T.C.’nin Başur Kürdistan’a yönelik işgal hareketi Kürt gerillasının muazzam direnişine çarparak 5 yıldır neredeyse kesintisiz bir şekilde sürüyor. 2020 yılının başlamasıyla işgal hareketi farklı bir boyuta da geldi. İşgal hareketi Xakurkê’den Gare’ye Haftanin’den Kandil’e kadar her yerde Başur halkından büyük bir can ve mal kaybına yol açmasına karşın Türk devletinin, ciddi bir tepki göstermeyen Başur Federal Yönetimi ve özellikle KDP Zinê Wertê olayıyla beraber sessizliğini işgal hareketinin lehine bozmuş ve pratik bir konum almıştır. Kürt kamuoyunun ciddi tepkisi üzerine çok daha olumsuz bir boyuta gelmeyen fakat hala da çözüme kavuşmamış Zine Wertê olayı birçok boyutuyla değerlendirildi. Fakat yaklaşık 5 aydır Covid-19 (Korona virüs) hastalığı nedeniyle tüm dünya tek gündeme kilitlenirken Irak ve Başur Kürdistan’da yaşanan başka önemli gelişmeler de vardı ve Zinê Wertê bunlardan bağımsız değildi. Egemenler halkları evlerde kalmasını tek çare olarak sunarken, kendileri durmuyordu. Bu gelişmeleri anlamak tabloya genel olarak bakmaktan geçer.
Yılın başında kimsenin tahmin etmediği Kasım Süleymani suikastı sadece ABD-İran gerilimi, Irak’ ta aylardır süren ve yüzlerce insanın yaşamına mal olan gösteriler için değil, Başur Kürdistan’ın durumu açısından da oldukça kritik bir olaydı. Nitekim bu 5 ayda yaşanan gelişmelere rengini veren de suikastın gürleştirdiği ABD-İran çelişkisinde tarafların attıkları adımlardı. Ateşli söylemler ve fiziki hamleler kısa sürse de ABD-İran arası zıtlaşma aynı düzeyde sürdü. Yine bu suikasta İran’ın verdiği esas cevap Amerika’nın üslerine yolladığı füzeler değil aylardır hükümet kuramayan Irak meclisinin Sünni ve Kürt üyelerine rağmen aldığı Irak’taki tüm yabancı askerlerin ülkeyi terk etmesi kararıydı. Bu şekilde bir yandan ABD’yi sıkıştırırken öte yandan Irak’ta uzun zamandır süren gösterilerdeki İran karşıtlığını tüm Şiileri tek tutum almaya teşvik ederek kısmen aştı. Bu her ne kadar Irakta Hükümet krizini çözmese de ABD-İran geriliminin güncel pratik sahası olan Irak’ta pozisyonunu güçlendirmesine yol açtı.
ABD ise bunu Irak taki tüm askerlerini çekeceğini duyurarak karşıladı. İnsanlar Trump yönetiminin söyleyip de yapmadığı yeni bir karar daha diye düşünülürken, ABD askerlerinin sayısı da artırılarak Başur Kürdistan’daki üslere aktarıldığı kamuoyuna yansıdı. Bu şekilde İran’ı kuşatmasını en önemli cephesinin Başur Kürdistan olacağı ortaya çıkıyordu. Irak meclis kararına uyacağını beyan ederek Bağdat’ta onunla beraber hareket eden ve sadece Sünnilerden ibaret olmayan kesimlerin elini güçlendirdi. Nitekim Mayıs ayında yeni bir Hükümetin kurulmasını sağlayan da bu adım oldu. ABD karşıtı kararın alındığı meclis oturumuna katılmayan Irak’ın çok sayıda Sünni parlamenteri bu hamle sonrası fiziki olarak da başkente dönebildiler. Güçlü bir desteğe sahip olmasa bile bir hükümetin kurulabilmesinin zemini de bu gelişme oldu.
Diğer yandan ciddi bir askeri gücünü Başur’a aktararak ABD sadece pratik bir mevzi değil aynı zamanda Federal Kürt Yönetimini kendisi ile İran arasında seçime zorlayarak, tahkim edilmiş bir müttefik kazanmayı da hedefledi. İran’ın Başur üzerindeki bilinen etkisi bu adım ile ciddi bir tehlikeye girdi. KDP ve YNK’nin uzun yıllardır aslında şaşırtıcı olarak sürdürebildikleri denge politikasının işlemesi artık çok zordur. Oysa bu denge politikası Başur yönetiminin neredeyse attığı her adımda kendini gösteriyordu.
Baharla beraber bölgede riskli bir gelişme daha kendini gösterdi. Bu, bölgenin tümüne çokça bedel ödeten DAİŞ’in tekrardan aktifleşmesiydi. Kısa sürede Maxmur Ş. Rüstem Kampına yönelik de saldırılar gerçekleştiren bu çete Diyala’dan Musul’a kadar çok geniş bir alanda harekete geçti. Ağırlıklı olarak da Başur Kürdistan hedef alınıyordu. DAİŞ Karşıtı Uluslarasın Koalisyonun Irak’taki tüm operasyonlarına son verdiği açıklamanın ardından DAİŞ eylemlerinin hızla artması kuşkusuz tesadüf değildi. Kapitalist hegemonik güçler bölge halklarına ölümü gösterip sıtmaya razı etme politikalarını tekrardan devreye koymuştu.
Mayıs ayının başında tüm bu gelişmeler çerçevesinde Irakta ABD taraftarı niteliği belirgin olan fakat İran’ında doğrudan karşı çıkmadığı bir Hükümetin kurulması tüm bu çelişkilerin kısa vadede çözüleceği anlamına gelmiyor. Aksine ABD-İran mücadelesi tüm Irak coğrafyası olduğu gibi Irak kabinesinde de şiddetle süreceğini gösteriyor. Bu Hükümetin ne kadar bağımsız politika izleyebileceği, bunun da ötesinde ortaya herhangi bir irade koyup koyamayacağı tartışmalıdır. Başur Kürdistana yönelik önceki hükümetler kadar tehditkâr olmayacağı kesin olsa da sorunların çözümünde yardımcı olmayacağı da o kadar bellidir. TC’ye açık tavır alması ise pek beklenmemektedir.
T.C işte böylesi bir dönemde Başur Kürdistan’ın kritik bölgelerini işgal ederek sadece Kürt soykırımını sonuçlandırmayı değil, aynı zamanda ABD-İran gerilimindeki pozisyonunu güçlendirmeyi amaçlamaktadır. Olası gelişmelerden Kürt halkı kazançlı çıkmasın diye önceden kontrol sağlamak istemesi işgal hareketinin bir diğer hedefi olmaktadır. Sıcak bir çatışma olasılığında avantajlı bir konum elde etmek istemektedir. Irak’ın silik bir devlet konumu ona emperyal rüyalarını pratikleştirme fırsatı gibi görünmektedir.
Tüm bu parametreler önümüzdeki süreçte Başur Kürdistan’ın çok çetin bir mücadeleye sahne olacağını göstermektedir. Fakat hem KDP hem de YNK özce Başur Kürdistan hükümeti bu sürece dar bir pencereden yaklaşarak zaten güçleşmiş durumu daha da zora sokmaktadırlar. Bundan sonra ise bu daralmayı aşması ancak Kürt ulusal birliği çerçevesinde hareket etmesiyle mümkündür. Yavaş ilerlese bile Rojava’daki birlik çabaları bu açıdan örnek teşkil ediyor. Oysa Zine Werte bunun tersi anlamına geliyor. T.C ile paralel bir politik, askeri hat izlemesi sadece ona değil bölgenin tümüne ve Kürt halkına kaybettirir. Böylesi kritik bir dönemde Başur’u diğer parçalardan soyutlamadan ortak bir akılla iç sorunları çözüp, ulusal birlik şiarıyla hareket etmek dışında bir seçenek yoktur. Yoksa geçmişte olduğu gibi dış güçlerin çıkar çatışmasının faturası Kürt halkına ödetilebilir.
Yasin Kılıçkaya
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi