21 Ekim 2010 Perşembe Saat 07:18
Ezidilerin Hacları her yılın 6 Ekim’inde Laleş’te başlayıp tam yedi gün boyunca sürmektedir. Hacca çocuk, kadın, yaşlı ve gençler olmak üzere herkes ailesiyle birlikte bir gün, iki yâda daha fazla gün kalmak için hazırlıklı (yatak, bataniye, ekmek v.b) bir biçimde gelir. İçinde yatılacak ev ya da barınak olmadığı için insanların çoğu açık havada iç içe buldukları bir iki günlüğüne kalmak için kalıyorlar. Laleş’e Şengal, Şexan, Behedir, Rusya, Ermenistan, Avrupa, Türkiye ve Suriye’den Êzidiler geliyor. Ezidilerin yanı sıra dünyanın birçok yerinde Müslüman, Hıristiyan ve diğer dinlere mensup insanlarda geliyorlar. Laleş Êzidilerce kutsal bir mekân olarak görüldüğü için Laleş’e girmeden önce herkes ayakkabılarını çıkarıp yalın ayakla girmek zorundadır. Hayatımda ilk defa bu kadar insanın yalın ayakla gezdiğine tanık oluyorum. Yalın ayakla gezmek acı hissetmek ibadetlerini daha da kutsal kılıyor. Onun için insanlar kaya, taş, diken v.b şeylere aldırmadan rahatlıkla yürüyorlar. Bu duruma alışkın olmayanlar bir iki gün yürümekten üşeniyorlar bir iki gün sonra bu duruma rahatlıkla ayak uydurduğunu fark ediyorsun. Hac bayramının ilk iki günü o kadar kalabalık olmuyor ancak üçüncü günden sonra binlerce insanın Laleş’e girdiğini fark ediyorsun. Sırtlarında yatakları, ellerinde yiyecek ve içecekleriyle kadın, erkek ve çocukların Laleş’e girdiğini görürsün. Laleş’in girişi sabah beşten gece 12’ye kadar sürekli tıklım tıklım insanla doludur. Kimileri ziyaretlerini bitirip dönerken kimileri daha yeni ziyaretgâha geliyorlar. Laleş’e yedi gün boyunca sabah beşten akşam saat iki üçlere kadar tam bir festival havası hâkimdir. Bir yerlerde birkaç dengbejin bir araya gelip kurduğu divan, başka yerlerde Zember, eşliğinde tutulan dilanlar, yapılan özel yemekler, uzun yıllardan beri birbirlerini görmeyen dostların kucaklaştığı kareler, dünyanın birçok yerinde gelen Ezidilerin tanışıp edindiği yeni dostlukları gözünün döndüğü her yerde görmek mümkündür. Bunun yanı sıra genç kızlar ve erkeklerin süslenip en güzel elbiselerini giydiği, sabahın erken saatlerinde aynalarını eline alıp açık arazide saçlarını tarayıp makyajlarını yenilediğini her yerde görülsün. Yedi gün boyunca Laleş’te genç kızlar dolaşma serbestîsini elde ediyorlar. Bu yedi gün boyunca genç kızlar sabah erkenden çıkıp gece geç saatlere kadar dolaşabiliyor. Dostluklar ve arkadaşlıklar ediniyorlar. Beklide yılda bir defaya mahsus böyle bir fırsatı yakalayan genç kızlar bu durumu iyi değerlendirerek kendilerine yeni bir kapı açacak bir kısmet peşindeler. Bu durum oldukça normalleşmiştir. Diğer taraftan yaşlı ana ve babalar Kürt ve Kürdistan motiflerini taşıyan rengârenk ulusal kıyafetleriyle ortama bambaşka bir ruh katıyorlar. Yedi gün boyunca Laleş’te tüm evlerin kapıları herkese açıktır. Tanıyıp tanımamak hiç önemli değildir. Acıkmışsan gördüğün açık sofraya bir selamla oturabileceğin gibi, kurulmuş bir sohbet cemaatine dalıp oturabilirsin. Kimse yabancı bir gözle bakmaz. Burada her şey Kürtçedir. Söylenen şarkılar, dualar, beyitler, semalar, ağıtlar v.b her şey ama her şey Kürtçedir. Aslında burada tüm edinilen kültürün derinliklerinde şifrelenmiş Kürt kültürünün ruhunu görmek mümkün. Her ne kadar egemen güçler tarafında asimilasyona uğratılarak boğuntuya getirilmek istenmişse dahi mevcut konumda temsil edilen gelenek ve görenekler içinde taşınarak buraya kadar geldiğini görüyorsun. Êzidi kültürü derinlemesine deşildiğinde varılacak son durağın Hurri, Mittani, Guti ve Medlerin ortak birikimleriyle yoğrulup günümüze kadar taşınan Kürt Kültürü olacağını rahatlıkla söyleyebilirim. Bunun açık örneği her ailede bir dengbejin olmasıdır. Genci, kadını ve yaşlısıyla dengbejliği çok önemsiyorlar.
Bunun yanı sıra üzülerek söylemek zorundayım ki gençleri çok ağır bir biçimde pop ve hipop kültürünün etkisi altındadırlar. Gençler yabancı ülkelerden geldiğini görünce çok sıcak yaklaştıklarını fark ediyorsun biraz sohbet ettiğinde Avrupa’ya gitmek istediklerini açık bir biçimde söylüyorlar. Bu kadar yardım edip etmeyeceklerini öğrenmek istiyorlar. Yüzleri yaşadıkları yerlere değil Avrupa’ya dönüktür. Yaşadıkları yerlerde “hayat yok” diyorlar. Yine gençlerin çok eğitimsiz olduğunu hemen fark ediyorsun. Oldukça genç bir nüfus ama bir o kadar da eğitimsiz kalmışlar. Kimle sohbet edersen et belli bir süre sonra hepsinin sana söyleyeceği ortak şey ” biz sahipsiz bırakıldık ve tam yetmiş iki katliama uğradık” der. Bununla içinde bulunduğu koşullara teslimiyetini meşrulaştırmaya çalışır. Bu topraklardan kaçışının da önünü açıyorlar. Sen eğer Êzidi değilsen ne kadar onlar lehine konuşursan konuş tam olarak sana güvenmez. Her zaman temkinli yaklaşır. Êzidi olup olmadığını da rahatlıkla anlıyorlar. Bu güvensizlik inançlarından dolayı geçirmiş oldukları katliamlardan kaynaklıdır. Her gelen din onlara ferman yazdırmış. Irak düştükten sonra bazı İslami grupların Êzidilere yönelik yapmış oldukları eylemler onları oldukça ürkütmüş ve giderek içlerine büzülmüşler. Yine Güney Kürdistan hükümetinin sürekli Êzidilere politik yaklaşımlarının yanı sıra burada ki Müslüman Kürtlerin Êzidilere ait hiç bir şeyi almamaları bunları haram saymaları onlarda ki güven duygusunu daha da derinleştirmiştir.
Yusuf Ziyad
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.navendalekolin.com – www.lekolin.org – www.lekolin.net – www.lekolin.info