17 Ocak 2017 Salı Saat 08:49
Türkiye, kötü bir ekonomi yönetimi altında, bir buçuk yıldır
süren savaşın ağır yükü altında. Küresel gelişmelerin de katkısıyla bir
mali-ekonomik krize doğru sürükleniyor. Siyasetteki otoriterleşme ve içe
kapanma eğilimi de bu gidişi besliyor.
TÜİK’in açıkladığı 2016 3. çeyrek (Temmuz-Ağustos-Eylül)
verileri, bu gidişin öncü işaretlerini sunuyor. Türkiye ekonomisi, bu çeyrekte
7 yılın ardından ilk kez daraldı. Bu daralma, TÜİK’in icat ettiği yeni milli
gelir hesabıyla yüzde 1.8 oranında gösterildi. Oysa, TÜİK uzmanlarına göre, bu
revizyon olmasaydı, ekonomide bu daralma yüzde 4’ü bulacaktı. (Hürriyet,
13/12/2016) İhracat, bu dönemde yüzde 7 daraldı. Hizmet sektörü (turizmdeki
krizin sonucu) yüzde 8.4 daraldı. Veriler, tarım sektörünün 1. çeyrekte yüzde
5.6, 2. çeyrekte yine yüzde 5.6 daraldıktan sonra bir kez daha bu kez yüzde 8.8
daraldığını gösteriyor. Bu veriler, Türkiye’de bir tarım krizi yaşandığını
gösteriyor. İmalat sanayi de bu çeyrekte yüzde 3.2 daraldı. Büyümeyi sürdüren
yegane sektörün, hükümetin fiili himayesi altındaki inşaat sektörü olduğu
görülüyor. (yüzde 1.4) *
Bu dönemde vatandaşın tüketimi yüzde 3.2 azalırken, devlet
harcamaları yüzde 23.8 artarak rekor kırdı. Cari işlemler açığı ise Ekim
2016’da, bir yıl öncesine göre 1.3 milyar dolar artarak 1.6 milyar doları
buldu.
Ekonomideki daralma, TL’nin hızlı değer kaybının temel
nedenidir. Eş zamanlı olarak ABD doları da değer kazanmaktadır. Kurda yaşanan
bu ölçüde hızlı yükselişin sebebi, TL hızlı değer yitirirken doların da hızla
değer kazanıyor olmasıdır. Ekonomi yönetiminin iddia ettiği üzere bu bir
“dalgalanma” değildir. Dalgalanma, para birimlerinin değerleri az çok
aynı kaldığı (ya da daha doğrusu aralarındaki oran az çok aynı kaldığı) halde,
arz-talep dengesinde oluşan değişimlerle meydana gelen harekettir. Dalgalanma,
dolar satarak durdurulabilir. Konjonktürel bir oynamadır. Ne var ki, mevcut
durumda bu yöntem bir işe yaramaz. Nitekim yaramadı da. Çağrının yapıldığı
günlerde 3.55’ten 3.45’e düşen kur bugün itibarı ile 4 TL sınırına dayanarak
tarihi rekor kırıyor.
Peki, Doların Değer Kazanmasının Nedeni Nedir?
Dolar, ABD’de 2008’de yaşanan ağır ekonomik bunalımın
ardından büyük ölçüde değer kaybetmiştir. ABD Merkez Bankası (FED), krizle başa
çıkabilmek için bol miktarda karşılıksız dolar bastı. ABD’de enflasyona yol
açmaması için bu “ucuz dolar”lar dünya piyasasına pompalandı. ABD
dolarının hem ulusal para birimi hem de dünya parası olma (emperyalist)
imtiyazı, onlara dünyanın hiçbir ülkesinde olmayan bu imkanı sunuyordu.
Böylece, küresel ölçekte doların değeri düşerken krizdeki Amerikan bankaları bu
yöntemle kurtarıldı. Ekonomik krizde olmayan ülkeler, bu ucuz dolarları
kapıştı. Türkiye de bu ülkelerden birisiydi.
AKP’nin iktidara geldiği 2002 sonu itibariyle, 1.73 olan
reel dolar kuru, 2008 Eylül’ünde 90 kuruşa kadar gerilemişti (yarıya yakın bir
düşüş)! Ne var ki bu imkan iktidar partisi tarafından üretken bir ekonomi
kurmak için, tasarrufları büyütmek için değerlendirilmedi. Bu dönemin imkanları
üretim araçları üreten bir sanayi kurmak, teknolojik araştırma merkezleri
geliştirmek, tarımı modernleştirip geliştirmek için kullanılmadı. Tam tersine,
ucuz ithalat olanağından yararlanılarak suni bir canlılık yaratıldı. Büyük
kaynaklar ithalata aktı. Her şeyin ucuza ithal edilebildiği bir ortamda ne gerek
vardı yerli sanayi ve tarımı geliştirmeye! 2000’lerden önce dünyada tarımda
kendisine yeten 7 ülkeden birisi olan hatta tarımdan döviz girdisi sağlayan
Türkiye işte bu yıllarda tarımda kendine yeterliliğini yitirdi. Hemen tüm tarım
ürünlerini ithal eden bunlara döviz ödeyen bir ülkeye dönüştü. Sanayi üretimi
2003’te milli gelirin yüzde 25’ini oluştururken, 2008’de bu oran yüzde 16’nın
altına düştü. ABD, ucuz dolarla Türkiye’nin tasarruflarını kendi ekonomisine
aktardı. Tasarrufların milli gelire oranı, 2003’ten 2008’e yüzde 22’den yüzde
13’e geriledi. Öz üretkenliği zayıflayan ve tasarrufları azalan Türkiye’nin dış
borç ihtiyacı büyüdü. Aynı dönemde dış borçlar 129 milyar dolardan 281 milyar
dolara çıktı. Böylece, dış borçlar ekonominin başat finansman kaynağı oldu.
(Veriler, Erinç Yeldan- Cumhuriyet 07/12/2016)
2013’ten itibaren ABD ekonomisi, özellikle kayagazı, petrol
çıkarımları sayesinde toparlanmaya başladı. FED de karşılıksız dolar basmayı
bıraktı. Mali gevşetme politikası son buldu. Faiz arttırarak mali sıkılaştırma
politikasına geçildi.
Aynı dönemde Çin, Hindistan, Brezilya, Rusya, Güney Afrika
(BRICS) ülkeleri belli bir sınai canlılık sergileyerek dünya ekonomisini ayakta
tutuyordu. ABD-AB-Japonya ekonomileri ya krizde ya reresyondayken dünya ekonomisinin
yüzde 0,5-1,5 aralığındaki sınırlı büyümesi bu ülkelerden kaynaklanıyordu. Bu
sınai ülkeleri dünya güç dengesinde, 2008-’13 döneminde ABD aleyhine kimi
ilerlemeler sağlamayı da başardılar. (Çin, Hindistan ekonomik alanda, Rusya
askeri alanda) ABD faizleri hızla yükseltilerek, bu ülkeleri de krize sokmayı
göze alamazdı. Zira, kendi fabrikaları da bu ülkelerdeydi.
ABD’nin emperyalist sistemdeki yerini ve üstünlüğünü yeniden
pekiştirme yönelimi, Obama döneminde, AB ile imzalanacak Transatlantik Serbest
Ticaret Anlaşması (FTAA) girişimi ile başladı. BRICS ülkelerini dışlayacak bu
anlaşma ile ABD dünya pazarlarındaki hakimiyetini güçlendirecekti. ABD
tekellerinin, bununla da yetinmeyen çok daha açgözlü bir kanadının temsilcisi
olan Trump ise ilk iş FTAA’yı yırtıp atacağını söylüyor. Trump, tüm serbest
ticaret anlaşmalarını feshederek, ABD’ye yeni ayrıcalıklar sağlamayı
hedefliyor. Çin’e, Meksika’ya yüksek gümrükler koymaktan bahsediyor. Trump’ın,
FED’in faiz politikasında da çok daha radikal olacağı öngörülebilir. Bu, TL’nin
daha büyük bir değer kaybına yol açacaktır. Trump, daha şimdiden Çin’le sert
bir çatışmayı da göze alacağının sinyallerini verdi. (Örneğin, Çin’le ekonomik
konularda anlaşmazsa Tayvan’ı tanıyabileceğini söyledi).
Çin, Meksika, Hindistan gibi belli bir sınai temele sahip ve
son yıllarda bunu güçlendirmiş ülkeleri dahi zorlayacak olan bu sürecin AKP
iktidarı eliyle bir rant-ithalat-inşaat fasit dairesine hapsedilmiş olan
Türkiye ekonomisine maliyeti, bir mali-ekonomik krize doğru adım adım
sürüklenmektir. Sanayi, makine ve ara malı ithal etmek zorundadır. Bu yüzden
dolarla borçlanmaktadır. Bu yolla, Türkiye sanayi, taşeron işçilerin suyunu
sıkarak elde ettiği karların büyük kısmını uluslararası mali sermayeye sunmak
durumundadır. Sanayi sektörü borçları, Mart 2015’ten Kasım 2016’ya yüzde 27.6
arttı. (Cumhuriyet 18/11/2016). Bu borçların ağırlıklı kısmı dış borçtur.
Sanayinin ve özel sektörün borcuna, devletin kefil olması da bu süreçte
gelişti. Hazine garantili dış borç 12 milyar 46 milyon dolar ile tarihi bir
zirveyi gördü. Bu rakam 10 sene önce 4.3 milyar dolardı (3 kat artış). (Çiğdem
Toker, Cumhuriyet 03/10/2016). Yani, sanayi sektörü giderek artan biçimde döviz
borcu biriktirmekte, devleti de buna kefil yaparak mali kriz riskini arttırmaktadır.
Dolar kurundaki yükseliş, sanayide durgunluğa yol açmaktadır.
İnşaat, yol, köprü gibi ekonomide yeni bir değer döngüsü
yaratmayan yatırımlar, en büyük kamu kaynaklarını emmektedir. Dahası, 3. Köprü,
Osmangazi Köprüsü, 3. Havalimanı gibi mega projeleri üstlenen yandaş firmalara,
dolar bazında devlet güvenceleri verilmiştir.
Tarım ürünlerinin önemli kısmı ithal edildiği için, dolar
kurundaki artış doğrudan vatandaşın sofrasına yansımaktadır. Rusya ile yaşanan
“uçak düşürme” krizi, tarım sektörüne ağır bir darbe vurmuştur.
Piyasada ödemeler zinciri zorlanmakta, karşılıksız çek ve
senetler yığılmaktadır. Bir mali krizin tipik özelliği olan ödemeler
(alacak-verecek) zincirinin kopmasına doğru bir eğilim söz konusudur.
Üretilenler satılmakta, ama parası tahsil edilememektedir. Sigorta şirketleri
işletmelerin alacaklarını sigortalamaktadır, sigorta ettirilen alacak miktarı
10 milyar doları bulmuştur. (Kanal D, sabah haberleri 14/12/2016)
Süregelen ve ufukta biteceğine dair bir emare görülmeyen
savaş, siyasette otoriterleşme, Suriye’de girişilen maceralar, OHAL koşulları,
siyasetçi ve gazeteci tutuklamaları, sadece 15 Temmuz’dan bu yana 694 şirkete
kayyum atanmış olması gibi unsurlar, Türkiye’den ciddi bir sermaye çıkışına
sebep olmuştur.
Bütün bunlar, Türkiye ekonomisini ve dolayısıyla TL’yi
zayıflatmaktadır. Türk egemen sınıflarının iki kanadı bu krizsel koşulların
çözümü için iki farklı çözüm önermektedir: Faizlerin yükseltilmesi veya
düşürülmesi. İlkini TÜSİAD ve CHP, ikincisini MÜSİAD ve AKP savunmaktadır.
TÜSİAD, Merkez Bankası faizlerinin yükseltilmesini, böylece dolar kurunun
düşürülmesini ve kurun sanayi sektörü üzerindeki baskısının hafifletilmesini
istemektedir. İSO 500 firmaları için kurun basıncı, yüzde olarak faizin
etkisinin çok üzerindedir. Ancak, Merkez Bankası eski başkanı Durmuş Yılmaz’ın
CNN Türk’te ifade ettiği üzere siyasi iktidar mevcut kur yükselişinden
“çok da rahatsız değildir”. İktidar açısından, kendi dolaysız
çevresini oluşturan inşaat şirketlerinin kollanması çok daha önem arz ediyor.
Faizler düşürülebilirse, konut kredileri daha ucuza kullanılabilir. Böylece
şişen ve satılamayan konut stoku eritilebilir. Egemen sınıfların her iki kanadı
da kendi acil çıkarlarını öncelemektedir.
Ancak emekçilerin karşısında, bütün kapitalistleri temsil
eden TİSK’in ortaya koyduğu gibi, bu iki kesim hızla birleşmektedir. Asgari
ücrete “sıfır zam” (nasıl oluyorsa, yumurtasız omlet gibi bir şey
herhalde!) sermaye ve hükümetin acil ve ortak hedefidir. Gıda, kiralar, eğitim
giderleri, ısınma herşey pahalanırken işçi ücretlerinin sabit tutulması, krizin
yükünün işçilere yıkılması demektir. Keza TİSK, kıdem tazminatının gasbı,
işsizlik fonunun sermayeye tahsis gibi talepler öne sürmektedir.
Emekten, ezilenlerden yana bir müdahale ise ortada
görünmektedir.
Her şeyden önce, ekonominin sırtındaki ağır ve sürekli
derinleşen savaş kamburunun atılması gerekir. Türkiye’nin yeniden müzakere
sürecine dönmesi, OHAL ülkesi olmaktan çıkması, ekonomik toparlanmanın ön
koşullarından birisi haline gelmiştir. OHAL’in kaldırılması, emekçilerin
haklarını özgürce savunabilmesi için de elzemdir.
Kıdem tazminatı, bu fırtınalı ortamda, işçinin yegane
güvencesidir. İşsizliğin resmi rakamlarla dahi yüzde 14’ü bulduğu bir dönemde,
işsizlik fonunun (sermaye tarafından değil) gerçekten işsizlere kullanılmasının
önü açılmalıdır.
Asgari ücret en az 2000 TL’ye yükseltilerek, zam-vergi
dalgası altında ezilen işçi ailelerinin açlık çekmesi önlenmelidir.
21. yüzyılda, artık doğalgaz (ısınma), su ve elektrik temel
bir insan hakkıdır. Parası olmadığı için hiç kimse bu haklardan mahrum
bırakılmamalıdır. Belediyelerin ve özel şirketlerin elektrik-su-doğalgaz
kesmesi yasaklanmalıdır. En azından ekonomi toparlanana değin, kuşkusuz aslolan
(HDP’nin de programında yer verdiği üzere) asgari düzeyde elektrik-doğalgaz ve
suyun her haneye bedelsiz olarak sağlanmasıdır.
Benzin ve mazottan alınan vergiler (ki fiyatının yüzde 75’i
vergidir) kaldırılmalıdır. Çiftçilere bu dönem kamu tarafından ücretsiz mazot
sağlanmalıdır.
Asgari ücretten alınan vergiler kaldırılmalı, kurumlar
vergisi ve en zenginlerden alınan vergiler arttırılmalıdır.
Kapitalizmin varoluş krizi, dünya ekonomisini sarsıyor. Bu
kriz dalgaları, bugün Türkiye ekonomisini de etkiliyor. 18. yüzyılda insanlığa
üretim vaat ederek hakim olan kapitalizmin üretim ateşi bugün sönmüş durumda.
Sanayiden kar edemeyen kapitalistler, paralarını asalak sektörlere
kaydırıyorlar. Asalaklaşan kapitalizm, bugün bizzat üretimin önünde bir engel
haline gelmiş durumda. İnsanlık, yeniden üretken bir ekonomiyi ancak kapitalizmi
ve kar amacını aşarak kurabilecek. Üretimin toplumsal ihtiyaçları karşılamak
için yapıldığı sosyalizm, bu buhranlı dönemde, ezilen insanlığın yeni ufkunu
oluşturacaktır. Kapitalizmin buhranıyla yıkıma uğrayan emekçileri ırkçı-şoven
demagojilerle etkileyen Trump ve türevi neo-faşist hareketlerin karşısında
sosyalizm yeniden gündemleşecektir.
* TÜİK’in yeni milli gelir hesabında en dikkat çeken
değişiklik, inşaatın hem üretim yöntemiyle milli gelir hesabından hem de
harcamalar yöntemiyle milli gelir hesabında ağırlığının artması. Askeri silah
sistemleri harcamaları da yatırım harcamaları kalemine dahil edildi. (Hürriyet,
13/12/2016)
Alp Altınörs, ETHA
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.lekolin.com – www.lekolin.org – www.lekolin.net – www.lekolin.info
-www.navendalekolin.com -http://kursam.org/index.html-
http://kursam.net/index.html