Global ve yerel egemen sermaye güçleri, dünya toplumlarına, emekçilere dayattıkları vahşi kapitalizm/emperyalizm insanlığı dayanılamaz bir noktaya getirmiştir. Sadece sömürüye ve sermaye birikimine dayalı olan ve hiçbir insani erdem ve ölçüye sahip olmayan kapitalist sistem artık hem insanlığı hemde gezegenimizin doğal dengesini bozacak bir noktaya gelmiştir. Yapılan üretimin küçük bir sermaye azınlığı tarafından gasp edilmesi üretici güçler başta olmak üzere toplumları açlık ve yoksulluk içinde yaşamak zorunda bırakmıştır. Tarihte günümüze kadar bütün gelişimler insanlığın ihtiyaçları doğrultusunda olmuştur. Bu gelişimler insanlığın hizmetine verilmesinden çok, egemenlerin kullandığı bir araçlar zinciri haline getirilmiştir. Teknoloji, bilim, sanat, ekonomik faaliyetlerin hepsi, spor ve kültürel aktiviteler dahil akla gelebilecek herşey kapitalizm tarafından kullanılıyor. İnsan, sosyal bir varlık olmaktan çıkarılmış, kullanılan maddi bir nesne haline getirilmiştir.
Kapitalizmin insana acımamasının ve hiçbir insani erdem taşımamasının nedeni işte budur. Amaç, sermayenin büyümesi, gelişimi paranın egemenliğiyse buna engel olan herşeyin tasfiye edilmesi hedeflenir. Bütün paylaşım savaşları bu nedenle oldu ve hala oluyor. Dünya, gelinen noktada bıçak üstünde duruyor ve tehlike çanları çalıyor. İnsanlık ve gezegenimiz tehlike altındadır. Insanların, çoğu zaman içine düştükleri hata kapitalizmin insan üzerinde yarattığı tahribatlarin ve sorunların çözümünü yine kapitalizmden ve sermaye güçlerinden bekledikleridir. Egemen kesimler, kendi çıkarlarına uymayan, toplum lehine olabilecek, sermayenin çoğalmasıni engelleyecek bir değişimine asla evet demezler. Ve kapitalist ruhlu düzen partilerinin görevide siyasi arenada kapitalizmin meşrulaşmasını ve toplum üzerindeki hakimiyetini sağlamaktır. Maddi üretimin gerçekleştiği alanlarda Artı-Değer denilen emek sömürüsü yasal koşularda serbest piyasa ve liberal ekonomik düzen olarak adlandırılır.
Aslında bu sistem emeğin resmi olarak gaspıdır. Artı-Değerin ve serbest piyasa ekonomisinin olmadığı maddi üretim koşullarında sermayenin büyümesi olmaz. Çünkü sermaye birikimi özel mülkiyetin sınırsızca olduğu ve adı geçen sömürünün-emek gaspının gerçekleştiği koşularda mümkün olabilir. Özel mülkiyet ve serbest piyasa ekonomisi yoksa bireysel zenginlik olmaz. Ve böylece ayrıcalıklı bir sınıf-elit tabaka olmaz ve dolayısıyla işçi sınıfı ve alt tabakalar diye toplumda sınıflandırmalar olmaz. Bu koşulların olmadığı maddi ve siyasi koşullarda yoksulluk olmaz. Kapitalizmde yoksulluk kıtlıktan ve yetersiz üretimden kaynaklanmaz, emeğin gaspı ve tekelde sermayeye dönüşmesiye olur. Kapitalizmde sürekli pastanın en büyüğünü üretim araçlarına sahip olan kapitalist alır. İşçi sınıfı ne kadar çok üretirse üretsin sürekli açtır yarı ve perişandır. Özellikle vahşi kapitalizmin olduğu koşullarda işçi sınıfı yaşamak için yaşamıyor, kapitaliste üretim ve maddi değer yaratmak için çalışıyor.
Maksimum kar etmeyi hedefleyen kapitalist için işçi sınıfının iyi şartlarda yaşaması be sosyal haklara sahip olması, iyi bir maaş alması söz konusu olamaz. Çünkü birinin fakirliğiyle diğeri zenginleşiyor. İşçi ne kadar fakir olursa kapitalist o derece zenginleşir. Üretici güçlerle üretim araçlarına sahip kapitalist arasındaki üretim ve maddi ilişkileri uzlaşmaz temeldedir. İşçinin daha iyi maaş alması demek ve her türlü hakka sahip olması patronun daha az kazanmasını sağlar. Bundan dolayı kapitalist sürekli maksimum kar etmeyi hedefler ve bunuda ancak işçinin boğazından kısarak yapar, yapabilir. Kapitalist, eğer işiçinin yemeden içmeden üretim yapabileceğine inansa o adı gecen asgari ücreti yani kıt koşullarda yaşama ücretini bile vermez. Kapitalizmde işçinin aldığı maaş-asgari ücret esasen işçinin yaşması için değildir, karnını doyurup ertesi gün üretim yapabilecek enerjiye sahip olması içindir.
Ki, şimdiki koşullarda işçiler-emekçiler, dar gelirliler yeterince beslenemiyorlar bile. İşte işçi sınıfıyla kapitalistler arasındaki uzlaşmaz çelişkliler bir gün birikerek bir isyana ve eyleme dönüşür ve bundanda bir devrim ve değişim doğar. Bu tarihsel bir gelişimdir ve engellenemez. Sadece çeşitli engeller konarak geciktirilir. Kapitalizmde yasalar ve kanunlar çoğu kez sermayenin devamlılığı ve güvenliği içindir. Bundan dolayı kapitalizmde sözde güvenlik güçlerinin çoğunlukla sermaye sahiplerinin yanında olduğu görülür. Bir gün, polisin bir fabrikatörü-kodamanı dövdüğü görülmemiştir. Ama işçi sınıfının ne koşullarda yaşadığı ve nasılda kontrol altında tutulduğu ve sözde güvenlik güçlerinin baskısına maruz kaldığı bir gerçekliktir. Özellikle faşizm koşullarında, dünyada polisin halk ve emekçilere nasıl davrandığını herkes görüyor ve yaşıyor. En demokratik olduğunu söyleyen İsviçre, İsveç, Hollanda, İngiltere, Norveç, Almanya ve Fransa gibi ülkelerde bile polisin zaman zaman işçilere zor kullandığını görüyoruz.
Fransa’da Sarı Yeleklilerin günlerce polisle nasıl karşı karşıya geldiği ve çatıştığı hala hafızalardadır. Daha birkaç gün önce, Hollanda’da çiftçiler-köylüler ayağa kalktılar, çeşitli eylemler yaptılar. Demekki kapitalizm demokratik olsa bile hiçbir hakkın garantisi olmaz, çünkü sömürü ve uzlaşmaz çelişkiler üzerine kurulu bir sistemde krizler her zaman olur bazen hızlı bazen yavaş ama olur. Doğru bir devrim anlayışıyla başta işçi sınıfı ve ezilenler, halklar kendi hayatlarını ve geleceklerini kendi elleriyle kurabilirler. İşçinin Kapitalistten ücrete-maaşa zam talebi aslında işçinin patrondan dilenmesi demektir. Çünkü işçinin talep ettiği maaşa zam aslında işçinin zaten fazlasıyla hakkıdır, emeğidir. Dikkat edilirse işçi sınıfı sürekli yada zaman zaman alanlarda grevdedir işi bırakma eylemindedir. Bunun nedeni, yukarıda belirttiğimiz az maaşla sermaye birimini sağlamak ve emek gaspıdır.
Kapitalizmde emek gaspı ve uzlaşmaz çelişkiler asla bitmez ve bu sistem insanlığa ve halklara bir gelecek verebilecek yapıda değildir. İnsanın mülkiyet konusu olarak hiçleştirilildiği koşullarda hangi insanlıktan bahsedebilirz? Bir insanlık devrimi olmadığı sürece sömürü bitmez. Maddiyatın insanın hizmetine verilmediği koşullarda iyi bir yaşamdan söz edemeyiz. İnsan, maddiyata kurban edilmemeli, maddiyat insana kurban edilmelidir. Maddiyat kutsandıkça insan bir tükeniş içinde olacaktır. Maddiyat insanın iyi şartlarda yaşaması içindir, insanların birbirleriyle çelişkiler, kavgalar ve savaşlar yaşaması için değildir.
Bundan dolayı yeni insana ihtiyaç var. Yeni insan, toplumsallığı özümsemiş toplumsal kurtuluşu hedefleyen, maddiyatı amaç değil yaşayabilmek için araçsallaştıran ve insanlık için her fedakarlığı yapan ve paylaşan insandır. Bu ancak bir köklü devrimle bu mümkündür. Kapitalizm mutlaka aşılmalıdır. Sömürü sistemi aşılmadığı ve yerine yeni insani bir sistem kurulmadığı sürece insanlığın sorunları bitmez, artarak devam eder. Kapitalizmin son 15 yıldır global çapta derin bir kriz yaşadığı ve bu krizin özellikle son yıllarda, aylarda toplumun yaşamına daha çok yansıdığı görülüyor. Bu krizden bir devrim çıkarmak mümkündür. Daha çok artan zamlar, gelir dağılımındaki eşitsizlikler ve bitmeyen krizler insanlığa cehennemi yaşatıyor.
İnsanlığın biriken sorunlarını köklü bir çözüme kavuşturmak ve doğanın ekolojik dengesini korumak olmazsa olmazdır. Kapitalizmin tasfiyesi şart olmuştur. Bundan kurtuluşun tek yolu devrimdir. Bu devrimin mücadelesi Kürdistan dağlarında ve şehirlerinde her bedeli vererek yürütülüyor. Ve insanlığın doğduğu topraklarda tekrardan insanlığı yeni ve köklü bir devrime götürecek inanılmaz bir irade ve güçle insan üstü bir çabayla özgürlük gerillası, Önder Apo’nun yeni paradigması doğrultusunda mücadele ediyor, insanlığın kurtuluş yolunu hazırlıyor. PKK, öyle klasik, dar ulusal ve sınıfsal bir mücadele yürütmüyor, insanlığın bütün temel tarihsel ve güncel bütün çelişki ve sorunlarını masaya yatırıp çözüm buluyor. Bu çözüm teorik taslak olarak hazırlanıp adım adım uygulama aşamasındadır. Tabi bunun uygulanması kısa zamanda ve hiç emek vermeden, fedakârlık yapmadan, ağır bedeller vermeden olmaz.
Tarihte bütün toplumsal devrimler gelişimler büyük bedellerle olmuştur. Komünizmin çok yönlü gelişimi ve insanlığın özünü tekrar yaşanılır kılmak için Demokratik Ulus Paradigması olmazsa olmazdır. Sınırların ortadan kaldırılması ancak böyle mümkün olabilir. Sömürüyü ve sınıfları ortadan kaldırmak kadar, kapitalizmin ulus devlet aşamasında geliştirdiği ve halkları, milliyetçiliği körükleyerek birbirine düşmanlaştırdığı katı ulus/şoven sisteminde aşılması şarttır. Yetmiş yıl sonra, Sovyet cumhuriyetleri ve Yugoslavya cumhuriyetleri arasında sınır ve etnik çatışmalar oluyorsa bu, ulusların arasında gerçek kardeşliğin kurulamağını gösteriyor. Lenin, böyle olmasını istememiştir takibi ancak Birçok Sovyet/Rus sosyalistinin kapitalizm etiketli geleneksel ulus devlet zihniyetini aşamadığı görülüyor.
Bu durum, son yüzyılın sosyalist olduğunu söyleyen bütün ülkelerinde görülüyor. Yani tek bir coğrafyada ve ülkede birçok ulusu tek dil ve kimlik etrafında toplama sosyalizmin uygulandığı birçok ülkelede maalesef görüldü. Bu ülkelerde ulusal sorunlar hiç çözülmedi demiyoruz ama onlarca yıl sonra ortaya çıkan etnik çatışmalar ve sınır savaşları yeterli ve doğru bir sosyalizmin uygulanmadığını gösteriyor. PKK, hiçbir zaman Kürdistan sadece Kürtlerin ülkesidir dememiş ve coğrafik sınırlara önem vermemiş, bütün halklara eşit yaklaşım göstermiş Kürdistan/Türkiye ve Ortadoğu hatta dünya halkların ortak toprağıdır demiştir. Yani PKK, son beş bin yılda sınıflı devletli sınıfa ait bütün kötü özelliklere karşı savaş açıyor. Köklü ve doğru bir sosyalizmin ancak böyle mümkün olabileceğini ortaya koyuyor. Devletli sınıflı ve katı ulus devletli zihniyetle insanlığın birikmiş sorunları ve ekolojik sorunlar çözülmez.
Devletli ve sınıflı sistemin insanın ruhunda açtığı bütün tahribatların ortadan kaldırılması gerekiyor. Çözüm, Demokratik Ulus Paradigması ve doğru bir komünizmin gelişimindedir. Bunun içinde insanlık çok yönlü ve köklü bir devrime ihtiyaç duyuyor. Bu köklü devrimin mücadelesi insanlığın doğduğu topraklarda kahramanca yürütülüyor.
Kemal SÖBE