30 Aralık 2016 Cuma Saat 02:36
1940 ile 1970 Arası Uygulanan Göç ve İskan Politikaları
Kürt meselesi, sırtlan payında kurulan Türk ulus-devleti
için her zaman esaslı bir sorun olarak orta yerde durmuş gibidir. 1940’lı
yıllara gelindiğinde Bakurê Kürdistan’ın askeri operasyon düzenlenmedik tek bir
alanı kalmaz. Askeri operasyonlarla öncelikle Kürtlerin iradesini teslim
almayı, toplumsallıklarını ve örgütlülüklerini tümden dağıtmayı esas alırlar.
Bu askeri operasyonlar sonucu on binlerce insan katledilirken on binlercesi de
topraklarından sürülmüşlerdir. Deyim yerindeyse Şeyh Sait isyanıyla başlatılan
Kürdistan’ın fethi operasyonları başarıya ulaşmıştır. Bundan sonra Kürdistan’da
Kürtlük adına yaprak bile kımıldamayacaktır. Aslında İttihatçı zihniyetin
Kürdistan’ı Türkleştirme operasyonu iki temel ayak üzerinde yürütülmüştür. İlk
ayağı 1925’ten 1940’a kadar devam eden askeri operasyonlarla Kürdü teslim almak
amacıyla uygulanan kızıl katliamlar, ikinci ayağı ise 1940’lı yıllardan sonra
iradesi teslim alınmış, örgütlüğü ve toplumsallığı dağıtılmış zemin üzerinden
kültürel soykırımla sonuç almaya dönük olarak yürütülmüştür. Görünen o ki
askeri operasyonlar tamamlanmış ama Kürt’ü Türkleştirme noktasında hala
istenilen sonuç alınmış değildir. Burada asimilasyon politikasının sonuç vermemesinin
en önemli nedenlerden biri Kürt aşiretlerin göçebe yaşamıdır. Göçebe yaşayan
aşiretlerin devlet kurum ve kuruluşlarıyla hatta şehir yaşamıyla bağı oldukça
zayıf olmuştur. Bu yaşam biçimi kendileriyle sınırlı ve dar kalsa da dil ve
kültürlerinin korunmasında önemli bir rol oynamıştır. Nitekim daha sonra Kürt
aşiretlerin bu göçebe yaşamı önüne geçmek için devlet çeşitli şekillerde tedbir
almaya çalışacaktır. Bu noktada CHF(CHP) azınlıklardan sorumlu IX. Bürosu’nun,
1939-1940 yıllarında Kürdistan için hazırladığı raporda öncelikle 31 ilde
Kürtçe konuşanların nüfusunun 1.5 milyonu geçtiği ifade ediliyor devamında ise
şunlar belirtiliyor “…Bunun için memleketin büyük bir kısmında yabancı bir
unsurun toplu olarak yaşadığını bilmek ve itiraf etmek ve buna göre tedbirler
almak zaruridir… Bağlı haritaya bakacak olursak Ağrı, Hakkâri, Van, Bitlis,
Muş, Bingöl, Tunceli, Siirt, Diyarbakır, Mardin ve Urfa vilayetlerinde Kürtler
nüfusun yüzde altmışından fazlasını teşkil etmekte ve muayyen bir memleket
parçasında ekseriyet halinde bulunmaktadırlar… Bu durumu göz önüne alarak
memleketin bu kısmı için müstacelen (acilen) hususi tedbirler almaya mecburuz.
Bir taraftan Kürt nüfusunun çokluğu, diğer taraftan oturdukları sahanın
genişliği dolayısıyla Çerkez, Arnavut, Gürcü gibi küçük yabancı kavimler için
teklif ettiğimiz temsil (asimilasyon) tedbirleri bu saha için kâfi değildir.
Burada alacağımız tedbirler daha esaslı ve şumullü (kapsamlı) olmalıdır. Gerek
mübadele(değiş-tokuş) ve gerekse hicreti kolaylaştırma yoluyla memlekette
mevcut gayrı Türklerin azaltılması esas olmakla beraber bu hususta hatıra gelen
birkaç tedbiri aşağıda sıralıyorum
… Ancak bu iskânın iyi bir netice verebilmesi için
yukarıda saydığımız mıntıkalara yerleştirilecek olan Türk nüfusunun miktarı
buralarda oturan Kürt nüfusuna tekabül etmeli ve medeni seviye bakımından
Kürt’e üstün olan bu muhacirler mıntıkalarına göre, istihsal vasıtası ve
aletleriyle tam bir surette teçhiz olunarak maddeten de üstün bir hale
getirilmelidir. Bu verimli ovalara yerleştirilecek olan Türk nüfusu ve
bölgelerin iklimine uyan ve memleketin kesif bir surette meskûn olan
mıntıkalarından alınabilir. Ayrıca bu sahalara memleketimiz dışında oturmakta
olan Türk nüfusu da getirilebilir. Bu hususta ilk hatıra gelen kısım Romanya ve
Bulgaristan Türkleridir ki bunlar oralarda tedrici bir surette erimege
mahkûmdurlar. İkinci kısım olarak İran’ın Kürt ve Farslarla meskûn olan Şiraz
bölgesinde oturan ve nüfusu 200 bini aşan ve büyük bir hayvan servetine malik
olan Kaşkailer düşünülebilir. Bu suretle bu mıntıka için hariçten bir milyona
yakın bir nüfus elde edilebilir ki bu yekûn Aras, Murat, Şimali Fırat ve Dicle
mailelerinde oturan Kürt nüfusunun üstüne çıkar. Buralarda halen oturmakta olan
Türkler de hesap edilirse mevcut Türk nüfusu büyük bir ekseriyet kazanmış olur.
Aşiretlerin iskânı: Göçebelik devam ettiği müddetçe temsil (asimilasyon)
politikasının büyük zorluklara maruz bulunduğu bugün herkes tarafından
anlaşılmış bir hakikat olduğundan burada bu işin lüzumundan bahsetmek fazla
olur. Yalnız bu işin de diğer umumi iskân işi gibi halen iyi işlemediğini
zikretmek kâfidir. (56)
Görünen o ki Kürdistan’a giden her devlet heyeti gördükleri
manzara karşısında cinnet geçirmektedir. Çünkü 1925-1940’lı yılları arası
Kürdistan’da uygulanan asimilasyon ve göç politikalarına bakılırsa Kürtlük ve
Kürdistan adına hiçbir şeyin kalmaması gerekirdi. Taşı toprağı her şeyiyle
Türkleşmeli ve dolayısıyla bir Türk vatanının parçası haline gelmeliydi. Ama
yapılan tüm katliam ve göçertme politikalarına rağmen Kürdistan’a giden her
devlet yetkilisini şaşırtıp ürkütecek kadar Kürtlük dipdiri ayaktadır.
Mezopotamya coğrafyasında bin yıllarca yaşamış olan bu kadim kültürü 15 yıl
gibi kısacık bir zaman diliminde tümden ortadan kaldırmayı düşünmek bile ne kadar
gerçeklikten kopuk hayali bir yaklaşım olduğunu ortaya çıkarmaktadır. Aslında
cumhuriyetin Kürtlere bu yaklaşımı bile oluşturulmak istenen yapay Türk
ulus-devletinin gerçekliğinin izahı için yeterlidir. Sanki yangından mal
kaçırırcasına bir an önce Misak-ı Milli sınırları içinde olan tüm etnik
grupları, özelikle de Kürtleri tek potada eriterek Türkleştirmeye çalışmaları
ne kadar korsanvari ve sırtlan payından bir devlet olduğunu açıklar
niteliktedir.
Kürtleri Türkleştirmek için devlet yetkililerince onlarca
rapor ve yüzlerce öneri sunulmuştur. Bu raporlar içinde en ilginç olanlardan
biri Kazım Karabekir tarafından devlete sunulandır. Aslında Suriye ve Irak Arap
rejimlerinin 1970’li yıllarda orada bulunan Kürdistan parçasını diğer
parçalardan tamamıyla koparıp izole etmek ve böylelikle asimilasyon
politikalarından sonuç almak için uygulamış oldukları “Arap Kemeri projesinin
esin kaynağı olduğu anlaşılmaktadır. Kazım Karabekir, Bakur Kürdistan’a bir
Türk kanalı açmayı önerir. Bakur Kürdistan’ını üç parçaya bölerek “T projesi
dedikleri bir kanalla Kürdistan’ın bir başından diğer başına kadar
oluşturulacak bu kanallara Türk nüfusu yerleştirerek böylelikle toplumsal
olarak Kürtleri birbirlerinden kopararak asimile etmeyi düşünmektedir. Kazım
Karabekir raporun gerekçesinde şunları ifade etmektedir “Kürtleri bize
bağlayan yegâne bağ, dini kuvvet idi… Kürdistan’da yol yoktur. Kürdistan’da
tarım ve sanayi yoktur… Yönetim ve yargı yetersizdir. Kürtleri öylece bırakıp
sadece askere almak demek, düşmanlarımıza propaganda alanı açmak demektir.
Öncelikle yol, köprü ve okul yapmak tarım reformu gerçekleştirerek
Kürdistan’da inşa faaliyeti başlatmak gerekir. Kürtlük, zayıf anımızda
kışkırtılıp hem kendilerini hem de bizi maf edebileceğinden, (yönetim) Türk
kanalı açarak Kürdistan’ı üç kısma bölmelidir. Şöyle ki
• Kuzeyden
güneye doğru Hasankale-Malazgirt-Bitlis-Siirt-Cizre
• Erzincan-Pülümür-Nazmiye-Palu-Ergani-Diyarbekir-Mardin
• Doğudan
Batıya Karaköse-Malazgirt-Muş-Genç-Palu
• Siirt-Diyarbekir
yani Dicle boyu. En önemlisi (açılan bu kanallarda) Malazgirt ve Nazmiye
bölgelerine Türk köyleri yerleştirilmeli.
• Ayrıca
bölgede kuvvetli bir idare kurmak, isyanı bastırmada her türlü fedakârlığa
katlanmak gerekir. (57)
Bu raporlarda bahsedilen iskân ve göç politikaları günümüze
kadarda devam edecektir. Çünkü en hızlı biçimde Kürt’ü Türkleştirmenin yolu onu
bulunduğu coğrafyasından koparmaktı. Bakur’da iskân ve göçün esası asimilasyon
politikalarından sonuç almak için yapılmıştır. Dolayısıyla devlet tarafından
çok bilinçli ve planlı şekilde gerçekleştirilen eylemler dizisidir. 1940’lı
yıllardan sonra göç politikalarında yöntem olarak eskisi gibi katliam, toplu
göç, sürgün vb. uygulamalar esas alınmasa da bu sefer farklı yöntemlerle Kürde
göç dayatılacaktır. Kürdistan’a bilinçli olarak hiçbir ekonomik yatırım
yapılmaz ve iktisadi olarak Kürdistan geri bırakılır. Kürdün geçim kaynağı olan
tarımcılık ve hayvancılığı sınırlı düzeyde tutarak gelişmesinin önü alınır.
Buna karşılık batı şehirleri her yönüyle çekim merkezi haline getirerek
Kürdistan’dan batıya doğru sürekli bir biçimde ekonomik, eğitim, sağlık ve daha
başka sebeplerden kaynaklı göçü tetikleyen politikalar esas alınır. Bu
politikalar çok uzun vadeli ve kesintisiz bir biçimde uygulanılır. Burada ön
görünen şey Kürt coğrafyasını Kürtler nezdinde anlamsız, değersiz ve adeta
“karın doyurmaz topraklar olarak biran önce terk edilmesi gereken coğrafya
kanısını oluşturmaktı. “Karın doyurmaz topraklara bağlılık zayıf olacağı gibi,
yurtseverliği de zayıf hatta anlamsız olacaktır. Yaratılmak istenen bu kanıya
inanmış herkes biran önce ülkeyi terk etmeye hazırdır. Hele birde eline küçükte
olsa bir fırsat geçti mi onu kaçırması bile düşünülemez. Nitekim bu
uygulamalardan kaynaklı Kürdistan’dan Türkiye’ye doğru yoğun bir göç dalgası
söz konusu olur. 1960’lı yıllara gelindiğinde 2. Dünya savaşının ağır
sonuçlarından kaynaklı Almanya yeniden inşa faaliyetleri için iş gücüne ihtiyaç
duyacaktır. Türk devleti bu durumu bile Kürdistan’daki nüfusu göçertmek için
değerlendirmeye çalışacaktır. Alman devletiyle yapılan anlaşma gereği her giden
işçi başına o dönemin parasıyla 10 bin mark para alırken aynı zamanda Kürtlerin
yönünü Avrupa’ya vererek Kürdistan’ı da boşaltmaya devam edecektir. Bu sefer
özellikle seçtiği bölgeler o dönemde azda olsa aydın ve bilinçli bir kesimin
geliştiği sol muhalif eğilimlerin güçlendiği ve Kürtlük noktasında da farklı
eğilimlerde de olsa kıpırdamanın yaşandığı Maraş, Adıyaman, Malatya, Dersim,
Sivas, Elazığ ve Erzurum alanları olacaktır. Bu dönemde birçok insan işçi
olarak Almanya’ya gönderilecektir. Giden her işçi bir süre sonra ailesini ve
dolayısıyla akraba çevresini Avrupa’ya taşımaya çalışacaktır. Çünkü Kürdistan’a
göre ekonomik ve yaşam olarak daha rahat koşullara sahip olmasının yanı sıra
kısa sürede zengin olmanın şartları mevcuttur. Kürdistan’da “Almancı olmak
artık herkese nasip olmuyordu. O dönemde yeşil çamın devreye girmesiyle çekilen
filmlerle de “Almancı olmayı teşvik etmişlerdir.
1970 ile 2000 Arası Uygulanan Göç ve İskan Politikaları
1970’li yıllara gelindiğinde Türk devletinin korktuğu başına
gelmiştir. Türkiye ve Kürdistan gençliği 68 kuşağın etkisiyle yoğun bir biçimde
sol ve Marksist klasikleri okuyarak faşist devlet rejimine karşı çeşitli
örgütlenmelere girişeceklerdir. Tamda Kürdistan’da sonuç aldık dedikleri bir
ortamda PKK hareketi doğacaktır. Çıkışıyla birlikte Kürdistan’da ciddi bir
taban örgütlenmesine yol açacaktır. Bu durum devletin 50-60 yıllık tüm inkar ve
imha politikalarını boşa çıkartan bir çıkış niteliği taşıyordu. Onun için
devlet PKK’ye yönelirken diğer klasik sol-Marksist örgütlere yöneldiği gibi
yönelmeyecektir. Daha kapsamlı ve adeta bir daha hiç kimsenin Kürt ismini
ağzına almaya bile cesaret edemeyeceği bir yönelimi esas alacaktır. İlk
yönelimi PKK’nin ilk kadrolarının örgütlendiği ve toplumsal taban bulduğu
Maraş’ta olacaktır. 19 Aralık 1979 yılında Maraş merkez, Pazarcık ve çevre
köylerindeki Kürt Alevi kesimlerine yönelik bir hafta süren katliam uygulanır.
Bu katliamda resmi rakamlara göre 150 Alevi Kürt öldürülür, onlara ait 200’ün
üzerinde ev yakılır ve 100’e yakın işyeri tahrip edilir. Oysa bizzat olayın
tanığı olan Alevi Kürtlere göre o zaman 1000’den fazla insan katledilir.
Pazarcık ve Maraş merkezde bulunan tüm Kürt iş yerleri yakılıp talan edilir.
Bununla sınırlı kalınmaz Alevi köylerine de saldırı düzenlenir. Köylerden
gelebilecek saldırılara karşı tedbir alındığı için çok fazla zarar verilemez.
Bu saldırıyla bu alandan tümden Kürtler temizlenmek istenmiştir. Nitekim daha
sonra Maraş merkezde bulunan bir alevi Kürt mahallesi tamamıyla boşaltılır yine
Pazarcık ve Elbistan’da bulunan Kürtleri Avrupa’ya göçertmek için kolaylıklar
sağlayarak göçün önü açılır. Sadece dört ay sonra Mayıs ayında Çorum’da,
Alevilere yönelik ikinci bir katliam girişimi olur. Burada resmi rakamlara göre
57 Alevi katledilir ve 100’den fazla insan yaralanır. Bu her iki vaka Kürt
alevi kesimi üzerinde ciddi bir psikolojik baskı oluşturur. Hem Maraş katliamı
ve arkasından gelen Çorum katliamıyla birlikte Maraş bölgesinde ki Kürt alevi
kesiminden binlerce kişi Avrupa’ya göç etmek zorunda kalır. Yine devletin bu
dönemde özel olarak göç ettirmeye çalıştığı başka bir kesimde Ezidi Kürtler
olmuştur. 1980’li yılların başında bu kesimin Avrupa’ya göç etmesi için
kolaylıklar sağlanmış ve göçü teşvik ederek Bakurê Kürdistan’da bulunan
Ezidilerin çoğunluğu Avrupa’ya taşınmıştır. Avrupa’ya kitlesel göç bunlarla
sınırlı kalmayacaktır. Turgut Özal
döneminde de Avrupa’ya ve Türkiye’ye kitlesel göç teşviki için daha kapsamlı
bir plan ele alınacaktır. Tıpkı Şark Islahat Planında olduğu gibi dönemin ruhu
canlandırılacaktır. Özal iktidara geldiği ilk yıllarında sadece Almanya
devletiyle değil, birçok Avrupa ülkeleriyle de anlaşma yaparak özelikle Bingöl,
Elazığ ve Maraş gibi alanlarda insanların kitlesel biçimde Avrupa’ya taşınması
için her türlü teşviki yapacaktır ve buralardan Avrupa’ya doğru ciddi bir göç
dalgası başlayacaktır. 1990’lı yıllara gelindiğinde ise PKK hareketi gerilla
mücadelesiyle sınırlı kalmamış Kürdistan’ın birçok yerinde halk ayağa kalkmış,
gençler akın akın yönlerini dağlara vermiş deyim yerindeyse Kürt ulusal
dirilişi başarı kazanmıştır. Bu gelişmelerin önü alınmazsa devletin dayanmış
olduğu ulus-devlet projesi tümden çökebilirdi. Bunun için Turgut Özal
Kürdistan’ı boşaltmak için daha kapsamlı bir plan geliştirecektir. Turgut Özal
Cumhurbaşkanı iken dönemin başbakanı Süleyman Demirel’e Kürdistan’da
uygulanacak olan dönemin yenilenmiş Şark Islahat Planı’nı gönderir. Bu planın
bizzat devlet tarafında harfiyen uygulanmasını talep eder. Bu plan 1993’te
Turkish Daily News gazetesinde yayınlanır. Planın detayları şu şekildedir “En
sorunlu kuşaktan başlayarak, dağlık bölgedeki köyler ve mezralar kademeli
olarak boşaltılmalıdır. Sayıları 150,000 ile 200,000’i geçmeyen PKK destekçisi
grubun dikkatli bir plânlamayla ülkenin batısında yeniden iskân edilmesiyle
PKK’nin lojistik desteği kesilmiş ve bu insanların hayat standarttı yükselmiş
olacaktır. Bu gruba iş bulmada öncelik tanınmalıdır. Dağlardaki yerleşim
yerlerinin boşaltılması ile terörist örgüt izole edilmiş olacaktır. Güvenlik
güçleri bu tip bölgelere derhal girmeli ve tam bir kontrol sağlamalıdır. Yöre
insanlarının bölgelerine dönmelerinin önüne geçilmesinde, uygun yerlere çok
sayıda baraj yapılması ayrıca bir alternatif olabilir. PKK’nin lojistik
desteğini kesmek için, yerel halk devlet saflarına kazanılmalıdır. Uzak dağ
köyü ve mezralarına yerleşmiş halk daha büyük yerleşim alanlarına gitmeye
teşvik edilmelidir. Yöre insanının ülkenin batısına göç etme eğilimine
bakılırsa, görülmektedir ki gelecekte sadece 2-3 milyon insan bölgede oturuyor
olacaktır. Eğer bu göç düzene sokulmazsa sadece nüfusun göreceli olarak daha
varlıklı bölümü taşınmış, fakir olanlar arkada bırakılmış olacaktır. Böylece bu
alan daha da fazla anarşi için besleyici bir zemine dönüşecektir. Bunun önüne
geçmek için, göç mutlaka devlet tarafından düzene sokulmalıdır. Batıda önceden
belirlenmiş yerleşim yerlerine toplumun her kesimine mensup olanları içeren
plânlanmış dengeli bir göç düzenlenmesi zarureti vardır. (58) Özal, dönemin
başbakanı Süleyman Demirel’e sunduğu kapsamlı planlamada Kürdistan’ı boşaltmak
için üç temel taktik önermektedir. Birincisi, kırsal kesimdeki köylerin ne
pahasına olursa olsun boşaltılması yani yakılması, ikinci önemli taktik merkezi
köy projeleriyle onlarca dağınık köyü boşaltarak merkezi köylerde bir araya
toplayarak denetimde tutulması, üçüncüsü ise bölgede yoğun bir şekilde baraj
yapımına geçerek birçok yerleşim alanını baraj altında bırakarak mecburi bir
biçimde göçe zorlamaktır. Özal’ın uygulamak için uygun gördüğü proje olduğu
gibi uygulanır. Bakurê Kürdistan 1927 yılında çıkarılan umumi müfettişliklerle
hep olağan üstü yetkilerle donatılmış valilikler tarafından yönetilmiştir. Bu
kanun her ne kadar 1952 yılında resmen yürürlükten kaldırılmış olsa da, fiili
olarak Kürdistan’a yaklaşımda bir değişiklik söz konusu olmamıştır. 1980
darbesinden sonra Kürdistan sıkıyönetimle idare edilmeye çalışılmıştır. 10
Temmuz 1987’de kaldırılan sıkıyönetim yerine bu sefer 19 Temmuz 1987’de
Kürdistan’da olağanüstü yetkilerle donatılan ve yaptığı hiçbir şey için sorumlu
tutulmayan OHAL valilikleri devreye sokularak Kürdistan yönetilmeye
başlanmıştır.
Devlet PKK ile mücadele ediyoruz adı altında bölgede ki
insanlara, coğrafyaya ve hayvanlarına savaş açmıştır. Öncelikle GKK (geçici köy
korucuları) dedikleri köy korucuları örgütlendirildi, daha sonra özel timler,
Asayiş, kolordu gibi birlikler, JİTEM, Faşist Kontra örgütlenmeleri, Hizbullah
çeteleri vb. örgütlendirilerek Kürdistan’da canlı olan her şeye karşı savaş
açtılar. Korucu dayatmasını kabul etmeyen tüm köyler yakılıp yıkıldı, 4000’den
fazla köy ve mezra boşaltıldı. Gerillanın saklandığı veya rahat hareket
edebildiği ormanlık alanlar tümden ateşe verildi, gerillaya yardım etmiş veya
yurtsever olarak düşünülen insanlar oluşturulan kontra örgütlerinin eliyle
sokak ortasında acımasız şekilde infaz edildiler. Yaklaşık olarak 17 bin insan
gözaltında kaybedildi. On binlercesi gözaltına alınarak ağır işkencelerden
geçirildi. Yine binlerce insan hiçbir suçu olmamasına rağmen DGM (devlet
güvenlik mahkemeleri) mahkemelerinde yargılanarak ağır cezalarla cezalandırılıp
yıllarca cezaevinde bırakıldı. İnsanların tek geçim kaynağı olan tarımcılık ve
hayvancılık bölgede tümden ortadan kaldırıldı. Öncelikle yaylalara yasak
getirilerek hayvanların mera ve otlaklara çıkmasını engellediler. Daha sonra
ekili olan arazi, bağ ve bahçeler ateşe verilerek bölge insanını göç etmeye
zorladılar. Özel olarak devlet tarafından kurulan şebekelerle Kürtlerin yönü
Balkan ve Avrupa ülkelerine verildi. Yaklaşık olarak 800 binden daha fazla
insan bu dönemde Avrupa ülkelerine taşırıldı. Diyarbakır barosu yönetim kurulu
12.02.1998 tarihinde yayınlamış oldukları bölge raporunda boşaltılan ve yakılan
köy sayısını tarihlerine göre şu şekilde vermiştir:
1989-1993
arası 923
1994
yılı 1800
1995
yılı 195
1996
yılı 175
1997
yılı 118
————————
Toplam
3211
Yine aynı raporda “Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemelerinde
1984-1996 yılları arasında açılan dosya sayısı ile yargılanan sanık sayısı
aşağıya çıkarılmıştır
YIL : DOSYA SAYISI
1984 26
1985 91
1986
127
1987
166
1988
351
1989
586
1990
846
1991
1055
1992
1594
1993 2364
1994
3402
1995
2812
1996
2257
Toplam: 15677
YIL : HAKINDA DAVA AÇILAN SANIK SAYISI
1984-1988 2784
1989 2307
1990 3842
1991 4488
1992 5664
1993 8274
1994 9046
1995 6717
1996 5383
Toplam: 48.505
“Bu sayılara kolluk güçlerince serbest bırakılan ile yerel
savcılıklarca hakkında takipsizlik kararı verenler dahil değildir. Malatya
Erzurum, Van ile kapatılan Erzincan DGM’lerin dosya sayısı ile yargılanan sanık sayısı eklendiğinde
94-97 yılları arasında 100,000’i aşkın
insanın DGM’lerde yargılandığı
görülmektedir. (59)
Aslında bu sayılara Türkiye’nin diğer yerlerinde ki DGM
mahkemelerinde yargılanan Kürtler eklenince rakamın 100.000’i çok çok aşacağı
anlaşılmaktadır. DGM mahkemelerine düşen insanlar açısından bu durum sadece bir
yargılama değildi. O aşamaya gelmeden önce 30, kimi zamanlar 90 gün gözaltı ve
yoğun işkencelerin olduğu, çoğu insanın psikolojisinin bozulduğu bir süreçten
geçilmekteydi. DGM mahkemeleri ise tamamıyla atanan Kürt düşmanı hakim ve
savcılar tarafından yürütülüyordu. Tüm bu uygulamalardan kurtulmanın tek yolu
ülkeden kaçmaktı. Türk devletinin denetiminin dışına çıkabilmek kurtuluş için
tek yol gibi görünüyordu. Bundan kaynaklı yüzbinlerce insan yurt dışına ve
milyonlarca insan ise çaresiz bir şekilde Türkiye metropollerine göç etmek
zorunda kalmıştır. Bu uygulamalar sonucu aynı raporda bakın sadece 1990 ile
1998 yılları arasında “ toplam 3.000.000
insan göç etmiştir. Bu göçlerin büyük bir kısmı bölge dışına, İstanbul, İzmir
gibi büyük kentler ile Adana, Mersin, Antalya gibi Akdeniz kentlerine yapılmış,
diğer büyük bir bölüm ise bölgenin Diyarbakır, Van, Batman gibi görece daha
güvenlikli olan kentlerine yapılmıştır. (60) İHD İstanbul Şubesi’nin 1993-1994
yılları arasında Türkiye’nin çeşitli illerine göç eden insanlarla yüz yüze
yaptığı görüşmelerde şöyle bir sonuç ortaya çıkmıştır “Göç edenlerin %99.9’u
devletten baskı gördüğünü belirtmiştir. %15’i köyünün ateşe verildiği, %16’sı
köy ve ormanlarının bombalandığını, %16’sı ekinlerinin yakıldığını,
hayvanlarının telef edildiğini, %24’ü işkence gördüğünü, %20.5’i korucu olmak
için baskı gördüğünü, %58’i gözaltına alındığını, %27’si gözaltı kaybı olduğunu
belirtmiştir. (61)
Daha sonrada sistematik bir biçimde Kürdistan’da köy
boşaltmalar ve göç ettirme durumu devam etmiştir. İstanbul, Mersin, Adana,
İzmir vb. büyük metropol kentlere Kürt nüfusun göçünün %90’ı bu dönemden sonra
gerçekleşmiştir. Sadece İstanbul’da 4.000.000 Kürdün yaşadığı dikkate alınırsa
Kürdistan’dan Türkiye’ye doğru kaç milyon insanın göç ettirildiği belki de daha
rahat anlaşılır. Kürdistan adeta insansızlaştırılmak istendi. Her türlü
insanlık dışı uygulamalar devreye konularak bu yapıldı.
2000 ile 2016 Arası Uygulanan Göç ve İskan Politikaları
Bu uygulamaların en
acımasızı ise bölgede yapılan barajlarla hem tüm yerleşim birimleri hem de
bölgenin tarihsel hafızası olan tarihi yerleşim birimleri ve tarihi eserlerin
su altında bırakılmasıydı. Aynı şekilde tarım arazileri de su altında
bırakılarak Kürdün tek geçim kaynağı olan toprağı da elinde alınmış oluyordu.
Kürdistan’da inşa edilen bu barajların esas amacı sulama yada elektrik üretmek
için değildir. Esası amacı Kürt’ü yerleşim birimlerinden koparmak ve
asimilasyon politikalarının cenderesine almaktı. Şuan Kürdistan’da inşa edilmiş
ve faaliyette olan baraj sayısı 52 tanedir. En son sözüm ona güvenlik amaçlı
(gerillanın bölgedeki manevra gücünü kısıtlama) inşa edilmek istenen baraj
sayısı en az 100’ü bulmuştur. Bu barajlar inşa edilirse Kürdistan coğrafyasının
ağırlığı sular altında bırakılmış olacaktır. Katliam, talan, gasp, sürgün, göç
ve asimilasyon politikalarıyla başaramadıklarını bu sefer baraj inşalarıyla
denemek istemektedirler. Bu politika sonuç alır mı? Geçmişten günümüze kadar
uygulanan politikalarda kısmı düzeyde sonuç alınmış olsa da mevcut durumda Kürt
halkının ulusal bilinç ve örgütlülük düzeyi dikkate alındığında bu tür
uygulamalarla sonuç almanın mümkün olmadığı açık ortadadır.
En son Eylül 2014 tarihinde, Kamu Düzeni ve Güvenliği
Müsteşarlığı’nın Sri-Lanka hükümetinin Tamil Kaplanlarına karşı 2009 yılında
hayata geçirmiş olduğu planın neredeyse birebir kopyasının hazırlanıp
Genelkurmay Başkanlığı bünyesinde Genelkurmay Strateji Plan Dairesi, Strateji
Şube Müdürlüğü’nce “Çöktürme planı olarak savaş simülasyonuna denemesini
yaptırarak, hükümete gizli ibareli eylem planı olarak uygulanmak için sunulur.
Bu planda PKK’nin lider kadrolarının tümden imhası hedeflenmiş ve bunun için
lider kadroları sınıflara ayrılarak en üst düzeyde ki kadrolara 4 milyon dolar,
en yeni savaşçı başı için 50 bin dolar para koyularak örgütü tümden çöktürmeyi
hedef aldılar. Raporda öncelikli dikkat çekilen şey “Rusya, Çeçenlere karşı…
ABD, Taliban’a ve El-Kaide’ye karşı… Ama en etkili sonuç Kolombiya’da
alınıyor: FARC örgütünün lider kadrosunun neredeyse dörtte üçü biçildi. (62)
deniliyor. Planın hayata geçirildiği 24 Temmuz 2015 tarihinde PKK’ye karşı
tarihin en kapsamlı hava saldırısı düzenlendi. Türk medyasında bu hava
harekâtına 82 savaş uçağının katıldığı 400 PKK hedefinin vurulduğu ifade
ediliyordu. Daha sonra ise aralıksız bir biçimde hemen hemen her gün savaş
uçaklarıyla medya savunma alanları bombardıman altına alındı. Ayrıca planın bu
aşamasında önemli bir ittifak güç olarak, KDP ve Barzani ailesi yer alacaktır.
KDP ve Barzani ailesi gerillaya ve PKK’nin öncü kadrolarına karşı yapılan hava
saldırılarında sonuç alınabilmesi için planın yerel istihbarat ayağını
oluşturdu. KDP tüm istihbarat ağlarını harekete geçirerek yapılan hava
saldırılarında sonuç almak istiyordu. Çünkü KDP’de en az Türk devleti kadar
bölgede PKK’yi kendi önünde engel görüyordu. Medya savunma alanlarına yapılan
hava saldırıların asıl amacını raporda şu şekilde dile getirilmektedir “Sınır
ötesi hava harekâtlarıyla Kandil ve civarı kampların felç edilmesi sağlanarak
emir ve talimatların verilemez hale getirilmesi, telsiz, telefon ve diğer
iletişim araçlarının işlevsiz bırakılması, terör örgütünün kendi içinde
iletişimini keseceği gibi, sevk ve idarenin de büyük bir sekteye uğratacağı,
bununla birlikte uygulamaya konulan ‘Çöktürme’ eylem planıyla yerleşkelerin
ablukaya alınması ve yaşam alanlarının yok edilmesi ile terör örgütünün iç
yapılanmasını psikolojikmen çökertecek, lojistik desteği kesecektir. İnsansız
hava araçlarıyla lider kadroların yerlerinin tespitine özen gösterilmesi ve
lider kadrodan bir kaçının X edilmesi önemli bir psikolojik üstünlük
sağlatacaktır. (63) denilmektedir. Görünen o ki medya savunma alanlarına
yönelik hava saldırısı planın ilk aşamasıdır. Esas amaç ise raporda ifade
edildiği gibi iletişimi, sevk ve idareyi keserek içerde gelişebilecek olası
direnişi başsız bırakarak moralmen çöktürmektir.
“Çöktürme planının ikinci aşaması ise PKK’nin taban bulduğu
şehir ve kasabaların ablukaya alınarak tümden boşaltılmasıdır. Bu göç ettirme
hareketine karşı olası bir direniş söz konusu olursa nelerin yapılacağı raporda
açıkça ifade edilmiştir. “Ablukaya alınan yerleşkelerde, yaşamsal alanlar
tahrip edilerek geri dönüş koşulları ortadan kaldırılacak, kitlesel imhalar,
tutuklama ve boşaltmalarla yerleşkeler huzura kavuşturulacaktır. Raporun 8.
sayfasında ‘yapılacak bastırma operasyonlar da 10 bin illa 15 bin imha, 8 bin civarı yaralı, 5-7
bin arası tutuklama, bombalanmış küçük ve büyük yerleşim alanlarında 150-300 bin civarı insanın yer değiştirmesinin
‘terör’ örgütünü felç etmesini, işlevsizleştirmesini sağlaması düşünülmektedir
denilmektedir. (64) Bu plan çerçevesinde başta Cizre olmak üzere Silopi,
Şırnak, İdil, Nusaybin, Silvan, Dargeçit, Diyarbakır-Suriçi hedef alındı. Plan
bu alanlarda başarıyla hayat bulursa sırayla PKK’nin taban bulduğu diğer
yerleşim birimlerine de uygulanacaktı. Öncelikle bu yerleşim birimleri paralı
özel kuvvetlerce (Jandarma Özel Kuvvetleri, Polis Özel Hareketçileri)
kuşatılarak dışarı çıkma yasağı ilan edildi. Halkın şehri terk etmesi için süre
tanıyıp zorladılar. Daha sonra en ağır silahlarla kuşatılmaya alınan şehirler
bombardıman altına alındılar. Tank, top, zırhı araçlar ve uçaklar kullanılarak
yerleşim birimlerini imha etmeye başladılar. Halkın direnişi karşısında istenilen
sürede ve şekilde gerçekleşmese de sonunda girdikleri bu yerleşim birimlerinde
halkı göç ettirdikten sonra ağır iş makineleriyle girilen mahallerde evler ve
iş yerleri yerle bir edildi. Bu süreçte 400.000’den fazla insan yerlerinden göç
ettirildi. Bu sefer devletin düşündüğü gibi olmadı, halk Türkiye metropollerine
değil Kürdistan’ın içlerine doğru göç etti. Ayrıca yürütülen savaşın ne anlama
geldiğini rahatlıkla anlayacak düzeydeydiler. Botan halkı şehre göç etmektense
kırsal kesimde çadır açarak nerede yaşayacağını devlete gösterdi. Devlet
planlamış olduğu bu kapsamlı tasfiye hareketinde ısrar ederse direnişin tüm
Kürdistan’a yayılacağından korktuğu için sınırlı düzeyde tuttu ve direnişe
geçen şehir ve kasabaların bastırılmasıyla yetinmeye çalıştı.
Bunun yanı sıra çöktürme planının önemli bir diğer ayağı ise
Suriye’den gelen Arap ve Türkmenlerin Kürdistan’a yerleştirilerek demografik
yapısını değiştirmeye dönüktür. Öyle anlaşılıyor ki, Suriye’de ki Arap nüfusu
bilinçli ve kirli bir planın parçası olarak
-çöktürme planı- Türk devleti tarafından göçe teşvik edildi. Görünen o
ki İttihat Terakki zihniyetinin yarım bıraktığı projeyi AKP-Erdoğan zihniyeti
tamamlamak istedi. Çöktürme planı AKP ve Erdoğan’ın istediği tarzda yürümüş
olsaydı, Suriye’den Türkiye’ye göç ettirilen kitlenin tamamı Kürdistan
coğrafyasına yerleştirilecekti. Kürt nüfusu ise geçmişte olduğu gibi Türkiye’ye
sürülecekti.
Yarın: Başurê Kürdistan’da Göç ve İskan Politikası
Göç Dosyası-Abdullah Öcalan Sosyal Bilimler Akademisi
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.lekolin.com – www.lekolin.org – www.lekolin.net –
www.lekolin.info -www.navendalekolin.com -http://kursam.org/index.html
0
21
TR
HE
:” ”
:””
” “,” ”