‘Bir devrimden daha önemli bir şey yoktur. İnsanlığın diyalektik gerçeği budur’.
Kapitalizm insanlığı, doğayı hoyratça sömürüp yağmalamaya devam ederek sosyal ve toplumsal sorunları daha da ağırlaştırmaktadır. Geçmişte olduğu gibi bugün de sömürü, baskı, işsizlik, yoksulluk, faşizm ve savaşlar üretmektedir. Hiçbir sorunu çözemediği gibi onlara sürekli yenilerini eklemektedir. Yaratığı bu sonuçlarla insanlığı ve canlı yaşamı yok oluşa doğru sürüklemektedir. Kapitalist sistemin bu sürdürülmezliği ve insanlığın kronikleşen, çekilmez hale gelen sorunları, her zamankinden daha fazla parıltılı zekâ ile feda ruhunu kişiliğinde somutlaştıran öncüleri ve köklü devrimleri zorunlu kılmaktadır. Ya sosyalizm ya barbarlık şiarında ifade edildiği gibi başka bir de seçenek yoktur. Niyet ne olursa-olsun bunun dışında bir seçenek aramak, beklemek, dönüp-dolaşıp yeniden aynı yerdeki çelişkiler yumağında boğulmaktır. Çünkü günümüz dünya gerçekliğinde yaşananlar ne fikir babalığını Bernstein ve benzerlerinin yaptığı sosyal demokrasinin kademeli iyileştirme teorileri ve bunlara denk pansuman çabalarıyla çözüme kavuşur, nede kökeni Kautsky’nin, ultra tekel oluşunca kapitalist sistem kendiliğinden çözülür önermesi ile insanlığa mücedelesizliği, ‘kaderine’ razı olmayı öneren teslimiyet reçeteleri çözüm bulur. Bu konuda tarihsel gelişim diyalektiğinin öğrettiği ve güncelin emrettiği yalnızca her şeyi yeni baştan düzenleyecek olan devrimdir. Zorunluluğun yasasına göre davranma, hareket etme ve mücadele etmedir. Devrimler var olanı aşma, köklü olarak değiştirme ve iradi müdahaleye dayanarak yeniyi inşa etmedir. Sadece idari yapıların değil, esas olarak toplumların köklü bir alt-üst oluşla yenilenmesidir. Bu süreç kimi örneklerde ihtilalci, zorun rolü ve iradi müdahalenin son kerteye ulaştığı biçimde gelişmiştir. Başka örneklerde ise yavaş ve evrimci yan ağır basmıştır. Her iki durumda da gelişmelerin devrim niteliği kazanması için köklü-derin bir değişim yaratması ve yıkılanın yerine tüm hayatı kapsayacak biçiminde yeninin inşa edilmesi gerekmektedir. Toplumsal sorunların ve arayışların ürünü olarak gelişen devrimler, bu karaktere büründükleri oranda değişim yaratırlar. Toplumun sosyal, siyasal ve ekonomik sorunlarını çözdükleri ve halkların arayışına cevap oldukları oranda ise yaşam kanununa dönüşürler. Toplumsal ilişkilerde, hayatta, ruh ve zihniyette yenilenmeye yol açarlar. Bu anlamda devrimler toplumların köklü değişimini hedeflerler. Fakat bu değişikliği ne tek-tek bireylerin parıltılı zekâsı, tutkulu istemi veya gücü, nede sadece toplumda bir kesimin çabası yaratamaz. Devrim kendiliğinden gelişmeyecektir. Başkaları tarafından bağışlanmayacağı gibi, yağmur gibi gökten de düşmeyecektir. Tutku ile isteyenler ve bu amaçla bedel ödemeyi göze alanlar savaşarak gerçekleştireceklerdir. Bu ise ancak halk kitlelerinin örgütlü mücadelesi ile mümkündür. Bu nedenle, moleküllerin birleşmesinden atomun oluşumu gibi, özgürlük isteyenler, farklılıklarına rağmen her koşulda bir araya gelmek, örgütlenmek ve örgütlü mücadele yürütmek zorundadırlar. Devrim için nasıl ki düşünen, sorgulayan ve eylem yapan devrimciler zorunluysa, devrimin zaferi için de daha fazla örgütlülüğe ve örgütlü mücadeleye ihtiyaç vardır. Bu ihtiyaç giderildiği, devrimci kuram, kurum, kural ve kadro diyalektiği doğru kurulduğu oranda devrimin önünde hiçbir güç duramaz.
Devrimlerdeki değişim ve dönüşüm sürecini, derinliğini ve radikallik düzeyini toplumsal çelişkiler ile öncü güçlerin karakteri belirlemektedir. Fransa’daki çelişkilerin derinliği ve keskinliği, buradaki devrimde radikal ve sarsıcı uygulamalara neden olmuş, Avrupa genelinde köklü sonuçlara yol açmıştır. Rus devriminde eşitlik, özgürlük ve evrensel değerler söylemi değişik halklardan milyonlarca emekçiyi yıllarca peşinde sürüklemiştir. En keskin mücadelelere girişmelerine ve sınır tanımadan tarihin akışına etkide bulunmalarını sağlamıştır. Bu yönüyle her devrimin etki alanlarını, sonuçlarını öncülük yapan hareketlerin karakteri, paradigması, amaç-hedefleri ve devrimlerin gerçekleştiği mekânın toplumsal çelişkileri belirlemektedir.
Kürdistan özgürlük mücadelesine kuram Kominalizm olarak somutlaşmıştır. Bunun sistemsel örgüsü demokratik konfedaralizm biçiminde formüle edilmiştir. Geçen zaman diliminde yetersizde olsa doğrudan demokrasi formülüne dayanan kurumsallaşmaları ve bunların iç işleyişini düzenleyen kuralları şekillenmiştir. Fakat bu gelişmenin yerel ve küresel düzlemde daha da yaygınlık kazanması, kökleşmesi için daha fazla düşünce gücüne, sözün tılsımına, eylemin eskiyi yıkan, yeniyi inşa eden gücüne ve her koşulda ütopyası peşinde koşan iradi duruşlara ihtiyaç bulunmaktadır. Mevcut durumda özgürlük mücadelesinin temel ihtiyacı bu noktada boy vermektedir.
Geçmişin yok sayılması üzerinde geleceğin kurulamayacağı muhakkaktır. Her toplum geçmiş deney, tecrübe vb. birikimlere dayanarak geleceğinin inşasına girişir. Fakat tarihin bir kertesine takılıp kalanların, sadece geçmişi yad ederek, üretici-yaratıcı olmakta uzaklaşanların geleceğe yön verdiği de görülmemiştir. Güncelde halklar, Kürdistan’dan, Chipas’a, Gezi direnişinden, Asya steplerine kadar yeni bir sistem-yaşam oluşturma arayışındadırlar. İnsanlığın tarihsel mücadele, direniş birikiminin eleştiri süzgecinden geçirilmesi ile yerelden başlayarak evrenselleşecek alternatif bir sistemi şekillendirilmeye çalışmaktadırlar. Direnen-mücadele eden ve yeniyi inşa etmek isteyen halklar deney ve tecrübeleri ile bir-birinden öğrenmekte, öğretmektedirler. Fakat bu alanda henüz kesinleşen, sonlanlanan ve her yönüyle kurumsallaşan bir sistem inşası yoktur. Fransız, Sovyet vb. devrim örneklerinde olduğu gibi halklar eskiyi yıkabilmişlerdir. Fakat yeninin inşasında tam bir başarı ortaya çıkmamıştır. Bu nedenle başarısızlığa rağmen pes etmeden yeniden-yeniden arayış, deneme, sürdürme çabaları vardır. Yaşanan başarısızlıklara rağmen arayış, buluş, yeniden arayış diyalektiği işlemektedir. Toplumsal alan bir deneme platformu değildir. Buna rağmen hayat bulan deneylerde ortaya çıkan sonuçlar, bilim ve teknikteki gelişim, bunun toplumsal ilişki-çelişkilere yansıması, daha fazla arayış ve her an değişimi kaçınılmaz kılmaktadır. Bunun sonucu bir başka dünyanın mümkün olduğuna inananların, buna denk bir düşünsel, felsefik üretimde-değişimde bulunmaları, kuram, kurum, kural ve kadro diyalektiğini süreklileşen bir biçimde yenilemeleri, kaçınılmaz olmaktadır.
Kürdistan’da özgürlük kavgasına iyi niyet ve temiz duygularla adım atıldığı tartışma götürmez bir gerçektir. Niyeti kötü, duyguları çarpık ve karakteri sorunlu olan bir kişinin tarihi misyon üstlenmesi imkansızdır. Kavga meydanına adım atması, burada tutunması ve yürümesi düşünülemez. Fakat iyi niyet ve temiz duyuların tek başına köklü sorunları çözmeye yetmediğini tarih ve güncel fazlasıyla kanıtlamıştır. Bunlar bir başlangıcın, istemin ve tercihin ifadesi olabilirler. Bu irade beyanı, istem ve tercih ancak büyük bir düşünce gücü, yapma iradesi ve yaşam temsiliyeti ile buluştuğunda militanlık kimliğine dönüşüp, değişim gücü haline gelebilmektedir. Bu nedenle tarihin akışına etki etmek ve değişim gücü haline gelebilmek için iyi niyetli olmak, temiz duygular taşımak kadar, her koşulda düşünülmeyeni düşünmek, söylenmeyeni söylemek ve yapılmayanı yapabilmeyi de gerektirmektedir. Birey ya da topluluk ancak bu durumu ile değişimin öznesi haline gelebilmektedir. Aksi taktirde bir yerde düşünce, devletli sistem tarafından binlerce iletişim aracı ile manipüle edilmişse, söylenen sözler geleneksel toplumdan, anne-babadan öğrenilenlerin dışına çıkmıyorsa, hep geçmişte-güncelde yaşanmışlıkları tarif ediyorsa, yakınma, acizlik ve tepkilerin dışa vurumundan ibaretse, geleceğe-umuda dair değilse ve yaşam-eylem sadece eskinin tekrarından, yeniden-yeniden yaşanmasından oluşuyorsa orda nasıl yeni kuram, kurum, kural ve kurucu kadro diyalektiğinden bahsedilebilinir?
Oysa büyük idealleri olan insanların, sınırsız uğraşları ile anlam kazanan devrimci düşünce-yaşam ve mücadele onu yok etmek isteyenlerin bile gıpta ile baktıkları bir nitelikte olmak zorundadır. Devrimciler ütopyasında, düşüncelerinden, eyleminden taviz vererek, var olana benzeşerek, toplumsal gerilikleri kutsayarak değişim gücü haline gelemezler. En fazla sosyal demokrasinin kademeli iyileşme teorisini pratikleştirebilirler. Bir yerde devrimci red etiği ve yıkmak için mücadele etiği sistemi, yaşamı, ilişkileri kendisi yaşamaya başlarsa, kendi içinde inşa ederse devrimcilik sadece bir etikete ve demagojik söyleme dönüşür. Devrimciliğin olmazsa-olmazı teori-pratik diyalektiği, söz eylem uyumu ve her şeyin sigortası çelikten disiplinli örgüttür. Bunları sürekli kılan ve kalıcılaştıran devrimci düşünce, eylem ve hayatın sürekli bir sorgulamaya-muhasebeye dayanmasıdır. Toplumsal hayatın her alanında olduğu gibi devrimcilikte de başarı-başarısızlıklar asla tesadüfle açıklanamaz. Süreklileşen değişim, muhasebe ve bunun sigortasını oluşturduğu çelikten disiplinli örgüt başarıyı getirirken, boşluklar, aşılmalar, kendini yenilememeler ve tekrarlar ise başarısızlık, kayıp ve felaketlere davetiyedir. Başarı ya da başarısızlıklar hiçbir zaman tek bir nedene indirgemez. Her gelişmede birincil ve tali nedenler sonucu belirler. Bu konuda sorunların sebebini dışarda aramak beyhude bir çabadır. Gelişmelerde başat olan iç dinamikler olduğu gibi, sorun ve çözümlerde içseldir. Dışsal etkenlerle çözüm beklemek insanı nesneleştirmektir. Kuramdan yoksun kurumsallaşma, kuralları oluşmamış kurumlar ve düşünce-duygu, eylem -yaşamı ile eskiyi yaşayan kadro asla değişim gücü olamaz. Ancak geleneksel toplumun ürettiği sorunlar içinde debelenen, sürüklenen ve kendi-kendini boğuntuya getirebilirler.
Mevcut durumda Kürdisatan’lı devrimcilerin, sömürgeciliği ve onun faşizan saldırılarını geriletip, hamlesel bir çıkış yapması için koşullar fazlasıyla vardır. Ulusal ve ulusal arası koşullar başarmak için her zamankinden uygundur. Fakat tarihsel süreç boyunca tüm devrimlerde boy veren sorunlar bir biçimde Kürdistan devrimine de yansımakta ve hamlesel çıkışları engellenmektedir. Her devrim kendi koşulları içinde düşünce, söz ve eylem birlikteliği ile eskiyi yıkmada yaratıcılık, üretkenlik göstermiştir. Fakat aynı özelliklerini yeniyi inşada sergileyememişlerdir. Kürdistan’lı devrimciler de devasa ve kaskatı sömürgeci sistemi yıkmak için düşünce, söz, eylem ve fedakarlıkta sınır tanımamışlardır. Bu özellikleri ile sistemi işlemez hale getirmişlerdir. Fakat aynı yaratıcılık, sabır ve irade yeniyi inşa etmede eksik kalmaktadır. Bu durum ise yanlışlara, yalpalanmalara ve tekrarlara neden olmaktadır. Her tekrar duygu, düşünce, inanç ve yaşamın kemirgenidir. Olmaz teorisinin üzerinde boy verdiği ya da vereceği zemindir.
Sömürgeci uygulamaların düşünce, ifade ve örgütlenmeye dair her şeyi tahrip etiği, ülkeyi boydan-boya bir kışlaya dönüştürdüğü ve bir kalpazanın, hırsızın hükümdar olduğu bir yerde, özgürlük isteyenlerin tali çelişkileri ön plana çıkarma, bunlarla enerji tüketme, yakınma, başarısızlıklarla gündeme gelme ve zaman kaybetme lüksü yoktur. Çünkü sömürgecilik, kapitalist sistemin en vahşi uygulaması olarak, tarih sahnesine çıktığından bu yana kıtaların fethi, ülkelerin talanı ve milyonlarca insanın köleleştirilmesi ile vücut bulmuştur. Geçen zaman diliminde bu uygulamaya zihinlerin fethi ve yüreklerin, bedenlerin tahakküm altına alınması eklenmiştir. Akan zaman ve dönen devrana, renk ve makyaj değişimine rağmen sömürgeciliğin kötülük üreten bu karakteri değişmemiştir. Güncelde de sömürgeci cellatlar umutların yok edilmesinde ve şehirlerin enkazından kendilerine gelecek inşa etmeye çalışıyorlar. İnsanlığın gözüne bakarak, utanmadan-sıkılmadan yeni soykırımları nihayete erdirmek istiyorlar. Bu amaçla üniformalarını kasap önlüğüne dönüştüren orduları ile direnişleri kırmak, özgürlük için çarpan her yüreği öldürmek, düşünen her aklı yok etmek, konuşan her dili susturmak, hayır diyen her iradeyi kırarak kentlerin yıkıntıları-direnenlerin bedenleri üzerinde zenginliklerine-zenginlik katmak istiyorlar. Bu uğurda Sur, Cizre, Şırnak, Nusaybin, Serekani, Afrin ve onlarca yerleşim alanının caddelerini, sokaklarını, enkaz halindeki duvarlarını kana boyadılar. Buralardaki enkaz yığınları üzerinde göğe yükselen kâşif sisle, halkın ve savaşçıların kavrulmuş bedenlerini, orta yere saçılmış saç lülelerini, yanık deri ve beyin parçalarını gizlemek istediler. Bu tablo karşısında sömürgecilerden nefret etmek, onlara karşı her yol ve araçla savaşmak bir tercih değil, insanlık ve onur borcudur. Cizre, Afrin, Serekani ‘de tüm dünyanın gözleri önünde yapılanlara karşı, Mazlum halkın her evladının, Mazlum Doğan, Kemal Pir, Bawer Agır gibi gecenin zifiri karanlığını yırtan bir yıldız misali parıldaması, düşünce, söz ve eylemleri ile tarihe yön vermesi insan olmanın gereğidir. En zor koşullarda, hiçbir imkânın olmadığı anda bile sömürgecilerin kan-kıyım ve talana dayanan alçaklık şölenlerini hüsrana uğratmak, uçuruma doğru gidişleri hızlandıkça zafere gittiklerini düşünen cellatları hak etikleri tarihin çöp sepetine göndermek düşülmeyeni düşünen, söylenmeyeni söyleyen ve yapılmayanı yapan militanlığın olmazsa-olmazıdır.
Şimdi bölgesel düzeyde alt-üst oluşların olduğu kritik bir zamandayız. Eğer özgürlük yolundaki öfke ve cesaretin sonsuzluğu kadar, yeniyi inşa iradesi ve sabrıda sınırsız olursa, eğer akıl ile inanç birleştirilir, sabırlı davranılırsa, eğer çelikten irade korunur ve her kes üzerine düşen rolü oynarsa, kimse Kürdistanlı devrimcilerin özgürlük yürüyüşünün önünde duramaz. Bu nedenle şimdi her zamankinden daha fazla doğru, gerçekçi ve süreklileşen bir biçimde kuram, kurum, kural ve kadro diyalektiğini kurmaya ihtiyaç vardır. Bunun anahtarı ise düşüncenin, duyguların yenilenmesi, bu yenilenmenin en güçlü biçimde örgütlülüğe, eyleme, yaşama, ilişkilere yansıtılmasıdır. Bu yapıldığı oranda mazlum halkın cesur her çocuğu yılmaz bir militana ve tarihe yön veren akıl-iradeye dönüşecektir.
Can Toprak
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi