04 Ağustos 2011 Perşembe Saat 15:04
Dört yılda bir sandığa gidip oy vererek ya da mecliste parmak kaldırarak yürütülen demokrasi anlayışı 2. Dünya savaşından sonra her yerde son bulmuştur. Dört yılda bir oy vermek, otoriter rejimlerin iktidara gelmesini engelleyememiştir. Bu nedenle parlamento yanında toplumun demokratik mücadelesi ve müdahaleleri yeni ve radikal demokrasinin derinleşmiş demokrasi boyutudur. Bunu siz anlamayabilirsiniz, ama örgütlü Kürt toplumu bunu size de anlatacaktır. Zaten örgütlü toplumun olmadığı yerde gerçek demokrasiden de söz edilemez.
Demokratik Özerkliği beğenmeyebilirsiniz, ama Kürtlerin hakları yok, saçmalık diyerek Türk devletinin ve onun Kürtlerin varlığını tanımayan, Kürtler için meşruiyeti kalmamış hukuk sistemini ve onun siyasi sistemini Kürtlere kabul ettiremezsiniz. Bu devletin anayasası ve yasaları Kürtlerin kimliğini, özgürlüğünü, demokratik yaşamını kabul etmediği müddetçe Kürtlerin kendi sistemlerini ilan edip kurma hakları vardır. Bu meşru ve demokratiktir.
Demokratik Özerkliği otoriter ilan edenlere de birkaç sözümüz var. Demokratik Özerklik Kürtlerin, Kürdistan’ın ya da Karadeniz ve Ege’deki bir bölgenin Türkiye’nin merkezi yönetimiyle ilişkilerini demokratik temelde yeniden kurulmasını ifade eder. Demokratik Özerklik devletin, toplumun yapabileceği işleri topluma bırakması olarak ifade ediliyor. Zaten bu olmadığında demokratik anlamda hiçbir gelişmeden söz edilemez.
Kürtler demokratik özerklikle devletle ilişkilerini yeniden düzenlemek istiyor. Buna da statü diyorlar. Somut olarak da meclisler ve öz yönetimleriyle kendi bölgelerini, kendi dili ve kültürlerini de esas alarak kendilerini yönetmek istiyorlar. Eğitim dili Kürtçe olacak, çok dilli yaşam olacak. Bu Demokratik Ulus çözümünün siyasi boyutudur. Devletle ilişkilerin nasıl düzenleneceğini ifade eder. Siz baylar ve bayanlar, Kürtlerle devletin, bölgelerle devletin siyasi ilişkilerinin bu çerçevede yeniden düzenlenmesine var mısınız yok musunuz? Topu taca atıp başka tartışmaların içine girmeyin. Şimdi Kürtlerin siyasi çözüm için devletle ilişkilerinin düzenlenmesi konusunda ileri sürdükleri bunlardır.
Kürtler ya da herhangi bir bölgenin halkı kendi siyasi ve sosyal yaşamını nasıl düzenler onun özgür ve demokratik iradesine bağlıdır. Bu konuda Kürtler devletle bir sözleşme yapmak istemiyorlar. Sadece tam düşünce ve örgütlenme özgürlüğü istiyorlar. Devletten tam düşünce ve örgütlenme özgürlüğü istedikleri gibi, her özerk bölgede de tam düşünce ve örgütlenme özgürlüğü olacaktır. Demokratik Özerklik budur. Sizin buna bir itirazınız varsa ortaya koyun.
Türkiye’de her yerde Demokratik Özerklik uygulanır. Karadeniz’in bir bölgesinde kimse üzerinde dayatma ve baskı yapmadan toplumun bir kesimi İslam kurallarına göre bir ekonomik yaşam kurabilir. Faizi yasak gören, toplum dayanışmasına dayalı bir ekonomik ve sosyal düzen kurabilir. Kuşkusuz isteyen de bu bölgede kapitalist ekonomi ve sosyal yaşamını sürdürür.
Dersim’de Alevi Kürtler kendi yaşamlarını inançlarına ve geleneklerine bağlı olarak komünal demokratik ilkeler çerçevesinde örgütleyebilirler. Dersimliler hiç kimsenin üzerinde baskı yapmadan, zora dayanmadan yüz yıllar, hatta binlerce yıl yürüttükleri bu yaşamını bugün güncelleştirebilirler. Demokratik siyaset ilkeleri çerçevesinde düşünce ve örgütlenme özgürlüğü içinde bu yaşamlarını kurma haklarıdır. Hiç kimse “yok sen şöyle değil de böyle yaşayacaksın diyemez. Alevilerin toplumsal dayanışmasını ve komünal demokratik yaşamını sapkınlık olarak değerlendiremez.
Türkiye’nin bir yerinde sosyalist bir örgüt toplumun diğer kesimleri ve bireylerine bir dayatma yapmadan toplum örgütlemesine dayalı bir ekonomik ve sosyal yaşam kurabilir. Bunu hiçbir baskı yapmadan toplumu ikna etme ve örgütleme gücüne göre yapar. Bireysel işletmeler, özel mülkiyet ve kapitalist üretim içinde olanlar da yine kendi faaliyetlerini de yaşamlarını da sürdürebilir. Eğer düşünce ve örgütlenme özgürlüğü varsa toplumun bir kesiminin kendini sosyalist ekonomi ve toplumcu yaşam çerçevesinde örgütlemesi önünde engel konamaz. Siz neden böyle örgütleniyorsunuz ve yaşıyorsunuz denemez. Ya da siz ancak devlet yıkarsanız, yıkma gücünüz varsa bunları yapabilirsiniz denilemez.
Bir yerde insanlar baraj istemeyebilir. Dersim’de ya da Hasankeyf’te baraj yapmaya engel olabilirler. Halkın engel olma ve yaptırmama hakkı vardır. Bu hakkı üzerine, ben devletim, benim kararlarıma karşı çıkamazsınız diyerek şiddetle gidilemez. Bugün Karadeniz halkının baraj yaptırmaması da kendi ekonomik zihniyetinin ve ekolojik anlayışının gereğidir.
Hiç kimse kapitalist ekonomi ve onun sosyal yaşamını Allah’ın kanunları gibi gösteremez. Kapitalist sistem tarihin sonu değildir. Hatta insanlık için ne kadar gereksiz olduğu her geçen gün daha iyi anlaşılmaktadır.
Kürt Özgürlük Hareketi ve Kürt demokratik hareketi Demokratik Özerklik derken Türk devletiyle şöyle ekonomik sistem, şöyle sosyal sistem pazarlığı yapmıyor. Sadece tam düşünce ve örgütlenme özgürlüğünden söz ediyor.
Kürt Halk Önderi’nin diğer 7 boyut dediği konuysa demokratik toplumun Demokratik Özerkliğin içini demokratik kılma çabasıdır. Örgütlü topluma, demokratik topluma dayalı ekonomik ve sosyal yaşamın geliştirilmesini öngörmektedir. Bu zihniyet ve uygulamada hiç kimseye bir dayatma yoktur. Galip Ensarioğlu fabrikasını kurar, ticaretini yapabilir. Toplumun her kesimi ve her bireyi nasıl bir ekonomik ve sosyal yaşam arzuluyorsa öyle örgütlenir, öyle çalışır, öyle yaşar.
Kürt demokratik hareketinin 7 boyut dediği konu toplumun tercihine göre uygulayacağı ya da uygulamayacağı yaşam modelidir.
Hiç kimse tek doğru düşünce ve tek doğru yaşam şudur diyemez, dayatamaz. O zaman sosyalistler ve komünistlerin örgütlenme özgürlüğü olmayacak mı? O zaman bu partiler neden örgütlenmiyorlar.
Biz devlet yıkmayı ve devleti yıkma biçimindeki devrim teorilerini doğru ve anlamlı bulmuyoruz. Demokratik mücadele ve demokrasi içinde yaşamayı en doğru siyasi anlayış olarak kabul ediyoruz. Her ideoloji ve düşünce demokratik siyaset ilkeleri içerisinde kalmak üzere kendi düşündüğü siyasal ve sosyal yaşamı bugünden örgütleyip pratikleştirebilir. Artık geleceğe bırakan devrim hayalleri yerine bugünden toplumsal devrimi pratikleştirebilir. Devlet demokrasiye duyarlı olacaktır her türlü siyasi düşünce ve örgüt de çalışmalarını demokratik siyasi ilkeler çerçevesinde yapmayı esas alacaktır. Bu ilkeler çerçevesinde demokratik siyasi statüyü esas alıyoruz. Politikayı kutsallık çalışması olarak görüyoruz. Politika: özgürlük ve demokrasi demektir.
Eğer tek bir düşünce ve yaşam doğrusu yoksa böyle bir tanrı kelamından söz edilmiyorsa düşünce ve örgütlenme özgürlüğü arttırmada herkes kendi yaşamını istediği gibi örgütleyebilir. On değil, yüz parti de olabilir. Tek meşruiyetleri örgütlenme ve düşünce özgürlüğüne karşı olmamaları olacaktır. Demokratik siyaset ilkelerine uyma temelinde herkes ekonomik, sosyal ve kültürel yaşamını özgürce örgütler.
Kapitalizmi ve onun sosyal yaşamını, daha doğrusu toplumu dağıtan karakterini kutsayan, bunu tek doğru gibi yansıtanlar gerçek despotturlar.
Kürt Özgürlük Hareketi demokratik toplumu savunuyor, sivil toplumun örgütlü olmasını savunuyor. Bu örgütlenmelerin de, topluma dayalı siyasal ve sosyal yaşamın da merkeziyetçi olmayacak biçimde kurulmasını savunuyor. Toplum içindeki her türlü merkeziyetçi örgütlenmenin otoriter ve baskıcı olacağını söylüyor. Bu nedenle merkeziyetçiliğe de, Sovyetlerde uygulanan demokratik merkeziyetçiliğe de karşıdır.
Örgütlenmenin her alanında, her ilişkide demokratik konfederalizmi savunmaktadır. Demokratik konfederal ilişki ve örgütlenmenin esas alındığı yerde hiçbir biçimde ne baskı ne de otoriterlik gelişir. Demokratik konfederalizm içerik ve biçim olarak demokratikleşme demektir.
Demokratik Özerkliğe itiraz edenlerin bir kısmı da BDP’nin Kürtlerin çoğunluğunu temsil etmediğini iddia etmektedir. Bu iddia da doğru değildir, bir çarpıtmadır. Kürdistan’da Kürtlerin oyların çoğunluğunu (en az %60-70’ini) BDP almaktadır. Kendine Kürt diyen, Kürt kimliğini ve haklarını önemseyenlerin büyük çoğunluğunu BDP temsil etmektedir. Amed her zaman Kürtlerin siyasi iradesini yansıtmıştır. Tarih içinde de durum hep böyledir. Bu nedenle Kürtler Amed’e paytaxt demişlerdir.
Amed, Mardin, Şırnak, Hakkâri, Siirt, Batman, Van, Ağrı, Bitlis, Muş ve Iğdır’daki Kürtlerin toplamının %70 oyunu kesinlikle BDP almaktadır. Bu illerin toplamında %10-15 oranında diğer etnik topluluklar da vardır. Yetersiz politikalar nedeniyle BDP bunların oyunun çok azını almaktadır. Mevcut durumda bu illerde Kürtlerin en fazla %15’i BDP’ye oy vermemektedir. Geriye kalan %5’de her yerdeki devlet memuru oylarıdır.
Kürtlerin yoğun olduğu üç ilde BDP başarısızdır. Bunlar da Urfa, Adıyaman ve Bingöl’dür. Dersim’de ise farklı nedenlerden dolayı CHP oyların çoğunluğunu almıştır.
Bazı iller ise Kürt-Türk karışımıdır. Antep, Maraş, Malatya, Erzurum, Kars, Sivas gibi illerde durum böyledir. Bu şehirlerin bazılarında Türk nüfusu ağırlıktadır. Zaten bu şehirlerin coğrafyasının bir kısmı Kürdistan içindedir. Bu nedenle tüm bu illeri sayıp AKP Kürt oylarının yarısını alıyor demek tam bir saptırma ve aldatmadır.
Kuşkusuz Kürdistan’da farklı etnik topluluklar yaşamaktadır. Örneğin Urfa, Mardin, Siirt, Bitlis, Van gibi illerde farklı etnik topluluklar da vardır. Bunlar da Kürdistanlıdır. Bunların da kendilerini özgür ifade etme hakları vardır. Zaten Kürt hareketi onlara ulusal, kültürel ve siyasi olarak tam özgürlük tanıyacağını söylemektedir. Ancak nüfusun %80-90’ına tekabül eden Kürtlerin ne istediği önemlidir. BDP ve DTK bunların çoğunluğunu temsil etmektedir. BDP ve DTK bunları temsil etmiyor, bu nedenle Demokratik Özerkliğin meşruiyeti olmaz demek eski zihniyetin dışa vurumudur.
Bazı illerde BDP’nin az oy almasını ve Alevi Kürtlerin önemli bir bölümünün CHP’ye oy vermesini BDP bunların oyunu almıyor, bu nedenle temsil etmiyor demek, özrü kabahatinden büyük olmaktır. Türk devleti 90 yıldır Kürtleri asimile etmek ve kendini inkâr eden Kürt ortaya çıkarmak istemiştir. Bunun için devletin askeri, siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel bütün imkânları devreye sokulmuştur. Kuşkusuz devletin Kürtleri Türkleştirme projesi sonuçsuz kalmıştır, başarısız kalmıştır.
Ancak bu politikanın hiç sonuç almadığı söylenemez. İnkârcılık belirli düzeyde geliştirilmiştir. Türkiye ile sınır illerde bu daha fazla yaşanmıştır. Özellikle Alevi Kürtlerde bu inkârcılığın geliştirilmesi için özel çaba gösterilmiştir. Bazı yerlerde de halkın dini hassasiyetleri kullanılarak ümmet anlayışını kendi ulusal kimliğini reddetme biçiminde kullanmışlardır. Urfa, Bingöl ve Adıyaman’da bunun etkili olduğu görülmektedir. Bu, Türk devletinin Kürtleri kendi kimliğinden uzaklaştırmak için uyguladığı özel savaş politikası sonucudur. Şu anda devletin 90 yıllık politikasının bazı sonuçlarını, buralarda AKP oy alıyor diye ileri sürmek ve bunu da Demokratik Özerklik istemiyorlar ve ilan etmeye hakkınız yok demek, 90 yıldır Kürtlere uygulanan politikayı açıkça savunmaktır. Asimile etmişiz, inkârcılığı geliştirmişiz, Kürtlerin temel hakları konusunda hassasiyetleri yok, bu nedenle temsil edemezsiniz demek, 90 yıllık politikayı ve sonuçlarını meşru görmek anlamına gelir. Biraz vicdan sahibi ve demokrat olanların bunu söylemesi de kabul etmesi de mümkün değildir.
Hiç kimse Türk devletinin bir halkı fiziki ve kültürel soykırımlarla kendi kimliğinden uzaklaştırmasını siyasi bir projenin temeli yapamaz. Kürdistan’da sadece fiziki ve kültürel soykırım politikaları izlenmemiştir Kürtleri daha kolay eriteceği batıya sürme, yine dışarıdan bazı toplulukları da getirip Kürdistan’a yerleştirme yaşanmıştır. Bu konuda da Kürdistan’da tam bir özel savaş yürütülmüştür.
Şu anda Maraş, Malatya, Sivas gibi Kürt Alevi yerleşim yerlerinde yaşlılar dışında insan kalmamış gibidir. Ya Avrupa ya da metropollere göç ettirilmiştir. Bu, bilinçli bir özel savaş planlaması dâhilinde yapılmıştır. Siirt’te Araplar ve Mahelmiler, Bitlis’te Türkler çok az göç ederken, Kürtler göç ettirilmiştir. İstanbul’da en fazla Sivaslılar ve Karslıların bulunduğu söylenir. Bunların %80’i kesinlikle Kürtlerdir.
Bir halk ve ülkesi üzerinde böyle bir özel savaş yürütenler ve bu devletin zihniyetiyle yetişenler bunları bir ulusal kazanç gibi görüp “bakın Dersim’de, Adıyaman’da, Bingöl’de BDP az alıyor deyip bunun üzerinde fikir üretmek ve siyaset yapmak kabul edilir bir şey değildir. Bu yaklaşım olsa olsa inkârcı ve sömürgeci zihniyetin askeri, siyasi, ekonomik ve kültürel politikalarıyla insanları Kürtlükten uzaklaştırıp inkârcılığı geliştirmesi üzerinde düşünmek ve politika üretmektir. Nasıl ki bir savaşta topçular bir alanı yumuşatır, arkasından piyadeler girerse, Türkiyeli kimi yazarlar ve kendine aydın diyenler de Türk devletinin inkâr ve imha politikasının yarattığı sonuçlar üzerinden değerlendirmeler yaparak Türk devletinin Kürdistan’da yürüttüğü politikasını meşrulaştırmaya çalışıyorlar. Bunun bırakalım kabul görmesi, mücadele edilmesi gereken bir zihniyet olduğu açıktır.
Mustafa Karasu
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.navendalekolin.com – www.lekolin.org – www.lekolin.net – www.lekolin.info