Dinlerin ortaya çıkmaları ve yaşam üzerinde etkili olmaya başlamalarının, insanı ıslah etme ve doğru yola koyma yani insanı adam etme olduğunu belirtelim. Bu durumda, dinin kültürle ve yaşamla bağı çok büyüktür. Burada, esas alınması gerekenler, yaşam içerisinde ahlâk, edep ve davranışlardır. Bütün dinler, barışı, mutluluğu, eşitliği, özgürlüğü ve sevgiyi esas alır. Tabiki dinlerin, bu saydıklarımızı uygulamaya koymak için, iktidarı, egemenliği, toplumun tepesine çöreklenmiş devlet aygıtını yok etmesi gerekmektedir. Dikkat edilirse, bütün dinlerin çıkışları isyanlar şeklinde olup özgürlüğü ve sevgiyi müjdelediler, köleci devletlere savaş açtılar. Kendilerini Allah’ın gölgesi ve temsilcisi ya da kendilerini Allah’ın oğlu olarak gösteren Mısır Firavunları ve bütün köleci ve egemenlikli sistemlere karşı mücadele etmek ve bu zorba köleci devletleri yıkmak dinlerin en ana hedefi olmuştur. Çünkü kölelik bitmeden özgürlük ve sevgi olmaz. Sahip oldukları bilgiyi ve yeteneği, toplumları egemenlik altına almak için kullanan iktidarcı devletçi güçler, tarih boyunca, kendilerini her şeyin sahibi olarak görmüşlerdir. Bütün bunlar, tabi ki toplumların bilgisizliği ve yaşamı bilmeme üzerine kuruluydu. Bilgisizlik, eğitimsizlik, yaşamı bilmeme, toplumun egemen güçlere biat ve kulluk etmesine yol açıyordu. Sonuçta, kul olan köle oluyor ve insan olarak bile görülmüyordu. Egemen kesimler, seçkin aile/sınıf, kendilerini soylu olarak görüyorlardı yani saraylı olanlar, güçlü olanlar, Allah’ın gölgesi ve temsilcisi olarak kabul edilmektedirler. Toplumun tamamı ise, seçkin aile/sınıf dışında kalan toplumun tamamı ise insan olarak bile görülmedikleri için soyları yoktu yani soylu değillerdi. Soyluluk saraylı olanlara, güçlü olanlara aitti. Oysaki bütün insanlar soyludur, ataları, ecdatları var. Devletli egemenlikli sistemlerde soylu olmak en tepede olanların hakkıydı ve ayak takımı yani köle toplum böyle bir sıfata layık değildi.
İşte bütün dinlerin çıkışları, toplumları kul ve köle olarak gören, kendilerini de Allah’ın gölgesi ve temsilcisi olarak gören, daha doğrusu Allah’ın adını kullanıp toplumları kandıran ve köle olarak kullanan seçkin sınıfın egemenliğine son vermek içindi. Dinlerin ortaya çıkmaları, bir yaratıcının olduğunu insanlara kabul ettirip, insanların yaratıcıya ibadet etmeleri ve yaratıcının karşısında eğilmeleri değil. İnsanların, kendilerini Allah’ın gölgesi ve temsilcisi olarak görenlerin karşılarında eğilmelerini ve kulluk yapmalarını engellemek için, peygamberler, toplumu, Kiliseye, Camiye, Sinagoga götürmüşler, hizaya dizmişler eşit hale getirmişler ve Allah’ın karşısında eğilin, başka kimsenin karşısında eğilmeyin ve kimseye kulluk yapmayın demişler. Allah’ın karşısında eğilmek kimsenin karşısında eğilmemeyi, kimseye kulluk yapmamayı, kimsenin kölesi olmamayı insana öğreten bir ritüeldir, eşitliğin ve kimsenin kimseden üstün olmadığını gösteren bir merasimdir, törendir. Dinlerin egemenler tarafından afyon olarak kullanılması sonucu adı geçen bu eşitlik ritüeli yozlaştırıldı, öldükten sonra cennete gitmek için, Allah için yapılan bir ibadet haline getirildi. Oruç, aç kalan insanların halinden anlamak için, zenginlerin yani sürekli doyasıya yiyenlerin, aç kalıp açlığın ne kadar kötü olduğunu anlamak için, tutmaları gerekir. Çünkü karnı tok olanlar karnı aç olanların halinden anlamazlar. İşte bunu anlamak için, Hz. Muhammed, yaşadığı çağın zenginlerini, terbiye etmek ve fakirlerle mallarını paylaşsınlar, yoksulun halinden anlasınlar diye, zenginlere, oruç tutun yani aç kalında açların halinden anlayasınız diyor. İslam’da zekât kırkta bir değildir, fazla olanı ihtiyacı olana vermek demektir. Çünkü ihtiyacından fazlasını paylaşan, zekâtını İslam’a göre vermiş olur ve bu, dolaylıda olsa paylaşım oluyor. Zekâtın kelime anlamı fazla olanı vermek olsa da ihtiyaçtan fazlasını vermek olduğu için paylaşım sayılıyor.
Hacca gitmek, aslında Kâbe’nin etrafında toplanmak ve kimsenin kimseden üstün olmadığını gösteren bir büyük merasimdir, toplanmadır ve burada, kimsenin kimseden üstün olmadığını görürsünüz. İşte Haccın gerçek anlamı budur ve hacca gidenlerin, insanların birbirlerinden üstün olmadığını eşit olduklarını öğrenmeleri gerekir ve hayatın herhangi bir yerinde kimseyi ezmezler, sömürmezler, öldürmeler, ahlaksızlık yapmazlar, yalan söylemezler, kimsenin adını kimliğini inkâr etmezler, yani bütün insanlara, milletlere/uluslara eşit yaklaşım gösterirler saygılı olurlar. İslam’da Halifelik babadan oğula geçmez, seçilerek toplumu yönetir ve toplumun içinde toplum gibi yaşar. Halifelik/Halef/Selef Arapçada gelen ve giden demektir. Siyasi makam olarak halkın ya da meclisin oylarıyla seçilen ve halkı yöneten reis/başkan demektir. Aslında Hz. Muhammed, 6’ncı yüzyılda toplumun kendi kendini bu şekilde yönetmesini geliştirmek ve saltanatın gelişmesini engellemek istemiştir ve bir süre böyle devam ediyor. Ancak İslam’da bölünmelerin olması, İslam’ın yeterince öğrenilmemesi ve Emevîlerin, çeşitli komplo ve darbelerle İslam’a hâkim olmaları, daha yeni doğmuş ve komünal yaşamı ve halkın öz yönetimini geliştirmeye çalışan bir devrimi boğdu ve İslam barış ve kardeşlik eşitlik dini olmaktan çıkıp saray saltanat ve işgal dini haline getirildi. Emevîler’den günümüze kadar, İslam maskesi altında Firavunların, Nemrutların egemenlikçi diniyle toplumları kandırıyorlar, yaptıkları her kötülüğün kader olduğunu söyleyip aslında Allah’a şirk koşuyorlar, Allah’ın adını kötülüyorlar. Sözde İslam ülkelerinde, dinin, tarikat ve cemaatlerin eliyle, en kötü bir şekilde afyon olarak kullanıldığı ülke Türkiye’dir. En çok da AKP/MHP faşizmi, İslam’ın posasını çıkardı dersek yanlış olmaz. Arap ülkelerinde bile, İslam ve din bu denli kullanılmadı. Gerçek İslam’ın olduğu yerde halk barış içinde özgürce ve eşitçe yaşar.
Türkiye’de, faize sözde karşı olduğunu söyleyenler, kapitalizmin en vahşisini halka yaşatıyorlar, Allah’ın adını kullanarak, Allah’ın yarattığı Kürt halkının ulusal varlığını tanımıyorlar, Kürtlere soykırımı dayatıyorlar. Allah, Kur’an’ın hangi ayetinde Kürtleri Türkleştirin diyor? Bizans Hristiyanlığı, Osmanlı da İslam’ı kullandılar. Günümüzde, din, egemenler tarafından hala kullanılıyor, insanlara yoksulluğu kader olarak dayatıyorlar, bunun üzerinde egemenlik kuruyorlar. Zenginlik kader olmuyor ama fakirlik kader oluyor. Hep yoksulların kanaat etmeleri gerekiyor. Sürekli fakirlerin şükretmeleri gerekiyor. Toplumun yoksulluğundan zenginlik ve servet yığıyorlar. Bu dünyada fakirlere bir şey yok. Fakirlere öbür dünyadaki her şeyi veriyorlar. Gerçekten öbür dünyada cennet diye bir yer olsa, bu zebaniler, o söyledikleri cenneti ve sonsuz yaşamı fakirlere bırakmazlar. Fakirlerin çocuklarının eline silah veriyorlar, vatan vazifesi ve vatan borcu adı altında iktidar-egemenlik-emperyalist savaşlarında kullanıyorlar ve sözde şehit oluyorlar. Nasıl oluyorsa, fakir çocukları vatana borçlu oluyorlar ve vatan borcunu hep fakirlerin ödemeleri gerekiyor. Fakir çocukları hep sözde şehit oluyorlar. Zengin çocuklarının vatana borçları hiç yok. Şehit diye gösterdikleri çocukların içinde bir tane zengin çocuğu yok, başbakan, cumhurbaşkanı, bürokrat çocuğu yok, bir tane paşa-vali, müsteşar çocuğu yok. Çünkü Allah sözde şehit olmayı fakirlere nasip etmiş. Dini korkunç bir şekilde utanmazca kullanıyorlar, topluma cehaletin ve yoksulluğun her çeşidini yaşatıyorlar. PKK’nin Kurdistan’da gelişimi, Kürt halkını Emevîlerin egemenlikçi dininin etkisinden çıkardı, gerçek İslam’ın-barışın nasıl olması gerektiğini öğretti. Kürt halkı, İslam’ı ve hayatı sakallı Emevî zebanilerinden ve Siyasal Türk-İslamcı tüccarlardan öğrenecek değiller. 1990’larla Hizbullah ve onun devamı olan Hüdapar, Emevî dininin, Türk-Islam sentezinin bir ürünü olarak şekillenmiş, egemen dininin Kurdistan’da kullanılmasına devam edilmek istenmesi ve Kürtlerin, din kardeşliği adı altında asimile edilmesi rolünü oynuyorlar.
Emevilerin Türkiye’deki son temsilcisi olan RTE, Kurdistan’daki kan kaybını telafi etmek için, Kur’an’ı eline alıp oy dilenmeye gidiyor. Ekonomik krizden kaynaklı zamları bile Allah yapıyor diyecek kadar arsızlaştılar. Gerçekten inandıkları gibi bir Allah varsa, bu zebanileri cehenneme koyar. Çünkü yaptıkları her kötülüğü Allah’a mal ederek Allah’ı zan altına bırakıyorlar. Allah tüccarmı ki zam yapısında halk ekonomik sıkıntı yaşasın? Bu kadar utanmazlık olmaz. Ancak şapka düştü kel göründü. Kürtler kadar, Türkiye halkıda AKP-MHP’nin, Türk-İslam maskesiyle egemenlik sürdürdüklerini anlamaya başladılar ve buna yol açanda PKK’nin büyük yaşam mücadelesidir. Önder Apo’nun doğru tarih bilinci tezi, doğru bir yaşamı öğrenmek ve yaşamak için çok önemlidir. Tarihi ve dinleri yanlış bilenler doğru bir yaşamı yaşayamazlar. Kendilerine Müslüman diyen toplumların, yüzlerce yıldır yanlış bir yaşama mahkûm olmaları, iktidar ve egemenlik dinini yaşadıkları içindir. Bundan dolayı doğru tarih bilinci doğru din gerçekliğini de doğruca ortaya koyar öğretir. Hayat yanlış yaşanılıyorsa ve kötülüklerle doluysa din ve inanç yanlış yaşanılıyor ve kullanılıyor. Dinlerini ve inançlarını doğru yaşayanlar, insan öldürmezler, hırsızlık yapmazlar, yalan söylemezler, ahlaksızlık yapmazlar, kul-insan hakkı yemezler, kimseye haksızlık yapmazlar, zulüm yapmazlar. AKP-MHP faşizmi, her gün Kürt öldürüyorlar, hırsızlık yapıyorlar, yalan söylüyorlar, halkı sömürüyorlar, ahlaksızlık yapıyorlar, halklara zulüm yapıyorlar, kul-insan hakkı yiyorlar yani her kötülüğü yapıyorlar ve sonrada Camiye gidip namaz kılıyorlar, oruç tutuyorlar, Hacca gidiyorlar. Bu kadar kötülük ve ahlaksızlık yapanları hangi din ve hangi Allah kabul eder? AKP-MHP iblisleri, PKK’nin Kurdistan’da geliştirdiği doğru ve yeni yaşamı ve gerçek İslam inancını dinsizlik olarak görüyorlar. Oysa nasıl yaşadıklarına ve ne yaptıklarına bakılırsa kimlerin iblis ve dinsiz oldukları gün gibi ortadadır.
Kemal SÖBE