21 Nisan 2014 Pazartesi Saat 23:24
Bir kaç gündür yazılı ve görsel medyada Rojeva Kürdistan’ını ilgilendiren önemli haberler yayınlandı. Söz konusu haberler objektif olarak irdelendiğinde, Rojeva Kürdistan’ının çok ciddi bir dış saldırıyla ve iç ihanetle karşı karşıya olduğu anlaşılıyor. İç ihanet kavramını kullanıp-kullanmama konusunda belli bir tereddüt yaşadım ancak kamuoyuna yansıyan sınırlı verileri dikkate aldığımda, artık bunun tam bir iç ihanet olduğunu söylemekte bir sakınca görmüyorum.
Son zamanlardaki çatışmanın merkezine Federal Kürdistan Bölgesi Başkanı Mesut Barzani’nin yapmış olduğu açıklamalar, özellikle Rojeva’nn nasıl bir tehlikeyle karşı karşıya olduğunu ortaya koydu. Mesut Barzani, PYD’yi ‘ Essad rejimle işbirliği içerisinde ve Batı Kürdistan’a silah zoruyla el koymakla’ suçladı. Sanki Rojeva daha önce özgürdü ve PYD’ de gidip silah zoruyla el koydu. İnsan normal kavramlarla bu söylemlere bir izah getiremiyor. Barzani’nin tehdit içeren açıklamasına paralel olarak yayınlanan bir haberde “KDP, Rojava sınırına 605 km’lik hendek kazacağını belirtirken, AKP de bu kez Efrîn sınırına hendek kazmaya başladı… Nitekim hendek kazmasını protesto eden halka peşmerge ateş açtı ve bir Kürdü öldürdü. Ayrıca ayni saatlerde de Amed’de, AKP polisi ve HUDA-PAR’lı çeteler birlikte, hendek’i protesto eden üniversiteli yurtsever Kürt öğrencilerine saldırdılar, sayıları 50’ye yakın öğrenciyi tutukladılar. Her ne kadar daha sonra bu öğrenciler serbest bırakılmış olsalar da, bu işin politik mahiyetini değiştirmez.
Dolaysıyla, doğrudan Rojeva’yı kuşatarak boğmak isteyen bu politikanın uygulayıcılarının KDP ve AKP olması bir tesadüfî değildir. Barzani ile Erdoğan arasındaki bu stratejik ittifakının hedefi, esasen ve doğrudan ‘Qandil’in direniş ruhudur. Çünkü Kuzey Kürdistan’ın stratejik devrimi, tarihsel itibarıyla şu anda Rojeva somutunda cereyan ediyor.
Daha doğrusu esas mesele, Kürdistan’ı merkez alan uluslar arası ve bölgesel bir politik strateji operasyonu söz konusudur. Bu operasyonda düne kıyasla birçok politik gücün ilişki ve ittifakı makas değiştirmiş bulunuyor.
‘KDP ve AKP’nin eşgüdümlü Rojava’yı kuşatma konsepti işte bu minvalde yaşanıyor. Medya tarafından, “Erdoğan-Barzani ortaklığı son hız devam ediyor” söylemi bugünkü realitenin kendisini tanımlıyor. Bunun arka planında çok derin bir ideolojik ve politik ilişkiler ağı-bağı söz konusudur. Bir dönemin Kuzey Kıbrıs’ın, bugün çok daha fazlasıyla Güney Kürdistan sahası olduğunu namuslu her Allahın kulu kabul ediyor.
Erdoğan ile Mesut Barzani arasındaki ilişkinin kardeşlik düzeyi ve içeriği, en az bir Hüseyin Çelik kadar derindir. Bu derin ilişki ağının içerisine Leyla Zana’nın Erdoğan hayranlığını ekleyelim. Bu ideolojik ve politik bağlamın daha iyi anlaşılabilmesi için en somut örnektir. Bu sinsi el daha da obur bir biçimde BDP içerisinde ha bire yoklama çekiyor. Öte yandan ise G. Ensarioğlu’nun konumudur. Biliyoruz ki Ensarioğlu, hem resmi olarak AKP’li olması ve hem de ayni zamanda hiç halktan çekinmeden ve kendisini gizleme gereği duymadan bir Barzanici, KDP’lı olduğunu her fırsata yansıtmasıdır.
İsterseniz meselenin daha da çarpıcılığı bakımında tekrar Leyla Zana’nın pozisyonuna dönelim: Dünyanın hiç bir yerinde, sömürge bir halkı temsilen ve en popüler politikacı sıfatıyla çıkıp, sömürgeci bir devletin başbakanına, ‘sonuna kadar güveniyorum ve inanıyorum’ demez. Peki derse ne olur? İşte Barzani’nin Amed’e gelişinde ki görüntüsü ve devamında ki tablo olur. Diğer taraftan “özel konum” adı altında hassas bir ortam oluşturularak Leyla Zana bir örgüt üstü konuma sokuldu. Bilindiği üzere, barış sürecinin hassaslığını kullanarak AKP’ye destek anlamı taşıyan bu çıkışı bir ciddi eleştiri konusu dahi yapılmadı, görmezlikten gelindi. Hatta bu tolerans hali, ona kendini çok daha ileri derecede bir aktör olarak görülmesini kamçıladı. Oysaki durduğu politik ortamın ilke ve prensiplerini ters-yüz eden bir çıkış, bir gaflet pratiği sergilenmişti.
Mevcut durumda, sorun Rojava devrinin kuşatması ve boğulmak istenmesinin irdelenmesi olunca, atlama yamak tarihsel suç işleme anlamına geliyor. Onun için bu konulara açılıyorum. Yani sorun kişiler olmayıp izlenen politikalardır. Özcesi bütün mesele Barzani’nin, Türkiye’nin yürürlüğe konulmuş olan Neo -Osmancılık diye bildiğimiz, sömürgecilik operasyonuna Güney Kürdistan’ı da dâhil etmesidir.
Ayni şekilde bu sürece ortak olmayan Rojeva’yı hedeflemesi de bundandır. Çünkü El Nusra, El Kaide ve ISİD’ın askeri olarak Rojeva’dan sökülmeleri, AKP Türkiye’sini ve Barzani’yi öfkelendirmiştir. Yalınız Adana TIRLARINI akılda tutsak bile yeterlidir. En son Kobani Kantonu’na karşı kuşatma saldırılar da başarılı olmayınca, bu cepheyi bir telaş sardı. Böylece Erdoğan- Barzani önderlikli sözde Neo- Osmanlıcılık planları suya düşürmüştür.
İşte bundan dolayı Rojeva Kürdistan’ı hendeklerle kuşatılarak boğulmak isteniliyor. Yoksa Kürdistani bir bakış açısıyla bu yaşananlara bakacak olursak, Barzani yönetiminin izlediği politika, Baasçıların yıllar önce kendilerine karşı yapmış olduğunun bir başka türüdür. Baas ve Türk rejimleri, sömürgeci güçler olarak Kürtlere karşı, her türlü katliamı yapmalarının bir mantığı vardı. Çünkü onların amacı belliydi ve bu Kürdistan’ın özgürlüğünü engellemekti. Peki ya Barzani yönetiminin, Baas rejimlerinin yapmadığını, can hıraşla bu hendekleri kazıyarak iki Kürdistan arasına barikat kurmasının nedeni ne olabilir?
Bugün Barzani’n çıkışını ve Rojeva kuşatmasını doğru anlamak istiyorsak, bütün bunların çok yönlü ve derinden işleyen bir politik arka planının olduğunu iyi bilmemiz gerekiyor ve bunu mutlaka doğru okumak durumundayız. Gerçekten de Kürdistan bütünselliği açısında gidişat ve durum çok ciddidir. Böyle baktığımızda, Kürtlerin çok büyük bir kesimi Barzani ve Güney Kürdistan konusunda fazlasıyla duygusallık içerisinde yüzüyorlar. Daha halen çoğu kesim, ortada bir TC-AKP’nin, Neo-Osmanlı macerasının devam ettiğini ve bunun çok önemli bir ayağının da Barzani ile Güney Kürdistan üzerinden işlerlik kazanılmaya çalışıldığını bilmiyor, görmüyor, okumuyor. Daha açık olarak formüle edecek olursam, mevcut durumda Erdoğan- Barzani merkezli AKP-KDP- ISİD ve El Kaide ittifak cephesi söz konusudur.
Ayrıca aynı şekilde, belli bir süreden beridir çok yoğun bir çabayla oluşturulmaya çalışılan, Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi adındaki bir oluşum ve HUDA-PAR veya Hizbullah da, yeni sömürgeci politikaların bir parçası olarak işlev görmeye adaydırlar. Tek tek BDP Belediye eş başkanlarına saldırıların yapılması asla rastlantı değillerdir.
Bütün bu güçlerin hedefi, Rojeva devrimini boğarak ve Kürt Özgürlük Hareketine Kuzey’de darbe vurmaktır. Bu plan Türkiye ile birlikte çok yönlü yürütülüyor. Sadece bir Neçrivan Barzani’nin bu kadar bir sıklıkla ha bire gelip Erdoğan’la görüşmesi bile başlı başına anormalliklerle doludur. Sözde iki Başbakan görüşürler ve fakat hiçbir açıklama yapmazlar. Bu durum ne politik- diplomatik hukuk kurallarıyla ne de bu düzlemde ki nezaketlerle uyuşur. Ortada gizli-saklı bir şeylerin döndüğü besbellidir. Ayrıca bu gizli-saklılık durumu da, ancak ve sadece Kürdistan halkı açısında geçerlidir. Yoksa diğer bütün devletli güçler anında yapılan bu görüşmelerin içeriğinin haberini alıyorlardır.
Özellikle eli kalem tutan Kürt aydın ve yazarların bu durumu deşifre etmemeleri özücüdür. Güya Barzani bağımsızlık İlan edecekmiş uydurmasyonuna kapılıp gözü kara uçuyorlar. Şu soru önemlidir: Barzani bağımsız Kürdistan’ı ilan edeceğini dilendiriyor ama sömürgeci TC Başbakanı Erdoğan, Barzani yönetimiyle can ciğer. Bu nasıl oluyor? Oysaki bir Kuzey Kürdistan ve Rojeva’nın resim karesine baksalar, işin sadece psikolojik propaganda olduğunu görecekler.
Ayrıca bir paradoks daha vardır:
Parlamentoda grubu bulunan, Türkiye’nin dördüncü büyük partisi olan BDP’ ye dahi tahammül edemeyen Türk devletinin, ‘Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi’nin (T-KDP) kurulmasına sessiz kalması düşündürücü değil mi? Bu işin arka planında, AKP Devletinin izlemiş olduğu tasfiyeci emellerdir. Yani güncele oyarla malı olan sömürgeci politikalarının bir sonucudur.
Aksi halde T-KDP’nın ilk çıkışını nasıl göreceğiz, nasıl okuyacağız? Düşünün ki, ezilen ve sömürge bir halk adına siyasi bir parti kuracaksınız ve fakat ilk eleştirel çıkışınızı da, bizzat kendinizin de mensubu olduğunuz halkın mevcut politik partisine karşı yapacaksınız. Yani Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi, ilk kuruluşunu deklere etmek üzere ki o düzenlediği basın toplantısında, Türk devletini ve onun iktidar partisi olan AKP’yi eleştireceğine, tam tersine çıkıp bunun yerine BDP’yi ve PKK’yi eleştirmesi, söz konusu kirli plan ve ittifakın bir sonucudur.
HUDA-PAR/ Hizbullah ile T-KDP bağını merak edenlere, Rojeva üzerinden bakmaları yeterlidir. Her ikisinin hedefinde de Rojeva devrimi bulunuyor.
Daha da açıkçası, bu eleştirilerinin ve saldırılarının merkezinde ‘özerklik ilan eden PYD bulunuyor. Barzani yönetimine övgüler düzen bu iki partinin, Rojeva söz konusu olduğunda Türk devleti gibi hareket etmeleri, El Nusra, El Kaide ve İŞİD gibi İslamcı örgütlerin Rojeva’da Kürt katliamına sessiz kalmaları, Türk devletiyle oluşturulan ihanet ittifakının bir sonucudur. Bu tablonun başka bir izahı yoktur.
Diğer tarafta son zamanlarda Barzani’nin ABD’ye kıyasla daha fazla Türkiye’yi ve AKP hükümetini kıble seçmesi asla manasız değildir. Yani mesele sadece bir ekonomik gelir düzlemi olarak Güney Kürdistan Petrolunun, Türkiye üzerinden satılması değildir. Bunun bir de politik-stratejik hesaplar boyutu vardır. Bugünkü bölgesel denklemde Erdoğan-Davutoğlu politikasının uygulamak istedikleri ama başarısızlıkla sonuçlanan Neo-Osmanlılık stratejisine karşı, ABD’nin önderlik ettiği yeni bir Ortadoğu politikasını görmek gerekiyor. ABD, kesinlikle Türkiye’yi aktör olmaktan düşüren bir yeni politikayı uygulamak istiyor. Yani, yeni politik- stratejik denkleme uygun olarak bu sürecin rol sahibi aktörleri de değişmeye başlamış bulunuyor.
İran aşamalı olarak ön plana çıkıyor. Suudi Arabistan yeni denklem içinde yerini almaya devam ediyor. Mısır, Arap dünyasının politik gücü olarak yeniden aktifleşebilecek gibi görünüyor. Erdoğan istediği kadar Rabia işaretini yapa durdun, Mısır’da İhvanı Müslim Hareketinin geri dönüşü çok zordur. Erdoğan’ın, Mısır üzerinden ABD ve müttefiklerini çok rahatsız ettiğini unutmuyoruz. Dolaysıyla bütün bu denklemin içinde Kürtlerin artan stratejik bir konumu söz konusudur.
Türkiye’nin hala uygulama peşinde olduğu Neo-Osmancılık ittifakında AKP, KDP, El Nusra, El Kaide, İŞİD, T-KDP ve HUDA-PAR gibi güçlerin yer aldığı anlaşılıyor. Bunların ortak saldırı merkezi ise Rojeva’dır. Bu noktada mutlaka KCK’nın sesine, çağrılarına kulak vermek gerekiyor.
Çünkü Rojeva’da ‘Özerk Kürdistan’ bölgesinin oluşması Türkiye’nin Neo-Osmancılık politikalarını bütünüyle işlevsizleştirecektir. Rusya ve ABD bu gerçeğin farkında olduğu için Türkiye’nin, Rojeva’ya askeri müdahalesini izin vermediler.
Kürt Özgürlük Hareketi, bölgesel gelişmeleri takip ediyor, ancak bu süreci isabetli olarak okuyup pratik formülasiyona dökemiyor. Gündemi belirleme ve gerekli politik inisiyatifi kuramıyor. Daha doğrusu teorik olarak işin farkında ama bunu kamuoyuna iyi yansıtamıyor, mal edemiyor. Ancak her şeye rağmen Kürdistan Özgürlük Hareketinin ideolojik ve politik çizgisi, başta Rojeva olmak üzere, bütün Kürdistan’a yön verecek düzeydedir. En önemlisi de eşsiz mücadele azmi.
Cemil Kılıç- rojevakurdistan.org
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.lekolin.org – www.navendalekolin.com – www.lekolin.net – www.lekolin.info