve mücadelesinin gücüne yenilecektir. Kuşkusuz birçok bedel ödendi ve ödenecek ama artık AKP-MHP devlette çok önemli bir yer edindi ve başarısız olduklarında devrim için yeni fırsatlar yaratılacak. Türkiye’de büyük değişiklikler olursa, bu tüm Ortadoğu’yu etkileyecektir. Çünkü Ortadoğu’daki statüko gücünü Türkiye’den ve zihniyetinden alıyor.
‘JIN JIYAN AZADÎ’ SLOGANI HER YERDE
İran ve Doğu Kürdistan’ında da en önemli olay kadınların başını çektiği serhildanlardır. İran ambargo ve yıkımdan kurtulma mücadelesi veriyor. Ama aynı zamanda Irak, Lübnan, Afganistan, Pakistan ve Suriye’deki güçleriyle Orta Doğu’daki etkisini kaybetmeme mücadelesi veriyor. Suriye-Türkiye ilişkilerine, Rusya-Suriye-Türkiye-İran ilişkilerine yönelik çabalar, bu güçlerin çabalarının bir parçası olarak yorumlanabilir. Kadınların başını çektiği serhildanlar, şüphesiz İran’a ve dünyaya damgasını vurdu. İran rejimi bu durumdan çok korktu ve çok şiddetli saldırılar başlattı. Ancak Kürdistan Kadın Özgürlük Hareketi’nin her geçen yıl yücelttiği “Jin Jiyan Azadi” sloganı tüm dünya dillerinde yayılıyor. İran rejimi bile buna engel olamıyor. Bu, Kürdistan kadınlarının ideolojik mücadelesinin gücünün bir göstergesidir. Bu güç, İran’ın demokratikleşmesinde önemli bir rol oynayacaktır.
Özel savaş planları iyi görülmelidir. Önder Apo, “Bir toplumu zulme açabilmek için önce o toplumu ahlaktan, siyasetten mahrum etmek gerekir” diyor. Son yıllarda düşman da bu savaş yöntemine önem verdi. Ajanlık-ajanlaştırma ağını genişleterek toplumu kontrol etmeye ve bölmeye çalışmaktadır. Partileri ve işçi gruplarını en üst düzeyde kullanıyor. Artık bu savaşa açıkça katılan KDP bunun en belirgin örneği ve artık yüzlerini gizleyemiyorlar. Yıl boyunca KDP ihaneti tüm topluma gerçek yüzünü gösterdi. Gerek Özgürlük Hareketi’ne, gerilla direnişine gerekse Kürdistan’ın dört parçasındaki siyasi gelişmelere karşı duruşuyla KDP’nin Kürdistan’daki özgürlükçü ve demokratik gelişmelerin önünde bir engel olduğu çok net bir şekilde ortaya konmuştur. Sadece PKK’ye değil, Rojhilat ve Başur Kürdistan’ın özgürlük mücadelesine de karşıdır. KDP son bir yılda Irak, Türkiye ve İran gibi işgalcilerle kurduğu ilişkiler üzerinden Kürdistan’ın üç parçasındaki özgürlük mücadelesini Barzani ailesinin ve Partinin çıkarlarına feda etmek istiyor. Ve işgali meşrulaştırarak aynı ihanet çizgisini ENKS eliyle Rojava’da yönetmek istiyor. Bunun yanı sıra düşman Başur, Şengal ve Rojava’da ajanlaştırmayı artırarak örgütlü sistemi yok etmek istiyor. Başûr, Şengal ve Rojava’da birçok katliam ajanlar yoluyla gerçekleşti. Fuhuş ve uyuşturucu da kullanılan diğer yöntemlerdir. Bakur’da, Rojava’da, Başur’de sözde yardım kuruluşları, tüccarlar, bazı iletişim ajansları aracılığıyla bu ağ yayılıyor ve toplumun ahlakı yok ediliyor. Öte yandan, Kürdistan’ın doğası talan edilmekte, abluka ve su kesintisi yoluyla açlık dayatılmakta, göçe zorlanmakta, demografi değiştirilmektedir. Faşist rejimler depremden sonra ölümden çıkar sağlamak ve soykırım politikalarını sürdürmek istediler. Depremin olduğu şehirleri boşaltmak, faşistleri yerleştirmek, Kürt çocuklarını kaçırıp kullanmak üzere cemaatlere teslim etmek istediler. İşçiler ve emekçilerden, partilerden ve sosyal kuruluşlardan gelen bağışlar engellendi ve el konuldu. Suriye rejimi, aşiretleri Özerk Yönetim aleyhine çevirmenin yanı sıra ajanlaştırmayı ve ahlaksızlığı teşvik etmeye çalışıyor.
NEWROZ KUTLAMALARINDAKİ GÖRÜNTÜLER TABLOYU ORTAYA KOYUYOR
Saldırlar dört bir yandan devam ediyor ama bölge tarihinde görülmemiş bir şekilde eşsiz bir direniş gösterildi, planlar bozuldu, işgalciler hedeflerine ulaşamadı. Tarihi zaferler elde edildi, halkın Önder Apo’nun felsefesine umudu ve güveni her zamankinden daha fazla gelişti. Bu Mart ayındaki özellikle Newroz bayramı, Kürdistan’ın her parçasında ve yurt dışında gerçekleştirilen eylem ve gösteriler bunu göstermiştir. Bugün Bakur ve Türkiye’deki seçim sürecinde Özgürlük Hareketi bir kez daha gündeme gelmişse, bu direnişin sonucudur. Uluslararası güçlerin artık siyasal İslam ve onun temsilcisi AKP planından vazgeçtiği söyleniyor ama gerçekte ise Özgürlük Hareketi’nin varlığı bu durumu ortaya çıkarmıştır; Başur’da bazı Kürt partileri milli değerlerden bahsediyorsa bu mücadelenin sonucudur. Kadın özgürlüğü talebi tüm dünyaya yayıldı. “Jin Jiyan Azadi” Serhildanları, 1979’dan sonra Rojhilat’da ve İran’da en uzun süredir devam eden ayaklanmadır.
Önderliğimizin ve Özgürlük hareketimizin işaret ettiği gibi, devrimimiz fikri devrime dayanmaktadır. Zihniyet üzerinden düşmanın çok yönlü saldırıları gerçekleştirilirken; düşman, zihinsel soykırım yoluyla toplumsal soykırım yapmak istiyor. Dolayısıyla en büyük mücadelenin zihniyet konusunda verilmesi şarttır. Devrimin kurum ve kuruluşları çok yönlü mücadele veriyor, farkındalık yaratmaya çalışılıyor. Bu konuda çok çalışma var. Ama bir de gerçek var; acil şartlarda ve ağır bir kuşatma altında olduğumuzu görmek gerekiyor; Kapitalist sistem bir yandan askeri saldırılarını sürdürürken diğer yandan yardım kuruluşlarını, uyuşturucuyu, üretimden ve komünal hayattan uzaklaştıran ücret anlayışını, casusluğu ve ticareti toplumumuzda yaygınlaştırıyor. Bu sayede kurumlarımıza dahi gelmek, hayatına ve anlayışına hakim olmak istiyor.
EDİTÖRDEN