Özellikle de 1800’den beri Kürt egemenleri ‘’Kürt kimlikleriyle’ bir arayış içindedir. Bu arayış sürecinin ilk yüz yılında üç parça Kürdistan’da hakim devletin Osmanlı olması, Kürt egemenleriyle Osmanlı hanedanı arasında inişli-çıkışlı ilişkilerin gelişmesine yol açmıştır. Baban, Soran, Botan beyleri ve Şeyh Ubeydullah gibi tarikat kökenliler bu tarihin en iyi bilinenleridir. Osmanlı dağılınca Rojava ve Başur Arap ulus devlet egemenliğine verildi. Ancak TC’nin Kürt düşmanlığı üzerine kurulması 20.yyda Bakur kadar bu parçalara da düşmanlığa neden oldu. Bugün ise her iki parçada da işgalcidir.
Kürt egemenleri, en uygun siyasi koşullardan bile yararlanmayı bilmedikleri için her halkın egemenlerinin yarattığı türden kültürel gelişmeleri Kürtler için ortaya çıkaramadılar. Altın tepside sunulmuş fırsatları kaçırdılar. Her ne kadar mücadeleleriyle Kürtler içinde ulusal bilincin gelişmesine, Kürtlük duygusunun canlı kalmasına hizmetleri olmuşsa da siyasi olarak yarardan çok zararları olmuştur. Örneğin birinci dünya savaşından sonra devletleşmek için çok uygun bir ortam olmasına rağmen, ülkenin dörde bölünmesinin bile önüne geçemediler. Dolayısıyla iki yüz yılık tarih boyunca Kürt egemenlerinin verdiği mücadele Kürtlere kazanımdan çok zarar verdi. Çünkü hep yenildiler. Yenileceklerini anladıklarında da düşmanlarına teslim oldular.
Kürt egemenlerinin sürekli yenilmesinin temel nedeni dünyada yaşanan gelişmeleri çok geriden okumalarıdır. Mesela Osmanlı birinci dünya savaşında yenilmiştir. Osmanlı hizmetindeki bir takım bürokrat ve askerler Osmanlı yıkılsın, halifelik kalksın, Osmanlı hanedanı kalmasın derken bile Kürtler adına konuşan birçok egemen sınıftan kişi, Osmanlıya sarılmıştır. Geleceği Osmanlı ailesinin yanında kazanacağını sanmıştır. Hamidiye alayları adı altında Osmanlıya uzun dönem hizmet etmiştir. Böylece savaştan sonra her halk kendi devletini kurmaya, sınırlarını çizmeye odaklanmışken, Kürt egemenleri ‘halife çok yaşa, Osmanlı çok yaşa’ sloganları atabilmiştir. Cıbranlı Halit gibileri yanlışını fark ettiğinde de iş işten geçmiştir. Geç kalmanın bedelini de asılarak ödemiştir.
Bugüne gelelim.
Yukarıda anlatmaya çalıştığımız Kürt egemenlerinin dünyayı geriden okuma geleneğine bugün Barzani ailesinden Mesut Barzani liderlik ediyor. Bu öylesine bir akıldır ki mertek gibi gözüne girmekte olan gerçeği dahi göremiyor. Görmek istemiyor. Kendisine Kürt aydını, yazarı, sanatçısı, entelektüeli diyenler de halk tarihimizden yeterince ders alıp eleştirmeyince, bu gelenektekiler doğru yaptığına inanmaya devam ediyor. Kendilerini, para karşılığında övenler de bu eleştirisizliğe eklenince, Kürtlerle savaşmamayı liderlikmiş gibi anlatıp gerçeğini ele vermekten de çekinmiyor. Çünkü ‘artık bırakuji yapmayacağım’ derken daha önce brakuji yaptığını itiraf, Kürt halkının düşmanları için Kürtlerle savaştığını ilan etmiş oluyor.
Barzani’ye bu eleştiriyi neden yaptığımızı daha somut belirtelim. Mesut Barzani ve ona lider diyenlerde çağı okuyan akıl olsaydı, her şeyden önce son yirmi yıl içinde Başur Kürdistanı sadece Iraklılar için değil tüm Araplar için demokrasi ile yönetilen model bir ülke yaparlardı. Kürtler için ise her açıdan zenginlik kaynağı haline getirirlerdi. Arap halkı Başur Kürdistanı ve hükümetini kendi egemenlerine örnek gösterirlerdi. Başur dışındaki Kürtler bilmeye bilir, ancak 2000’den sonra yaşananlardan ötürü bugün Başur Kürtleri içinde azımsanmayacak sayıda Kürt, ‘keşke Saddam rejimi yıkılmasaydı’ diyor. Dikkat edelim, halk mevcut Irak rejimini değil, Saddam dönemini istiyor! Başur Kürtleri neden ve nasıl karşısında on yıllarca savaştığı, binlerce şehit verdiği katliamcı bir rejimi arar noktaya getirildi? Bu, Barzani rejiminin Saddam rejiminden her bakımdan daha kötü bir rejim olduğunu göstermiyor mu?
Irak henüz toparlanmamış ve istikrara kavuşmamış da olsa önü açık bir ülkedir. 21.yyda Irak Şiileri bölgede önemli bir güç olacaktır. İran, Irak’ta biraz sınırlandırıldığında ya da İran’da demokratik bir sistem geliştiğinde, Şiiler Ortadoğu’nun çehresini değiştirebilecek olanaklara kavuşacaktır. Bunun önünü kimse alamaz. Bunun için Barzani, Şiileri demokratikleştirmeye zorlayıp birlikte Irak’ı yapılandırması gerekirken, KDP olarak Türk egemenlerine oynamayı tercih etti. Oysaki Türk rejimi birinci dünya savaşından sonra SSCB’nin varlığından kaynaklı alelacele kurulmuştu ve SSCB dağıldığı için o da ya dağılacak ya da görmekte olduğumuz gibi her gün biraz daha gereksizleşecektir. Artık Türk egemenleri Ortadoğu’da eskisi gibi etkin olamayacaklar. AKP-MHP rejimi ise yıkılmaktan asla kurtulamayacaktır. Tüm dünya AKP-MHP rejimini eleştirirken, Türk egemenlerinden önemli bir kesim AKP-MHP rejimi değişsin derken, liderliğini Mesut Barzani’nin yaptığı KDP, dört elle bu rejimi korumaya çalışıyor. Bu politika tam olarak birinci dünya savaşından sonra yıkılması kesinleşmiş ve artık Türk bürokrat ve subayların da yıkılsın gitsin dediği Osmanlıyı savundukları için ülkemizin dörde bölünmesine neden olan o günün Kürt elitlerinin politikasının aynısıdır. Barzani bu politikasıyla, Başur’u böldüğünü, diğer parçaları da katlettirdiğini görmeyecek kadar petrol paraları içine batmıştır.
KDP, geleceği olmadığı kesinleşmiş Ankara’yı zorlayacağına, gelecek vaat eden Bağdat’ı zorluyor. Bir kez daha Kürtlere kaybettirdiğini görmek istemiyor. Bir süredir Bağdat-Hewler görüşmeleri adı altında Kürt kamuoyuna bir tiyatro sunuluyor. Êzdîleri bir kez daha katliam siyasetinin önüne atarken Bağdat ile en ucuz anlaşmayı rahat yapabilen KDP, her ne hikmetse bütçe konusunda Bağdat ile anlaşamadığını söylüyor. Ve üstelik bunu Kürtlerin hakkını savunduğu için yaptığını iddia ediyor. Başur dışındaki Kürtler bu konudaki gerçekleri pek bilmeyebilirler. KDP’nin, Bağdat ile Kürtlerin haklarını savunduğum için anlaşamıyoruz demesi tümüyle yalandır. Çünkü anlaşamama nedeni, Barzanilerden birkaç ailenin denetimindeki petrolleri vermek istememesidir. Olup bitenleri anlamak için basit bir formülasyon önereyim; KDP’nin özellikle de basın organlarında kullandığı ‘gelî Başur, heremî Kurdistan ’ yerine ‘birkaç Barzani ailesi’ koyarak olup bitenleri yüzde yüz anlayabilirsiniz. KDP’nin Bağdat ile anlaşmaması, Bağdat’ın Kürt halkına Türkler gibi karşı ve düşman olmasından kaynaklanmıyor. Petrolleri Türk devletine satarak Erdoğan ve ailesini zengin etme karşılığında kendilerini ayakta tutmaya çalışan üç beş Barzani ailesinin çıkarlarından ötürü anlaşma olmuyor. İşte buna da ulusal siyaset diyerek Kürtlere yutturmaya çalışıyorlar. Birkaç ailenin dolar kazanmasına hizmet edenler kendilerini Kürt ve Kürt halkının savunucuları görebiliyorlar. Sunmaya çalışıyorlar.
KDP’de M. Barzani’nin temsil ettiği egemen Kürt aklının ne kadar geri ve gerici olduğuna diğer çarpıcı örnek ise Başur hükümeti yönetim mekanizmalarıdır. Tüm dünya yerel demokrasi, insan hakları ve kadın hakları sivil toplum vb…diyorken, KDP Başur Kürdistanı artık Arap şeyhlerinin bile terk etmek üzere olduğu sistemle yönetmeye çalışıyor. Mesut Barzani aile büyüğü olarak liderdir. Kuzeni bölge başkanıdır. Oğlu başbakandır. Bir diğer kuzeni genelkurmay rolündedir. Adını bilmediğimiz kuzen ve yeğenler geri kalan alanları aralarında bölüşmüştür. Buna makul bir rejim, yönetim, siyaset dene bilir mi? Bu politikaya Kürt devleti politikası, Kürt ulusal politikası denebilir mi? Kürtler 21.yüz yılı bu akılla karşılayabilir mi? Bir halk bu akılla ilerler mi, çağdaşlaşabilir mi? Bu kişilere Kürt veya Kürt temsilcisi diyen yabancılar Kürtlerin iyiliğini düşünüyor denebilir mi?
Kişi olarak Barzanileri anlıyorum. Çünkü bunlar tarikat ailesidir. Egemen Kürt aklının son temsilcileridir. Aile çıkarlarını savunuyorlar. Akılları yettiğince de bunu Kürtlük adı altında propaganda etmeye çalışıyorlar. Ancak anlamakta zorlandığım husus, içinde yaşadığımız ve koca dünyanın bir köy haline geldiği bir çağda, halen bu KDP’ye parti, Mesut Barzaniyi de Kürtlerin haklarını savunuyor diyen Kürtçe konuşan koca koca adamlardır. Bu çağ dışılığa methiyeler dizenlerin düşünce yapısıdır. Buna siyaset ve Kürtlük diyenlerin aklı ve vicdanıdır. Allah Kürtleri bir an önce bunların elinden kurtarsın…
Mehmet GÖREN
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi