08 Aralık 2017 Cuma Saat 15:01
Kapitalist merkezlerdeki devlet denetimli
demokratikleşme sosyalist devrimin önünü almak için halkların, emekçilerin,
kadın ve gençlerin mücadelesinin sonuçlarıyla uzlaşma neticesinde doğdu. Sistem
merkezi dünyanın diğer bölgelerinde olduğu gibi Ortadoğu’da da demokratik halk
devrimlerinin gerçekleşmesinden duyduğu korkuyu diktatör ve faşist rejimleri iş
başına getirerek rahatlamaya çalıştı.
Ortadoğu’da sosyalist halk devrimlerinin önünü alma
sürecinde Türkiye özel ve önemli bir ülke idi. Türkiye Kürt soykırımında batılı
devletlerden aldığı destekte de görüldüğü gibi sistem için gerçekten de
halkların ve demokrasinin baş düşmanı görevini yerine getirmektedir. Verilen
tüm destekler devrimlerin ve demokratikleşmenin önünü kesmek için olmuştur.
Soğuk savaş sürecinde karşı kutbun başı SSCB önüne çekilmiş istinat duvarı
somut göreviydi. SSCB’nin dağılması, bilim ve teknikteki gelişmeler, iletişim
ve üretim sektörlerindeki yenilikler toplumsal ve siyasal hayatta köklü
değişimler getirdi. Tüm bunlar siyasetin daha hızlı bir değişim sürecine
girmesine yol açtı. 1990’dan bu yana yaşanan hemen her değişim bu gelişmelerle
bir biçimde bağlantılıdır.
1990’dan sonra reel sosyalist ülkeler devlet kapitalizminden
serbest piyasacı liberal kapitalizme resmi geçişler yaptı. Bu bloka üye olmayan
ama onlarla ilişkide olan devletlerse bir bir çöktü, ya da çökertildi. Reel
sosyalist devletler çökünce kapitalist merkez “tarihin sonu makalesinin sembol
kabul edildiği kısa süreli zafer sarhoşluğunu ilan etti. İşlerin giderek sarpa
sarmasıyla kendisinin de değişmesi gerektiğini itiraf etmeye başladı. Zafer
sarhoşluğu doksanların başında kısa bir süre kontrolü kaçırma tehlikesine yol
açmıştı. Bunu gören Türkiye gibi devletler fırsat bu fırsat mantığı ile soğuk
savaş döneminin vazgeçilmez faşist yapılarını tümüyle devletleştirerek Kürt
katliamlarına girişti. TC’de doksanlarda Genelkurmay başkanı olan Doğan
Güreş’in “Londra planımıza yeşil ışık
yaktı sözü sistemin her türlü çirkinliği kabul ettiğinin bildiğimiz en somut
adımıydı. Her kes için tehlike çanları çalınca sistem merkezi kontrolü değişim
için sağcılaşmaya meyil gösterirken Türkiye gibi ülkeler dünya sistemi tümüyle
faşistleşiyor havasına kapılarak çok daha tehlikeli işleri temel politika
haline getirdi. Terörist gurupları besleyip desteklemeden tutun da serseri
hareketlerle uluslararası hırsızlık çetesi olacak kadar pervasızlaştılar.
Tanklarla toplarla Kürt illerini yok etti. Kürtlerin cenazeleri haftalarca
sokaklarda kaldı. Fakat giderek ortaya çıkan yeni bir durum olduğunu da
belirtmek gerekir. O da şudur, sistem işlerin eskisi gibi gidemeyeceğini görüp
yeniden kontrolü ele almaya başlayınca özel görevli memur rolünü abartıp bunu
kalıcılaştırmaya çalışan devletler adeta ne yapacaklarını bilemez duruma
düşmüştür. Bu grup devletlerin başında da Türkiye gelmektedir. Her gün yeni bir
şokla uyanan Türkiye içine girdiği çıkmazı Kürt düşmanlığı merkezli en ırkçı ve
soykırımcı faşistlikle aşacağına inanıyor. Kürt düşmanlığı güncelde Erdoğan ve
adamlarının hırsızlıklarını ve vurgunlarının üstünü kapatan perde olarak
kullanıyor. Daha geniş manada da yapılması gereken demokratik değişimi yapmamak
için baş tehlike ve engel olarak sunuluyor. Bu yolla bir şeyler elde
edilebilinseydi sistem her devletin başına Erdoğan ve adamları gibi
yöneticileri getirirdi.
Sitem, krizini çözmede Ortadoğu’nun stratejik olduğunu
biliyor. Buradaki müdahalesini stratejik ele alıyor. Bunun için birden çok
alternatifle çalışıyor. İlk çözüm planı bölgenin hakim kimliği ve kültürü olan
İslam’a dayanmış, ancak kabul edilebilir bir sistem ile birlikte çalışmaktı.
Buna ılımlı İslam denmiştir. Bu politikanın temel alındığı süreçte Türkiye’nin
önemli ve özel ele alındığını 1980’lerden sonraki ılımlı İslam’a geçiş planının
ürünü olan AKP’nin iktidara getirilmesinden biliyoruz. Yaşanan gelişmeler
sistemin bu planında değişikliğe gitmesine neden olurken Erdoğan ve AKP
kapitalist sistem kaosunun neden olduğu belirsizliğin ürünü olduğunu unutarak
sorunlu sürecin temel çözüm gücü demagojisi ile kendisini ve Türkiye halkını
büyük kandırdı. Barzani örneğinde gördüğümüz gibi kaos sürecini yanlış okuyarak
siyasette büyük aldatan ve aldananların sonları da çok büyük trajedi olur.
Burada trajedi zamansız ve çok kötü biçimde ölmek ya da öldürülmek demektir.
Bunlar her zaman kaos politikalarıyla yaşayacağına inandıkları için boşluğa
düşmüştür.
Sistem kaos sürecinde Ortadoğu’da gelişmesi muhtemel
demokratik halk devrimlerine karşı Müslüman iktidarlarla yol almanın daha uygun
olabileceğine inanmıştır. Mısır’da İhvancılar, Irak ve Suriye’de DAİŞ ve El
Nusra türü cihadist selefilerin hortlatılması bu yolun çok tehlikeli olduğunu
fark etmelerine neden oldu. Ve bu politika değişikliğine gidilmesi gerektiğine
ortam hazırladı. Bu değişim Erdoğan gibi kimi Müslüman kimlikli adamların iddia
ettikleri gibi “Hristiyanların İslam düşmanlığı, İslamofobi türü mantıktan
kaynaklanmadı. Bu değişimin nedeni, çağımızda İslam referanslı her türlü
yönetim biçiminin “kral, padişah, şah, faşist diktatör rejimlerine
dönüşeceğini, bunun zaten sistem kriz ve kaosunun temel sebebi olduğu, bu
sonuçların ortamı çok gereceği krizi kontrol edilir olmaktan çıkarabileceği
korkusundan dolayı oldu. İslam dinini bayrak yapan her türlü iktidar iki
sebepten ötürü belirttiğimiz akıbetle sonuçlanmak durumdadır: Birincisi
Emevilerle başlayan Müslüman devlet geleneğinin kodlarında demokratik değerlere
ve toplumsal değişime düşmanlık haddinden fazla vardır. Bunun temeli ayet
yorumlarıyla ve uydurulmuş hadislerle çok güçlü döşenmiştir. Bu ancak
demokratik İslam zihniyeti devrimi ile aşılabilir. Dolayısıyla iş başına gelen
her türden İslam kimlikli yönetici diktatör ve faşist olmaktan başka bir yolu
bilmez ve denemez. Bu tarihsel doğrunun son ispatı güzel sözlerle işe başlayıp
MHP gibi ırkçıların da reisim dediği noktaya gelen Erdoğan ve AKP’dir. İkincisi
bu rejimlerin yüzlerce yıldır yirmi dört saat dillerinden düşürmediği dini
söylemlerin toplumda yarattığı zihni durum ve kabul ölçülerinin bunların
yaptıklarına meyil gösterme olasılığının yüksek olmasıdır. Özellikle Türk
egemenlerin İslam toplumlarında geliştirdiği İslam dışındaki diğer dinlerin ama
özellikle de Yahudi ve Hristiyanların “kafir-kefere olduğu fikrinin
tehlikesidir. Türk egemenleri Selçuklulardan bu yana anti Hristiyanlık yaparak
iktidarlarını sürdürmüştür. Türk kimlikli iktidarlar iç ve dış düşman yoksa da
yaratmak zorundadırlar. Çünkü ellerinde devlet yönetmeye yardımcı olacak
felsefe, bilim, sanat hatta din de yoktur. Dünyanın en büyük yalancıları,
yüzsüzleri Türk kimlikli yöneticilerdir. Bunu bir hakaret olarak belirtmiyorum.
İnsanlığın faşizm olarak tanıdığı suç rejimi sisteminin yaratıcısı Türk kimlikli
İttihat Ve Terakki çetesi olduğunu hatırlatmak, gerçekliklerini anlatmak için
yeterlidir sanıyorum. Osmanlılar bilim çağının gelişen ortamına ve taleplerine
ayak uydurmayıp halifelikte diretmesinin neden olduğu siyasi sorunları
kafirlerin İslam dinene saldırı olarak topluma sunmuşlardı. Bu yöntemi şimdi de Erdoğan deniyor. Giderek
daha fazla demokratik taleplerin öne çıkmaya başladığı Ortadoğu merkezli
değişime ayak uydurmak yerine her gün biraz daha faşistleşiyor. Bu çelişkileri
artırıyor, derinleştirerek sert bir mücadeleye dönüştürüyor. Ama Erdoğan ve
adamları yaşananları utanmadan “bana değil Türkiye’ye saldırıyorlar yalanı ile
halka anlatıyor. Hakkında açılan hırsızlık davalarını ve açıklanan belgeleri bu
sözlerle savunuyor. Yani o ve adamları
da ataları Osmanlı sultanları yolundan giderek sanki tüm Türkiye hırsızmış gibi
konuşuyorlar.
Son günlerde olup bitenlere daha geniş bir pencereden
baktığımızda yaşananlar sistem krizi ve sistemin “besleme adamlarının hadlerini
aşma aşırılıklarına müdahale olduğu görülüyor. Ortaya dökülen belgeler ve
sonuçlarını halka doğru ve yeterince anlatmadıktan sonra yapılan mahkemelerden
halklar lehine hiç bir şeyin çıkmayacağını bilmek gerekiyor. Hele hele Kürtler
için hiç bir şeyin çıkmayacağını, Erdoğan ve adamlarının hırsızlıklarını ifşa
edenlerin Kürtleri bitirme siyasetlerine tam destek olurlarsa her türlü
değerini peşkeş çekeceğini bilmek gerekiyor. Sarraf davası ve son açıklanan
hırsızlık belgeleri Erdoğan ve adamlarının neden Kürtlere bu kadar kin ve
düşmanlık beslediğini de gösteriyor. Bunlar Kürtleri yeneceklerine inandıkları
için bu kadar saldırmıyor. Büyük hırsızlık ve vurgunlar yapıyorlar. Bu suçları
açığa çıkmasın diye Kürt düşmanlığını geliştiriyorlar. Kürt düşmanlığı ile
Türkleri aptallaştırıp alıklaştırmak istiyorlar. Böylece her türlü pisliği
“yerli ve milli adı altında millete yutturmuş oluyorlar. Demek ki her zaman
geçerli olan ama şimdi her zamandan daha çok doğru olan bir kanun tüm
çıplaklığı ile ortaya çıkmıştır. Türkiye’de kim ki Kürt özgürlük hareketine
düşmandır, o büyük hırsız ve Türkiye düşmanıdır. Ve kim ki Kürt halkının ve
özgürlük hareketinin dostudur, o da dürüst ve Türkiye sevdalısıdır. Bundan
böyle Türkiye’de kimin kim olduğunu bu gerçeklikten okuyun. Kesinlikle haklı
çıkacak ve doğrulanacaksınız.
Genco Şengalî
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.lekolin.com – www.lekolin.org – www.lekolin.net –
www.lekolin.info -www.navendalekolin.com -http://kursam.org/index.html-
http://kursam.net/index.html
0
21
TR
KO
:” ”
:””
” “,” ”