02 Nisan 2020 Perşembe Saat 06:41
Daha önce üstü örtülen yada farklı gösterilen gerçekleri tüm
çıplaklığıyla görmeye başladık. Öyle ki, her şeyi sorgulayıp yanlışları
görmemizi dayatan bir süreç ortaya çıkardı. On binlerce yıllık bir yaşama
dayanan insanlık bu eksiklikleri, yetersizlikleri böyle bir salgın hastalığın
yarattığı ortamda görmemeliydi. Uzaya çıkan, bilimsel teknik devrim
gerçekleştiren, iletişim ve bilişimde büyük bir devrim yapan, öyle ki; yapay
zekaya adım atan insanlık böyle bir duruma düşmemeliydi. Bugün gün yüzüne çıkan
yanlışlıkları önceden görmeliydi. Ama görülememiştir. Çünkü mevcut bilim
sorunludur. Rêber Apo bunu Sümer rahiplerinden daha fazla toplumsal gerçekleri
saptıran bilimcilik olarak ifade etti. Bugün dünyanın başına bela olan olguları
cinsiyetçilik, milliyetçilik, dincilik ve bilimcilik olarak tanımladı.
Kapitalist modernite emrindeki bilim adamlarını günümüzün Sümer rahiplerinden
daha fazla gerçeklikten ve toplumdan uzak olarak değerlendirdi. Bu bilim
adamlarının görevini gerçekleri ortaya çıkarmak değil de, gerçekleri gizlemek
ve her şeyi kapitalizmin hizmetine sokmak olarak değerlendirdi. Bugünlerde
Rêber Apo’nun bilimcilik ve bilim adamları üzerine yaptığı değerlendirmeyi
ilgili herkes okumalıdır; yeniden ve yeniden okumalıdır. İnsanlığın başına tüm
belaların nasıl geldiğini öğrenmelidir. Corona virüsle ilgili bu yazıyı
yazarken bunu belirtmemek büyük bir eksiklik olurdu.
Coronavirüsün siyasal, ekonomik, toplumsal ve kültürel
yaşamı sorgulatması ve alternatifini daha yakıcı gündeme getirmesini
değerlendirmeden önce Türk devletinin corona virüs karşısındaki tutumunu değerlendirmek
gerekir. Çünkü insanlık için corona virüs kadar tehlikeli olan, bu dönemde bile
insanlık dışı özel savaş karakterini bırakmayan, Türkiye halklarını ve tüm
insanlığı aldatmaya devam eden bu devlet gerçeğinin bu salgın sırasındaki
tutumuna bakmak önemlidir.
Virüs Çin’de çıktığında ilk önce duyurulmadı ama
yaygınlaşınca duyurmak zorunda kaldılar. Çünkü hem hızla yayılıyordu hem de
ölümcüldü. Bu durum her ülke için büyük tecrübeydi. Ancak bu tecrübeden sonuç
çıkarılmamış; birçok devletin daha baştan tedbir alması gerekirken,
yaygınlaştıktan sonra kamuoyuna açıklamaları ve tedbir almak istemelerinin
sonuçları ağır olmuştur. Bu devletlerden biri de Türk devleti olmuştur. Halka
karşı sürekli özel savaş yürüten, bu nedenle halktan gerçekleri saklayan Türk
devleti aynı tutumu corona virüs salgınında da göstermiştir. Uzun süre bizde
salgın yok, diyerek gerçekleri saklamıştır. AKP-MHP iktidarı kendi iktidarını
olumlu göstermek için salgını gizlemiş, ancak salgın yaygın hale gelince bizde
de hastalık var, demek zorunda kalmışlardır. İki ay boyunca bizde salgın yok,
diyerek hiçbir tedbir almayarak hastalığın yaygınlaşmasına neden olmuştur.
Çünkü insanlar normal yaşamına devam etmiştir. Hasta olanlar serbest dolaşmış,
başkalarına bulaştırmıştır. Diğer insanlar da hastalığın var olduğunu bilmediği
için kendilerini korumaya ihtiyaç duymamışlardır. Şimdi herkes tedbir alınırsa
salgının erkenden önüne geçilebileceğini söylüyor. AKP-MHP iktidarı bizde yok,
deyip yaşamın normal sürmesini sağlayarak virüsün yayılması suçunu işlemiştir.
İki ay gecikmeyle açıklama ve gecikmeli tedbir almaya yönelme ağır bir suçtur.
İran kapılarının kapanması, Çin’e gidiş-gelişlerin sınırlanması gerçek bir
tedbir değildir. Çünkü günümüzde ülkeler
arası gidiş-gelişlerin yoğun olması; bir yerde salgın varsa onun kısa sürede
başka ülkelere sıçrayacağı bir durum yaratmaktadır. Nitekim virüsün varlığını
gizleyerek kendini başaralı göstermek isteyen Türk özel savaş yönetimi sonunda
bizde de var, deyip bazı tedbirler almaya başlamıştır. Ancak dünyanın her
yerinde futbol müsabakaları ertelenirken Türkiye’de ertelenmeyerek gizleme ve
gereken tedbirleri almama farklı biçimde sürdürülmüştür, hala da
sürdürülmektedir.
Şu anda hükümetin tedbir alıyorum, demesi çok anlamlı
değildir. İki ay bizde yok, deyip tedbir almayarak işlediği suçu örtemez. Şimdi
tabi ki bazı tedbirler almaya çalışıyorlar. Ancak daha baştan yaklaşım yanlış
olunca alınan tedbirler de yetersiz kalmaktadır. Yada tedbirlerde sürekli
gecikme yaşanmaktadır.
Tayyip Erdoğan son konuşmasında yine şöyle tedbir aldık ve
alıyoruz, demiştir. Hatta 2 aylık gecikmeyi yaşatmamış gibi erken tedbir alan
ülkelerden olduk, demiş. Türkiye halklarının ve dünyanın gözünün içine bakarak
yine yalan söylemiş. Türkiye’de ağır baskı olduğu için birileri de kalkıp sen 2
aylık gecikme yaratarak ağır suç işledin diyemiyor. Yine yüzlerce ölü varken
ölü sayısı gizleniyor. Türkiye’de ölü sayısı verilen resmi rakamlarının on
katıdır. Belki de daha fazladır. Ancak bu ölümler zatüre yada farklı bir
hastalık olarak gösteriliyor. Her gün ne
kadar ölü sayısı gösterileceğini de özel savaş merkezi, saray gladyosu
belirliyor. Siz bakmayın sağlık bakanı adına açıklama yapılmasına. Sayıların
nasıl belirleneceğine Tayyip Erdoğan’ın da içinde olduğu özel savaş ekibi karar
veriyor. Böylece bizde ölümler Avrupa’nın şu şu ülkelerinden azdır propagandası
ile kendilerini başarılı ilan edecekler!
Türkiye ve
Kürdistan’da hiç kimse sağlık bakanı adına yapılan açıklamalara inanmamalıdır.
Geç açıklama ve tedbir almanın yarattığı ağır sonuçların altında kalmamak için
hastalar ve ölümler az gösteriliyor. Türkiye halklarının bunun hesabını mutlaka
sorması gerekiyor. Kürtler ise bu salgın hastalık sürecinde nasıl bir düşmanla
karşı karşıya olduklarını bir daha görmüşlerdir. Başta İstanbul olmak üzere
büyük şehirlerde yayılan bu hastalıktan en fazla Kürtler etkilenmiş, ancak
sağlık hizmetini en az alanlar yine Kürtler olmuştur. Kürdistan’da testlerinin
yapılmaması Kürt’e yaklaşımının ne olduğunu gösteriyor. Şimdi kit gönderdik,
demişlerse de Kürdistan’da fazla bir şey değişmemiştir. Halk can derdindeyken
Kürdistan’da belediyelere kayyum atanması bu devletin Kürtlere yaklaşımını bir
daha açık biçimde göstermiştir. Bu da Kürt düşmanlığıdır.
Corona virüsle kapitalizmin ortaya çıkardığı büyük
şehirlerin insanlık için nasıl büyük tehlikeler yarattığı çok iyi görülmüştür.
Kürtler de Türkiye’de ağırlıklı olarak Marmara, Ege ve Çukurova’nın büyük
şehirlerine göç etmişlerdir. Bu nedenle
de başta İstanbul’da yaşayanlar olmak üzere bu virüsten çok etkilenmişlerdir.
Şu anda virüsün en az etkili olduğu yerler köyler ve kırsal alandır. Yani
Kürtlerin en fazla terk ettiği, bırakarak metropollere yöneldiği Kürdistan
köyleridir. Şimdi bir kesim, corona virüs çıkınca köylerine gitme eğilimi içine
girmiştir.
Bu vesileyle şunları belirtmek isterim. Kürt halkı baskılar
ve ekonomik nedenlerle metropollere göç etmişlerdir. Zaten Kürdistan’da
Fırat’ın batısı ve Dersim gibi yerlerde çok önceleri devletin özel savaşı ile
metropollere yoğun göç yaşanmıştır.1978 Maraş katliamı ile bu göçler
yoğunlaşmıştır. Fırat’ın doğusunda ise esas olarak 1980’li yılların sonu ve
1990’lı yıllarda köylerin yakılıp yıkılması, faili meçhul-aslında failleri
bilinen- cinayetlerden sonra göçler yoğunlaşmıştır. Kürdistan boşaltılmıştır.
Baskılar yanında devletin özel savaş merkezi psikolojik harekatlarla da
Kürdistan’dan kopuşu artırmıştır. Bu temelde Kürdistan’da yürüttükleri soykırım
amacına daha erken ulaşacaklarını hesap etmişlerdir.
Virüs büyük şehirlerde yaşanamayacağını göstermiştir. Zaten
bu salgından sonra büyükşehirlerin varlığı sorgulanacaktır. Bu salgın Kürtlerin
bir bölümünün köylerine dönmesini sağlayabilir. Aslında Kürtlerin yarısından
fazlası Kürdistan’a dönerek daha güzel bir yaşam sistemi kurabilir. Birçok
Kürt’ün köyünde basının, dedesinin yerleri vardır. Geri dönerek bu köyleri
yeniden canlandırabilirler. Corona virüs birçok şeyi değiştireceği ve eskisi
gibi bırakmayacağı gibi Kürtlerin topraklarına geri dönmesine de vesile
olabilir, daha doğrusu olmalıdır. Kapitalizm, mevcut yaşamı bir yerde çıkmaza
sokacaktı. Şimdi bu duruma gelindi. Artık modernist düşünme biçimini, modernist
yaşam biçimini bir tarafa bırakarak toplumcu düşünme, demokratik modernite
yaşamına yönelme olmalıdır. Demokratik modernite yaşamının bir boyutu tarih
boyu insanlığın ve toplumun yaşam alanı olmuş köyleri ve kırsal alanı
canlandırmak olmalıdır. Kürdistan tarih boyu tarımın ve hayvanlığın merkezi
olmuştur. Kuşkusuz yaşam tümüyle yüz yıllar öncesine dönemez ama kapitalist
modernitenin ortaya çıkardığı yaşam da bir yanılgıydı, sapmaydı. Tüm insanlığı
yaşam alanlarından çıkarıp obez şehirlere, metropollere doldurdu.
Bu şehirleşme, kapitalist sömürü ve bunun üretim anlayışı
olan endüstriyalizm için yaratıldı. Bunun için doğanın tüm dengesi bozuldu.
Sadece doğanın dengesi değil, toplumsallık dağıtılarak insanın karakteri
değişime uğratıldı, bozuldu. Toplumsallığı dağıtmak insanı bozmaktır. Bu da
insanlık düşmanlığıdır. Doğanın bozulması ile insanın bozulması at başı gitti.
Sonunda insanlığın sonunu getirebilecek bir salgın hastalıkla karşılaşıldı.
Gerçek bilim insanları bu konuda ciddi uyarılar yapıyorlardı. Ve bu uyarı doğrulandı. Belki bu salgına çare
bulunacak, ancak insanlık kapitalizmden kurtulmazsa yarın daha ağır hastalıklar
ortaya çıkacaktır. Hatta bunun çaresi bulunamayarak insanlık yok olmayla
karşılaşabilecektir. Bu açıdan kapitalizm tüm insanlık için bir sağlık ve
varlık sorunu haline gelmiştir. Hastalığın esas adı kapitalizmdir. Bundan
kurtulmadan da şu bu hastalıktan kurtulmak insanlık için bir çare olmayacaktır.
Kapitalist ülkeler bu salgından sonra sistemlerinde bazı
değişikliklere gidecektir. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Kapitalizm
ömrünü uzatmak için bazı reformlar yapacaktır. Yapmak zorunda kalacaktır.
Örneğin reel sosyalizmin yıkılmasından sonra her ülke kendi kapitalist
işletmelerinin, tekellerinin diğer işletme ve tekellerle rekabet edebilmesi
için sosyal harcamaları kesip, bunları kendi kapitalistlerine aktardılar. Bu
virüsle birlikte bundan bazı dönüşler olacaktır. Ancak bunun çözüm olması mümkün
değildir. Çünkü kapitalizm, kapitalizm olmaktan çıkmadığı müddetçe doğası
değişmez. Azami kar ve rekabet toplumsal sorunların varlığını da sürdürür;
doğanın tahribatına da yol açar. Uluslararası anlaşmalarla konulacak bazı
engeller ve yasaklar bu durumun önüne geçemez. Sadece bazı olumsuzlukları
kısmen giderebilir. Ancak ne toplumsal sorunlar çözülür ne de doğa sağlığına
kavuşur.
Çözüm; kapitalist sistemi aşmaktır. Ekonomi olarak
eko-endüstriye dayalı komünal ekonomi, kapitalizmin modernist yaşamına karşı
demokratik modernite yaşamı, yani toplumcu demokratik yaşam. Toplumun komün ve
meclislerde örgütlenerek tüm ilçe ve illerde kendini yönettiği demokratik bir
sistem. Tüm toplumsal kesimlerin kendini örgütleyerek kendi sorunlarının çözümü
için söz ve karar sahibi olduğu sistem. Yerel ünite ve toplumsal kesimlerin
örgütlülüğü temelinde oluşturulacak demokratik konfederal bir temelde
oluşturulacak bir halk yönetimi. Çare devlet yerine eko-endüstriye dayalı
komünal ekonomi, toplumun her alanda komün ve meclislere dayalı demokratik
yönetim sistemidir. Halk bu ekonomik, toplumsal ve siyasal sistemi devlet
dışında örgütleyebilir. Kapitalizm ve devleti bu temeldeki örgütlenme ve
oluşturduğu ekonomik ve toplumsal yaşam ve demokratik yönetimler daraltıp
kuşatabilir. Halk örgütlenme ve mücadele iradesi gösterirse bunu yapabilir.
Kapitalizmden artık sadece emekçiler, yoksullar, kadın ve gençler değil,
toplumun büyük çoğunluğu kurtulmak istediğinden böyle bir demokratik devrimi
gerçekleştirmek her zamankinden daha fazla imkan dahiline girmiştir.
Kuşkusuz kapitalizmin nasıl aşılacağı, aşılması için nasıl
bir mücadele verilmesi gerektiği bu yazıyı aşan bir konudur. Ancak kapitalizmin
insanlık için gereksiz hale gelmesi bundan önce de dillendiriliyordu. Bu salgın
hastalıktan sonra insanlık için daha fazla gereksiz ve yük durumuna gelmiş bir
sistemdir. Aslında yarattığı toplumsal sorunlarla çoktan insanlık ve toplum
düşmanı haline gelmiş olan kapitalizm, artık insanlığın fiziki varlığı için de
düşman haline gelmiştir. Bu nedenle kapitalizmi aşma gündeme girmiştir. Bunun
nasıl olacağının düşüncesi, teorisi, yapılanması ve eylem biçimi daha fazla
tartışılacak ve gereken adımlar atılacaktır. Kapitalizm, ömrünü uzatmaya
çalışacaktır. Ancak kapitalizmin ömrünü kapitalistlerden çok
anti-kapitalistlerin yaratıcılığı ve pratikleşmesi belirleyecektir.
Bir daha vurgulayalım; kapitalizmi aşmak isteyenlerin PKK
önderi Rêber Apo’nun kitaplarını okuması, yürütecekleri çaba ve mücadeleye
büyük katkı sunacaktır. Hiçbir kitapta,
hiçbir yazıda bulamayacakları düşünceleri ve önerileri bu kitaplarda
bulacaklardır. Hiç kimse bir komplekse girmeden Rêber Apo’nun kitaplarını
okursa, tartışırsa, anlamaya çalışırsa anti-kapitalist mücadelenin daha etkili
hale geleceğini söyleyebiliriz. Rêber Apo yaptığı savunmasında çok iyi bir
anti-kapitalist olduğumu söyleyebilirim, diyerek bu gerçeğe gönderme yapmıştır.
Önemli bir konu da corona virüs salgını döneminde
devrimcilerin ve demokratların iktidarlara karşı tutumunun ne olması gerektiği
konusudur. Bu dönemde salgının durdurulması öncelikli bir görevdir. Ancak bu
durum faşist AKP-MHP’ye karşı tutumu değiştirmemelidir, liberalize etmemelidir.
Kuşkusuz toplum bu salgın karşısında bir bütün olarak dayanışma içinde
olmalıdır. Toplum siyasi düşüncesi ne olursa olsun dayanışmada bir kusur
göstermemelidir. Ancak soykırımcı faşist AKP-MHP iktidarına karşı ne siyasi ne
de toplumun tutumunda bir gevşeme olmalıdır. Aksine bu süreçte gösterdiği tutum
nedeniyle bu iktidara karşı daha net tutum ortaya konulmalıdır. Bu iktidara
karşı öfke büyümeli, tutum netleşmeli, mücadele keskinleşmelidir. Bazı kişi ve
kesimlerin virüs herkesi tehdit ediyor yaklaşımıyla bu faşist iktidara karşı
esnek yaklaşım gösterme eğilimi yanlıştır. Aksine tedbirleri geciktirerek
hastalığı yaygınlaştıran, bu süreci Kürt halkına ve demokrasi güçlerine karşı
düşmanlığı geliştirme olarak ele alan bu iktidara daha net tutum konulmalı,
teşhir edilmeli ve bu iktidardan kurtulmanın ittifakı ve mücadelesi
gerçekleştirilmelidir.
Mustafa KARASU
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.lekolin.com – www.lekolin.org – www.lekolin.net –
www.lekolin.info -www.navendalekolin.com -http://kursam.org/index.html-
http://kursam.net/index.html