07 Aralık 2019 Cumartesi Saat 08:59
Foucoult’ un “Bio-iktidar olarak tanımlayıp çözümlediği bu iktidar kapitalist
modernitenin insana derinlemesine nüfuz eden iktidar tarzının bir analizidir. Bio canlı anlamındadır, bio-iktidar ise canlı
üzerinde kurulan iktidarı ifade etmektedir. Foucoult’a göre bio-iktidar olgusu
iki aşamada gerçekleşir. Birincisi
“beden bilgisi siyaseti doğrultusunda çoğunlukla insan bedenini denetlemek
amacıyla uygulanan disipline sokucu iktidardır. Bu zihinsel ve bedensel açıdan
insan olgusuna yöneldiği birinci safhadır. Bu aşamada bio-iktidar özellikle bireylerin
zihniyetine, duygularına, güdülerine, zevk ve beğeni ölçülerine etki ederek
kendine yer açarak yayar. İkincisi:
Bio-iktidar olgusunun tek tek bireyleri aşıp bir bütün olarak insan
topluluğunun üzerinde yoğunlaşmasıdır. Kendini toplumsal düzlemde
kurumsallaştırarak süreklileştirmesidir. Bireyi mekân haline getiren bu iktidar
türü bireyden kurumlara ve oradan da tüm topluma hiyerarşik tarzda yayılır ve
toplumsal düzlemde bir ilişkiler ağına dönüşür. Özcesi bio-iktidar endüstriyalizm
çağının iktidar şekli olup egemen sınıfın hakimiyet altına aldığı toplumlara
karşı geliştirdiği ekonomik, sosyal, kültürel, siyasal, ideolojik ve biyolojik
iktidar biçimidir.
Foucoult bio-iktidar tarzının
gelişimini her ne kadar 17. yüzyıl sonlarına doğru başlatsa ve batı merkezli
saysa da bu iktidar mekanizmasının çok eskilere dayandığını, belki de bu işin
ilk uzmanlarının, insanı bedenen, zihnen ve ruhen köleliğe mahkûm eden Sümer ziggurat
rahiplerinin olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü iktidarı sadece teknik ve sanayi
ile tanımlamak hakikati ifade etmemektedir. Zira iktidar sorunu bir zihniyet
sorunudur ve kökleri binlerce yıl öncesine dayanmaktadır. Ancak kapitalist
sistemin bu iktidarı hiçbir sistemin yapamadığı oranda bilimsel- teknik, kültür
ve özellikle üç S ile (spor-sanat-sex) araçlarıyla çok daha yaygın ve
derinlikli hale getirdiği gerçeğini kabul etmekteyiz.
Foucoult, Bio-iktidarın yepyeni
bir denetleme mekanizması ile açığa çıktığını ve bu yeni iktidarın eski klasik “otorite , “yetki ve “egemen gibi
kavramlarla izah edilemeyeceğini ve anlaşılamayacağını vurgular. Nitekim bu
yeni iktidar tarzı eski iktidar biçimleri gibi genellikle baskıcı ya da şiddet
metotlarını kullanmayıp tam tersine insan yaşamı ve ihtiyaçları üzerine kendini
var ederek ürettiğini belirler. Bunu yaparken de toplum yaşamını düzenlemede ve
denetlemede devlet aygıtını kullanır. Bu açıdan Bio-iktidarı devletin, yani
iktidarın çevre/yerel ağlarının toplandığı merkez ağ sistemi olarak
belirtebiliriz. Bio-iktidar bu sayede devlet ve devlete endeksli sivil kurumlar
vasıtalarıyla bilimsel-teknik ve basın-yayın araçlarıyla toplumun tüm
ilişkilerine sızarak bir ağ oluşturur. Bu ağla İktidar bir hastalık gibi
bulaşıcı hale gelir. İktidar ağı toplumu sarmalayan bir denetim ve yönlendirme
işlevini görür. Kamusal hizmet adıyla kurgulanan bazı kurum ve örgütlenmeler
üzerinden toplum iktidar ortağı haline getirilir. Öyle ki, herkes bir şekilde iktidar
ortağı durumuna gelir. Böylece iktidar topluma, toplumda iktidara taşınmış
olur. Bu safhadan itibaren bio-iktidarın yaydığı iktidar ilişkileri artık kendi
kendini üretmektedir. Artık resmi devlet aygıtının açıktan tek bir alana
yönelik iktidar uygulamalarının yerini ailede, okulda, kışlada, hastanede,
hapishanede, tımarhanede, özel ve tüzel kurumlarda, kamuya açık her yerde
dağılmış çok yönlü bio-iktidar mekanizması işlemektedir. “Kapitalizmin iktidar yapısına
taşıdığı yeniliklerin başında kurumsal niteliğinin derinliği gelmektedir.
Kişiye bağlanmış̧ iktidardan iktidara bağlanmış̧ kişiler, partiler, hatta
toplumlar sistemine geçilmiştir. İktidarın görünmez, soyut niteliği
geliştirilmiştir. Bunda ideoloji, politika ve ekonomi katlı işlevlere sahiptir.
Ulus kavramından türetilen milliyetçilikle tüm bir ulus iktidarın kendisine ait
olduğuna inandırılmıştır. Özünde hiçbir zaman iktidar ulusun olamaz. Her yerde
ve her zamanda etnik grupların, hanedanların, ulusların azınlık kesimi
iktidarın gerçek sahibidir. Fakat öyle bir sistem yaratılır ki, en alttaki
ezilene kadar her birey bir anlamda kendini iktidar sahibi kılmak durumundadır.
En alttaki bir ailede en yoksul bir koca karısı karsısında kendini ‘küçük
imparator’ rolünde rahatlıkla görebilir. Karı da zincirleme tarzda çocuklarına karşı
bu rolü̈ oynar. Ya çocuklar? Onlar büyürlerse aynı sistemi oynamaktan başka ne
yapabilirler? İktidarlaşma zincirinin böyle kurulması sistemin bir
özelliğidir…Partiler de birey gibi iktidara göre kurulmuştur. Devleti topluma,
toplumu devlete taşımak temel işlevdir. Toplumun kendisi devletin kılınmıştır.
Devlet en görünmez tanrı gibi toplumun başına, her tarafına binmiştir.
İdeolojinin yarattığı iktidar zihniyeti belki de en büyük yalanlaştırıcıdır.
Politika sanatının işlevi toplumda bahsedilen kendini devlet sahibi sanma,
hizmet gereğine inandırma, özünde politik demagojinin en gelişkinini sunmaktır. (A. Öcalan: Bir Halkı Savunmak)
İktidar bu noktada toplum
bilimlerini, sosyoloji, psikoloji, siyaset, hukuk, medya vb. yardımıyla da
faaliyetlerini pekiştirir. Böylece Bio-iktidar insan yaşamını belirleyip
düzenleyen faaliyetler sayesinde her geçen gün daha da genişleyecek ve
hâkimiyetini derinleştirecektir. Asıl tehlikeli olan şey söz konusu
bio-iktidarın etik, ahlak ve siyaset bakımından önemli görüngüleri kategorize
eden, düzenleyen, gerekli gördüğünde “normallik
ile “sapkınlık ya da “anormallik ayrımı uyarınca ölçüleri
belirlemesi ve bunları bir “hakikat ya da “bilimsel doğrular şeklinde insana
hâkim kılmasıdır. Ahlak yerine hukuku, insan ilişkiler yerine hiyerarşik
iktidar ağlarını hâkim kılması insan doğasına ve ekolojiye aykırı sonuçlar açığa
çıkararak hem insanlar arasında hem de insan ile doğa arasındaki ilişkileri
tahrip ederek büyük bir parçalanmayı ve yabancılaşmayı geliştirir. Bu açıdan
bio-iktidar bireyin ve toplumun bölünerek sömürüye ve daha kolay yönetilmeye
uygun hale sokulma faaliyetlerinin adı olmaktadır.
Bio-iktidar kendini görünmez
kılmış inceltilmiş bir iktidar biçimidir ve genellikle kaba şiddet ve zor gibi
klasik yöntemlere başvurmaz. Bio-iktidar sinsi bir vampir gibi sessizce insana
sokulur/yönelir. Sinsi ve görünmez olması onun hayatın her alanına sızmasına
olanak tanır. Bio-iktidar güler yüzlü, dost canlısı görünen kan emici bir
vampir gibidir. İnsanı kendine bağımlı kılar. Kendi buyruklarını insana kabul
ettirir. Bio-iktidar büyük bir gözaltı kompleksidir. Bio-iktidar ile BÜYÜK GÖZALTI gerçekleştirilir.
Bio-iktidar tarzında insan kendi kendinin denetçisi olma konumuna
iteklenmiştir. Bio-iktidar bu şekilde insanı daima bir seyirde tutar, sistemle
uyumlu olmasını sağlar. Yeri geldiğinde sisteme çelişik ve tehlikeli olabilecek
“aşırılıkları , “sapkınlıkları, “aykırılıkları
törpüler. Bunun için cezalandırır. Cezalandırma ve rehabilitasyon/ıslah etme üç
temel araç olan hapishane-tımarhane-hastahane üzerinden gerçekleştirilir.
Bio-iktidar kendi buyruklarına itiraz etmeksizin sistemin tüm uygulamalarını
evetleyen “normalleştirilmiş bir
insan modelini tasarlar. “ leşme
denen faaliyet sosyoloji, psikoloji, psikiyatri gibi insan bilimleri sayesinde
sağlanır. “ birey iktidara itaat
etmeye tasarlanmış bireydir “Anormal-aykırı
birey iktidar için aykırı olan hapishane, Hastahane veya tımarhane üçlüsünde
yer alması veya imha edilmesi gereken bireydir.
Bio-İktidarın Bilgi ve Enformasyon
Tekeli
Bio-iktidar kendi bilgi alanını,
enformasyon ağını yaratır. Bu bilgi alanı iktidarın daimî bir çehresini,
üretimsel bir fabrikasyon alanını oluşturur. Bilgi gücü iktidarın işleyişini
kolaylaştırır. “Bilginin oluşumunun, dolaşımının ve kullanımının temel bir şey olduğu
bir dünyada yaşadığımız toplumun temel niteliklerinden biri olması bakımından,
bilgi birikiminin bir sermaye birikiminden geri kalır yanı yoktur. Bilginin
uygulanması, üretimi ve birikimi iktidar mekanizmalarından ayrı düşünülmesi:
analiz edilmesi gereken karmaşık ilişkiler söz konusudur, (Foucoult)
Bilgi tekeli sayesinde iktidar
toplumun tüm hücrelerine yayılır. Kendini toplumsal ilişkilerde var eder ve
çoğaltır. İktidar birikimi ve derinliği gerçekleşir. Foucoult’ un izahı ile bir güç çokluğu olarak
kendini her toplumsal ilişkide üretir, her yerde var kılar. Buna göre iktidar
güç ilişkilerinin bulunduğu her yerde her an var olan hareketliliğin genel
etkisidir. Bilgi gücüyle kendini besleyen bio-iktidar insanların duygularını,
arzularını, zevklerini, amaçlarını, muhakeme biçimlerini ve davranışlarını
etkileyerek psikolojik, sosyal ve kültürel faaliyetlerle derin bir algı
operasyonu yaratarak etkinlik alanını genişletir. Kısacası bilgi ağı bio-iktidar
için hem toplumun güncelliğine hâkim olma hem de geleceğine yön verme olanağı
verir. Bilgi tekeli bio-iktidar için toplumsal zihniyete egemen olma ve
yönlendirme imkânı sağlar.
Bio-iktidar ve devlet ilişkisine
de bu bağlamda bakmak gerekir. Bio-iktidar bir deneyimler bütününe dayanır.
Deneyim alanı ise insan faktörüdür. Bio-iktidar insanları kendi çıkarları
doğrultusunda kurguladığı “hakikatleri
dayatır ve insan zihniyetini, bedenini işgal eder ve onu itaatkâr hale getirir.
Devletle iktidar ilişkilerine bu projektörde bakılırsa sanıldığı gibi devlet
sadece bütünleştirici kaba anlamda teknik ve yöntemlerle işleyen, insanı
bireyi dışlayan, görmezden gelen bir araç/aygıt değildir. O aynı zamanda da deneyimlerinin
sonunda özneleri haline getirdiği bireyleri sürekli müşahedede tutup denetim
altına alan bir iktidardır. Deneyimler artık bir sistemler bütününe
kavuşmuştur. İnsan bu sistemin çarkında özne haline gelmiştir. Burada Özneyi
iktidar bağlamındaki aktifleşmiş bireyler anlamında kullanmaktayız. Daha açık
bir dille söylemek gerekirse bahsedilen nesneleştirilmiş bireyler ve
araçlardır. Birey bu aşamada iktidarın dayattığı normlara uyumlu hale
sokulmuştur. Sistem tek tek bireyler üzerinden ilerlemektedir. İktidarın bu
görünmez ve sinsi operasyonel eylemi kaba şiddetle gerçekleşmez. Foucoult iktidarın
bu noktadaki özelliğini açıklıkla belirtir. “Bireyi temel bir çekirdek, ilkel bir atom, iktidarın etki alanına
aldığı ya da cezalandırdığı çoğul ve atıl bir şey olarak iktidarı da bireyleri
böylece bastıran ya da parçalayan birey olarak düşünmemek gerekir. Bir bedenin,
hareketlerin, söylemlerin, arzuların, bireylerin üzerinden tanımlanması ve
kurulması tam olarak iktidarın birincil etkilerinden biridir.
Foucoult ’un eksikliği iktidarı
aşırı derecece soyutlaması, genelleştirmesi ve merkezi olmayan bir şey gibi
göstererek ona karşı alternatif sunmadaki zafiyetidir. Bio-iktidarı kapitalist
sistemden, onun iktidar gücünden ayrı bir olgu olarak düşünmemek gerekir. Özü
itibarıyla kapitalist sistemin günümüzde metot ve araç değiştirmiş bu iktidar
biçimidir. Bio-iktidar tanımını ayrıca “büyük
gözaltı ve denetim veya “büyük
kapatılma şeklinde de yapabiliriz. Bio-iktidar organize ettiği bilgi ve
iktidar eksenini birleştirerek yoğunluk kazanır. Bio-iktidar insan zihniyeti,
bedeni, alışkanlıkları kısacası yaşamı üzerine hâkimiyet kurmaya çalışan
iktidar türlerinin arasında en yoğun ve etkili olanıdır. Başta ekonomik, sosyal
ve siyasi güç olmak üzere, bilim-tekniği, kültürü, cinselliği, spor ve sanatı
kullanarak insan üzerinde inceltilmiş bir egemenlik tarzının geliştirilmesidir.
Özetle bio-iktidar kapitalist-emperyalist sistemin insan bedeni, duygusu,
güdüsü, arzusu, hayali, bir bütün olarak insan yaşam tarzı ve ilişkileri üzerinde
etkinlik geliştiren ultra iktidar biçimidir.
Bio-İktidar ve Küreselleşme
Bio-iktidar olgusu dar sınıf analizleriyle açıklanamaz/anlaşılamaz
Dünyamızda neredeyse keşfedilmemiş
ve ulaşılmamış toprak parçası kalmamıştır. Küresel sermayenin ulaşmadığı mekân
yok gibidir. Ortadoğu merkezli 3. Dünya savaşını yaşandığı bir çağdan
geçmekteyiz. Gelişen muazzam iletişim, ulaşım ve üretim araçları iktidarı
globalleştirirken sömürü ve tahakküm tarzını da alabildiğince inceltmiş,
görünmez kılmıştır. Egemen sistem 18. yüzyılda olduğu gibi insanları 18-20 saat
kapatarak sömürme yöntemini büyük oranda aşmıştır. Somut emek yerini giderek
soyut emeğe bırakmıştır. Sömürü zaman tanımayan fabrika ötesi, oradan da sınır
tanımayan ulus ötesi bir düzeyde küreselleşerek insanın olduğu her mekânı
üretim ve pazar alanına dönüştürmüştür. Günümüz iktidarı için dağdaki bir
çobanda, kentteki bir kentli de aynı pazarın parçası durumuna getirilmiştir.
İkisine de teknolojik araçlarla aynı anda ulaşmak mümkün hale gelmiştir. Bio-iktidar
sadece kaba emek sömürüsüyle yetinmeyip insan yaşamının yirmi dört saatiyle
ilgili olup tüm insan sahasını pazar halkasına eklemiştir. Bu bakımıyla, insan
ile insan emeğini ve yaşamını hırsızlayan iktidar arasındaki esas mücadele
ideolojik, sosyal, kültürel, ahlaki ve felsefi alanda yaşanmaktadır. Sistemler
insan zihniyetinde yer edinerek pratikleşirler. Bio-iktidar da bu yer edinme
çok daha köklüdür ve insanda parçalanmaya yol açar. Bu parçalanma çeşitli
düzlemde, çeşitli araçsal sızıntılarla ve direkt insanı hedefleyen ritüellerle
tahakküm akışını meydana getirir. Bir elektrik akımı gibi süreklilik kazanan
bir ilişki tarzı doğar. Meydana gelen akış beraberinde bir itaat kültürünü
yaratır. Yani bio-iktidar akımı tek tek bireylerden geçerek birikim sağlar.
En büyük kuşatılmışlık insanın
zihni, ruhu ve bedeni üzerinde gerçekleştirilmektedir. Bio-iktidar her insan
bir pazar mantığıyla hareket eder. İktidarın yeni kolonileri tek tek
insanlar/bireyler olmaktadır. Kuşkusuz bu yeni bir keşif olmasa da özel bir yoğunlaşma
alanı olması günümüze tekabül etmektedir. İnsan faktörü sistemin sömürge
kolonisi gibi düşünülmektedir. İnsanın metalaştırılmamış beden parçası, manevi
değeri bırakılmamıştır. Ekonomik tahakküm araçları insanın açlık güdüsü,
korunma güdüsü, cinsellik güdüsü ve duyguları üzerine hüküm sürerek, kimi yerde
açlık kimi yerde de aşırı tüketim hastalığıyla insanın doğasını bozmuştur/ bozmaktadır.
İktidar kılık değiştirmiştir.
Yöntem geliştirmiştir. Hiçbir dönemle kıyaslanmayacak kadar çürüme alametleri
günümüzde görünmektedir. Bu yüzden iktidar ve ona karşı mücadele biçimini,
araçlarını da yeni koşullara göre oluşturmak, buna göre alternatif bir bakış
açısına ve perspektifine ulaşma zorunluluğu doğmuştur. Klasik sınıf analizleri,
klasik kavram, argüman ve tanımlamalarla günümüz iktidar biçimi anlaşılamaz ve
aşılamaz. “Egemen sınıflarında kılık değiştirerek
günümüze kadar geldiklerini biliyoruz. Kapitalist emperyalizmin buna ilave
ettiği, sınıfları şekilsizleştirme, bu yönüyle de mücadele edemez duruma
getirme, bunun için çok sistemli bir psikolojik, ideolojik, kültürel savaşımı
ve basın-yayın alanındaki teknik gelişimi de kullanarak yaygınlaştırmasıdır.
Dahası toplumu nefes alamaz duruma getirerek bir bombardımana tabi tutarak bunu
yürütmesidir.
İlginçtir: eskiden egemenler gerçekten ateşli silahlarla,
bombardımanlarla toplumlara diz çökertmeye çalışırlardı. Günümüzde ise bu tip
savaşımlara artık gereksinim yok, ruhsal, ideolojik, kültürel bombardımanlar
çok daha etkili olmuştur. Mevcut teknik de buna oldukça imkân sunuyor.
Dolayısıyla sınıfsallığın ve her türlü ayırt edilmesi gerekenlerin iç içe karılaştırılması
ve bununla da her şeyin çok sinsi, hileli, sömürücü, baskıcı, (görünmez) bir
sınıfın emrine koşturulması daha da imkân dâhiline girmiş bulunuyor
Eğer günümüzde net ve iyi çizilmiş sınırlar dâhilinde bir sınıftan
bahsetmiyorsak bunun çok önemli bir nedeni de budur. Aslında emek olgusu, onun
kaynaklandığı sınıf, muhteva ve şekil değişikliğine uğrasa da kesin böyledir.
Ama daha çok kılık değiştiren ve bir anlamda kendini genelleştirerek bütün
topluma sızdıran egemen sömürücü sınıfa iyi tanım getirmek gerekiyor. Köle
sahipleri, toprak sahipleri, fabrika sahipleri biçimindeki klasik sınıf
tanımlaması yetmiyor. (A .Öcalan 1 Mayıs 1993)
Bio-İktidarın
Yaşamdaki Bio-Siyaset-Kültürel Tezahürü
Bio-iktidarın sinsi ve fark edilmesi
zor olan bio-siyasetinden birkaç örnek vermeye çalışalım. Reklam sektörünün
devasa boyuta ulaşması, bu alanda çok büyük harcamaların yapılmasında ve algı
yaratmasında bio-iktidarın ne kadar insan dünyasına sızdığını, duygularını,
güdülerini, düşüncelerini ve yaşam alışkanlıklarını biçimlendirdiğini anlamak
mümkündür. Reklam sektörünün en çok öne çıkardığı insanın üç temel güdüsüdür.
Bunlar: Açlık, cinsellik ve korunma güdüsüdür. Bunların toplamında hedeflenen
insan EGO’sudur. Tıp bilimsel-teknik gelişmişliğiyle insan bedenini adeta
kadavraya çevirmiştir. İnsan bedeninin gizemli noktalarını keşfederek ilaç ve
kozmetik piyasasının hizmetine sunmuştur. Çirkin, güzel, iyi, kötü, doğru, eğri
ve estetik bakış açısı hatta beden ve kilo ölçüleri dahi bu piyasada/sektörde
belirlenmektedir. TV’lerde temel programlar haline gelen yarışma şovları ve
diziler bio-iktidar alanı için güçlü algı yaratma ve “model ilişki ve yaşam
tarzı yaratma faaliyetleridir. Devrim saflarında bile tv dizilerine ve söz
konusu yarışmalara duyulan ilgiyi bio-iktidarın tezahürü olarak değerlendirmek
gerekir. Teoride karşı olsak da sosyal ve kültürel alanda kapitalist
modernitenin birçok yönüne ilgi duyulmakta ve ortam bulunduğunda
gerçekleştirilmektedir. Bunu kaynağında ideolojik ve felsefik zayıflıklar
vardır. Devrimci ideolojideki boşluklar kapitalist modernite tarafından
doldurulmaktadır. Bio-iktidarın amacı: neo-liberalizmin ideolojik, kültürel,
yaşam ve ilişki anlayışını topluma hâkim kılmaktır. Bunu sağlamak için her
türlü araç ve yöntemlere başvurmakta ve sonuçta almaktadır. Modernite kültür ve
yaşam tarzını derinliğine benimseyen, içselleştiren, yüreğini çoraklaştırmış
ve ruhunu karatmış insan gerçekliğinden ancak insanlık hakikatine yabancılaşmış
bayağı iradesiz ve düşüncesiz köleler sürüsü oluşabilir.
Açlık güdüsü insan bedenine,
duygu ve düşüncelerine hâkim olmanın en etkili aracı konumundadır. Açlığa mahkûm
edilen insan bu yolla şartlandırılır ve sistemin normlarına uyumlu hale
getirilir. Sosyal, siyasal, kültürel, sanatsal değerlerle beslenmemiş, terbiye
edilmemiş ilkel güdüler sayesinde bio-iktidar insan zihniyetini kolayca
şartlandırır, yönlendirir beyin dumura uğratılır. Zira ilkel güdüler insan
beyninin gelişmesine en büyük engeldir. Duyguların çorak kalmasına,
gelişmemesine neden olur. İlkel benlikte saplanıp kalan insan bir bakıma
hayvani aşamaya dönüş yapar, iradesi, düşünce ve ideolojik gücü olmayan, dıştan
yönlendirilen uydu bir kişilik durumuna düşer. Kısacası biyolojik yaşama mahkûm
olur. Bu durumda olan bireyler/toplumlar düşünce yetisini ve belleklerini
kaybederler. İroni bir benzetmeyle beyinleri ile mideleri yer değiştirir, adeta
beyinlerini karın boşluğunda taşımaya başlarlar. Felsefik bakış açıları,
özgürlük anlayışları oluşmaz. Büyük bir boşluğa düşerek afazi yani düşünememe
gibi bir zihin hastalığına tutulurlar. Toplumlardaki yoğun yaşanan belek kaybı
ve zihin bulanıklığı afazi hastalığından kaynaklanmaktadır. Afazi hastalığı
kişide karmaşık bir hal yaratır. Düşünememe ve anlama bozukluğu gibi klinik bir
vaka haline gelerek iktidarın istismarına açık hale gelir.
İktidarın en çok yöneldiği bir
alan da cinselliktir. Bu alanda yapılan saptırmayla insanın estetik ölçüleri
sisteme entegre edilir. Açlık güdüsüyle ayrı bir güç kazanan cinsel güdüler
insandaki enerjiyi emercesine yok eder. Aşk, sevgi, sadakat, aile, saygı,
duygu, cinsellik, hümanite gibi önemli yönler tahribata uğratılır. Kadının
korkunç bir meta haline gelmesi ve kadın cinayetleri bunun sonucudur. Sadece
kadın değil erkekte bu pazarın bir nesnesi haline getirilir. Devlet ve
iktidarın erkek üzerindeki şiddetli baskısı zayıf erkeğin tepkisini kadına
yönlendirmesine yol açmaktadır. Bir sektör gibi işleyen “magazin-moda sektörü cinselliğin ve özelde de kadının pazarlandığı
en önemli piyasa alanıdır. Cinsel güdülerin satış borsası gibi çalışmaktadır.
Kadın-erkek ilişkilerinin en fazla düşürüldüğü, toplumsal yozlaşmanın yaşandığı
alanlardır. Duygu ile güdüler arasındaki sınır silinir, cinsler arasında büyük
bir kopukluk ve yabancılaşma başlar. Aşk ve sevgi olgusu kirletilir. Günümüz
dünyasının ağızlarda en çok sakız edilen aşk konusu tarihin en rezil, içeriksiz
dönemini yaşamaktadır. “Tarihin hiçbir
döneminde aşk bu kadar ayağa düşmemiştir. Anlık aşklardan tutalım, açık
cinsiyet yaklaşımlarına kadar en yaygın ve tehlikeli ilişki tarzlarına bile aşk
deniliyor. Bundan daha iyi kapitalist sistemin yaşam anlayışını sergileyecek
ilişki düşünülemez. Dönemimizin aşkları hâkim sistemin insan ve topluma
dayattığı zihniyetin en kutsal alanda bile ne hallere düştüğünün bir
ifadesidir. (A. Öcalan: Bir Halkı Savunmak)
Anlaşılacağı gibi bio-iktidar kan
grubumuza bakmaksızın yaşam damarlarımızda dolaşmaktadır. Feminist kadın
hareketlerinin “bedenimiz bizimdir sloganı çok önemli bir noktaya işaret eder.
Çünkü erkek egemenlikli iktidar önce kadın bedenine hakimiyet kurarak topluma
egemen olur. Bilim-Teknik ve sanattı da istismar ederek bireyi aşırı bencil,
egoist ve narsist hastalığına sürükler. “Kapitalizmin
bilim ve sanata el atışı daha vahim sonuçlar doğurur. Genelde bilim-sanat
devlet iktidarının bir aleti kılınmıştır. Kapitalizmle birlikte iktidar-bilme
işi-bilim devriminin gücüyle görülmemiş boyutlara varmıştır. Bilim ve sanatın
tekelleştirilmesi korkunç bir egemenlik ve sömürü gücüne yol açar. Bireyi
istediği gibi şekillendirme, yararlanma imkânı verir. Sadece zihniyet yapısını,
temel paradigmaları kendi özel dünyasına göre dönüştürmekle kalmaz, at gözlü ve
teneke yürekli yapar. Bu gözle ve yürekle insanlar en sığ, menfaatçi, egoist,
nemalazımcı, zalim, duygusuz, soyut robotumsu varlıklar haline gelirler. (Önderlik: Bir Halkı Savunmak)
Kürdistan’da Bio-İktidar
Kürdistan’da geliştirilen
bio-iktidar tarzı ve yöntemleri kapitalist modernist sistemin klasik
bio-iktidar tarzıyla değerlendirilemeyecek kadar farklı bir karaktere
bürünmüştür. Nasıl ki, Kürdistan’da klasik bir sömürgecilik, klasik kapitalist
modernist sistem yoksa klasik bir bio-iktidar politikaları ve uygulamaları da
yoktur. Sömürgeci rejimler Kürdistan’da uyguladıkları özel ekonomik savaş
politikalarıyla dehşet verici bir bio-iktidar biçimini uygulamaktadırlar. Türk
sömürgeciliği özellikle AKP iktidarı süreciyle Kürdistan’da özel ekonomik savaş
stratejisiyle yoğunlaştırılmış bir ekonomik savaş yürütmektedir. “Ekonomik terör olarak adlandırılacak
bu özel savaş uygulamaları benzersiz olup tamamen Kürt soykırım politikalarına
denk planlanmakta ve pratiğe sokulmaktadır. En doğal biyolojik varlığını bile
sürdüremeyecek düzeyde bir ekonomik savaş politikasıyla insanlar düşürülmekte,
zıddına dönüştürülmekte, ulusal ve toplumsal değerlerine karşıt hale
getirilerek ajanlaştırılmaktadır. Fuhuş, uyuşturucu, ajanlaştırma, tecavüzler,
tarihi alanların yok edilmesi ve diğer toplumsal yozlaşmaların tümü Türk devlet
rejiminin özel savaş kapsamında Kürdistan’da yürüttüğü bio-iktidar uygulamalarına
bağlı olarak gelişmektedir. Kürdistan’da insanı hayvanlaştıran, belleksizleştiren,
tarihten ve gerçeklikten koparan bir bio-iktidar biçimi söz konusudur. Kendi toplumsal
ve bireysel kimliğinden, dilinden ve hakikatinden vazgeçme karşılığında o da en
tortu ve kırıntı düzeyinde biyolojik bir yaşam imkânı sunulmaktadır. Kürtler bu
denli bir özel savaş, bio-iktidar yoğunluğuna ve kültürel soykırımına maruz
bırakılmaktadırlar. Kürdistan’da özel savaş yöntemlerinin en incesinden en
kabasına kadar bio-iktidarın her türlüsüne kadar faaliyet halindedir. Özel
savaş rejimi Kürtlere üç seçenek sunmaktadır. Birincisi sıradan bir yaşam
karşılığında Kürtlüğünü inkâr etme, asimile olma ve Türkleşmedir. Bu bir çeşit
ajanlaştırma şeklidir. İşbirlikçiliğin ötesinde kendi kavmine karşı ajan ve
soykırım ortağı olma anlamındadır. Kürtlere karşı yüz yıldır uygulanan özel
savaş tarzı bu olmaktadır. İkincisi Aykırı davranması durumunda aç bırakılır,
zindanlara kapatılır veya fiziki olarak yok edilmedir. Üçüncü Özgürlük
mücadelesine katılarak onurlu ve özgür bir seçimde bulunmaktır. Dayatılan
soykırıma, ihanet ve hayvanlaştırmaya karşı direniş yolunu seçmek ve kurtuluşu
sağlamadır. Sömürge ve özel savaş rejimini tümden reddetmek ve ona karşı
başkaldırmaktır.
Kürtler en çok bio-iktidarın
özgün ve benzersiz yönelimlerine maruz bırakılan bir halktır. Sömürgeci
rejimler Kürt toplumuna kimlikten, ülkeden, özgürlükten koparılmış biyolojik
bir yaşamı dayatmaktadırlar. Fiziken yok edebildiğini yok etme, kalanını ise
kültürel soykırımla eriterek yok eden bir iktidar tarzı uygulanmaktadır.
Ekonomik talan, askeri işgal, kültürel ve siyasi soykırım politikaları
bio-iktidarın Kürtlere uyarlanmış biçimi olmaktadır. Sömürgeci rejimler Kürt
halkını açlık siyasetiyle, topraklarından, kültüründen ve tarihinden koparmak
istemektedirler. Pavlov yöntemiyle Kürtleri kendine bağlayan, kendi siyasetine
endeksleyen sömürgecilik böylece toplumun direnç odaklarını çökertip toplumsal
örgütlülüğü dağıtmayı hedeflemektedir. Buna karşı durmanın tek yolu güçlü
örgütlerle her alanda ulusal demokratik ve komünal değerlerin örgütlenerek
kurumsallaştırılmasıdır. Bio-iktidara karşı ancak sınıf, cins ve ulusal
bilinçle (ideolojik bilinç) yaratılan sosyalist özgür bir yaşamla mücadele
edilebilir.
Bio-İktidara Karşı Çözüm: Sistemin
Sınırlarını Aşmış Özgür İnsan ve Sosyalist Yaşamdır
İktidarın olduğu her yerde birde
özgürlük ve mücadelesi vardır. İktidara karşı: insanın erdemli özelliklerinde,
insanı insan yapan temel değerlerinde ısrar tek kurtuluş yoludur. Kısaca bio-iktidara
karşı mücadele perspektifini formüle edersek:
Birincisi: İktidarın bilimsel analizlerle çözümleyerek, dar sınıf
ve ideolojilere dayalı yaklaşımları aşan geniş bir yelpazede sorunu ele alma
zorunluluğu doğmuştur. İnsanın itibarını tekrar iade eden, onun bilincini,
ahlakını, doğayla barışık olmasını, imkân dâhiline sokan, ekonomik, sosyal ve
kültürel değerlerin geliştirilerek toplumun hizmetine sunan bir anlayışla ancak
çözüm gelişecektir. Kapitalist bireyciliği aşan, demokratik toplumcu, cins
eşitliğine dayalı bir ahlaka ve bunun paradigmasına ihtiyaç vardır. Kısacası
yeni bir toplumsal ahlak yaratmak gereklidir. “Kapitalizmin sistematik olarak yıktığı ahlaki örgü esas alınmadan
hiçbir toplumu yalnızca hukuk, sanat, siyaset, ekonomik yöntemlerle yönetmek
veya değiştirmek dayanağı yoktur. Ahlakı toplumun kendiliğinden varoluş biçimi
olarak algılamak gerekir. Dar geleneksel ahlaktan bahsetmiyorum. Toplumun
kendini yürütüş vicdanı, yüreği olarak tanımlıyorum. Vicdanı bitmiş toplum,
bitmiş bir toplumdur. Kapitalizmin ahlakı en derinden tahrip eden sistem olması
anlamlıdır. Sonul sistem olması onun toplumsal vicdanı tahrip etmesi anlaşılır
kılar. Sömürü ve baskı sistemini potansiyelini tüketmesinin somut ifadesi
ahlakın sistemlice tahribi anlamına gelir. O halde kapitalizmle mücadele
zorunlu olarak etik-bilinçli ahlak-çaba gerektirir. (A. Öcalan: Bir Halkı
Savunmak)
İkincisi:
Özgür bir yaşam idealine sahip olmak için zihin ve vicdan devrimiyle tarihsel
bir yenilemeyi gerçekleştirmek gerekir. Bio-iktidarın her türlü tahakkümcü,
hiyerarşik ilişkilerini, çıkarcı, bencil, kar dürtüsünün çılgınlığını aşarak
tarihsel toplumsal değerlerle geleceğin bilimsel yaratılışına bağlanmak
gerekir. Bu noktada ne dogmaların esiri ne de ütopyaların mahkûmu olmamak
önemlidir. Ancak özgür olduğumuzda gelecek sosyalist yaşamın olabileceğini,
bizi ahtapot gibi kuşatan iktidar ağından kurtulabileceğimize inanmak ve bunun
umudunu taşımak gerekir. “Kitleleri
seferber eden baskı değildir, umut ve kesinliktir, baskının sonunun yakın
olduğu, daha iyi bir dünyanın gerçekte mümkün olduğu inancıdır. Bu umut ve keskinliği
de hiçbir şey başarı kadar pekiştiremez. (A. Öcalan)
Bağlı olarak kapitalist sistemin
aşırı maddiyatçı, manevi-moral ve toplumsal değerleri yadsıyan anlayışlardan
kurtulmak. Aşırı tüketim hastalığından sıyrılmak ihtiyaç olanla yetinmek.
Mevlana’nın “Nefsin egemen olduğu
sultanlık, şeytandadır. sözlerindeki gerçeğiyle şeytanın iktidarın kendisi
olduğu bilinciyle nefsi terbiyesini gerçekleştirmekle saygın ve mütevazı bir
hayatı benimsemek. Maddi ve manevi dengeyi sağlayan sosyalist yaşam tarzını esas
almak.
Üçüncüsü: Bireyin toplum arasındaki ilişkileri bozan, bireyin
genleriyle oynayıp hiçleştiren, köleleştiren tersinden toplumu ikinci plana
iten devletçi, hiyerarşik ve despotik sistemlere karşı, birey ve toplum
dengesini sağlamak gerekmektedir. Verili sistemin ve hiyerarşik, tahakkümcü
iktidar mantığını besleyen ilişkileri sorgulayarak kişiyi özgürleştiren
demokratik yaşam ve ilişkilerini benimsemek ve iktidar-devlet odaklı olmayan Demokratik
Ekolojik Cinsiyet Özgürlükçü Toplum paradigmasını esas almak önemlidir. İktidarı
ret bireysel özgürlükle eşdeğerdir. Birey özgürleştikçe sistem içindeki ritüel
rolünü oynamayı reddedecektir. Bu kişisel varoluş toplumsallıktan kopuk
değildir. Her özgür birey kendi çevresinde yaratacağı özgürlük alanı ile felsefik,
siyasal, kültürel ve ahlaki bir duruş sergileyecektir ve alternatif bir oluşum içerisinde
sistemin karşısına çıkacaktır.
Dördüncüsü: Demokratik Ekolojik Cinsiyet
Özgürlükçü Toplum paradigmasıyla cinsler arası eşitlikçi bir ilişki yaratmak, doğru
bir sevgi ve aşk anlayışına ulaşmak. “Aşkı
canlandırmak en zor devrimci görevlerden biridir. Büyük emek, zihniyet
aydınlığı, insan sevgisini ister. Aşkın en önemli şartlarından biri çağın
bilgeliği sınırlarında seyretmesi gerekir. İkincisi, sistemin çılgınlığına karşı
büyük duruşu dayatır. Üçüncüsü, kurtuluşsuz, özgürlüksüz birbirinin yüzüne bile
bakamayacağını bir ahlaki tutum olarak benimsemeyi gerektirir. Dördüncü, cinsel
güdünün üç hususun gereklerine tutsak etmeyi gerektirir. Yani cinsel güdü bilgeliğe,
özgürlük ahlakına ve politik-askeri mücadele gerçekliğine bağlanmadan atılacak
her adımın aşkın imkânı olduğu nu bilmeyi gerektirir. Bir kuş kadar bile özgür
yuva kurma olanağı olmayanların aşktan, ilişkiden, evlilikten bahsetmeleri
aslında sosyal düzen köleliğine teslimiyet ve özgürlük mücadelesinin soylulaştırıcı
değerini bilmediklerini gösterir… Erkek egemen-köle kadın ikilemini aşamayan
hiçbir özgürlük çabasının gerçek bir özgür kimlik sağlanamayacağını da en temel
özgürlük kriteri olarak almak gerekir. Kadın üzerindeki mülkiyet ve iktidar
ilişkisi yıkılmadan, özgür kadın-erkek ilişkisi geliştirilemez. (A. Öcalan:
Bir Halkı Savunmak)
Bio-iktidar kendini topraklarından,
ulusallıktan, örgütsellikten, toplumsal değerlerden ve en önemlisi komünden kopmuş
bireyler üzerinden yaşatır. Kapitalist sömürücü iktidar tek tek bireylerden geçerek
kendini ördüğüne göre, kendimizi tek tek iktidarın faaliyet alanından
çıkarmamız gerekir, bunun yolu her bireyin isyancı bir karakterle sisteme karşı
çıkarak sosyalist bir yaşam tarzıyla devrimci mücadeleyi her alanda
büyütmesidir. Çünkü kapitalizm bireyi toplumdan koparıp iktidarlaştırırken,
sosyalizm toplumsallaştırarak iktidardan arındırır. Özel savaş ve bio-iktidarın
her şekline karşı ancak özgür yaşam ilkeleriyle insana, toprağa, doğaya,
tarihe, toplumsallığa bağlı kalınarak ve sürekli mücadele edilerek başarı
kazanılabilir.
Dıjwar SASON
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.lekolin.com – www.lekolin.org – www.lekolin.net –
www.lekolin.info -www.navendalekolin.com -http://kursam.org/index.html-
http://kursam.net/index.html
“Kapitalizmin iktidar yapısına
taşıdığı yeniliklerin başında kurumsal niteliğinin derinliği gelmektedir.
Kişiye bağlanmış̧ iktidardan iktidara bağlanmış̧ kişiler, partiler, hatta
toplumlar sistemine geçilmiştir. İktidarın görünmez, soyut niteliği
geliştirilmiştir. Bunda ideoloji, politika ve ekonomi katlı işlevlere sahiptir.
Ulus kavramından türetilen milliyetçilikle tüm bir ulus iktidarın kendisine ait
olduğuna inandırılmıştır. Özünde hiçbir zaman iktidar ulusun olamaz. Her yerde
ve her zamanda etnik grupların, hanedanların, ulusların azınlık kesimi
iktidarın gerçek sahibidir. Fakat öyle bir sistem yaratılır ki, en alttaki
ezilene kadar her birey bir anlamda kendini iktidar sahibi kılmak durumundadır.
En alttaki bir ailede en yoksul bir koca karısı karsısında kendini ‘küçük
imparator’ rolünde rahatlıkla görebilir. Karı da zincirleme tarzda çocuklarına karşı
bu rolü̈ oynar. Ya çocuklar? Onlar büyürlerse aynı sistemi oynamaktan başka ne
yapabilirler? İktidarlaşma zincirinin böyle kurulması sistemin bir
özelliğidir…Partiler de birey gibi iktidara göre kurulmuştur. Devleti topluma,
toplumu devlete taşımak temel işlevdir. Toplumun kendisi devletin kılınmıştır.
Devlet en görünmez tanrı gibi toplumun başına, her tarafına binmiştir.
İdeolojinin yarattığı iktidar zihniyeti belki de en büyük yalanlaştırıcıdır.
Politika sanatının işlevi toplumda bahsedilen kendini devlet sahibi sanma,
hizmet gereğine inandırma, özünde politik demagojinin en gelişkinini sunmaktır.