17 Kasım 2012 Cumartesi Saat 07:35
0
21
TR
:” ”
:””
” “,” ”
KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, devletin
özellikle açlık grevindeki ilk grubu tasfiye etmek istediğine dikkat çekerek,
toplumsal direnişe çağırdı. Karayılan, “Bu önümüzdeki 2-3 gün çok çok
önemlidir. Herkes gece gündüz demeden serhildan hareketine katılım için
fedakarlık yapmalıdır dedi.
ANF’nin sorularını yanıtlayan KCK Yürütme Konseyi Başkanı
Murat Karayılan, açlık grevlerine ilişkin gelinen aşamayı ve hükümet
yetkililerinin yaklaşımını değerlendirirken, önemli açıklamalarda bulundu.
* Türkiye cezaevlerinde Kürt siyasi tutsakların başlatmış
oldukları açlık grevi 66. Gününde devam ediyor. Grev, her an zindanlardan ölüm
haberlerinin gelebileceği bir aşamadayken hükümet, özellikle de Türk Başbakan
Erdoğan’ın konuyla ilgili tutumu kamuoyundaki kaygıları arttırıyor. Bu süreci
ve hükümetin tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Açlık grevi eylemi aslında şiddet içermeyen, kişinin yemek
yemeyerek bir yerde adeta kendine azap çektirerek vicdanlara ve insani
duygulara hitap etmeyi hedefleyen bir eylem biçimidir. Egemenlerin zülüm ve
haksızlıklarına karşı kişinin hayatını ortaya koymasıyla gerçekleşen bir
direniştir. Vicdanlara hitap eden zararı sadece kendisiyle sınırlı yüksek irade
gerektiren bir direniş biçimidir. Bugün gerçekleşen açlık grevleri 66. gününe
girmiş olmasına rağmen, yaşam güvencesi hükümetin sorumluluğunda olan ve
talepleri de karşılayacak güç hükümet olmasına rağmen, hükümet ve devletin
tepkisi sömürgeciliğin kapkara yüreği, duygusuz ve vicdansız duruş biçimidir.
Türk sömürgeci devleti, Türk Başbakan Erdoğan’ın şahsında sergilenen tutumla
devletin ve hükümetin insani duygu ve vicdandan ne kadar uzak olduğunu direnen
tutsakları ve Kürdistan halkını her gün aşağılayan ve küçümseyen üslubunda
görülmektedir.
ŞOV DEMEK İNSAN GERÇEĞİNE HAKARETTİR
Açlık grevi kolay bir eylem biçimi değildir. Öncelikle
kararlılık ve tutarlılık ister, samimiyet ve ciddiyet ister. Bunlar olmadan bir
kişi kendisini 66 gün boyunca aç bırakamaz. Çünkü o 66 gün içerisinde her gün
acı çekmekte ve her gün o acıya karşı bir direniş sergilemektedir. Açlık
grevine bu kadar uzun süreli girmiş olmak ciddiyetin ve tutarlılığın
göstergesidir. Kişinin amacı uğruna her türlü acıyı göze alması ve hayatını
ortaya koyması kadar tutarlı ve ciddi bir duruş biçimi olabilir mi? Buna şov
demek, buna şantaj demek insan gerçeğine ve değer yargılarına hakarettir ve
insanlık ahlakından nasibini almamaktır. En zorba bir diktatör bile amaçları
uğruna ölümü göze alan insanların duruşuna saygı duyar. Sen her şeye bir şeyler
yakıştırabilirsin ama 2 ay boyunca hiçbir şey yememek suretiyle bedenini ölüme
yatırmış, adım adım ölüme yürüyen büyük insani ciddiyete böyle yaklaşamazsın.
Ahlaki değer yargılarına sahip olan, insanlık kültüründen nasibini almış
herhangi bir kimse bu kadar saygısız yaklaşamaz.
Ama ne yazık ki Türk Başbakan Erdoğan’ın sergilediği tutum,
büyük bir vicdansızlık, duygusuzluk ve insanlık gerçeğine hakaret tutumudur.
Sen Başbakan değil, bu dünyanın en büyük padişahı da olsan sonuçta sen de bir
insansın ve bir an için empati kurabilmelisin. Bunu kuramıyorsan, o zaman bütün
insani duygulardan yoksun, egemenlikçi, insanlık gerçeğinden kopuşu yaşamış bir
garabet birisin. Bugün Erdoğan’ın ve AKP şahsında görülen şey budur.
ERDOĞAN ŞIMARIK
*Başbakan şov ve şantaj söylemlerinin yanında bir de idamı
gündemleştirmeye başladı. Yine açlık grevcileri ve BDP’li siyasetçilere yönelik
“küçültücü , “alaycı söylem ve hakaretlerde bulundu. Bu tavrı nasıl
yorumluyorsunuz?
Sanki Cumhuriyet tarihi boyunca bu halk bu kadar idam
görmemiş, bu kadar jenosit ve katliamı yaşamamış, sanki bu hareket bu idam ve
katliamlara karşı tarih sahnesine çıkmamış bir hareketmiş gibi kalkıp bizi
idamla tehdit ederek en büyük şantajı kendisi yapmaktadır. Bu anlamda bütün
konuşmaları ve üslubu hakaret ve tehdittir. Açlık grevini başlatmış olan Kürt
halkının en değerli evlatlarına karşı kullandığı üslup, küçümseme, aşağılama ve
hakaret üslubudur. Yine seçilmiş Kürt halk temsilcilerine, parlamenterlerine
her türlü aşağılayıcı, hakaret edici üslubu her fırsatta kullanmaktadır.
Aslında böylelikle Türkiye toplumuna kültürsüzlüğü, saygısızlığı pompalamakta.
Ahlak ve siyasi etikten nasiplenmemiş Başbakan’ın, ağzına geldiği gibi
konuşması sadece kendi şahsına değil, temsil ettiği makam açısından topluma da
bu dili, hakareti reva görmektir. İnsan varlığının sahip olduğu bu dil insanca
konuşmak içindir. Başka türlü konuşuyorsan insanlığından utanmalısın. Temsil
ettiği gerçek duygusuz, hissiyatsız sömürgeci egemenlik gerçeğidir, oldukça
şımarık kendisinden başka kimseyi görmeme gerçeğidir. Kürt halkını köle görme
tutumudur.
Erdoğan, Filistinliler açlık grevi yaptığında böyle
yaklaşmadı neredeyse her yerde Filistin’deki açlık grevcilerinin sözcüsü
kesildi. Biz Filistinlilerin yürüttüğü açlık grevine de saygı duyuyoruz
bunları Erdoğan’ın ve AKP’nin çifte standartlı yaklaşımını göstermek için
belirtiyorum. Erdoğan’ın yaklaşımı tamamen egemenlikçi, ayrımcı, faşist
ideolojik bir yaklaşımdır. Tutumunda herhangi bir insani boyut ve yaklaşım
yoktur.
* Neden olumlu cevap vermekten korkuyor, ileri sürülen
talepler çok mu ağır, karşılanamaz olan talepler midir?
Hayır, ağır olsa bile gidip müzakere yapar, devlet olarak
kendisinin uygun gördüğü adımları atar. Burada sorun bunlar değildir.
KAN ÜZERİNDEN SİYASET
* Sorun nedir peki?
Zindanlardaki tutsak yoldaşların bu eylemi Kürdistan’da
yürütülen savaş sürecine yapılmış bir müdahale girişimidir. Yani zindanlarda
bulunan Kürt halkının siyasi kadroları, “Büyük bir sorumlulukla bizde bu
mücadelenin yükünü omuzlamalıyız diyerek Kürt sorununun barışçıl-demokratik
çözümünde yeni bir dönemi başlatma eylemi olarak böyle bir eylemin kararını
vermişlerdir. Bugün Önder Apo üzerindeki tecrit kaldırılır ve Önder Apo’nun
müzakereleri yürütme koşulları yaratılırsa ve anadilde savunma ile eğitim hakkı
tanınırsa ne olur? Yeni bir çözüm süreci gündeme girer. Savaş süreci durur,
artık kan dökülmez. Zindanlardaki tutsakların eylemi ve direnişi bunu
hedefliyor demokratik çözüm ve barışı hedefliyor. Bu, belki de Kürt halkı
adına gerçekleşen son barışçıl çözüm arayışıdır. Bu açıdan bu eylem ve direniş
çok önemli ve anlamlıdır.
Erdoğan ve AKP, Kürt sorununda barışçıl çözümü istemediği
için zindanlardaki tutsakların bu anlamlı, değerli, insani ve barışçıl eylemine
karşı bu denli saldırgan, inkarcı ve hakaret edici bir üslup kullanmaktadır.
Bir kez daha özgürlük hareketinin barış çabalarına elinin tersiyle yaklaşmış ve
reddetmişlerdir. Çünkü onlar, Kürt sorununda demokratik çözüme ve diyaloga
kapıyı kapatmışlar, bu süreçte şiddetle sonuç almayı önlerine koymuşlardır.
Erdoğan ve temsilcilerinin hergün tekrarlayıp söylediği bir
şey var. Sözüm ona biz arkadaşlarımızı ölüme sürmüşüz, biz insan yaşamı
üzerinde siyaset yapıyormuşuz, biz kan dökme siyasetini esas alıyormuşuz.
Bunlar tümüyle yalan. Tam tersidir. Bizzat Erdoğan’ın kendisi ve AKP hükümeti
kan dökmek istemektedir. Kürt ve Türk halkının evlatlarının kanını dökerek
saltanatını oluşturmak, hükümranlığını sürdürmek istemektedir. Bu kesinlikle
böyledir. Müzakere siyasi ve demokratik çözüm arayışı bunun için Kürt halk
önderliğinin rolünü özgürce oynabileceği bir ortamı yaratmak ve bunun
mücadelesini vermek mi kan üzerinde siyaset yapmaktır. Yoksa Erdoğan’ın elinde
idam ipiyle dolaşıp halklarımız arasındaki tüm köprüleri ortadan kaldırmaya
hedefleyen zehir zemberek konuşmaları savaştan başka hiçbir şey düşünmemesi ve
yapmaması mı kan üzerinde siyaset yapmaktır. Bunu vicdan sahibi Kürt ve Türk
kamuoyunun taktirine bırakıyorum.
DEVLET YENİ BİR YUMUŞAMANIN PKK’Yİ GÜÇLENDİRECEĞİNİ
DÜŞÜNÜYOR
* Bu nedenle de çözüme yanaşmıyor…
Şimdi bölgede yaşanan gelişmeler var. Devlet, bölgedeki bu
gelişmeler ortamında, Kürt sorununda her hangi bir gevşemeyi yaratmak
istemiyor, şiddeti devreden çıkarmak istemiyor. Yeni bir yumuşama ve diyalog
sürecinin PKK’yi güçlendireceğini düşünüyor. Bölgede yaşanan gelişme ve yeniden
yapılanma sürecinde Kürt halkının da iradeleşebileceğini hesaplamakta. İşte
bunun önüne geçmek için şiddete dayalı olarak, Kürdistan Özgürlük Mücadelesi’ni
bastırma politikasını karar altına almışlar. Bu nedenle şiddet siyasetinde
kararlı davranmaktadırlar. Şiddet siyasetinde kararlı davrandıkları için
cezaevlerinde gelişen bu müdahale sürecine de şiddetle karşı çıkmış, sürekli
tahrik etmiş ve saldırgan bir üslupla yaklaşmıştır.
BAŞBAKAN ÖLÜM İSTİYOR
Dikkat edin, CHP, Adalet Bakanı ve yine kimi değişik
çevreler, ortamı gerecek üsluptan uzak durulması gerektiğini hep ifade ettiler.
Ama Başbakan’ın üslubunda herhangi bir esneme oldu mu? Hayır. Her konuşması
daha fazla tahrik dolu. Çünkü ölüm istiyor. Diktatörler her zaman kendilerinin
haklı olduğunu düşünürler. Ellerindeki güç ve kudreti sınırsız ve insafsız
kullanırlar. Söz konusu olan Türk sömürgeciliği ve Kürtler olunca bu daha
böyledir. Kürtleri muhatap almak Kürt iradesini kabul etmek onlar için kabul
edilemez şeydir. Tüm hırçınlıkları ve saldırgancı tutumları bundandır.
ERDOĞAN AÇLIK GREVİNDEKİ İLK GRUBU TASFİYE ETMEK İSTİYOR
Erdoğan’ın hesabı şudur: Cezaevlerinde açlık grevini
başlatan kadrolar, özellikle de ilk başlayan grup, Kürt halkının en yetenekli,
en birikimli, en iyi yetişmiş kadrolarıdır. Bu kadroların bir biçimde tasfiye
edilmesini hedeflemiş bulunuyor. İşte açlık grevi giderek ölüm sınırına
dayanacak, ondan sonra müdahale edecek, bu müdahaleyle belki bazılarını
vazgeçirtecek, en kararlı kesimini de kendi deyimiyle “telef ederek bir
kırılmayı hedeflemektedirler. Amaçladıkları budur. Ama cezaevlerindeki bu
tarihsel direniş tutumu, yalnız değildir. Halkımızın ve Türkiyeli demokrasiden
yana kesimlerin sahipleme düzeyi, yine dünya kamuoyunun giderek yükselen ilgisi
AKP’nin planlarını boşa çıkaracaktır. En önemlisi de Kürt siyasetinde gelişen
birlik ve mücadele ruhu ile halkımızın yükselen fedakarlığıdır. Bu direniş
süreci Kürt Özgürlük Mücadelesi’ni daha da güçlü kılmıştır. Kürt sorununu bir
kez daha dünya gündeme taşımıştır. Bu direniş halkımızı ve mücadelesini
güçlendirmiştir. Ama AKP devletinin hesabı bu direnişi bir kırılma ve gerileme
sürecine dönüştürmektir. Bu yüzden ölümlerin yaşanmasını istemektedirler. Kan
üzerinden hesap yapma tam olarak budur. Tutumlarının bu kadar sert olmasının
ana nedeni de budur.
TALEPLER KARŞISINDA HÜKÜMET HİÇBİR ŞEY YAPMADI
Yoksa biz hareket olarak ortamı yumuşatmaya dönük gerekli
açıklamaları yaptık ve biz gerçekten cezaevindeki yoldaşlarımızın şahadete
ulaşmasını istemiyoruz. Bu konuda tüm yapımız ve halkımız büyük bir
fedakarlıkla ölümlerin önüne geçmek için çaba gösteriyor. Onlar bizim
yoldaşlarımız, bizim değerlerimizdirler. Bu halkın en güzide evlatlarıdırlar.
Biz direnişçilerin ileri sürdükleri isteklerinin gerçekçi istekler olduğunu
düşünüyoruz. Zaten halkımız da “bu istekler bizim isteklerimizdir dedi. Bugün
Kürdistan’ın neresine gidersen, bir çobandan esnafına, öğrencisinden
emekçisine, aydınına kadar herkes bu taleplerin doğal talepler olduğunu söyler
ve kendi talepleri olarak görür. Yani zindan direnişçilerinin talepleri bu
halkın talepleridir. Ve gerçekleşebilecek taleplerdir. Biz, “tamam belki bir
çırpıda hepsi gerçekleşmeyebilir diyerek, “Önemli olan önünün açık tutulması
ve makul ölçülerde isteklerin kabul edilmesi temelinde açlık grevlerinin sona
erebileceğini belirttik ve bunu ilan ettik. Bu ne demek? “Müzakere
yapılabilir, görüşme yapılabilir, Önderliğimize gidilebilir, başvurulabilir, bu
biçimde sona erdirilmesini istiyoruz demektir. Ama bu konuda hükümet bir şey
yaptı mı? BDP’nin o kadar çaba sergilemesine, değerli aydınların, çeşitli
demokratik kurumların ve çevrelerin bu yönlü gösterdikleri çabaların
hiçbirisine herhangi bir değer biçilmemiştir.
KÜRTLER İMRALI SİSTEMİNİ ASLA VE ASLA KABUL ETMEYECEK
Bu çevrelerin AKP hükümetinden istediği temel şey ise,
hükümetin her şeyden önce kendi kanunlarını uygulamasıdır. Herkes de biliyor
ki, Önder Apo üzerindeki tecrit yasal değildir. TC’nin yasalarına ve evrensel
hukuka göre hükümlü bir kimsenin kendi ailesiyle görüşme hakkı, dışarıyla
ilişkilenme hakkı, avukatlarıyla görüşme hakkı vardır ve bunlar yasaldır. Kaldı
ki Önderliğimizin AİHM’de devam eden davaları vardır. Bu davalarda yapması
gereken savunma için avukatlarıyla düzenli olarak görüşmesi gerekmektedir. Ama
şimdi ne yapılmış? Türkiye’de yasa askıya alınmış, Başbakan’ın kararıyla 1,5
yıldır Önderliğimizin dışarıyla olan bütün bağlantıları kesilmiştir. İmralı’da
uygulanan tecrit ve psikolojik işkencenin hiçbir hukuki ve ahlaki temeli
yoktur. Kürt halkı, İmralı İşkence sistemini asla ve asla kabul etmeyecektir.
ÇIKMAZ DERİNLEŞTİ
Ama öncelikle uygulanan yasa dışılığı görmek gerekiyor. Yani
burada istenen şey, yasal ve meşru gerçekliğin görülmesidir. Devletin yasa
dışı, ahlak dışı bu korsanca tutumda ısrar etmemesidir. İstenen budur ama bütün
bu çabalara değer verilmediği gibi, tersine bizzat Başbakan sürekli ortamı
geren, tahrik eden bir üslup kullandı. Bu nedenden dolayı 66. güne gelinmiştir.
Biz kendi cephemizde çözümleyici yaklaşmak istedik. Eminim ki zindanda direnen
yoldaşlarımız da bu çerçevedeki bir yaklaşımı kabul edeceklerdi. Ama hükümet
tarafından hiçbir biçimde olumlu bir sinyal verilmedi. Bir tek, “anadilde
savunma hakkını meclise getiriyoruz dediler, onun için de en son Başbakan
çıktı ve “direnişçiler istediği için değil biz kendimiz getiriyoruz dedi. Hem
de yasayı nasıl getiriyorlar şurasından-burasından kırparak bir kırıntıya
çevirip Kürtlerin önüne ister beğen ister beğenme dercesine sunuyorlar. Bu
nedenden dolayı çıkmaz derinleşmiştir. Çıkmazı derinleştiren Başbakan’ın üslubu
ve AKP’nin politikasıdır. Çünkü AKP savaş istemektedir. Tutsakların
isteklerinin bir ölçüde kabul edilmesi yumuşama ortamını ve barışçıl bir süreci
geliştirebilir. Onlar bunu istememekte. Evet, şiddetin durmasını
istemektedirler. Tabii ki, teslim olmamız şartıyla istemektedirler, o ayrıdır.
Diyalog temelinde değil, tasfiye edilmemiz temelinde istemektedirler. Savaş
yanlısı politikalarından dolayı bu biçimde yaklaşmaktadırlar. Herkes biliyor
ki, bu sorun köklü bir biçimde çözülmek ve savaş durdurulmak isteniyorsa,
öncelikle İmralı’nın esas alınması gerekiyor. Önder Apo bu konuda en temel
çözülmeyici güçtür. İşte bu kadar zaman gayrı hukuki ve gayrı ahlaki bir
biçimde bir psikolojik işkence sistemine tabi tutulmasının geldiği anlam açık
ortadadır.
OLASI ÖLÜMLERDEN BİZZAT ERDOĞAN SORUMLUDUR
Bütün bu gerçeklerden dolayı açıkça şunu vurgulamak
istiyorum: Hem zindanda yaşanabilecek şahadetlerden, hem de dışarıda
yaşanabilecek bütün olayların sonuçlarından bizzat Başbakan Erdoğan sorumludur.
Çünkü Önderliğimizin barışçıl çabalarını ve açlık grevi direnişçilerinin barış
amaçlı istemlerini karşılıksız bırakan ve bu konuda hiçbir biçimde çözüm zemini
bırakmadan savaşı, şiddeti, ortamı germeyi dayatan bizzat Başbakan’ın
kendisidir. Belli ki bilinçli bir biçimde bu süreci kararlaştırmış ve tekçi
anlayışıyla götürmek ve savaşla sonuç almak istemektedir. Bununla hem Kürt
toplumunu bastırmak, doğal haklarını elde etmesinin önüne geçmek hem de MHP
tabanını kazanıp Cumhurbaşkanlığını garantilemeyi hedeflemektedir. Bu açıdan
doğacak tüm sonuçlardan kendileri sorumlu olacaklardır.
İLK KEZ AÇIKLIYORUM: ÖLÜM ORUCU KARARINA KARŞI DEVREYE
GİRDİK
* Gerek hükümet yetkilileri gerekse de yandaş medya
mensupları sık sık açlık grevi talimatının Kandil’den geldiğini belirtiyorlar.
Daha önceden de bu konuda kimi açıklamalarınız olmuştu ama bu konuyu tekrar
size sormak istiyoruz.
Evet. Biz buna daha önce de açıklık getirdik. Bu, kesinlikle
bir çarpıtma ve kendi politikalarına zemin oluşturmaya dönük kendi
uydurmalarıdır. PKK hareketini, mücadele geleneğini az-çok tanıyan, inceleyen
herkes bilir ki, zindanlardaki kadrolar kendi iradeleriyle karar alırlar. Bu
arkadaşlarımız bizim yapmamız gereken görevleri, bedenlerini ortaya koyarak
yapmaya çalışmaktadırlar. Biz kendi görevimizi kendimiz onlara havale edemeyiz.
Bizim geleneğimizde öyle bir tarz ve yöntem yoktur. Bu arkadaşlarımız kendi
inisiyatifleriyle karar almışlardır ve ölüm orucu şeklinde başlatmayı
planladıklarını öğrendik. İlk kez açıklıyorum arkadaşlarımızın almış olduğu
ölüm orucu kararına karşı biz devreye girdik, ölüm oruçları kararlarını kabul
etmedik. Fakat yoldaşlarımız kendi sorumlulukları ve kendi iradeleri ile
direniş kararını aldılar. Biz de yoldaşların bu kararlarına saygı ile yaklaşıp
üzerimize düşen sorumlulukları yerine getirmek durumundaydık.
ÖLÜM ORUCUNA DÖNÜŞTÜRMEK İSTİYORLAR
Arkadaşlarımızın Ölüm orucunu kabul etmeme görüşümüzü
dikkate almaları saygıları gereğidir. Yoksa ilk günden itibaren ölüm orucu
eylemini başlatacaklardı. Ki ölüm orucu eylemini sürdürmenin biçimi de
başkadır. Karar bizim kararımız değil, kendi kararlarıdır. Şu anda da daha
fazla sürerse önümüzdeki günlerde ölüm orucuna dönüştürme kararlılığı vardır.
Biz bunun önüne geçmek istiyoruz. Bizim çabamız budur. Çünkü böyle bir şey
onlarca kadronun şahadetine yol açacağı gibi artık tüm köprüleri de
uçuracaktır. Büyük bir savaş ve direniş sürecini beraberinde getirecektir.
Ayrıca halkımız ve Hareketimiz savunmasız da değildir. Özgürlük mücadelesi
tarihinde ilk kez böyle önemli bir düzey kazanmış ve bu mücadele hayatın her
alanında kararlıca sürmektedir. Bu nedenle biz öyle ağır bir ölüm orucu
sürecinden ziyade isteklerin makul ölçüde kabul edilmesi temelinde
sonlandırılmasını uzun vadede daha gerçekçi görüyoruz. Kesinlikle bizim
yaklaşımımız, politik tutumumuz bu çerçevededir. Ama Erdoğan’ın yürüttüğü
politika, tamamen şiddete dayalı, insan ölümünü esas alan, köprülerin
uçurulmasının hesabını bile yapmayan sorumsuzca bir politikadır.
ZORLA MÜDAHALEYE ASLA TEŞEBBÜS EDİLMEMELİ
* Açlık grevindeki direnişçilere, şiddet yöntemiyle müdahale
edilmesi de sık sık gündeme geliyor . Siz bu eyleme yönelik olası bir
müdahaleyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Eylemcilere karşı yapılacak herhangi bir müdahale konusunda,
ben hem AKP hükümetini hem de tüm kamuoyunu burada uyarmak istiyorum:
Anlaşılıyor ki AKP az önce izah ettiğim çerçevede yaklaştığından dolayı direniş
sürecine müdahale etmeyi de planlamıştır. Ama bu yapı fedai bir yapıdır, çok
kararlı bir yapıdır. Müdahale kendisiyle birlikte büyük olaylara yol açar.
Birçok kişi kendine zarar verme yöntemine başvurabilir. Böyle bir müdahalenin
hem içerde, hem dışarıda yaratacağı sonuçlarının ağır olacağını düşünüyorum.
Bunun için insanların iradesine bu tür zorla müdahale etmeye asla teşebbüs
edilmemelidir. Bu kesinlikle yapılmamalıdır. Bunun sorumluluğu ağır olur. Bunun
yerine, daha zaman varken, köklü çözüm yöntemlerine başvurulmalıdır.
ÜZERİMİZE DÜŞENİ YAPMAYA HAZIRIZ
Bir takım aydınların devreye girme çabaları vardır. Hükümet,
onların çabalarına değer biçerek rol verip Önder Apo’nun bir heyet tarafından
ziyaret edilmesinin önünü açarak yine ailesinin görüşmesine olanak sağlayarak
bu suretle tecridin aşılması temelinde köklü çözüm yolunun gelişmesini
sağlayabilir. Doğru yol budur. Bunun için hala zaman vardır. Az da olsa zaman
vardır. Bugün 66. gün. Bu direnişin eylemde olan arkadaşlar üzerinde muhakkak
kalıcı hasarlara yol açacak sonuçları olacaktır. Ama şahadetlerin önüne geçmek
için çabaların daha güçlü geliştirilmesi ve tecrit sürecinin sona erdirilerek
müzakereleri sürdürmenin koşullarının yaratılması öngörülmelidir. Bu temelde
yapılacak olan girişimlerin sonuç alıcı olabileceğini düşünüyorum. Bu konuda
bizim üzerimize düşenler neyse biz de yapmaya hazırız. Ama öncelikle devletin
adım atması ve sürecin önünü açık tutması gerekmektedir. Buna kesinlikle
ihtiyaç vardır.
ÖNÜMÜZDEKİ 2-3 GÜN ÇOK ÖNEMLİ
* Bu kritik günlerde Kürt halkına ve demokratik kamuoyuna
yönelik bir çağrınız olacak mı?
Bugün direnişin 66. günü. Bundan sonraki her saat ve her
dakika çok zor ve ağır geçecek zaman dilimleridir. Her an zindanlardan şahadet
haberi gelebilir. Hatta bu röportajın yayına hazırlandığı zaman içerisinde bile
bu tür acı haberler gelebilir. Kürt sorununun barışçıl çözümü için bu kadar
fedakarlık yapan bu değerli kadroların yaşaması için, sürecin büyük bir çatışma
ve savaşa değil, demokratik çözüme doğru evirilmesi için Kürdistan’daki tüm
yurtseverler, kendine ben insanım diyen herkes, bütün partiler ve demokratik
kurum-kuruluşlar, herkes sokağa dökülmeli ve mutlaka bir şeyler yapmalıdır. Bu
önümüzdeki 2-3 gün çok çok önemlidir. Herkes gece gündüz demeden serhildan
hareketine katılım için fedakarlık yapmalıdır. Direnişi toplumsal bir direniş
düzeyine yükselterek sonuç alabileceğimizi unutmamalıyız. Evet, biz hükümete
çağrı yaptık ama hükümetin yüreği buz gibi. Kürt halkına ve onun temsilcilerine
hakaret etmekten başka bir şey yapmıyor. Halk ve toplum olarak biz gücümüzü
ortaya koymalıyız. Bu açıdan bu arkadaşların şahadetinin önüne geçmek her
demokratın ve her Kürdistanlının elindedir. Bunu böyle bilmeliyiz ve bugünleri
büyük toplumsal hareket günlerine dönüştürmeliyiz. Eğer böyle yaparsak bu işin
ciddiyetini ortaya koyar, öyle şovdur bilmem şantajdır gibi aşağılık tutumlara
gereken karşılık verilir ve bu temelde çözümü olmazsa olmaz bir biçimde
dayatmış oluruz.
İKİ GÜN DEĞİL 24 SAAT GREV
Açlık grevi direnişçilerini sahiplenmek değil, onların
eylemiyle bütünleşmek, bunun için gereken tüm fedakarlığı yapmak, gerekirse
toplu açlık grevlerine girmek, gerekirse değişik eylem biçimleriyle ağırlığını
koymak gerekmektedir. Bu konuda BDP’nin planladığı 2 günlük açlık grevi çağrısı
olumlu ve yerinde bir çağrıdır. Fakat bence 2 gün değil, 24 saatlik hasta ve
çocukların dışında herkesin kurumlarda, meydanlarda ve bazı belirlenmiş büyük
evlerde toplanarak toplumsal düzeyde katılım gösterdiği bir açlık grevi eylemi
biçiminde planlamak daha doğru olabilir. Daha değişik, daha güçlü ve daha
radikal eylemleri de geliştirmek gerektiği açıktır. Bu konuda ilgili kurumlar
görevlerine ve sorumluluklarına tam olarak sahip çıkmayı başararak direnişi
toplumsal düzeye çıkarabilmelidir. Zindan direnişçilerinin yaşaması bu biçimde
toplumsal eylemselliklerin gelişmesine bağlı hale gelmiştir. Bu konuda başarılı
olmak, aynı zamanda beraberinde yeni çözümleyici bir sürecin getirilmesi
anlamına da gelecektir. Bu nedenle herkes bütün gücüyle eylem sürecine dahil
olarak yeni bir sürecin başlatılması ve şahadetlerin önüne geçilmesi başarılabilinir.
OLASI MÜDAHALEYE KARŞI CEZAEVLERİ ETRAFINDA ONBİNLER
YIĞILMALI
Yine AKP açık açık “müdahale ederiz diyor. O zaman
cezaevlerinin etrafında on binler yığılmalıdır. Bu anlamda toplumsal refleksin
harekete geçmesi gereken günleri yaşıyoruz. Hem Türkiye’deki demokratik
çevreler, vicdan sahibi bütün kesimler, tüm Aleviler, tüm samimi Müslümanlar,
tüm emekçiler, tüm demokratlar, tüm öğrenciler, gençler, kadınlar, barıştan ve
iki halkın bir arada yaşamasından yana olan bütün kesimler cezaevi direnişçilerinin
ortaya koymuş olduğu bu kararlı tutumu sahiplenmeli. Çünkü bu kararlı tutum
aslında tüm Türkiye halkının geleceğini de ilgilendiren bir tutumdur. Arkasında
durmalı ve devletin, AKP’nin geliştirdiği bu faşist sömürgeci egemenlikçi
duruşa karşı toplum, demokratik iradesini güçlüce ortaya koymalıdır. Özellikle
gençler ve kadınlar başta olmak üzere yurt içinde ve yurt dışında tüm Kürdistan
halkı bugünleri iradeleşme günleri olarak ele almalı ve toplumsal eylem gücünü
her biçimde bütün gücüyle ve en ileri düzeyde ortaya koymalıdır. Eğer böyle
olursa bu, erkenden bir çözümü getirebilir diye düşünüyoruz. – Deniz Kendal /
ANF
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.navendalekolin.com – www.lekolin.org – www.lekolin.net –
www.lekolin.info