10 Ekim 2018 Çarşamba Saat 08:04
Günümüzde kadınla ilgili tartışmaların merkezinde eşitlik
konusu vardır. Kadın hakları konusu etrafında yürütülen bu tartışmaların hemen
hepsi sistemin çarpıtmaları ekseninde ilerlemektedir. Kadın sorunu bir
toplumsal sorun, bir özgürlük sorunu, doğru yaşama sorunu ekseninde ele alınma
ve çözümlenme yerine mevcut sistem içinde birey hakları diye bahsedilen
yurttaşlık hakları çerçevesinde ele alınıyor. Ki bu da kişinin devlet ve
iktidar karşısında tanımlanmasından öte bir şey değil, toplumsallığından
koparılmış ve yalnızlaşmış bireyin devlet tarafından yutulması anlamındadır.
Böyle bakınca Avrupa kadın hakları ve yaşamı konusunda son derece özgürlükçü ve
bunu yaratmış durumda görülüyor. Tüm dünyada bu kıstasları uygulama ve buna göre
yaşama konusunda geleneksel toplum sistemlerindeki kadın algısını değiştirme
çabası var. Dinin, gelenek ve göreneklerin kadın etrafında kurduğu zincirleri
kırmak, kadını herkesin alımına ve kullanımına uygun hale getirmek en önemli
hedef. Bunu da toplumsal sahaya kadını çıkarmakla yapıyorlar ki tümüyle ele
geçirdiğine inandığı kadını öne sürmekten ve belirlenen sınırları aşmaktan
çekinmiyor.
Kadının eşitlik sorunu mu özgürlük sorunu mu diye sormak
gerek. Kadın aile içinde, devlet ve siyaset alanlarında, çalışma alanlarında ve
haklar bakımından erkekle eşitlendiğinde bu özgürlük oluyor mu? Kadını devlet
koruması ve yasaları ile eşitlemeye çalışan bir anlayış ile devlete ait olmuş
bir kadın gerçeği oluşmayacak mı? Kadını ailenin, kocanın ve geleneklerin baskısından
zaten bunları yaratan ve sürmesi ile kendi geleceğini garantileyen sistem
kurtarabilir mi? Ya da kurtarmak ister mi?
Tüm bunlara rağmen kadın köleliğini radikal bir şekilde
çözümleme ve ataerkil sistemin aşılmasını gündeme almak gerekirken bunun yerine
erkek egemenlikli sistem gerçeğini sorgulamadan kadın özgürlüğünü erkekle
eşitlik konusu üzerinden ele almak veya kadını devlet ve iktidar içinde güç
haline getirmek çabası büyük bir saptırmadır.
Kadının eşitlik ve haklar mücadelesini tümden yadsımak ve
boş görmek değil amacımız. Özgürlük için eşitlik de bir koşul ve ön aşama
olabilir. Ama özgürlük sorunu doğru tartışılmadığı ve kadının nerede kaybettiği
anlaşılmadıkça çözüm de gelişemez. Eşitlenmekle özgürlük sorunu çözümlenmiş
yanılgısına düşülür.
Kadınların özgürlük mücadeleleri çeşitli isimler ve biçimler
altında devam ediyor. Tümden sistemin kendi kadın projeleri ile yürüyor demek
eksik bir tanımlama olacaktır. Farklı coğrafyalarda ve farklı zamanlarda hep
sürdü ve sürüyor. Erkek egemenliğine, köleleşmeye, katledilmeye, baskı ve
şiddete karşı bir direniş var. Kadın sorunu olarak gündeme giren tüm egemen
erkek uygulamalarıyla mücadele konusunda bir arayış da var. Ancak kadının
özgürlüğünün ne bireysel özgürlükle, ne tek başına eğitim hakkı kazanmakla, ne
ekonomik bağımsızlıkla ne de kaba erkek düşmanlığıyla yaratılamayacağı görüldü.
Devletten, sistemden, kocadan ve geleneklerden yardım beklemenin ve talep
etmenin de anlamsız ve sonuçsuz olduğu görülüyor.
O zaman öz iradesine dayanarak, gücünü açığa çıkararak,
örgütlenerek, zorluklara göğüs gererek ve kadın özgürlüğünün önündeki temel
engelleri doğru tanımlayıp bunlarla güçlü bir savaşım vererek mücadeleyi
yükseltmek önem kazanıyor. En önemlisi de alternatif sahibi olabilmek. Ve
özgürlüğün karşıtı olan tüm güçlerle savaşımı mücadelesinin merkezine almak.
Özgür yaşam kadın açısından tek alternatif. Ama bu alternatifi ete kemiğe
büründürme ve sistem olarak inşasına soyunmak bir görev. Tüm kadınların önünde
duran bir görev bu. Bunun için egemen erkek zihniyetinin kadına sunduğu
alternatiflere karşı koyma cesareti ve kadına biçilen rollere karşı çıkma, tüm
kadınların ortak mücadelesi, radikal bir örgütlenme ve eylemlilik sahibi olmak
gerekli.
NEREDEN BAŞLAMALI; KODLAMALARI KIRMAK
Toplumsal sistemler zihniyet inşaları ile gelişiyor. Yani
yeni sistem ve toplumsal kuruluşu tasarlamak ve buna göre kendini örgütlemek,
çevresini örgütlemek, bunun maddi yapısını açığa çıkarmak, zihniyet inşalarını
geliştirmek mevcut toplumsallığa bir müdahaledir. Her yeni düşünce bir müdahale
olarak gelişmiştir. Kendini örgütleyebilir ve bunun koşullarını değerlendirerek
yapabilirse yeni bir inşaya yol açar. Yapamazsa yenilmiş veya sonuçsuz bir çaba
olarak tarihte yer alır.
Erkek egemen sistem kendini iktidar, devlet ve şiddet ekseninde
örgütledi. Bunu yapmak için zihniyetin esnekliğine ve ideolojinin gücüne
dayandı. Herkes “burada kadının suçu neydi?” onun peşindedir. Ve tüm izahlar
bunun üzerinden yapılmaktadır. Yani her zamanki gibi suçlu olan ezilendir,
başına bir şey gelmişse bir nedeni ve haklı zemini vardır diye zorbalığı temize
çıkaran bir zihniyet ile sorgulanmaktadır. Kadının fiziki ve düşüncedeki
zayıflığı, çocuk doğurmasının ona getirdiği negatif durumlar, biyolojik
yapısının dezavantajları, toplumsal kimlik içindeki rolünün sonuçları, kadın
kimliğinin getirileri(kıskançlık, duygusallık, kaprisler, zayıf psikoloji, …
vb)! çoğaltılabilecek nice argüman…
Kadın toplumsallığının özgürlükçü doğası hakkında bilgi
sahibi olanlar anaerkil sistem diye adlandırdıkları sistemi de yenilmeye mahkum
ve sınıfların doğmasının zorunlu olduğu gibi bir örgü ile tarihin ilerlemesi
tezine dayandırdılar. Geri olan yenilmeye mahkumdu! Gerilik ve ilerilik neye
göre ve nasıl değerlendiriliyor, bunu kim belirliyor, kriterleri ve ilkeleri
nedir diye baktığımızda karşımızda erkek aklını görüyoruz. Ve onun kendi
geliştirdiği sistemi meşrulaştırmak için sergilediği çabaları…
Sonuç olarak doğal toplum olarak temel insani ilkelere ve
eşitlik özgürlüğe dayalı toplumsal sistem bir müdahale ve darbe ile yenildi.
Suçlu tabi ki kadındı ve yeniyi yaratamadığı, buna gücü yetmediği, kadın
doğasının zaten bu gücü olamadığı için bu yenilgi bir kaderdi. Kadın statüsü
erkek kuralları ve yasaları ile belirlendi. Erkeğin hakim olduğu sistem, devlet
ve iktidar yapılanmaları bir zorunluluktu. Güçlü olan zayıfı yenerdi, bu bir
doğa kanunuydu. Eski olan aşılırdı ve her gelen içinde yenilik ve ilericiliği
barındırırdı. Bu da her şeyin değiştiği ve geliştiği tezine uygun olarak
rasyonelleştiriliyordu. Yine teolojik açıklamalarda kadının statüsü tanrının
bir kanunu ve kurduğu ilahi, sorgulanmaz ve değişmez sistemin bir gereğiydi ve
buna karşı çıkmak en ilahi değerlerle çatışmaktı ki sonu yakılmak ve
cezalandırılmaktı. Erkek tanrılar nedense kadına karşı çok öfkeli ve acımasızdılar
ve her nedense yine de bu öfkelerine yenik düşerek cezalandırılmalarını
sağlıyorlardı.
Yine de ve iyi ki, insan aklının durdurulamayan sorgulama ve
sorular sorma gücü engellenemiyor. Çünkü kadının mevcut statüsü kendisiyle bir
düzen ve istikrar, sistemin sorunsuz sürdürülmesini getirmiyor. Sürekli bir
kriz yaratıyor. Toplumda egemenlik ve kölelik gibi bir ikilem var oldukça savaş
ve krizler kaçınılmazdır. Kölelik insanın tümden kabulleneceği bir durum
değildir. Belki bir dönem çözümsüzlükle bu duruma katlanılması sağlanabilir ama
kimseyi bununla tümden uyumlu ve sonuna kadar kabullenerek yaşamaya
zorlayamazsınız. İnsan doğasına aykırı durumlar kesinlikle insan ruhu
tarafından reddedilmeye ve sorgulanarak aşılmaya mecburdur. Bu nedenle insan
doğasına saldırı giderek derinleşiyor. Derinleştikçe kriz büyüyor ve bu krizi
dindirmek için yeni saldırı yöntemleri aranıyor ve bu böyle devam ediyor… Yani
çözüm gücü olmayan bir sistemden bahsediyoruz. Çözüm kadınların, toplumların
doğasına ve varoluşlarına uyumlu bir yaşam sisteminin yaratılması ve özgürlük,
eşitlik, adalet gibi temel değerlerin hayat bulması ile gelişebilir. Bunu da
elbette ki sistemin kendisini üzerinden kurumlaştırdığı ve en derin sömürü
basamağı haline getirdiği kadının isyanı, mücadelesi başaracaktır. Kadın
özgürlüğü biliyoruz ki toplumun, erkeklerin ve tüm yaşamın özgürlüğü anlamına
da gelmektedir. Genel bir özgürlük mücadelesinin kadının özgürlüğünü
garantilemediği tarihteki örneklerden biliniyor ama kadının özgürlüğü toplumun
özgürlüğünü getirecektir. Kadın devrimi özgürlük devrimi olacaktır, toplumsal
bir devrim olacaktır.
Kadınların özgürlük mücadelesinde en büyük dayanakları
tarihsel kaynaklarıdır, kadının bugün de ortadan kaldırılamayan ve
engellenemeyen özgürlük eğilimidir, yaşamı yaratan emeğidir, hayatı
güzelleştiren ve yaşanılır kılan duygularıdır, vicdani, adaleti ve paylaşımcı,
başkalarını da düşünen doğasıdır. Kadının özgürlük için savaşmasının
gerekliliği salt köledir ve kendi kurtuluşu için savaşmalıdır gerçeğine
dayandırılamaz. Diğer temel bir nokta şudur ki kadının özgürlükçü doğası ve
özgürlüğe dair yok edilmeyen eğilimi büyük bir güç ve direniş merkezidir.
Kendisinde temsil ettiği, devrimin ve sosyalist yaşamın geliştirilmesine dair
güçlü yanlarıdır. Bu güçlü yanlar bir devrimin ve özgür yaşamın harcı ve
geliştirici gücü olacaktır.
Günümüzde bu konuda büyük adımlar atmış ve özgürlük uğruna
savaşan en dinamik güç Kürt kadınlarıdır. Demokratik ekolojik ve kadın
özgürlüğüne dayalı paradigma ekseninde mücadele ederek gerçek özgürlüğü
yaratmaya çalışan, bunun için her alanda savaşan ve diğer kadınlara da ilham
veren bir gerçekliği yaratmıştır. Binlerce soylu kadın kimliği ve kadim kadın
kültürünün günümüzdeki temsilciliğini açığa çıkarmışlardır. Sorunu sadece
tespit etmek değil aynı zamanda bunun örgütlenmesini, savaşını ve militanlığını
yapacak düzeyde bir özgürlüğe adanmışlık yaratılmıştır. Kürt kadınlarının bu
gerçeği tarihsel olarak özgür toplumsallığın yaratıldığı bir coğrafyanın
kültürünü temsil etmek kadar bu yüzyılda eşi benzeri olmayan bir soykırım ve
katliamla yüz yüze kalmalarıyla da ilgilidir. Yok sayılan, katledilen ve
özgürlüğü elinden alınan bir toplumun en çok ezilen kesimi olarak hem kendi
özgürlüklerini sağlamak hem de bunun önünde engel olan tüm iktidarcı ve devletçi
gelenek ve kurumlarla savaşmak Kürt kadının bir anlamda kaderidir. Bu kaderin
yarattığı görevleri anlamak açısından Kürtlüğün ve kadınlığın karşı karşıya
kaldığı dayatmaları anlamak gerekmektedir.
KÜRDİSTANDA KÜLTÜREL SOYKIRIM VE ÖZEL SAVAŞ GERÇEĞİ
Kürdistan coğrafyası bin yıllardır sömürgecilik savaşı ve
hakimiyet mücadelelerinin merkezi konumunda. Bunlara rağmen kendi halk gerçeği
ve tarihsel özünü korumaya dönük uzun bir direniş dönemine de şahitlik
etmiştir. Kürdistan coğrafyası egemenlik savaşlarının merkezi olmasına rağmen
güçlü kültürel gelenek yenilmemiştir. Kültürel soykırım ve asimilasyona dayalı
imha süreçleri ulus devletlerin bir icadı olarak tek kimliğe dayalı devletleşme
ve ulus yaratımı gibi bir süreci açığa çıkarmıştır. Kürt halkının özgürlük
talepleri bu çerçevede hep saldırı ile karşılanmıştır. Özellikle TC devletinin
kuruluş süreçleri olan dönemde Kürt halkının talep ve isyanları karşısında
inkar ve imha politikasına dayalı yaklaşımlar büyük soykırım hareketleri olarak
gelişmiştir. Katliamlara ve yok etmeye dayalı bu yıllarda özelde Şark Islahat
Planı çerçevesinde kültürel ve kimlik olarak Kürt varlığını ortadan kaldırma ve
Türkleştirme politikaları devreye girmiştir.
1925’te geliştirilen Şark Islahat Planı genelgesinin 12.
maddesinde “…kıyafetin, şarkıların, oyunların, düğün ve toplum gelenek ve
göreneklerinin de milliyet duygularını daima uyanık tutan ve toplumları
geçmişlerine bağlayan bağlar olduğu unutulmamalı. Bu nedenle lehçeyle birlikte
bu gibi aykırı gelenekleri de fena ve zararlı görmek ve özellikle kötü
göstermek (…) özetle dillerini adetlerini Türk yapmak… önemli bir görevdir”
denmektedir. Sadece fiziki olarak ortadan kaldırma değil kültürel ve varlık
olarak yok etme de planlı olarak uygulanmaya başlanmıştır. Bu yönüyle kültürel
soykırım ve özel savaşın bir ulus devlet icadı olduğunu belirtebiliriz.
Yine konumuz açısından kültürel soykırım ve kimliği ortadan
kaldırmada kadının rolüne yapılan vurguyu anlamak açısından diğer maddelere de
bakalım.
“ …. 14) Aslen Türk olan fakat kürtlüğe temessül etmek üzere
olan bulunan mevkide ve Siirt, Mardin, Savur, gibi ahalisi Arapça konuşan
mahallerde Türk Ocakları ve mektep açılması ve bilhassa her türlü fedakarlık
iktiham olunarak mükemmel kız mektepleri tesis ve kızları mekteplere rağbetlerinin
suveri adide ile temini lazımdır.
16) Fırat garbındaki vilayetlerimizin bazı akvamında dağınık
bir surette yerleşmiş olan Kürtlerin Kürtçe konuşmaları behemehal men edilmeli
ve kız mekteplerine ehemmiyet verilerek kadınların Türkçe konuşmaları temin
olunmalıdır.”
Kadın kültürün ve kimliğin taşıyıcısıdır. Devletçi sistemin
bir parçası değil de ezilen ve sömürülen bir ayağı olduğu için sistem ve devlet
karşıtıdır. Bütünleşme ve sistem içileşmeye uzaktır. Kendi toplumsallığının
çıkarları için çalışır ve ona göre düşünüp yaşar. Bu gerçeği iyi bilen Türk
devleti Kürt toplumunun asimilasyonu ve kültürünü ortadan kaldırmayı kadınların
asimilasyonuna bağlı görmüştür. Kültür aktarımı ve yaşatılmasının bu şekilde
önüne geçmeye çalışmıştır. Özel savaş politikalarının da ifadesi olan bu
belgede belirtilenler o günden bugüne derinleşmiş bir inkar ve imha
politikasıyla birlikte yürütüldü.
Kürt coğrafyası belki hep savaş alanıydı ama bir toplumu
inkar, kendi olmaktan çıkarma ve başka bir şey olduğunu söyleyerek terbiye etme
konusunda en korkunç ve şiddet dolu yöntemleri kullanan Türk ulus devleti oldu.
Bu yöntemler direnişi bir gelenek haline getiren Kürtleri mücadele ve varlığını
sağlama savaşına sürükledi.
KÜRTLERDE SOYKIRIMA VE KÜLTÜREL YOKOLUŞA DİRENEN KADIN KÜLTÜRÜ
Kadın kültürünün kadim toprakları Kürdistan’da gelişen
mücadele bu özelliği nedeniyle kadın eksenli gelişti. Kadın özgürlüğünü
merkezine aldı ve bu şekilde bir toplumsal devrim, kadın devrimi hedefiyle
ilerledi. Tarihteki tüm sosyalist ve ezilenler adına yola çıkan hareketlerden
farklı olarak devrim süreci içinde bir toplumsal değişim ve kadın özgürlüğü
konusunda gelişmeler yarattı.
Kadın doğası ve kültürünün sonucu olarak devletleşmeye,
iktidarlaşmaya karşı demokratik ve halkların özgürlük eğilimini
yaşamsallaştıracak olan konfederal bir sistem gerçeğine kavuştu. Erkek egemen
akıl, değerler, kültür ve yaşamı sorgulayarak özgürlük ilkelerine dayalı yeni
yaşamı yaratma mücadelesine soyundu. Kürdistan dağlarında kadınlar açısından
birçok ilkler yaşandı.
Kadının ordulaşması, savaşması ve oluşturduğu özgür yaşam
ölçülerinin yeni toplumsallığın ilkeleri haline gelmesi gerçekleşti. Kadın
adına ve kadın için oluşan tüm bilmeler, değer yargıları, kodlamalar alt üst
oldu. Kadın kendi mücadelesiyle, zorluklarla iç içe ve bedeller ödeyerek yeni
ve kendine ait olan hakikati yarattı. Yani Kürdistan toplumunda devrim içinde
devrim, toplumsal değişim ve özgürlük kadının öncülüğünde gelişti.
Yeni yaratımlar ve kazanılan özgürlük, erkek egemen sistemin
çözülmesi, iktidarın maskesinin düşmesi, tanrılaşan erkeğin ancak kadınla eşit
ve demokratik koşullarda birlikte olabileceği, geleneksel toplum yapısındaki
egemenlikli öğelerin aşılması ve kadın özgürlüğüne büyük inanç ve tutkuyla
bunun mücadelesini geliştirme gereğidir.
Direniş ve zaferin yolu kadın mücadelesi ve sonuçlarını yeni
yaşam ve toplum modeli olarak yaşamsallaştırma, açığa çıkan değerler temelinde
mücadeleden geçmektedir.
Leyla Gabar
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.lekolin.com – www.lekolin.org – www.lekolin.net –
www.lekolin.info -www.navendalekolin.com -http://kursam.org/index.html-
http://kursam.net/index.html