İsveç Başbakanı Olof Palme cinayeti dosyası kapatıldığına dair haberler basın-yayın organlarında yer almıştı. Yayınlanan bu haber beraberinde yeni tartışmaları da başlatmıştı. İsveç Devlet yetkililerinin yapılan bu tartışmalarda içerisine girdiği sessizlik karşısında da dönemin mağduru olanlar, PKK görüşlerini dile getirmişti. Haberin konu olduğu kişi ve olayın niteliği ve adı karıştırılanların kimliği göz önünde bulundurulunca bunun böyle olması da son derece doğaldı. Çünkü katledilen, sokaktan geçerken her hangi kendini bilmez tarafından katledilen bir kişi değildi. Bir ülkenin başbakanı ve katlinden sonra üzerinde fırtınalar koparılacağı önceden bilinen bir şahsiyetti. Olof Palme’nin hedef olarak belirlenmiş olmasının nedeni de buydu.
Koparılan bu fırtınadan en fazla zarar gören de Kürdistan halkı olmuştu. İşlenen bu alçakça, hain cinayetin koparılan fırtına içerisinde Kürtler İsveç’te istenmeyen insan muamelesine tabi tutulmuştu. Dernekleri, kurum ve evleri basılmış, göz altılara alınmış, sorgulanmış ve cezaevlerine konulmuştu. Kürtlerin onuruyla oynanmıştı. Oysa Olof Palme bir Kürt dostuydu. Olof Palme’nin katli ile de Kürtler bir dostunu kaybetmişti. Fakat böyle bir gerçeğe rağmen, katlinden sorumlu tutularak, hedef haline getirilerek sorumlu tutulan yine Kürtler olmuştu.
Olof Palme’nin katlinden sonra Kürtler sadece İsveç devleti tarafından değil, uluslararası alanda benzeri saldırıların hedefi haline getirilerek, dünya kamuoyunun temel gündemleri arasına girmişti. Bu şekilde Kürtlere uluslararası alanda “terörist” yaftası vuruldu. Böylece Kürtlerin haklılığından hiç bir şüpheye yer olmayan yürüttüğü özgürlük ve demokrasi mücadelesinin üzeri karartılarak, her türlü saldırıya, hakarete açık hale getirildi. PKK terör örgütleri listesine alındı, PKK’yi savundukları için insanlar yıllarca cezaevlerinde tutuldu, içlerinden “istenmeyen kişiler” olarak ilan edilenler ve ülkelerine girmeleri yasaklananlar oldu. Soykırımcı TC Devleti’nin Kürdistan’da yürüttüğü özel-kirli savaşta işlediği savaş suçlarına, katliamlarına, köy yakmalarına, işkencelerine, tecavüzlerine, insanları yerinden-yurdundan göçertmesine onay verildi.
Bunların hepsi de Olof Palme cinayetinin ardından koparılan fırtına sonrasında Kürdistan halkının maruz kaldığı saldırı, hakaret ve gördüğü zararalardı, uğradığı haksızlıklardı. Fakat sonuçta Kürtlere dair söylenenlerin bir yalan, aldatmaca ve hazırlanan bir senaryo olduğu, gerçek failin kim(ler) olduğu açığa çıktı. İsveç yargısı da bunu resmen açıkladı. Olof Palme cinayetinin PKK ile bir alakasının olmadığını açıkladı. Ancak İsveç Devleti kendi yargısının yaptığı bu açıklamanın gereklerini de yerine getirmedi. Halbuki yoldan geçerken bir kimse, başka bir kimseye çarptığında bile karşısındakine “pardon” der, eğer bir zarar görmüş ya da incinme yaşamışsa telefi etmeye çalışırdı. Bu doğru olan bir yaklaşımdı. Fakat İsveç Devleti bunu yapmadı. Kürtlere bu kadar acı çektirmesine, çok büyük zarar ve tahribatlar yaşatmasına rağmen, “pardon” deme gereğini bile duymadan, sessiz kalarak olup-bitenleri unutturmak isteyen bir yaklaşım içine girdi. Kürtlerin çıkardığı seslere, gösterdiği tepkilere, gördükleri zararların tanzim edilmesi istemlerine rağmen böyle bir tutum takındı.
Oysa İsveç ve tabi olduğu Avrupa hukukunda bunun tersi geçerliydi. Haksızlıklara uğramış olanların, gördüğü zararların telafi edilmesi esas alınmaktaydı. Bunun içerisinde çok sıradan olanların yer aldığı birçok olay özgülünde yaşanmış örnekleri de vardı. Kamu vicdanı ve adalet ilkesi de bunu gerektirmekteydi. Bu şekilde kazara zarar gören bir insanın yaşadığı tahribatı gidermek için kendince çok titiz olan İsveç devleti, Kürtler için bu ilkeyi hiçe sayarak geçersiz görebildi.
Elbette Kürtler İsveç devletinin bu tavrını görmezden gelerek, hakkı olanı istemeyecek değildir. Bugün bile Olof Palme cinayetinin gerekçeleri üzerinden Kürtlere, PKK’ye karşı saldırıların yapıldığı, haksızlıkların devam ettiği koşullarda bunun hiçbir şekilde olanağı da bulunmamaktadır. Tabii ki, en doğal hakları olan protestoda bulunacak, yapılan bu haksızlığı kabul etmeyecektir. Hakkı olanı isteyecektir. Bunun için de İsveç devletinden gördüğü zararların tanzimi doğrultusunda demokratik haklarını sonuna kadar kullanacak; İsveç hukukunun, Avrupa hukukunun Kürtler için de uygulanması isteminden vazgeçmeyecektir. Sessiz kalmayacaktır. İsveç parlamentosu, yargısı önünde İsveçli demokrasi ve özgürlük güçleriyle, dostlarıyla, Olof Palme’nin düşüncelerini savunanlarla, onun katline karşı çıkanlarla birlikte bu taleplerini dile getirecek ve yapılan bu en büyük haksızlığa karşı çıkacaktır. Kendilerinden özür dileyene, PKK terör örgütleri listesinden çıkarılıncaya ve uğradıkları zararlar tanzim edilene kadar da devam edecektir.
Bu Kürtlerin en doğal, insanı ve demokratik hakkıdır. Hakkı olandan da vaz geçmeyecektir.
Cemal Şerik
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi