Kuzey Kürdistan ve Türkiye bir seçim sürecine girmiş bulunuyor. Bu süreç bir hayli ilerlemiş. Şunun şurasında 14 Mayıs’a üç hafta üç gün kalmış. Sömürgeci soykırımcı faşist AKP-MHP’ye muhalif olan herkes seçimin anlam-önemine ilişkin çok ciddi, çarpıcı tespitlerde bulunmaktadır. Bunu sokakta kendisine mikrofon uzatılan her muhalif insan, dijital medyada kendi adresinden yazıp-çizen herkes ve siyasi partilerin liderleri hemen hemen aynı şeyleri dile getiriyorlar.
“Seçim tarihidir, kader seçimi, faşizm ve demokrasi oylanacaktır, hırsızlık, yolsuzluk, talan ve emek oylanacaktır, kadın köleliği ve özgürlüğü, savaş ve barış, geleceğimiz oylanacaktır,” Daha da çoğaltılabilir. Ancak bu kadarı yeterlidir.
Seçimde hedeflenen ise, AKP-MHP faşizmini şahsında somutlaştıran Tayyip Erdoğan’dır. Onun rejiminden kurtulmak hedeflenmektedir.
Seçimin anlam-önemi konusunda hemen hemen herkes aynı düşünmektedir. Faşist sömürgeciliğin yıkılması.
İyi de bu nasıl olacaktır?
Hedef belli, ama hedefe nasıl ulaşılacaktır?
“İttifaklar kuralım, birlik olalım. Seferber olalım. Tüm gücümüzü ortaya koyalım.” Sözleri muhalefet cephesinde havalarda uçuşmaktadır.
Tayyip Erdoğan diktatörünü demokratik seçim yöntemiyle saraydan düşürmek konusunda da bir ifade ortaklığı vardır.
Bu seçim elbette sadece Tayyip Erdoğan-Devlet Bahçeli faşistlerinden kurtulmakla sınırlı değildir. Sonrası da var. Her seçmen iki oy kullanacaktır. Birisini faşist diktatörleri, Kürt, emekçi ve kadın düşmanlarını alaşağı etmek için, diğeri de, mecliste belirleyici bir çoğunluk oluşturarak, Kürdistanın özgürlüğü, Türkiye’nin demokratikleşmesi için bir burjuva meclisinde yapılabilecek olanın azamisini yapmaktır. Meclis çoğunluğu sağlanmadıktan sonra, 20 yıldan bu yana kendini tam bir faşist militarizm temelinde örgütlemiş devlet aygıtıyla muhaliflerin yapacağı fazla bir şey olmayacaktır.
En önemlisi de, üçüncü yol, emek-özgürlük ittifakının mecliste nitelikli, ciddi bir sayısal ağırlık oluşturup-oluşturamayacağı sorunudur. Demokratikleşme nasıl sağlanacak ve özgürlükler nasıl getirilecektir? Önder APO üzerinde tecridin kaldırılması ve özgürlüğü, yine diğer özgürlük tutsaklarının özgürlüğü nasıl sağlanacaktır? Bunlar tabi ki temel sorunlardır ve cevabı beklenmektedir.
Emek-Özgürlük cephesi bu anlamda ciddi bir sınavla karşı karşıyadır. Emek-özgürlük bileşenleri program-strateji konularını gayet iyi bilirler. Faşizmi yıkmaya hizmet etmeyen, zarar veren, meclis için emek-özgürlük bloğunun milletvekili sayısını büyütmeyen, azaltan, her oy kullanımının faşist cepheye hizmet edeceği gün gibi açıktır. Oysa madem hedef bu diktatörlerden kurtulmak istiyorsak, o zaman her söz ve davranışımız onunla uyumlu olmak durumundadır. Eğer strateji ve taktik açıdan yaklaşırsak, strateji faşizmi yıkmak, taktik bu koşullarda seçime birlik halinde gitmektir. Çünkü birlik olmazsa, istenen hedefe ulaşılamayacaktır. O halde nerde kaldı hedefe kilitlenmek?
Siyasal program açısından da meseleye bakalım.
İttifakın seçim beyannamesinde neler vaat edilmedi ki… Peki bu vaatleri mecliste çoğunluk oluşturulmadan, nasıl yerine getirilecektir? Eğer milletvekili kazanılacak yerde kaybedilse, siyasal program ve hedeflerle çelişilmiş olunmuyor mu? İttifak kazanmayacak, ancak karşıtlar kazanacak, bu nasıl ittifaktır?
Her konuda simülasyonlar yapılıyor da, bir de bu konuda yapılsaydı iyi olurdu.
Türkiye’de genel seçimlerde kullanılan oy sayma sistemi d’hondt, sistemidir. Bu sistemin partiler arasında oyların nasıl bölüştürüldüğü ortadadır. Farklı listeyle seçime girmek, ister istemez bir parçalanmayı beraberinde getirecektir. Kimseye zararımız yok, birbirimize zarar vermeyiz, biz yoldaşız, vb. söylemlerin bir noktadan sonra fazla anlamı kalıyor mu? Oy bir kez kullanılır ve sayılır, ayrı aday, liste ve partiye kullanırsan, aynıya değil, ayrıya gider. Artık o noktadan sonra “herkes yolunadır”. Orhan Gencebay’ın “bir araya gelemeyiz” şarkısı söyleniyor, demektir.
Var olan ittifak güçleri, aynı hedef için değil, o anda artık farklı hedefler için oy kullanılacak ve o oylar da eğer AKP-MHP faşistleri tarafından adil sayılsa bile yine de farklı hanelere yazılmak üzere sayılmış olacaktır. Belki birlikte kazanılacak bir-iki milletvekili o bölgede kaybedilecektir. Bundan sonra ”Belki”yi kaldıralım, kesinlikle kaybedilecektir.
Değil grup kurmak, belki bir-iki yerde, ittifak içinde yer almanın imkanından yararlanarak, milletvekili çıkarılabilir. Daha ötesi değildir. Haydi, Hatay, Muğla ve Antalya ve İstanbul’da kazanıldı, peki bununla grup olabilir mi? Eğer % 3 oy alınırsa da, hazine yardımı garantilenmiş olacaktır. Peki değer mi? Bir sosyalist partinin hedefleyeceği bu olabilir mi? Ama bu hedeflenirken, daha güçlü birlik sinerjisiyle daha fazla milletvekili kazanarak, anayasa da dahil, daha birçok şeyi köklü değiştirmenin imkanlarını yaratmak varken, kazan kazan yerine kaybet kaybede gözü kapalı yürümenin ne anlamı var?
Eğer iki parti veya liste olarak seçime girilecekse, elbette farklı çağrılar yapılacaktır. Aynı zeminden farklı listelere oy vermelerini istemek, ne kadar doğrudur? Peki bunlar, madem böyle ne sana ne de sana, diyerek birçok insan hiç sandık başına gitmeme tutumunu takınamaz mı?
Bir arkadaşım anlatmıştı: ailemizde iki kardeştik farklı partilere oy veriyorduk. Her ikimiz de, annemizden istediğimiz partiye oy vermesini istedik, çok tartıştık. Annemiz seçim sandığında oyunu kullanıp, döndükten sonra hemen heyecanla yanına koştuk, hangi partiye oy verdin, diye sormaya başladık. Annem’de cevap olarak,” hiçbirinizi kırmadım, çocuklarımsınız, aranıza nasıl fark koyabilirim ki…” merakımız daha da arttı…Yine başladık, kime oy verdin? Annem cevap olarak,” hiç birinizin isteğini kırmadım. Mührü her ikinizin istediği partilerin altına vurdum” dedi….
Kıssadan hisse…
Böylesi tarihi bir süreçte ister misiniz, ittifakı sevenler, böyle oy kullansınlar? Ya da hiç kimseye…
Bir de bu tartışmaların seçmenlerde yarattığı kafa karışıklıklarını düşünelim,” ne yapıyoruz” diyelim.
Yasin NAVDAR