Eğer tarihten ders çıkarmayı bilirsek, en büyük öğretmen ve öğretici olur. Bugün dünyada yaşanan bütün olaylar akan tarih üretimidir. Dünyada hiçbir şey tesadüfen, birdenbire gerçekleşmemiş ve gerçekleşmemektedir. Yaşanan her şeyin bir temeli, bir hikâyesi, bir geçmişi vardır. Mesela tohumlar yer altında, ama ağaçlar yer üstünde yeşerir. Eğer ağacın tohumunu ve köklerini görmezsek, sadece ağacı görürsek, tohum, su ve toprak arasındaki bağlantıyı göremeyiz ve aralarındaki ilişkileri bilemeyiz. Aynı zamanda birbirlerini nasıl etkilediklerini anlayamadığımız için, ne tür bir ağaç olduğunu ve ne işe yaradığını bilemeyiz. Uzaktan bakıldığında bir ağaç gibi görünen şeyin, içinde neler barındırdığını asla bilemeyiz. Ağacın hakikatini anlayamamamızın sebebi de bu olabilir.
Bu dönemsel ve tarihî olaylar için de geçerlidir. Her varlığın ve olayın arkasında, onun yaratılış süreci vardır. Her şey sürekli yenilenme ve yaratım sürecindedir. Her şey hareket halinde, değişim ve dönüşüm geçiriyor. İnsan yüzeysel ve günübirlik düşündüğünde, olayın derinliğini anlayamaz. Bugün Ortadoğu ve Kürdistan’da yaşanan olaylara tarih ve siyaset bilimi perspektifinden bakmazsak, bugün bölgede yaşanan gerçekleri doğru bir şekilde anlayamayız.
Dün ile bugün arasındaki bağları, bölge halkları ile hegemonik güçler arasındaki ilişkileri anlamadığımız sürece, içinde bulunduğumuz kaos ortamından kurtulamayız.
Bölge halklarının ve Kürt halkının durumunu bu perspektiften anlamak mümkündür. Neyle karşı karşıya olduğumuzu bilmek için kendimizi, tarihimizi ve düşmanımızı iyi tanımamız gerekir.
KENDİNİ BİLMEK GÜÇTÜR
Kendi gücünü ve düşmanın gücünü tanımak için savaş stratejisinin filozofu Sun Tzu (M.Ö. 544-496) şöyle der: “Savaşta düşmanını değil, kendini tanırsan, bazen kazanırsın, bazen kaybedersin. Hem kendinizi hem de düşmanınızı tanırsanız her zaman kazanırsınız. Ama eğer kendinizi veya düşmanınızı tanımıyorsanız, savaşta her zaman kaybedersiniz.”
Ortadoğu’da uluslar, dinler ve mezhepler arası savaş tüm şiddetiyle devam ediyor. Bölgeyi kimin kontrol edeceği ve kimin iktidar sahibi olacağı konusunda büyük bir tartışma ve mücadele yaşanıyor. Bir kez daha bölüşme ve paylaşma savaşı gündemdedir.
Her ülke ve güç bölgeyi kendi siyasi ve ideolojik çıkarlarına göre dizayn etmek istiyor. ABD’den İngiltere’ye kadar tüm dünya güçleri, “ulusal güvenliği koruma” bahanesiyle Ortadoğu’da bulunmak istiyor.
Bölgedeki güçler, aralarında Türkiye, İran ve İsrail’in de bulunduğu ülkeler, aynı amaçla sınırlarını genişletmeye, işgallerini ilerletmeye, “terörle mücadele” bahanesiyle topraklarını genişletmeye çalışıyor. Kürt halkı da, dizayn edilen savaş ve bölme hesaplarının ortasında varlığını korumaya ve özgürlüğüne kavuşmaya çalışmaktadır. Ortadoğu’da bölme ve paylaştırma savaşının merkezinde Kürt halkı ve Kürdistan vardır. Kürdistan ve Ortadoğu’daki mevcut durumu anlamak için özellikle son 200 yılı anlamak gerekiyor. Ortadoğu’da son iki yüz yılda neler yaşandı? Bölgede Kürtler, Araplar, Türkler, Farslar, Ermeniler, Yahudiler, uluslar ve diğer azınlıkların durumu neydi? İnanç ve mezheplerin durumu nasıldı? Halklar, uluslar ve inançlar arasındaki ilişkiler ne düzeydeydi? Bunları iyi bilirsek içinde bulunduğumuz mevcut durumu daha iyi anlayabiliriz.
1798 yılında Napolyon komutasındaki Fransa, ticaret yollarını ele geçirmek ve sömürge toprakları kurmak amacıyla Mısır’ı işgal etmişti. Fransa, Mısır üzerinden Hindistan’a ulaşmak istiyor, böylece İngiltere ve Uzak Doğu’ya giden yolu kesiyor. Bu şekilde İngiltere’nin en önemli sömürgesini tehdit etmek ve Fransa’nın Doğu ve Akdeniz’deki ticaret alanını genişletmek istiyor. Böylece Fransa ile İngiltere’nin Ortadoğu’da ilk kez rekabete girmesi söz konusuydu. 1798 yılında iki güç arasında çıkan Bölgesel Kontrol Savaşı Ortadoğu’daki durumu yeni bir boyuta taşıdı. Aynı zamanda Osmanlı’nın çöküşünün kapısı da aralanıyor.
18. yüzyılda İngiltere’de Sanayi Devrimi’nin ve Fransa’da Burjuva Devrimi’nin gelişmesi tüm dünyada yeni değişim ve dönüşümlerin kapısını açtı. Amerika’dan Çin’e, Hindistan’a kadar bu iki güç birbirleriyle savaş ve rekabet halindedir. O dönemde Rus İmparatorluğu ile Osmanlı İmparatorluğu iki büyük güç gibi görünseler de İngiltere ve Fransa’nın politikalarına karşı koyacak güce sahip değillerdi.
19. yüzyılın sonlarında artık hasta adam olarak tanımlanan Osmanlı İmparatorluğu, bu iki güç tarafından kuşatılmıştı. Fransa ve İngiltere’nin Ortadoğu’ya gelişi Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünün başlıca sebeplerinden biriydi.
Birinci Dünya Savaşı sırasında İngiltere, Mekke valisi Şerif Hüseyin ile iyi ilişkiler geliştirdi. İngiltere, Şerif Hüseyin’e, Osmanlı’yı bölgeden çıkarmak için birlikte çalışırlarsa bir Arap devleti kuracaklarına dair söz verir. Kurulacak devlet de Şerif Hüseyin’in ailesine devredilecek. İngiliz ve Fransızların Ortadoğu’yu ele geçirme planları ve projeleri bölgede savaş ve huzursuzluğu artırıyor. Bölgesel ulus devletler yaratma planları, bölge halkları için yeni fırsatların ve tehditlerin kapısını aralıyor. Yeni kapılar ve fırsatlar açtığı kadar, krizlere, kaoslara, savaşlara ve bitmeyen çatışmalara da kapı aralıyor.
Birinci Dünya Savaşı henüz sona ermemişti ve Ortadoğu, 1916 yılında gizli Sykes-Picot Anlaşması’yla Rusya, Fransa ve İngiltere arasında paylaşılmıştı. 1917 Sovyet Devrimi’nden sonra Rusya anlaşmadan çekildi ve gizli anlaşmayı dünyaya açıkladı. Bu anlaşmanın sonucunda Ortadoğu’nun siyasi haritası ortaya çıktı. Irkçılık, mezhepçilik ve tekçilik hastalıklarıyla onlarca ulus-devlet kuruldu. Doğal olmayan, klonlanmış, birbirinin aynısı ulus-devletler yaratılarak aynı zamanda taklitçi bir zihniyet de yaratıldı. Bölgedeki ulus-devletlerin oluşumunda İngiltere ve Fransa önemli rol oynadılar. Bu yapay devletlerin bayrakları ve sınırları bile hegemonik güçler tarafından belirlenmişti.
Yüz yıl önce Türkiye, Suriye, Irak, Birleşik Arap Emirlikleri, Ürdün, Katar, Suudi Arabistan, İsrail, Kuveyt vb. adında devletler yoktu. Bu devletlerin hepsi Birinci Dünya Savaşı sonrasında hegemonik güçler tarafından kurulmuş devletlerdir. Bu devletlerin kurulmasıyla devletsiz kalan halklar, tek devlet, tek millet, tek bayrak, tek din adı altında büyük soykırımlara maruz kaldılar.
Kürtler yüz yıldır bu sistemin kurbanı oluyorlar. Yüz yıldır İsrail ve Filistin halkları birbirini öldürüyor. Yüz yıldır mezhepçilik adı altında insanlar birbirlerini öldürüyor. Bölgedeki iktidarlar yüz yıldır demokrasi ve insani değerlerden uzak bir anlayışla yönetimdedir. İktidarlık ve diktatörlük bir virüs gibi her ülkeye yayıldı. Avrupa hegemonyası bölgede klonlanmış ulus-devletler yarattı ve bunlara demokrasi elbisesi giydirdiler. Bazen modern ve demokratik devletlerde seçimler yapılırdı. Ama seçimler, demokratik bir tiyatro oyunundan çok başka bir şey değildi. Halkın iradesi ve özlemleri hiçbir zaman yerel diktatörler ve onların uluslararası efendileri tarafından tanınmamıştır.
Birinci Dünya Savaşı sona ermiş olsa da bölge halkı için çelişkiler ve çatışmalar bitmemiştir. Her ülkenin sınırları içerisinde etnik, dinsel ve mezhepsel çatışmalar yeşerdi. Ortadoğu’yu dizayn edenler, nasıl bir sistem kurduklarını biliyorlardı. Bahsedilen çelişki ve çatışma nedeniyle Ortadoğu sistemi her zaman müdahaleye açık kalmıştı.
Ortadoğu halkları, özellikle de Kürt halkı, yüz yıldan fazla bir süredir dönemin hegemonik güçleri arasında yapılan anlaşmaların acısını çekmektedir.
Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı Devleti gücünü kaybetmiş, durumu hasta bir adam olarak teşhis ve tarif edilmişti. Osmanlı Devleti, soykırım ve yağma politikasıyla varlığını sürdürdü. Çözüm üretmek yerine, halkların gelişmesinin önünde engel oldular ve bölgedeki sorunların bir parçası oldular. İttihat ve Terakki’nin çabaları bile Osmanlı’yı yıkımdan kurtaramadı. İmparatorluğun dağılması sonucu Türkiye ismiyle bir ulus-devlet kuruldu. Türk devleti Osmanlı’nın kötülüklerini miras aldı. Kürt halkına yönelik soykırım ve yağma politikası devam etti.
Kürt halkı ve bölge halkları Birinci Dünya Savaşı sırasında o dönemde egemenlerin politikalarının kurbanı oldular. Ortadoğu’nun parçalanması sürecinde Kürt halkı statüsüz bırakıldı. Kürt coğrafyası dört ulus-devlet arasında bölünmüş ve paylaşılmıştı. Her devlet, kendi varoluş felsefesi gereği Kürt halkını asimile etmek ve yok etmek istiyordu. Fiziksel soykırım politikalarından kültürel soykırım politikalarına kadar birçok yöntem ve metot kullandılar. Kürdistan’ın dört parçasında Kürt halkı varlığını korumak için mücadele etti. Her türlü imha, soykırım ve asimilasyon politikalarına karşı varlıklarını savunmuşlardır. Bölme ve parçalayıcı politikalar nedeniyle Kürt halkı bir asırdan fazla bir süredir büyük acılar, ızdıraplar ve zorluklar içinde yaşıyor.
Kürt halkı, Kürdistan’ın dört parçasında her daim özgürlüğünü kazanma mücadelesi içerisinde olmuştur. İşgalci ulus-devletler de Kürt halkını yok etmek için soykırım politikası izlediler. Geçtiğimiz yüzyılda bu durumdan en çok yararlananlar şüphesiz hegemonik güçler oldu.
Hîwa AZAD