Bir hırsız düşünün; çalmış, suç işlemiş. Ev sahibi onu fark etmiş, elinde sopa kovalıyor. Hırsız kaçarken çıkmaz sokağa sapıyor, hayatının şokuyla karşılaşıyor. Daha ileriye kaçamaz, geriye dönse zaten ev sahibi karşısında. Duvarı tırmanmaya çalışsa yapamaz, saklanacak yer arasa bulamaz. Gerisin geriye dönerek ev sahibiyle kavgaya tutuşup sıyrılmayı düşünür, ama bunun için çaldığı sandığı kucağından düşürmek de istemez. Bir ara bağırır çağırır, tehdit eder, korkutmayı dener; ama ev sahibi kararlı, sopayı indirir kafasına, hırsızı yere serer ve malını geri alır. Ev sahibidir bu, haksızlığa uğramış bir kere, insafa gelir mi hiç? Hırsızı kolundan tuttuğu gibi adalete teslim eder, cezasını çektirir…
Şimdi diyeceksiniz ki böylesine önemli bir seçim atmosferinde herkes siyasete, ittifaklara, vaatlere odaklanmışken bu tür hikayeleri anlatmanın zamanı mı? Evet, tam da zamanıdır. Ben de size seçimden bahsediyorum zaten. Seçimin gerçeklerini anlatmaya çalışıyorum yani. Ne oldu, neden öyle bakıyorsunuz bana? Hay Allah! Kafalar yine karıştı sanki. Durun, size olayı kavratarak anlatayım:
Hikayede geçen hırsız Erdoğan’ın ta kendisidir. Şu AKP’nin faşist şefi hani. Ev sahibi ise biz Kürtler, Türkler, Lazlar, Çerkezler, Ermeniler.. demokratik bir ülkede eşit, özgür ve kardeşçe bir arada yaşamak isteyen tüm halklar işte.
Neyimizi çalmadı ki bu hırsız! Toprağımızı, suyumuzu, havamızı, doğal zenginliklerimizi.. toplumsal ve kültürel birikimlerimizi, manevi değerlerimizi, özgürlük şarkılarımızı çaldı. Demokratik ve ahlakî haklarımızı gasp etti. Sahtekarca koyduğu yasalarla düşünce, duygu ve vicdanlarımızı yargılayarak zulmetti. Halklar arasına nifaklar sokarak birbirine düşman etti. Kin, öfke, nefret kavramlarını yayarak kardeşlik, dostluk ve beraberlik bağlarımızı koparttı. Faşist, tekçi milliyetçiliği körükleyerek birbirine kırdırttı, linç ettirdi. Çiçeğimizi, böceğimizi ezdi. Güzel gülüşlü çocuklarımızın umutlu yarınlarını incitti. Gençliğimizin bitimsiz özlem ve hayallerini kimyasal gazlarla zehirledi. Analara babalara rahat uyku bırakmadı.
Nasıl mı yaptı bunu? Kendi iktidarı, sarayları, köşkleri uğruna sebep olduğu savaşlar, döktüğü kanlar, yaşattığı acılar, yıktığı umutlar, katlettiği barış tohumları hikayedeki bağırış çağırışlarda, savrulan tehditlerde, korku salan böğürmelerde karşılığını buluyor sanırım.
Velhasıl-ı kelam. Seçim meselesine gelelim. Ev sahibinin hırsızı farketmesi gibi, yüzyıllardır birlikte yaşamış, aynı coğrafyada çok-renkliliği esas almış, ortak sevinç ve insanî duyguları paylaşmış halklar faşist diktatör Erdoğan’ın sömürücü, gaspçı, talancı, ayırımcı, bölücü, parçalayıcı zihniyetini bilince çıkarmışlardır. Hesap sormak için artık gün sayıyorlar. Erdoğan can havliyle toplanıp kaçacak yer, saklanacak delik arıyor. Hikayede geçen ‘’çıkmaz sokak’’ işte tam da 14 Mayıs seçim ortamını ifade ediyor. Ev sahibinin elindeki sopa ise halkların özgürlüğü ve demokratik birliği için mücadele eden Yeşil Sol Parti ve Emek ve Özgürlük İttifakı’na verilecek her oy misali Erdoğan’a vurulacak en büyük darbe olacaktır.
Ve 15 Mayıs günü adalet ilk defa yerini bulacak, hırsız Erdoğan’ın çalıp kucağına sakladığı o sandık gerçek sahiplerine teslim edilecek, ülkeye huzur gelecektir…
Ferhat ŞAHİN