24 Haziran 2011 Cuma Saat 15:53
Hatip Dicle’nin milletvekilliğinin düşürülmesini değerlendiren KCK yürütme konseyi başkanı Murat Karayılan, bunun bir kişiye karşı alınmış bir karar olmadığını belirterek, “Parlamentodan anayasal çözüm beklentimize vurulmuş bir darbedir dedi. Karayılan, “Demokratik-hukuki yollarla siyasetin geliştirilip geliştirilmeyeceği önümüzdeki birkaç gün içinde netleşecektir diye ekledi.
KCK Yürütme Konseyi Başkanlığı, seçimlerin ardından Yüksek Seçim Kurulu’nun Hatip Dicle’nin vekilliğini düşürmesini değerlendirirken, “YSK’nin, kendi başına aldığı bir karar değildir. Siyasi bir karardır. Devletin Kürdistan’a dönük politikası çerçevesinde verilmiş darbe niteliğinde bir karardır“ diye belirtti. ANF’ ye konuşan Karayılan, YSK kararının anlamı ve bundan sonrası yaşanabilecek olası gelişmelere dikkat çekerken, Kürtlerin beklentileri ve kalıcı çözüm için önerilerini de tekrarladı.
YSK’NIN KARARI KÜRT SORUNU İLE İLGİLİ
*YSK oy birliği ile Hatip Dicle’nin milletvekilliğini düşürdüğünü açıkladı. Bazı gazeteler bu karardan dolayı hükümeti işaret ettiler. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
-YSK’nin bu kararı önemlidir ve Kürt sorunuyla ilgili bir karardır. Tarihin bu aşamasında Kürt sorunu ve Kürt Özgürlük Hareketi, çok önemli bir sürece girmiş bulunmaktadır. Türkiye’de gerçekleşen 12 Haziran Genel Seçimleri, Kürt sorununun çözümü ve Türkiye’nin demokratikleşmesi için çok önemli sonuçlar ortaya çıkarmıştır. Kürdistan’da seçim, Kürt Özgürlük Hareketi ile sömürgeci siyaset arasında gelişen bir siyasal mücadele biçiminde pratikleşmiştir. AKP, devletin bütün olanaklarını kullanarak, her türlü baskı, şantaj, kısıtlama ve sınırlama ile sonuç almak istemiştir. Ve bu seçimler Kürt halkı için bir referandum niteliğinde gelişmiştir. Biz, seçimden önce de bunun bir referandum olacağını belirttik, şimdi de sonuç itibariyle de aynı şeyi belirtiyoruz: Halkımız bu genel seçimlerde Demokratik Cumhuriyet ve Demokratik Özerkliğe oy vermiştir. Kürdistan’da, halkımız kişilerden ziyade Demokratik Özerklik projesine oy vererek yüksek bir siyasal irade düzeyini açığa çıkartmıştır. Kürdistan’ın Türkiye’yle sınır kentleri olan ve Kürtlerin çoğunlukta olmadığı Antep, Maraş, Malatya ve Erzurum gibi yerleri saymazsanız diğer bütün iller açısından alınan sonuçlar itibariyle Emek, Özgürlük ve Demokrasi Bloğu birinci parti olarak çıkmıştır. Bu bloğun siyasal projesi, Demokratik Türkiye ve Demokratik Özerklik Projesi’dir. Halkımız buna oy vermiş ve Demokratik Özerklik Projesi’ni onaylamıştır.
DARBE NİTELİĞİNDE BİR KARAR
İşte bu gerçeklikten korkan TC devleti seçimlerin sonuçları üzerinde oynayarak Kürt halkının ortaya koymuş olduğu bu siyasal iradeyi geriletmek istemektedir. Aslında Hatip Dicle’ye ilişkin alınan karar, bir kişiye karşı alınmış bir karar değildir Hatip Dicle şahsında Kürt halkına ve Özgürlük Hareketi’ne karşı alınmış bir karardır -ki muhtemelen cezaevinde olan diğer beş kişi için de bu karar uygulanabilir.- Ama kesinlikle bu karar öyle devlet içindeki bir kurumun, YSK’nin, kendi başına aldığı bir karar değildir. Siyasi bir karardır. Devletin Kürdistan’a dönük politikası çerçevesinde verilmiş darbe niteliğinde bir karardır.
Kürt halkının siyasal iradesinin meclise tam olarak yansımaması için konulmuş olan yüzde 10’luk baraj vardı ama Kürt siyasetinin geliştirdiği bağımsız aday taktiğiyle, bu barajın delindiği bilinmektedir. Bu kez mecliste grup olmayı önlemek üzere milletvekili sayısını 20’nin altına düşürmek için çok çalıştılar. YSK’nin 12 kişiyi veto ettiği kararının amacı buydu ama o zaman halkımızın göstermiş olduğu büyük demokratik siyasal tepki karşısında durumun ciddiyetini görüp geri adım attılar. Onlar aslında seçimlerden böyle bir sonuç beklemiyordu. Onların beklediği, en fazla 25 civarında vekilin meclise girme ihtimaliydi. Fakat seçimde Kürt halkının yüksek bir irade ortaya koyması ve elde edilen başarılı sonuç, sömürgeci devleti ürkütmüştür. Daha önce Hatip Dicle’nin adaylığı ‘milletvekili vasıflarına sahiptir’ biçiminde onaylamış olmasına rağmen, seçime üç gün kala bir ceza almış olduğu ortaya atıldı. Mademki ceza almış, seçime girmesi engellenebilirdi ama engellenmedi.
KÜRT SORUNUNU ÇÖZMEK İSTESE 36 DEĞİL 46 VEKİL BİLE SEVİNDİRİRDİ
Biz bunu bir siyasi müdahale olarak görüyoruz. Sonuçlar ortaya çıktıktan sonra müdahale edilmiş olması oldukça anlamlıdır. Bu müdahale, yükselen siyasal iradenin önüne set çekmek ve onu kontrol altına almaya dönük yapılmış bir müdahaledir. Bu açıdan YSK’nin bu kararı, devletin Kürt sorununa yaklaşımını açığa vuran bir karardır. Eğer devlet Kürt sorununu çözmek isteseydi ya da çözmek gibi bir eğilimi olsaydı, bu kadar rahatsızlık duymazdı. 36 değil 46 milletvekili de olsaydı sevinmesi gerekirdi ama devlet Kürt sorununu ortaya konulan Özerklik projesi çerçevesinde çözmek istemediği, aksine kendi çözüm tarzı olan Kürt halkını iradesizleştirme siyasetini, Özgürlük Hareketi’ni tasfiye etme temelinde bir sonuca götürmek istediği için gelişen siyasal sürece bir müdahale yapmıştır.
BELİRLEYİCİ OLAN ARINÇ’IN DEĞİL BOZDAĞ’IN KONUŞMASI
* Bülent Arınç ve M. Ali Şahin’in bu konunun parlamentoda konuşularak yasa değişikliğine gidilebileceği işaretini verdi. Siz bu tür açıklamaları nasıl buluyorsunuz?
Evet. Bülent Arınç ve M. Ali Şahin kısmen yumuşak konuşarak bir çözüme gidilebileceğini belirttiler. Ancak anlaşılıyor ki, bu, daha çok onların bireysel görüşleridir. Çünkü onlardan birkaç saat sonra daha resmi bir biçimde AKP adına açıklama yapan Bekir Bozdağ tüm kapıları kapattı. Belli ki Erdoğan’la ilişki kuruldu, Erdoğan’ın görüşleri çerçevesinde Bekir Bozdağ’ın, bir heyetle beraber bu açıklamayı yapması ihtiyacı duyuldu. Önceki soruda da belirttiğim gibi bu bir karardır. Dolayısıyla kararı uygulayacaklardır. Yani Kürt halkının, demokrasi güçlerinin güçlü bir tepkisi karşısında geri adım atma durumları ve bu kararı düzeltmeleri elbette ki mümkün, fakat onların esas politikası Hatip Dicle şahsında Kürt siyasetine bir müdahale yapmak ve gelişen süreci kendi kontrollerine almaya dönük bir girişimi geliştirmektir. Bu açıdan bana göre belirleyici olan Bülent Arınç ve M. Ali Şahin’in konuşması değil, Bekir Bozdağ’ın konuşması olacaktır.
BLOK’UN KARARI DOĞRU VE YERİNDE
*Blok vekilleri yaptığı açıklamada somut bir adım atılıncaya kadar meclise gitmeyeceklerini belirtti. Vekillerin bu tavrını nasıl değerlendiriyorsunuz, bu tavır süreci nasıl etkileyecek? Yeni bir seçim gündeme gelebilir mi?
-Bu karar, aslında Türk devletinin Kürt siyasetini kontrole almak, burnunu sürtmek, ‘siz her şeyi yapamazsınız, sınırları aşamazsınız, fazla ileri gitmeyin, sizi engelleyebiliriz’ mesajını içeren, Kürt siyasetini iradesizleştirme ve hizaya çekme kararıdır. Yani Kürt halkına ve iradesine karşı bir saygısızlık ve halkın iradesini hiçe sayma olduğu gibi, esas olarak Kürt siyasetine onursuzluğu dayatmaktır. Bu açıdan dün Blok vekillerinin gerçekleştirdiği toplantıda DTK’nin de çağrısını dikkate alarak oy birliğiyle almış oldukları karar, çok doğru ve yerinde bir karardır.
Bundan başka bir şey de yapılamazdı. Somut bir adım atılıncaya kadar meclise gitmeyeceklerini açıklamaları Kürt siyasetinin de onurlu bir duruşu sürdüreceğinin kesin kararlılığıdır. Bu anlamda yasal siyaset arenasında devletin inkâr ve tahakkümü esas alan sömürgeci siyasetiyle, Kürt halkının ve demokrasi güçlerinin özgürleştirici, onurlu siyasetinin mücadelesi söz konusudur. Yani burada Kürt halkının siyasal iradesi tanınacak mı tanınmayacak mı bunun mücadelesi söz konusudur. Bilindiği gibi Kürt siyasetinin ilk kez, SHP ile birlikte parlamentoya girip, bağımsız bir grup olarak bir duruşu geliştirdiği 1990’larda da devlet tahammül göstermeyip müdahale etti. Kürt parlamenterlerinin haklarında tutuklama kararı çıkardı ve meclis kapısında yakasından tutarak zindana attı. Bu, bir süreçtir.
SÜREKLİ MİLLİ İRADE DİYENLER NEREDE?
Devletin Kürt siyasetini tanımayacağını gösteren o tutumu aslında bugün de farklı bir biçimde devam etmektedir. O gün parlamentonun kapısında yakasından tutulup tutuklanan ve haksız yere 10 yıl içeride tutulan Hatip Dicle’nin vekilliği bugün de reddedilerek aynı siyasetin devam ettiği ortaya konulmaktadır. Yüzde 10 barajına rağmen, Kürt siyaseti 2007 seçimlerinde parlamentoya girdi. Aslında devlet bunu beklemiyordu. AKP yoluyla bunun önüne geçtiğini hesaplıyordu. Meclise girildikten sonra ise merhaba vermediler, tanımak istemediler. Hep dıştalama ve yok saymayı esas aldılar. Gruptan düşürmek için DTP kapatıldı, 2 kişi cezalandırıldı, milletvekilliğinden düşürüldü ama Kürt siyaseti de daha değişik yol ve yöntemleri kullanarak bugüne kadar geldi. En son almış oldukları yüksek başarı karşısında hezeyana kapılan sömürgeci zihniyet ise, ‘bunu mutlaka kontrole alacağım’ diye kendi yasalarını da hiçe sayarak bu veto kararına gitmiştir. Mademki veto edecektiniz, niye başta etmediniz? Mademki veto edecektiniz, niye mazbata verdiniz? Mahkeme mahsuplaşma temelinde eski cezasının yok sayılacağının kararını vermedi mi? Hukuk diyorsanız bu da hukuk değil mi? Sürekli milli irade diyenler nerede? Hatip Dicle’ye onay verdiniz, seçime girdi Amed halkımız, 85 bin civarı gibi rekor bir oyla vekil seçti, siz onu veto ettiniz, yerine başka birini vekil yaptınız. Bu ne kadar ahlakidir, ne kadar meşrudur. Adalet bu mu? Açık ki bir çifte standart, bir hukuksuzluk ve sömürgeci zihniyet vardır.
ONLAR SANDILAR Kİ BUNLAR GRUP OLAMAZ
Onlar sandılar ki bunlar grup olamaz. Bu biçimde yaklaştılar, fakat Kürt siyasetinin yüksek başarısı karşısında kendi hukuklarını da ayaklar altına alarak bu biçimde bir müdahaleye yöneldiler. Bu nedenle Emek, Özgürlük ve Demokrasi Bloğu vekillerinin almış olduğu karar, doğru bir karardır. Bunu kararlı ve ısrarlı bir biçimde sürdürmeleri çok anlamlı olacaktır. Bakınız, biz başta nasıl karar almaları gerektiği konusunda bir görüş belirtmedik ama şimdi kendi iradelerini ortaya koydular, kararları netleşti. Biz o açıdan net söylüyoruz: Bu kararı biz doğru görüyor ve saygı duyuyoruz. Kürt halkı da bu karar etrafında yüksek bir iradi güç olduğunu ortaya koyacaktır, bu temelde Kürt halkı ve demokrasi güçleri başaracaktır. Çünkü haklıdır, çünkü güçlüdür, çünkü artık önüne geçilemez haklı bir özgürlük davası ve bir halk hareketi vardır.
HÜKÜMETİN YANITI
* 15 Haziran’da yeni bir sürece girildiği belirtilirken, Sayın Öcalan da avukatları ile yapılan görüşmede devlete bir şans tanıdığını söyleyerek, süreci demokratik anayasal çözüme işlerlik kazandırma süreci olarak tanımlamıştı. Akabinde hareketiniz 20 Haziran’da yaptığı açıklamada şartlı bir ateşkes önerdi, ardından da bu son gelişmeler yaşandı. Devletin bu fırsatları değerlendirdiğini düşünüyor musunuz?
-Bilindiği gibi 15 Haziran bir kararlaşma aşamasıydı. Önder Apo, 12 Haziran seçim sonuçlarını dikkate alarak yeni bir siyasal sürecin geliştirilmesini gerekli gördü. Süreci, “demokratik anayasal çözüme işlerlik kazandırma süreci olarak tanımladı. Bu çerçevede hem Türk devletine ve ilgili güçlere, hem de hareketimize çağrılar yaptı. Biz de bu konuda sürecin gerçekten barışçıl, demokratik bir süreç olarak derinleşmesi ve anayasal çözüm sürecinin işlevsel kılınması için üstümüze düşeni yaptık. Ancak biz bu önemli sürecin öncekileri gibi başarısız olmaması için önemli gördüğümüz iki koşulu açıklayarak demokratik anayasal çözüm sürecinin başarılı olmasının yolunu açtık. Neydi bu iki önemli husus: Birincisi, parlamentonun Önderliğe rolünü oynaması için çağrı yapması ve uygun koşulları yaratmasıydı. İkinci olarak ise, Başbakan veya dengi düzeyde devleti bağlayan bir sorumlunun Kürt sorununda artık tasfiyenin değil, barışçıl ve demokratik yolların esas alınacağını, bunun için asker ve polisin operasyonlarına son verildiğinin açıklanmasını istedik. Şimdi biz bunları bekliyoruz. Tabi böyle adımları beklediğimiz bu aşamada, milletvekili seçimlerinin yarattığı olumlu atmosfere rağmen, devletin sürece bu biçimde müdahalesi aslında belirtmiş olduğumuz koşullara bir cevaptır.
ÇÖZÜM BEKLENTİLERİNE VURULMUŞ DARBEDİR
Parlamentodan anayasal çözüm beklentimize vurulmuş bir darbedir. Bu tutum, parlamentoda sorunu çözme değil, Kürt siyasetinin gözünü korkutma ve hizaya çekme tutumudur. Önderliğimizin geliştirmek durumunda olduğu “Demokratik Anayasal Çözüm Süreci’ni büyük tehlikeye sokmuştur. Yani Hatip Dicle’yi bile kabul etmeyen bir anlayış, Önder Apo’ya nasıl bir çağrı yapacak, Kürt sorununu nasıl gerçekçi bir biçimde ele alıp çözümleyecek? Biz bu cevaptan bu sonucu çıkarıyoruz. Bu açıdan bir cevap ama biraz daha beklemek gerekiyor. Demokratik-hukuki yollarla siyasetin geliştirilip geliştirilmeyeceği önümüzdeki birkaç gün içinde netleşecektir.
BEKLEYECEĞİZ, DEVLET VE HÜKÜMET SOMUT ADIM ATACAK MI?
Blok vekilleri somut adım beklediklerini ortaya koydular. Şimdi göreceğiz, devlet ve hükümet somut adım atacaklar mı? Hatip Dicle hakkında, haksızlığa uğramış Kürt halkının demokratik tepkilerini, doğru ele alacaklar mı? Bu haksızlığı giderecekler mi? Yine tutuklu bulunan diğer 5 vekil bırakılacak mı? Bunlara da bakmak gerekiyor. İsteseler buna mecliste bir çözüm bulmaları mümkündür. Bu hususlar önemlidir.
KÜRTLER ARTIK ESKİSİ GİBİ İDARE EDİLEMEZ
Biz şunu söylüyoruz: Herkes şunu anlamalı Kürtler artık eskisi gibi idare edilmek istemiyor. Siz artık Kürtleri eskisi gibi idare edemezsiniz. Kürtler artık özgür olmak ve statü kazanmak istiyor. Başbakan Erdoğan, ‘Kürtler üzerinde inkâr vardı, asimilasyon vardı fakat biz bunu kaldırdık,’ diyor. Demek ki inkârın varlığını kabul ediyor. Peki, bu inkâr Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana Kürdistan’da neleri yarattı? Hangi katliamlara yol açtı? Hangi büyük trajedileri yarattı? Bununla hesaplaşmadan nasıl inkâr kaldırıldı diyebilirsin? Biliniyor ki Türk devleti 1925’den bu yana bu halkı inkâr etti, direnen bütün dinamiklerini vahşi yöntemlerle ortadan kaldırmak istedi. Bunun için Şêx Sait, Dersim ve Ağrı isyanlarında büyük katliamlar yaptı. Ve en son Kürt halkının çağdaş isyanına karşı da on yedi bin faili meçhul cinayet işleyerek, yine insanlık dışı yöntemlerle sivil, savunmasız insanları katletti. Her türlü özel savaş yöntemini kullandı. Türk devleti bunları itiraf etmeden, geçmişle ve gerçeklerle yüzleşmeden bu sorunu çözebilir mi? Açık ki bu mümkün değil. Çünkü bunların üstü örtülerek “PKK suçludur, Öcalan suçludur denilerek tamamen gerçek dışı olan şeyler topluma empoze edildi, ediliyor. Bir kere bunlara son verilmeli.
ARTIK TÜRK TOPLUMU DA GERÇEKLERİ BİLMELİ
Artık, Türkiye toplumu da gerçekleri öğrenmeli. Türkiye devleti ve hükümeti yasama, yürütme ve yargısı Türk toplumunun da gerçekleri görmesi için olanak tanımalı, basın bu konuda rolünü oynamalıdır. Türkiye toplumu artık Kürt sorununda manipülasyon olmaksızın gerçekleri bilmeli, bunun için devlet, gerçekleri topluma izah ederek toplumsal uzlaşmanın zeminini yaratmalıdır.
Evet. Bu biçimde bir yaklaşım gelişirse, o zaman toplumsal uzlaşmanın teorik zemini yaratılmış olur. Yüz binlerce Kürt öldürmüşsün onların üstüne yatacaksın, bu vahşete karşı direnenleri de terörist, suçlu ilan edip sorunu çözeceğim diyeceksin. Böyle sorun çözülmez. Sorun gerçeklerin dosdoğru ortaya konulmasıyla çözülebilir. Bunun yolu da devletin şimdiye kadar sürdürdüğü politikaya son vermesi, gerçek anlamda inkâra son vermesi, gerçekleri Türkiye toplumuyla da paylaşması temelinde olabilir. İşte bunun için bir siyasi iradeye ve bir siyasal liderliğe ihtiyaç vardır. Mevcut var olan liderler bu tarihsel liderliğe soyunacaklar mı soyunmayacaklar mı? Bu konu, bu noktada büyük önem taşıyor. Bu açıdan biz şunu belirtiyoruz: Kürt Halk Önderliği’nin suçlu olduğunu iddia edenler, yakın dönemde on yedi bin faili meçhul cinayete karar veren Tansu Çiller ve Demirelleri görmezden geldiği sürece, bu sorun hiçbir biçimde çözülemez.
VETO SAVAŞ NEDENİ SAYILABİLECEK BİR DURUMDUR
Açık ki bu dönemde Kürt sorununda önemli bir dönemece girilmiştir. Önder Apo’nun geliştirdiği demokratik anayasal çözüm süreci çok önemli bir şans ve bir fırsat olarak sunuldu. Biz, Kürt sorununda silahların tümden devre dışı bırakılması ve barışçıl, demokratik yöntemlerle sorunun tartışılarak çözülmesi için üstümüze düşen sorumlulukları yerine getirdik ama üzerinden üç gün geçmeden devletin bu biçimde Kürt halkını hiçleştiren, Kürt siyasetini boyunduruk altına almaya yönelen bu politikası devreye konulmuştur. Bu açıdan yaklaşıldığında devletin Hatip Dicle şahsında Kürt siyasetine karşı yürüttüğü bu veto politikası savaş nedeni olabilecek bir durumdur. Eğer önümüzdeki yakın günler içinde Türk devleti ve hükümeti bu büyük haksızlığı ortadan kaldıran bir girişim geliştirmez ve düzeltmezse, bu, halkımıza karşı resmen bir savaş ilanı anlamına gelecektir. Türkiyeli birçok yazar ve siyaset çevresi de Başbakan’a çağrı yapıyor Başbakan’ın suskunluğunu gidererek, düzeltici bir girişim başlatmasını istiyor. Halkımız ve Kürt siyaseti de somut – düzeltici bir adım beklediğini ortaya koymuştur. Bütün bunlar karşısında AKP’nin kendi bildiğini okuması, baskıcı, yok sayan ve yok edici siyasetini sürdürmesi tasfiye politikasında ısrar anlamındadır. Dolayısıyla bu yeni bir savaş sürecinin başlatılmasıdır. Kürt halkı, AKP’nin sorumluluğundaki parlamentodan Kürt sorunu konusunda çözüm bekliyor. Bunun yerine baskı ve şiddetin dayatılması, bu süreci tümüyle heba edecektir.
KRİZE DERHAL ÇÖZÜM BULUNMALI
İşte bu noktada biz bundan vazgeçilmesi gerektiğini söylüyoruz. Bir kez daha açığa çıkan bu sömürgeci zihniyetin tehlikeli olduğunu, halkımızın hiçbir biçimde bunu kabul etmeyeceğini belirtiyoruz. Bu zihniyetin bize dayatılması savaş demektir. Bu açıdan özellikle önümüzdeki hafta çok çok önemlidir. Devlet ve hükümet adına yetki almış kişilerin bu süre içerisinde ortaya koyacakları tavır, yapacakları açıklama ve atacakları somut adımlar çok çok önemlidir. Bunun için henüz zaman geçmeden devlet ve AKP hükümeti bu siyasetten vazgeçerek mevcut krize çözüm bulmalı ve aynı zamanda Kürt sorununa ilişkin yaklaşımını açık bir biçimde ortaya koymalıdır. Daha önceden açıkladığımız gibi iki temel konuda zaman geçirmeden gereken açıklamayı yapmalıdır.
KCK DAVASI BİR SAFSATADIR
Sorun öyle bir kişinin milletvekili olup olmaması gibi basit bir sorun değildir. Biz burada hiç kimsenin milletvekili olup olmaması için tartışmıyoruz. Sorun, Kürt sorununun çözülüp çözülmeyeceği meselesidir. Kürt sorununda barışçıl, demokratik yöntemler mi esas alınacak, yoksa baskıcı, iradeyi kıran şiddet yöntemleri mi esas alınacak. Sorun budur, bu kadar stratejik ve önemlidir. Bu açıdan devlet erkânının önümüzdeki günlerde sergileyeceği tutum, sürecin hangi yöne evirileceğini belirlemede önemli bir yere sahip olacaktır. Biz bu konuda ilgili tüm güçlere çağrı yapıyoruz. Biz bu sorunda barışçıl demokratik yöntemlerin gelişmesini istiyoruz. Önderliğimiz bunun için “Anayasal Çözüm Süreci’ni başlattı. Devletin, buna doğru yaklaşması ve gereken adımları atması, barış ve demokratik çözüm için mutlak gereklidir.
Öncelikle Kürt siyasetinin önüne haksız yere konulmuş olan engellerin kaldırılması gerekiyor. KCK davası bir safsatadır. Kürt siyasal iradesini baskılamadan ve önüne geçmeden başka bir şey değildir. Kim iyi çalışıyorsa, örgütlü çalışıyorsa “Hadi gel, sen bir KCK’lisin demişlerdir. Hiçbir ispatı yoktur.
AKP VE GÜLEN CEMAATİ’NİN SENARYOSU
Bu tamamen AKP hükümetinin ve Fethullah Cemaati’nin Kürt siyasetini ezmek, geriletmek için geliştirdiği bir senaryodur. Ortada bir suçlu yoktur. Diğer beş aday da herkesin tanıdığı insanlardır. Kim Hatip Dicle’nin bir illegal faaliyet içinde olduğunu iddia edebilir ki? Hayatı boyunca Türkiye yasaları çerçevesinde Kürt siyaseti için açık yasal siyaset yürütmüş bir kimsedir. İlkeli duruşu başarmış bir Kürt siyasetçisidir. Diğer adaylar da öyledir. Eğer siz Kürtlerle barış yapacaksanız, siyasetçilerini bu kadar baskı altına almaya, baskılamaya, haksız yere suçlamaya son vermeniz lazım. KCK davası adı altında oynanan tiyatroya son vermeniz lazım. Önce böyle kararlar almanız gerekiyor. Sen hem özgür Kürt siyasetinde ısrar ediyorsun diye içeri atacaksın, hem de ben Kürt sorununu çözeceğim diyeceksin. Böyle çözüm olmaz.
KALICI ÇÖZÜM İÇİN GEREKLİ ADIMLAR
*Bu konuda köklü adımlara ihtiyaç olduğunu belirtiyorsunuz. Sorunun köktenci çözümü için temel adımlar neler olabilir?
-Doğrudur. Köktenci politikalara ve pratik adımlara ihtiyaç vardır. Bunların birincisi, Türk devletinin bu konuda siyasetini değiştirmesi, ikincisi kendi geçmişiyle yüzleşmesidir. Kendi geçmişiyle yüzleşmeden gerçekleri topluma dosdoğru açıklamadan Kürt sorununun çözülmesi mümkün değildir. Üçüncüsü silahlı, fiziki güçleri kullanarak çözme yönteminden vazgeçmesi gerekiyor. Şimdi bu konuda bazı çevreler bizi eleştiriyor: “Ya siyaset, ya silah ikisi bir arada olmaz diyorlar. Güzel de siz şiddeti kullanıyorsunuz siz orduyu, polisi, çağın en gelişmiş tekniğini kullanarak insanları öldürme suretiyle etkisizleştirmeyi yürütüyorsunuz. Sizin kullandığınız şiddet, şiddet değil mi? Kürt halkının özgürlük mücadelecilerinin kendilerini savunmasına şiddet diyeceksin de dev bir şiddet organizasyonu olan ordunun katliamlarını şiddet olarak görmeyeceksin ve buna da demokrasi diyeceksin. Bu böyle olmaz. Eğer şiddet duracaksa karşılıklı durur. Onun için biz çift taraflı ateşkes diyoruz.
KÜRT HALKI DA ARTIK BİR GÜÇTÜR
Şu bir gerçek: Kürt halkı da artık bir güçtür. Siyasi bir iradedir. Askeri gücü de var, örgütsel bir gücü de var, toplumsal bir gücü de var. Bu bir gerçektir. Bunu görmeniz gerekir. Eğer bu gerçeklerle bu biçimde doğru temas sağlanırsa bu sorun elbette ki barışçıl yollarla çözülebilecek bir sorundur. Ve biz diyoruz tarihin bu önemli aşamasında bu sorun çözülmelidir, bu sorunu ertelemeye yer yoktur. Kürt halkı gerçekleşen seçimde iradesini ortaya koymuştur. Bu iradeyi doğru ele almak önem taşıyor ve bu iradeye saygı göstermek gerekiyor. Ve Kürt halkı tarihte ilk kez birliğini kurarak, Türkiye demokrasi güçleriyle ortaklaşarak bir blok hareketini geliştirmiştir, yüksek bir başarı elde etmiştir. Bunun karşısında şunu veto etme, bunu içeri atma, öbürünü terörizmle suçlama tutumundan vazgeçeceksiniz. Bu halk artık özgür olmak istiyor. Türkiye’nin demokratikleşmesi ve özgür birliği temelinde kendi anadiliyle, kendi öz yönetimiyle bu topraklarda özgürce yaşamak istiyor. Bunu göreceksiniz. Bunu görmez ve yeniden inkâr siyasetini dayatırsanız, bu halk sizin inkâr siyasetinize karşı direnebilecek kadar bir potansiyele, güce ve tecrübeye de sahip bir halktır. Geçmiş pratik süreç bunu ispatlamıştır. Eğer siz böyle siyasi cepheden saldırıp, siyasal iradeyi kırmaya dönük kendi yasalarınızı bile ayaklar altına alırsanız, asker ve polis operasyonlarını durdurmazsanız, Kürt halkı da buna karşı Devrimci Halk Savaşı’yla cevap verecek ve büyük tarihsel direniş sürecini başlatacaktır. Bu bir tehdit değil, bu bir gerçektir. Bu halk artık özgür olmak istiyor, artık yeter diyor. “Êdî bes e! sloganını boşuna kullanmadık. Bu açıdan TC devletinin ve hükümetinin bu gerçekleri doğru okuması, Türkiye’nin geleceğini ve birliğini düşünerek atılması gereken demokratik çözüm adımlarını atması, bunu zamana yayma değil, hemen başlatması büyük önem taşımaktadır. Bu konuda herkesi sorumlu davranmaya çağırıyoruz. Siz sömürgeci hukuku Kürt halkına dayatarak, Kürt siyasetini baskılama yöntemiyle sonuç alamazsınız. Bunun dönemi geçti artık. Yeni bir dönem ve yeni bir süreç başladı. Bu seçimlerin sonuçlarını bu biçimde doğru okumak gerekiyor. Eğer böyle bir yaklaşım gelişirse, elbette ki sorunun demokratik yollarla köklü çözümü tarihin bu önemli aşamasında imkân dahiline girecektir. Aksi taktirde yeni bir savaş ve direniş sürecinin gelişeceği ortadadır.
*Son gelişmelerden sonra sizce Kürt halkı ile sol çevrelerin ve demokrasi güçlerinin geliştirmesi gereken tavır nasıl olmalı?
-Öncelikle şunu belirtmek gerekiyor: Yurtsever halkımızın ve sol demokratik çevrelerin bu seçim sürecinde göstermiş oldukları büyük fedakârlık çok anlamlı ve değerli olmuştur. Bu seçimlerin ortaya çıkardığı sonuç, Kürt sorununun demokratik çözümü ve Türkiye’nin geleceğe güçlü bir perspektifle bakmanın koşullarını yaratmıştır. Türkiye’nin Kürt sorununu çözmesi temelinde demokratikleşmesi, siyasal, sosyal ve ekonomik açıdan müreffeh bir ülke olması yolunda önemli bir sürecin gelişimine yol açacak sonuçlar ortaya çıkarmıştır. Bu çok ciddi bir başarıdır. Bütün çalışanların ve değerli yurtsever halkımızın bu süreçte göstermiş olduğu büyük fedakârlık takdire değerdir.
Özellikle şimdiye kadar farklı partilere oy veren, başta Hakkâri, Şırnak ve Van gibi yerler olmak üzere, çeşitli yerlerde hareketimizin çağrısı üzerine tutumunu yurtsever güçlerden yana değiştiren çeşitli aşiret çevrelerinin ve şahısların değerli tutumları gelişmiştir. Ben bütün bu çevrelere hareketimizin teşekkürlerini bildirmek istiyorum. Özellikle korucu kesimlerin bu konuda göstermiş oldukları yurtsever tutum çok daha önemli ve değerli olmuştur. Herkes bilmeli ki bundan böyle Özgürlük Hareketi’ne karşı suç işlemeyen korucu kesimler hareketimizin hedefi olmayacaklardır. Kürt halkı artık kendi birliğini kurmuştur. Bu birlik, tüm kesimlerin dâhil olduğu, güçlü bir ulusal birlik şeklinde gelişmiştir. Bu seçimde elde edilen başarıda katkısı olan herkes, kendi emeğini ve rolünü görmeli, bundan sonra da emeğine sahip çıkmalıdır. Değişik toplumsal kesimlerle birlikte çeşitli siyasal partiler bir araya gelmiş, çok çeşitli toplumsal kesimler bu bloklaşma etrafında birleşmiştir. Aynı zamanda Türkiye sol demokratik güçleriyle birlik için önemli bir adım atmıştır. Belki bunların hepsi yeterli düzeyde değildir ama güçlü bir bütünselliğin gelişmesi için önemli adımlar atılmıştır. Bu temelde gösterdiği fedakârlık ve sağladığı başarı, önemli bir sürecin başlangıcına yol açacak bir zemini ortaya çıkarmıştır.
Egemen güçler bundan korkmaktadırlar. Bundan korktukları için Hatip Dicle’nin vekilliğini düşürdüler ve demokratik Kürt siyasetinin iradesini kırmaya çalışmaktadırlar. Çünkü yaratılan özgürlük ve demokrasi rüzgârından korkmaktadırlar.
SÖMÜRGECİ SALDIRILAR KARŞISINDA GERİ ADIM ATMAK ASLA MÜMKÜN DEĞİL
Ama tarihin bu önemli aşamasında duraklamak, sömürgeci saldırılar karşısında geri adım atmak, asla ve asla mümkün değildir. Elde edilen bu mevzilere dayanarak daha ileri hedeflere yönelmek gerekmektedir. Halkımız Demokratik Cumhuriyet ve Demokratik Özerkliği onaylamıştır. Hedef budur. Bu temelde demokratik çözüm sürecini dayatmak ve pratikleştirmek temel bir amaçtır. Bu önemli ve kutlu hedef yolunda, sömürgeciliğin her türlü gelişebilecek taktik ve saldırıları karşısında, yurtsever halkımız ve demokrasi güçleri direnişle cevap vermeli ve başarıya kararlı adımlarla yürümelidir. Bunun için Kürdistan’daki tüm demokratik kurum ve kuruluşlar, Kürdistan özgür kadını, yurtsever demokratik gençliği ve bütün toplumsal kesimler bilmeli ki bu süreç tarihi bir süreçtir, bu süreç fedakârlık ve kahramanlık sürecidir. Bu süreçte herkes rolünü oynamalı, iradesine ve değerlerine sahip çıkmalıdır. Türk devletinin bazı milletvekilleri şahsında Kürt siyasetini geriletme ve Kürt halk iradesini çiğnetme politikalarına karşı herkes mutlaka bir şeyler yapmalıdır. Halkımızın bu dönemde göstereceği meşru – toplumsal tepki ve serhıldan hareketi, sürecin yönünü tayin etmede önemli bir yere sahip olacaktır. Bu açıdan tüm halkımız, parlamento grubunun almış olduğu karar çerçevesinde kendi iradelerine sahip çıkmalıdır. Tarihin bu önemli aşamasında, halkımız, sömürgeci – faşizan baskılara karşı özgürlük ve demokrasi bayrağını yükselterek Demokratik Özerklik sürecini geliştirmeye, en örgütlü bir biçimde toplumsal direnişini başarılı kılmak için herkesi sorumlu davranmaya ve serhıldan hareketine katılmaya çağırıyorum. Bizlerin de bu hareketin yönetimi ve kadroları olarak bu dönemin bir başarı dönemine dönüşmesi için her zamankinden daha fazla sorumlu davranacağımızı, olması gereken yerde en doğru ve en isabetli karar ve taktik çıkışlarla sürecin başarısı için ne gerekiyorsa tarafımızdan yapılacağını belirtmek istiyorum.
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.navendalekolin.com – www.lekolin.org – www.lekolin.net – www.lekolin.info