Türkiye Cumhuriyeti, I. emperyalist paylaşım savaşı sürecinin ürünü bir devlettir. Savaşın amaçları ve galip devletlerin çıkarları temelinde kurdurulmuştur. Savaşa gerekçe yapılan çelişkilerin savaştan sonra çözüm adı altında giderilmesi, politik doğrultusunu, sistemini, ilişki ve ittifakını belirlemiştir. Bu nedenle Kurtuluş Savaşı denilen süreçte yaşananlar ne resmi ideolojinin anlattğı gibidir ne de abarttığı kadardır. Kurtuluş savaşında, Anadolu topraklarına giren işgalcilere karşı bir mücadeleden söz edilecekse bu Maraş’ı kahramanlaştıran, Antep’i gazileştiren, Urfa’yı şanlı yapan Kürt halkının öncülüğünde halkların yürüttükleri mücadeledir. Türkiye sınırları dışında kaldığı için pek bahsedilmeyen Şex Mahmud-ê Berzenci’nin Kerkük-Musul hattındaki direnişi söz konusudur. Bu direniş, İngilizlerin ele geçirmek istediği bu bölgelere girişini engellemiştir. Şex Mahmud’un liderlik ettiği Kürt güçleri ile İngilizler arasında uçakların da kullanıldığı şiddetli çatışmalar da yaşanmıştır. Bu öyle bir direniştir ki Lozan görüşmelerinde İnönü, İngilizlere Kürtlerin de temsilcisiyim derken örnek vermiştir.
Türkiye Cumhuriyeti adıyla kurdurulan Türk ulus devletini, Ekim devriminin ‘yan ürünü’ olarak görmek de yanlış olmayacaktır. Bilindiği gibi I. Dünya savaşı, o günün emperyalist devletlerinin özellikle de Ortadoğu’yu kendi aralarında paylaşma savaşı olmuştur. Çünkü Ortadoğu’daki petrol yatakları tespit edilmiştir. İnsan için ekmek ve su neyse, sanayi kapitalizmi için de petrol odur. Sanayi kapitalizminin petrole bağımlı olması, Ortadoğu’nun 20.yyda tarihsel, kültürel önemine, yer altı zenginliklerini de eklemiş oldu. Ortadoğu petrol bölgeleri, resmiyette Osmanlı hakimiyetinde olduğu için, savaş öncesi gibi sonrası da Osmanlıya dönük çok incelikli bir politika yürütülmüştür. Hasta adam olarak, onlarca yıl ‘oksijen tüpüne bağlı’ yaşatılmasının da başlıca nedeni ‘nasıl bir paylaşım’ meselesinden kaynaklanmıştır. Osmanlı devleti ve Ortadoğu’nun bu kadar hayati bir konumda olması ve başını İngiltere’nin çektiği güçlerin çok ince politikalarla ele alması, üzerinde önemle durulması gereken bir konudur. İşte, Sovyet devriminin gerçekleşmesi, İngiltere ve diğer kapitalist güçlerin hassas ve önemli gördükleri bu bölgeyi yeniden ele almalarına neden olmuştur. Savaş öncesi ve savaş içinde düşünülüp tartışılan, planların gözden geçirilmesine neden olmuştur. Böylece Osmanlının ‘işi bitirilmeden’ gerçekleşen Ekim devrimi, kapitalist ulus devletlerin, Ortadoğu’nun sosyalist devriminin etkisine girme tehlikesiyle karşı karşıya bırakmış oldu. Bu gelişme, Ekim devrimini güneyden kuşatacak ve Ortadoğu’ya yayılmasına engel olacak taşeron bir devlet kurma ihtiyacı doğurdu. Türkiye Cumhuriyetinin kurulmasında halkların mücadelesi, Osmanlı artığı bürokratların çabaları kadar bu gelişme de belirleyici rol oynamıştır. Türk ulus devleti bu gerçekliği bildiği için, devletin kuruluşundaki Sovyet etkisi hiç yokmuş gibi bir tarih yazmıştır. Devletin kurucu kadrolarının, özellikle de M. Kemal’in liderliğinden bahsedilecekse, bu liderlik tüm bu süreçleri, iyi okumuş politik liderlik olarak değerlendirilebilir. M. Kemal, SSCB’nin kurulmasıyla, kapitalist ulus devletlerin devrim karşısında alacağı tutumu erkenden fark ettiği için çok iyi bir pazarlık konumu elde ettiğini bilerek hareket etmiştir. Son güne kadar da rengini belli etmemiştir.
Kapitalist güçler, Anadolu üzerinden Sovyet Rusya’yı güneyden kuşatacak, sağlam ve güvenilir bir devlet yapılanmasına gidilmezse, sosyalist ideolojinin etkisini Ortadoğu’ya yansıtacağını görmüştür. Benzer bir engelleme girişimini İran üzerinden şah rejimi ile de gerçekleştirdiklerini biliyoruz. İran şahı ile M. Kemal’in ortak şansları Ekim devrimidir. Aralarındaki dostlukta her iki devletin kuruluşundaki benzer nedenler ve aldıkları görevlerin etkisi de görülmek durumundadır.
20.yy boyunca Avrupa’nın en çok korktuğu gelişmelerden biri, Anadolu ve Ortadoğu’daki sosyalist gelişmeler olduğu tartışmasızdır. Çünkü sosyalist fikirlerin Ortadoğu’da gelişmesi, kapitalistlerin çıkarlarına büyük oranda zarar verecektir. Bu nedenle TC kuruluşundaki mayadan kaynaklı, sol düşmanıdır. Sol düşmanı olması, Anadolu ve Bakur Kürdistan’da yaşayan halklar, inançlar, kültürler düşmanı olmasını da beraberinde getirmiştir. Yeni kurulan devlete Türk devleti denilmesi bu topraklarda yaşayan her kesi Türk yapması icazeti verildiği anlamına da gelmektedir. Bu icazettendir ki, Türk devletinin sosyalistlere, halklara ve inançlara düşmanlığı, büyük kıyımlara, soykırımlara ve vahşetlere yol açtı. Dolaysıyla Osmanlı artığı kadrolar, halklar düşmanı zihniyetlerine, SSCB’nin kurulmasıyla, sosyalizm düşmanlığını da ekleyerek, devlet olma izni almış oldular.
Görüldüğü gibi Lozan’daki masada herkes, çıkarları kadar Ekim devriminin etkisini de düşünerek hareket etmiştir. Kapitalistler, en çok korktukları şeyi ya hiç dilendirmez ya da mutlak kötülük olarak gösterirler. Lozan’da Ekim devrimi ve SSCB’nin gölgesi her an hissedilmiştir. Erdoğan’ın son birkaç yıldır ABD Rusya arasındaki çelişkileri kullanan politika ile aldığı yol, M. Kemal ve arkadaşlar tarafından stratejik ele alacakları bir ortam yaratmıştır. Bu nedenle SSCB Türk egemenleri tarihinin en büyük şansıdır. Bunları var etme, güç kazanma anlamında tanrı gibi bir şeydir. İşte Lozan’da Kürtlerin ‘en ucuz satılacak şey’ konuma da bu dengeler getirmişti. Bu stratejik çelişkinin sonlanması Kürtlerin hayrına oldu. Türkler alışmış kudurmuştan beterdir özdeyişindeki gibi bugün de ABD Rusya çelişkisini kullanıyor. Bu aynı zamanda Erdoğan’ın ikinci Atatürk olma sevdasından da ileri geliyor. Daha önce Çiler de kendisini Anatürk ilen etmişti. Sonu ‘gelinini bile idare edemeyen kayınvalide’ oldu. Bakalım Erdoğan’da da çocuklarına sahip çıkacak güç kalacak mı? MHP denilen çeteleri kandırabilecek mi? Kısacası kendini kurtarabilecek mi? Amed’e Kürtlere yalvarmaya geldi. Ancak MHP ile birlikte olduğu müddetçe sözlerine tek bir Kürt’ün inanması mümkün olamaz. Sanki yeni bir Lozan yıl dönümüne çok tuhaf gelişmelerin eşliğinde giriyoruz. Ben daha önce de yazdım. Kişi olarak AKP MHP savaşı bekliyorum. Hayırlı Lozanlar dilerim!
Mehmet GÖREN
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi