04 Nisan 2010 Pazar Saat 17:52
0
21
TR
:” ”
:””
” “,” ”
” ”
Ergenekon soruşturmasının satır aralarında, Türk devletinin
Kürt Özgürlük Hareketine karşı yürüttüğü savaşta başvurduğu kirli yöntemler de
itiraf ediliyor. Fakat soruşturmanın temel amacı siyasal ortamı kirlerinden
arındırmaktan ziyade, sadece bir iktidar savaşı olduğu için birbirinin kirli
çamaşırlarını ortaya döküyorlar. Yoksa toplumu aydınlatma ve yaklaşık yirmi beş
yıldır süren acıları sarma amaçlı değil. Öyle olsaydı devlet adına kirli
faaliyetler yürüten ve binlerce masum insanın ölümüne neden olan ekibin
Fırat’ın doğusunda işlediği cinayetlerin aydınlatılması soruşturmanın temel
amacı olurdu.
Maalesef bakıyoruz, devletten aldığı vesayetle Kürtleri en
zalim yöntemlerle katleden ve kendilerini devlet içinde farklı bir devlet gibi
örgütleyenler sadece bir iktidardan hoşnutsuz oldular diye yargılanıyorlar.
Üstelik onlara bu vesayeti veren ve onları en tepeden yönetenlerin hiçbirinden
haber bile yok. Peki, temiz bir toplum ve demokratik bir siyaset yaratma iddiasında
olanlar, bu soruşturmayla 17 bin 5 yüz faili meçhul cinayeti ve 4 bin civarında
köyün yakılıp yıkılmasının nedenlerini ve faillerini aydınlatabilecekler
mi? Yerinden yurdundan göç etmeye
zorlanan milyonlarca insanın yıllarca yaşadıklarına bir izah getirebilecekler
mi? Göçün, Türkiye toplumunun hemen hemen hepsi üzerinde yarattığı siyasal,
ekonomik, sosyal, kültürel ve psikolojik tahribatları tamir edebilecekler mi?
Yakılan yüz binlerce dönümlülük ormanlık alanları geri getirebilecekler mi? En önemlisi
de bu savaşta çocuğunu kaybeden annelerin vicdanını rahatlatabilecekler mi?
Son dönemlerde Türkiye’de barışın ve huzurun sağlanması için
devletin yanlış uygulamalarından kaçıp ya yurt dışına göç etmiş ya da dağa
çıkmış insanlar için ‘af’ çıkarılması tartışılıyor. Fakat kim kimi af ediyor.
Mağdur ancak affedebilir. Mağdur olan devlet midir? Ergenekon soruşturmasının
satır araları bunun böyle olmadığını söylüyor. Tam tersine, Abdülkadir Aygan ve
Yıldırım Beğler gibi birçok JİTEM elemanının itiraflarına göre, PKK adına bir
suç işlenmişse devlet adına onlarca cinayet ve suç işlendiğini gösteriyor.
Yaklaşık yirmi beş yıl boyunca devlet adına Kürdistan’da Hizbullah ve JİTEM
gibi kirli savaş yöntemlerinden tutalım, halkı açlıkla terbiye etmeye, sınırsız
işkence uygulamalarına, psikolojik savaş yöntemlerine kadar her şey uygulandı.
Devlet PKK’ ye af çıkaralım diye bilir, ama devletin yaptıklarını kim
affedecek?
Kürdistan’da yaşananları belki rakamlarla ifade etmek fazla
bir anlam taşımayabilir. İşkence, kaybedilme, göçertme ve sürekli ölüm, açlık
korkusu altında tutulan insanların geçmişi sorgulayamaması ve bu sorgulama
üzerinden geleceğini güvenle kurma duygusunu yaşayamaması diğer ülkelerde
olduğu gibi Kürdistan’da da önemle ele alınması gereken bir konudur.
Diğer yandan sürekli gerçeği bilmeden hep birilerini
suçlayan egemen ulus kültürünün yarattığı aldatılmışlık duygusu da ciddi bir
sorun olmaktadır. En basit bir örnek olarak Kürtler bu toprakların esas halkı
olmasına ve Türkler bu coğrafyaya yaklaşık bin yıldır gelmiş olmasına rağmen
cumhuriyet döneminde verilen tarih bilincinde durum tersine çevrildiği gibi
Türkler artık Kürtlerden habersiz bir halk haline gelmişti. Gelişen Kürt
özgürlük mücadelesinin sonucunda Kürtlerin varlığı yeniden kabul edilmeye başlandı.
Halbuki Türkler, Kürtlerle Çanakkale’de, Sarıkamış’ta, Yemen’de, en sonda
Kurtuluş Savaşı’nda omuz omuza savaşırken, birbirlerinin stratejik dostları
olduklarını kabul etmişlerdi.
Cumhuriyetin ilk yıllarında dostluk içinde, birbirini
tanıyarak yaşamışlardı. Fakat bir anda 1925’ten sonra Kürtler yok oldular.
İnkar edildiler. Kürtler Türklere unutturuldu. Aradan yaklaşık seksen yıl
geçtikten sonra devlet yeniden Kürtlerin varlığını itiraf etti. Bu durum Türk
halkı açısından ciddi bir problemdir. Yani seksen yıl kandırıldığının, yalan
üzerine kurulu bir tarih anlayışıyla yetiştirildiğinin göstergesidir. Bu durum
bile başlı başına Türkiye’nin tarihiyle yüzleşme ve hakikatlerle tanışma
nedenidir.
Bir yandan güvensizlik, diğer yandan suçlayıcı ve inkarcı
pozisyonda olmak güçlü bir savaş zemini anlamına gelmektedir. Bu zemin büyük
katliamların ve halklar arası savaşların gizli gücü olurken savaş rantçıları için de bulunmaz fırsatlar
yaratmaktadır. Güvensizlik, adalet yoksunluğu, ırkçılık ve yoksulluk zemininin
açığa çıkarılarak kurutulması bir toplumun kendini sürdürebilmesi için bir
zorunluluktur. Bunlardan kurtuluşun yolu hakikatler ile yüzleşmekten
geçmektedir. Türkiye de geçmişte bir takım kutsallıklar, zorunluluklar,
karşıtının zulüm ve baskısını neden göstererek, insan hakları ihlallerine
direniş kutsallığı elbisesini giydirdi. Bedenin çıplak güzelliği gözler önüne
serilmeden yürümeye çalışmak ilerde daha ciddi problemleri ortaya çıkaracaktır.
Topluma verdiği maddi zararların haricinde, can kayıplarına
neden olan ve toplumu kandırma temelinde yürütmeye çalışarak kendine karşı
güvensizleştiren bir devletin kendini sürdürebilirlik düzeyi ancak halkına
yeniden güven vermekle mümkündür. Buda kendini mağdur yerine koyarak, ‘af
ediyorum’ demekle mümkün değildir. Üstelik Türkiye’deki savaşın tek mağduru toplumdur.
Gözyaşı dinmeyen analardır. Birilerini cezalandıracaksa da, affedecekse de
ancak onlar yapabilir. Onların vicdanı rahatlatılmadan toplumsal barış ve
demokrasi gelmez. Bunun yolu da ‘af’ çıkarmakla değil, hakikatleri araştıracak
bağımsız komisyonların ve halka açık mahkemelerin kurulmasından geçmektedir.
Ali Gündoğdu
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.lekolin.org – www.lekolin.net – www.lekolin.info