27 Kasım 2009 Cuma Saat 09:46
17 Kasım’da yeni cezaevine nakledilen Öcalan, “Havalandırma sisteminden dolayı nefes almakta oldukça zorluk çekmeye başladım. Durumum koşullardan dolayı daha da ağırlaşıyor. Ben burada yarı baygın bir şekilde, yarı ölü bir şekilde yaşamaktayım dedi.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, avukatlarıyla görüştü. Edinilen bilgilere göre yeni cezaevine değinen Öcalan, cezaevinin CPT tarafından önerildiğini söyledi. Öcalan, şunları belirtti: “Yeni cezaevini CPT, AİHM önerdi. Bu, aynı zamanda onların projesidir. Benim burada bu koşullarda, bu şekilde tutulmamda onların da sorumluluğu var. Burası onların bir projesidir. Zaten ben CPT’ye, AİHM’e buradaki koşullarım hakkında hazırladığım raporu gönderdim. Bu raporda buradaki koşullarımın düzeltilmesi gerektiğini belirttim. Buna karşı onlara bu sorumlulukları hatırlatılmalıdır, CPT ve AİHM’e, “bu durumdan siz sorumlusunuz, sorumluluğunuzu yerine getirin , güvence altına aldığınız hakları koruyun dedim. Ayrıca bunca ihlal karşısında insan hakları savunucuları, duyarlı tüm çevreler “Öcalan’ın durumunu açıklayın çağrısında bulunmalıdırlar “Ne oluyor orada diyebilmelidirler, kamuoyuna net bir açıklama istemelidirler. CPT’nin yapmış olduğu hatadan dönmesini istenmeli ve koşulların düzeltilmesi talep edilebilmelidir. Gelip burayı görüp incelemek zorundadırlar, bu onların görevidir. CPT kendisi daha önce geldi, incelemelerde bulundu. F Tipine nakledilmem gerektiğini ve F-Tipi cezaevi inşaatının yapılması ve F-Tipi koşulların yaratılmasını CPT söyledi, raporlarında var. Bütün bunları CPT istedi. Bana da buradaki koşullarımın eskisine göre daha iyi olacağını belirttiler ama hiç biri olmadı. Koşullarım daha da kötüye gitti. Buraya gelip kendi yarattıkları eserlerini görmeliler. Bizi kandıramazlar, kandırmaya çalışmasınlar. Buraya 17 Kasım’da getirildim. Bu bir darbedir. Ben buraya getirilmemi darbe olarak değerlendiriyorum, 17 Kasım darbesi olarak tanımlıyorum.
BURADA YARI ÖLÜ YAŞIYORUM
“Sağlık sorunlarım devam ediyor. Daha ağırlaşan durumlar var. Burada düzenlenen havalandırma sisteminden dolayı nefes alamaz durumdayım. Odamın havasız olmasından dolayı boğazıma kadar tıkanmış durumdayım. Boğazımdaki akıntı devam ediyor. Sinüzit rahatsızlığım zaten vardı, genzimde ve boğazımda, bu bölgelerde kaşınma ve yanma var. Bu ağrılar gün geçtikçe daha da şiddetleniyor, her geçen gün ağırlaşıyor. Nefes alamıyorum. Nefes almakta oldukça zorluk çekmeye başladım. Durumum buradaki koşullardan dolayı daha da ağırlaşıyor. Sağlık sorunlarım buraya, buradaki duruma bağlı. Daha ne olur, nasıl olur, nasıl gelişir bilemiyorum. Havasızlık bütün vücut fonksiyonlarımı etkiliyor. Bilinen bir şeydir, havasız kalan bir insanın beyin hücreleri ölür. Ben de havasızlıktan dolayı sanki beynimdeki hücrelerin öldüğünü hissediyorum. Baş ağrısı yapıyor. Bu durum konsantremi dağıtıyor. Oldukça rahatsız edici ve beyinsel işlevlerimi etkileyen bir durum bu durumum yarı ölü, yarı baygın gibidir. Ben burada yarı baygın bir şekilde, yarı ölü bir şekilde yaşamaktayım. Buna ne kadar dayanırım, ne kadar bu koşullar da yaşanır bilemiyorum.
TEK KATLI, 6-7 METREKARE GENİŞLİĞİNDE
“Tek katlı, yaklaşık 6- 6.50 metrekare genişliğinde bir yerdeyim, içeriye kapalı banyo tuvalet yapmışlar, yani iç içedir. Hemen duvar dibinde yatağım var. Duvara bitişik. Öbür duvarla yatağım arasında çok dar bir mesafe var. Neredeyse sadece bir kişinin geçebileceği kadar bir mesafe kalıyor duvarla yatağım arasında. Bir kaç adımlıkta yürüme mesafesi var. Bu daracık mesafede gidip geliyorum. Oldukça daraltılmış bir yer. Kaldığım odanın havalandırma sistemi çok kötü. Nefes alamaz duruma geliyorum. Odanın havalandırma penceresi çok yukarıda, tavana yakın, gökyüzüne bakıyor, içi tel örgülerle örülü, sadece gökyüzünü görüyorum. Tabi bu pencereden hava akımı içeri doğru ama yüksekten geliyor. Bu da odanın altına doğru bir basınç uyguluyor, altı havasız kalıyor. Ben de yere yakın durduğum için özellikle uyuduğumda bu basınçtan olumsuz etkileniyorum. Basınç nefes almamı oldukça zorlaştırıyor, adeta boğuyor beni, üzerime bir ağırlık gibi çöküyor. Bu da çok boğucu oluyor, nefes alamıyorum. Gelen hava çok basıktır, uyurken nefes alıp vermekte oldukça zorlanıyor, nefes alamıyorum. Sık sık bu nedenle uykudan uyanıyorum. Yatakta nefes alabilmek için başımı yatağın dışına çıkarıp yere doğru eğiyorum. Böyle yaptığım zaman ancak yatakta biraz nefes alabiliyorum. Yine bu şekilde yatakta yarı baygın bir şekilde uyumak zorunda kalıyorum. Ya bu şekilde yatakta yere doğru eğilip nefes alabiliyorum ya da ayağa kalkarak, havalandırma boşluğuna yaklaşarak nefes alıp vermeye çalışıyorum. Bu da benim uyku düzenimi alt üst ediyor.
YENİ YERDE HAVA ALAMIYORUM
“Önceki yerde cama dayanarak nefes alıyordum, hava alabiliyordum. Şimdiki yerde öyle bir imkân da yok. Havalandırma boşluğu, penceresi küçük ve yüksekte. Bu durum benim buradaki yaşamsal tüm fonksiyonlarımı etkiliyor. Uyurken havasız ve nefessiz kalıyorum. Yani ya uyuyacağım ya da nefes alabilmek için uyanık kalacağım. Nefessizliğimden dolayı sık sık uykumdan uyanıp yürümek zorunda kalıyorum. Ben eski yerimdeyken CPT’den bir doktor gelmişti, tabi o biliyordu bu durumu. Rahatsızlığımın, nefes alışım ve havayla ilgili olduğunu söylemişti. Bunun için bana cama daha yakın durmam ve yatarken başımı cama doğru uzatmam gerektiğini söylüyordu. Ben de eski kaldığım yerde zaten bu düzenle yatıyordum. Eski kaldığım yerde yatağım zaten cama yakın yerdeydi. Bana söyleneni yaptım, kısmen de olsa nefes alış verişim biraz daha düzenli hale gelmişti. O doktor bu durumu biliyordu, tespitleri doğruydu. Bazı tedaviler de uyguladılar ancak bu tedaviler bitmemişti.
VÜCUDUMDA KASINTI VAR
“Nasıl bir idam mahkûmu asılma sırasında can havliyle kasılır, son nefesini vermeden önce çırpınır, benim durumum da buna benzerdir. Biliyorsunuzdur, insan asılırken ilk verdiği tepki kasılmadır, vücut kasılmasıdır. Bu, o ölüm sürecinin yüzde yirmi beşidir, sonra da diğer ölüm safhası tamamlanır. Ama idam edilen bir insanın ilk tepkisi bu yüzde yirmi beşlik kasılma safhasıdır. Benim buradaki durumum da şu anda idam edilen bir kişinin yüzde yirmi beşlik safhasıdır. Ellerim kasılıyor, vücudumun her yerinde kasıntı var. Bu kasılmalar ağrı yapıyor. İstem dışı fiziki bir ürperme oluyor. Bu vücudun fiziksel tepkisi, refleksidir. Sık sık bu kasılmalar oluyor ve bu kasılmalar gün geçtikçe artıyor. Bazen uyurken bazen de ayaktayken vücudumda bu kasılmalar oluyor. İşte bu kasılmalar idama giden birinin yüzde yirmi beşlik yaşamını ifade ediyor. Biliniyor, Saddam idam edilirken üç dakika içinde öldü. Benim buradaki durumum her gün onlarca kez bu şekilde idam ettirilme durumudur, koşuludur. Ben idamdan da korkmuyorum. Ben Saddam’ın yaşadığı üç dakikalık kasılmayı her gün yirmidört saat yaşıyorum.
RAHATSIZ EDİCİ SES VAR
“Benim odama bitişik bir şekilde havalandırma yeri var, küçük bir yerdir. Ancak üç-dört adım gidip gelebiliyorum ve sadece gökyüzünü görebiliyorum, onun da üstü sık tellerle kapatılmış. Bir de burada jeneratör sesi-gürültüsü geliyor. Oldukça rahatsız edici bir ses. Yirmi dört saat boyunca çalışıyor. Biliyorsunuz Menderes de bu gürültüden rahatsız olduğunu dile getirmişti, Avni Özgürel, bu konuyu, o dönemi anlatan bir yazısında işlemişti. İmralı tarihi bir adadır. Buranın kendisine özgü koşulları var, tarihe tanıklık etmiş bir adadır. Burada kalanların ne kadar zorlandığı bilinir. Kendine has iklim koşulları vardır. Yine biliniyor Menderes burada yirmi dört saat kalmasına rağmen dayanamamıştı. Ben on bir yıldır burada dayanıyorum, dayanmaya çalışıyorum. Çok güçlü inancım olmasa ben burada intiharvari tarzı eylemlere girerdim. İşte Kemal Pir, Hayri Durmuş gibi arkadaşlar ölüm oruçları gibi intiharvari eylemlere girdiler. Bu arkadaşların bu değerli direnişlerine karşı saygım ve sorumluluğum, halka karşı sorumluluğum var. Zaten bu değerlere karşı çok güçlü, büyük inancım olmasaydı ben de bu kadar dayanamaz, intiharvari eylemlere girebilirdim. Tabi ben burada her an ölebilirim. Benim ölümümün etkisi çok büyük olur, kaos olur. Ölümüm sonrası çok kanlı süreçler yaşanır ve büyük karışıklıklar olur. Ben burada her gün sorumluluklarım için yaşadım, halk için mücadele ederek yaşadım. Onurluca mücadele ve yaşamım bu anlamda halk için hep olacaktır.
ÖLÜM ÇUKURUNDA YAŞIYORUM
“Ama bu da bir gerçektir, şimdiki yerim adeta bir ölüm çukurudur. Ben burayı böyle adlandırıyorum. Bir insanın burada nefes alması bile çok zordur. Havasızlık beynimdeki hücreleri öldürüyor. Bu beyin hücrelerinin ölümünü hissediyorum. Burada konsantre olamıyorum. Yine söylüyorum benim buradaki durumumdan CPT, AİHM, yani Avrupa sorumludur onlar istedi bu cezaevinin yapılmasını. Burası onların bir projesidir, onların bilgileri dahilinde yaşatıldı her şey. Bu durum böyle bilinmelidir. CPT’nin buraya gelmesi gerekiyor. Burayı inceleyecek. Başka türlü olmaz. Herkes bu durumu böyle bilsin. Ben durumumun açıklığa kavuşturulmasını talep ediyorum. Tekrar söylüyorum bu bir öldürmedir. Ben buraya getirildiğimde CPT’den biri, bir kadın beni burada karşıladı. Bana benim burada kalacağımı, buradaki yaşantımın takipçisi olacaklarını, buradaki sistemi takip edeceklerini ve kendilerinin güvencesi altında olduğumu söylemişti. Bütün bunların güvencesini verdiklerini belirtti, bu sorumluluğu kabul etti.
BURADA NEFESSİZ BIRAKILIYORUM
“Benim buraya getirilmem ve bu koşullar altında tutulmamın esas sorumlusu Türkiye değildir. Herkesin bu durumu böyle anlaması gerekiyor. Bu işin arkasında İngiltere, Amerika, İsrail ve AB vardır. Bir de Yunanistan devletinin haince dostluğumuzu kullanarak bizi satması var. Zaten beni buraya getiren ABD’dir. ABD’nin bir görevlisi, beni buraya kadar getirip Türkiye’ye teslim etti. Burada Türkiye’ye verilen görev ise benim gardiyanlığımı yapmak, bana bekçilik etmek olarak belirlenmiştir. Burada ne kadar yaşarım bilmiyorum. Buradaki durumum biraz da benim genetik yapımla alakalı olabilir. Babam nefessizlikten öldü. Ben de burada nefessiz bırakılıyorum. Bu durum oldukça zorlayıcı. Bu yüzden diyorum ki kimse bana yaslanarak, benden bir şeyler bekleyerek yaşamasın. Hala benden bir şeyler bekleniyor, bunu tahmin edebiliyorum. Hala her şey benim sırtıma yüklenmeye çalışılıyor. Daha önce de herkesin kendi kararlarını kendileri vermesi gerektiğini, kendi çözüm yollarını kendileri geliştirmeleri gerektiğini, kendi sorumluluklarını yerine getirmeleri gerektiğini belirtmiştim.
20 GÜNLÜK HÜCRE CEZASI ALDIM
“Bu belirttiklerime ilişkin olarak hakkımda soruşturma açıldı. İşte 20 günlük hücre cezası aldım. “Parlamento demokratik çözümü geliştiremezse bu konuda karar almazsa savaş gelişebilir dediğim, bunların olabileceğini belirttiğim için hakkımda hücre cezası veriliyor. Bunu daha önce de söylemiştim. Bunda bir şey yok, bu diyalektik olarak böyledir. Çözümün gelişmediği yerde savaş gelişir. Bu bir tespittir, ben bir tespit yaptım. Burada her türlü yaşam alanım tıkanmış, adeta ölümü gösterip sıtmaya razı etmeye çalışıyorlar.
TÜRKİYE GARDİYANLIK YAPACAK
“Koşullarım ortada. Benim üzerimde binbir türlü oyun oynanıyor. Herkes bunu görebilmelidir. Bu oyunları fark edebilmelidir. İsa çarmıha gerilirken, eti paramparça edilirken bile üzerinde bu kadar oyun, bu kadar dalavere dönmüyordu. Ama benim üzerimde ise binbir türlü oyun oynanıyor. Bir sürü hesap, dalavere dönüyor. Burada olmamdan bile faydalananlar var. Benim burada tutulmamın başlıca aktörleri İngiltere, ABD, Avrupa Birliği, İsrail ve Yunanistan komploculuğudur. Bütün bu güçlerin beni Türkiye’ye teslim etmesi boşuna değildir. Burada tutulmam karşılığında Türkiye’den koparttıkları var. İngiltere ve özellikle ABD, Birinci Dünya Savaşı’nda elde edemediklerini beni burada tutarak elde etmeye çalışıyorlar. Hatta İngiltere başaramadı, ABD bunu başardı, İşte 1920’lerdeki amaçlarını beni buraya hapsederek gerçekleştirdiler. Şimdi ise benim burada tutulmam karşılığında Türkiye hepsine tavizler vermiştir. Benim Türkiye’ye verilmemle birlikte İngiltere ve ABD Irak’ı tuttu. ABD’nin, bu güçlerin amacı, Güney’de bir Kuzey Irak Kürt Devleti kurup bütün sorunları oraya yıkma ve orayı sorunun kaynağı haline getirerek boğmadır. Yine biliniyor, Yunanistan’da Pontuslar var. Pontuslar kendi yerlerinden koparılıp Yunanistan’a sıkıştırılarak orada bir sorun haline getirildiler ve bu halde bırakılarak bitirilmeyle yüze bırakıldılar. Kürtlerin getirilmek istendiği noktada aynıdır. Yunanistan’daki Pontuslara yaklaşımın aynısını şimdi Güney’de Kürtlere yapacaklar. Kürtlerin bütün özgürlük dinamiklerini tasfiye edip kendilerine bağlı bir küçük devletçik kurup bütün sorunları buraya hapsetme, buranın şahsında Kürtlerin özgürlük mücadelesini boğuntuya getirme çabası vardır. Avrupa Birliği ise Ermenistan, Kıbrıs ve Yunanistan’ı tuttu. Bütün bunlar karşılığında ben komployla buraya getirildim. Burada Türkiye’nin etkisi yoktur. Türkiye’ye açıkça “sen gardiyanlık edeceksin denilmiştir. Bu durum çok zavallıcadır.
KAÇKINLARI KULLANACAKLAR
“Bu cezaevinde hiç kimse kendi başına ve direkt bir davranış sergileyemiyor. Daha önce de söylemiştim burası özel ve dıştan müdahaleyle yönetiliyor. Nasıl istenirse öyle oluyor. Bütün bu güçler amaçladıklarını benim üzerimde gerçekleştirdiler. Komployu bu şekilde sürdürüyorlar. Yirmi yıldır bu komplo var ve devam ediyor. Yirmi yıldan beridir süren bu komplonun anlaşılması gerekiyor. Asırlardır Türkiye’den alamadıklarını benim durumumu kullanarak, benim durumumdan faydalanarak tavizler şeklinde elde ettiler. Bunlar görülmüyor mu? Hatta Avrupa Birliği Türkiye’yi kendi istediği şekle getirmek için AKP’yi her türlü yollarla kullanıyor. Benim durumum üzerinden tavizler alıyor. Yine belirtiyorum benim hakkımda kararlarını vermişler zaten. Beni burada devre dışı bırakıp, PKK’yi, Barzani-Talabani ve o Güney’e yerleşen, PKK’den kaçanları da kullanarak köşeye sıkıştırıp, tasfiye etmeye çalışacaklar. Görülüyor işte DTP’nin de üzerine gidip, köşeye sıkıştırıp, yanlarına çekip buradaki boşluğu da bu Hak-Par, Elçi gibi farklı çevrelerle doldurmaya çalışacaklar. İşte bu durum iyi okunmalıdır.
BU BİR TASFİYE SÜRECİDİR
“Bu bir tasfiye sürecidir. İşte bütün bunlar gerçekleştirildikten sonra ben de burada tasfiye edilip yerime yeni bir Öcalan koymaya çalışacaklar! Öcalan ismini böyle kullanacaklar. İşte DTP’nin başına getirilmeye çalışılanlar görülüyor. DTP’nin üzerine giderek, köşeye sıkıştırarak kendi yanlarına çekmeye çalışıyorlar. DTP’yi örgütsüzleştirerek, eğitimsiz bırakarak da kendi yanlarına çekmeye çalışıyorlar. Bu tasfiyeci yaklaşım iyi görülmelidir. Bu durumun doğru değerlendirilmesi gerektiğini, bu durumun tehlikeli olduğunu ve beraberinde bitişi getireceğini iyi tahlil etmeleri gerektiğini daha öncede değerlendirdim. Tasfiyeci eğilim böyle çalışmaktadır. Hemen her yöntemi kullanarak yaratılmak istenen siyasi boşluğu da, işte kaçanlarla, kendilerine bağlı Kürtlerle doldurmaya çalışacaklar. Talabani ve Barzani de kullanılarak PKK köşeye sıkıştırılacak ve tasfiye edilmeye çalışılacak. Türkiye’de de DTP’yi bu şekilde köşeye sıkıştırarak, etkisizleştirerek bitirmeyi, beni de burada bitirip benden sonrasında bunları örgütlemeye çalışacaklar. İşte özgürlüğüne, onuruna düşkün Kürtler bu tasfiye sürecini iyice anlayıp, farkına varmalı, kavramalıdırlar. Tasfiye süreci başlamıştır. Bunun farkına varmalıdırlar. Tasfiye ediliyorlar ama hiç biri bunun farkında değil sanki.
DTP OYUNLARI GÖRMELİDİR
“Bizi devre dışı bırakıp bir nevi işte o feodal hukuktaki gibi öldürüp, yarattığımız değerlere sahip çıkmaya çalıştılar, hala çalışıyorlar! DTP, başına getirilmeye çalışılanları iyi görmek zorundadır. İsrail Devleti’yle Türkiye Devletinin kendi askerlerine yaklaşımındaki bir karşılaştırmayı yapmak bile başlı başına öğreticidir. İsrail’in bir askeri esir alınmıştı. İsrail bir askeri için elindeki bin tane Filistinli tutukluyu serbest bıraktı. Bunların içerisinde Barguti de vardı Barguti örgüt lideridir, siyasi bir liderdir, önemli bir kişidir Türkiye’nin ise Dağlıca’da esir alınan sekiz askeri için yaklaşımı ortada. DTP, Dağlıca’da esir alınan sekiz askerin alınıp Türkiye’ye getirilmesi için çalıştı, girişimlerde bulundu. Biliniyor üç DTP milletvekili gitmişti. Ama DTP, tek başına aldığı bir kararla gitmemişti oraya. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün de bu yönlü talebi olmuştu DTP’lilerden. DTP de şartsız koşulsuz hiç bir talepte bulunmadan sekiz askeri gidip getirdi. Bunu yapmalarına rağmen aynı Türkiye haklarında dava açtı. İsrail bir askeri için bin kişiyi serbest bırakırken. İsrail bir askeri için bu kadar Barguti gibi önemli bir kişi de dahil bin tane tutukluyu serbest bırakırken Türkiye sekiz askerini gidip getiren DTP’liler hakkında dava açıyor! İşte DTP, bu oyunun farkında olmalıdır. Ama hiç bir şeyin farkında değiller. Şimdi kendilerini zorla ifadeye çağırıyorlar. Bugün zorla ifadeye getirirler, yarın zorla daha başka yönelimler olabilir.
AKP ÇÖZÜM ÖNÜNDE ENGELDİR
“Yine şunları değerlendirilebilmelidir. Benim koşullarım ortadadır. Burada ölüme terk edildim. Tüm duyarlı demokrat dost çevreler, Kürtler bu gerçekliği iyi görüp kendi iradelerini ortaya koyabilirler. Bu süreç bir tasfiye sürecidir. Herkes buna göre konumlanmalıdır. Bu tasfiye süreci fiilen başlatılmıştır. Bu anlaşılmıyor, görülmüyorsa tehlike büyüktür. AKP, sorunun çözümünün önünde engeldir, aslında çözüm gücü olarak gözüküp tasfiyeyi amaçlıyor. Üzerine geliyor, seni tasfiye edeceğim diyor, tabi ki buna karşı direnmekten başka yapılacak birşey kalmıyor. Sorun varlık, özgürlük ve öz savunma sorunudur. Biz varlığımızı ve özgürlüğümüzü koruma yönünde çaba sarf ediyoruz, edeceğiz diyebilmeliler. FBI Başkanı Türkiye’ye geldi. Dikkat edilmelidir, o gittikten sonra ardından İsrail Ticaret ve Çalışma Bakanı geldi. Şimdi de Erdoğan ABD’ye Obama’yla görüşmeye gidecek Aralık ayında. Bunların, bu gidiş gelişlerin hepsi birbirleriyle bağlantılıdır. Bir planın devreye sokulması niteliğindedir.
MAXMUR’UN KENDİ ÇİZGİLERİ OLMALIDIR
“Yine Aralık ayında üçlü mekanizma toplanacak, İçişleri Bakanı Atalay gidip katılacakmış. Mahmur Kampı da burada tartışılabilir. Ama Mahmur kendi çizgilerini koruyabilir. Mahmur’un üç kırmızı çizgisinin olduğunu düşünüyorum, onları iyi tanıyorum, bunlardan vazgeçmezler. Bu üç kırmızı çizginin kabulüyle gelebileceklerini düşünüyorum. Ancak Mahmur kendi kararını yine de kendisi verecektir. Benim buna saygım vardır. Mahmur’un bizdeki yeri özeldir. Geçmişleri vardır, geçmişlerini unutmazlar. Mahmur’un kendi çözümü olmalıdır. Kandil’in de kendi çözümü olmalıdır. Kendi çözümünü devreye sokabilmelidir. Hatta 2006’da bu konuları tartışmıştım, belki de bana alınanlar, gücenenler de olmuştur. Ama ben şimdi yine söylüyorum. Kendi çözümünü ortaya koymak, geliştirmek gerekir. Hala benden pratik çözüm bekleniyorsa, benim de eleştiri hakkım var. Hem de sert eleştireceğim. Burada söz konusu olan binlerce gencin hayatıdır. Yaşanan kayıpların değeri ve anlamı iyi bilinmelidir. Devlet benim hakkımda kararını vermiş, ne kadar yaşayacağım belli değil. İşte söylüyorum, uyurken bir baktınız uyanamamış, uykudayken ölmüşüm. Bunlar hepsi bilinmelidir. Burada havasız bırakıldığımı söylüyorum. Havasız bırakılan bir insanın yaşayabileceği kadar yaşarım. Tekrar söylüyorum, bu bir öldürmedir.
HERKES TEHLİKENİN FARKINDA OLMALI
“Herkes kendilerini bekleyen tehlikenin farkında olmalıdır. Ben yaşatılan basit zihniyete, onur kazandırmayan zihniyete yöneliyorum. Bu zihniyetleri sıfatlandırıyorum. Kimsenin kişiliğine, şahsına hakaret etmek gibi bir niyetim yok, hakaret etmem de. Ancak yaşatılan bu zihniyete karşı müthiş bir öfkem var. Herkes bu hususu böyle bilmelidir. Tehlikenin, tasfiyenin boyutunun görülebilmesi için bunları belirtiyorum. Mesela DTP’liler iyi insanlardır, niyetleri de çok iyidir, bundan hiç şüphem yok. Ama DTP kendi üzerinde oynanan oyunları göremiyor. Göremediklerinin en basit örneği İzmir’deki olaylardır. Öcalan posterleri diyorlar, bunu bahane ediyorlar. Erdoğan kör müdür? Ya kördür ya da bunları kasıtlı yapıyor. Benimle ne alakası var. DTP’yi köşeye sıkıştırarak bir yere, hizaya çekmeye çalışıyorlar. DTP de eğitimsiz, örgütsüz bir şekilde varlığını sürdürerek bu tehlikelere davetiye çıkarıyor. Burada amaçlanan DTP’yi siyaseten köşeye sıkıştırıp bitirmektir. İşte görüyorsunuz Cemil Çiçek açıklamalar yapıyor bu konularda. Cemil Çiçek’i okurlarsa, takip ederlerse süreci, geleceği daha iyi değerlendirebilirler.
ÇÖZÜMSÜZLÜĞÜ DAYATAN SİYASİLERDİR
“Bazı şeyleri kullanıyorlar. Asıl amaçları DTP’yi tasfiye etmektir. DTP’yi bunlarla tehdit edip, kendi yanlarına çekmeye çalışıyorlar. AKP’nin DTP’yi getirmek istediği nokta burasıdır. Tabi AKP bu politikaları tek başına hayata geçirmiyor, arkasındaki güçlerle yapıyor bunu. Arkasında ABD’si, İngiltere’si var. Bu böyledir. AKP’nin arkasındaki güçlerle birlikte yapmak istediği işte bu liberal politikalarla Türkiye’yi belirsizliğe sürüklemek, çözümsüzlüğe sürüklemek, Kürtleri de kendi içlerindeki Abdulkadir Aksu, Hüseyin Çelik gibilerle kendine bağlama gayretidir. Daha önce de değerlendirmiştim. Çok büyük paralar harcayarak, holdingler kurarak Kürtleri kendilerine bağlamaya çalışıyorlar. AKP bu politikalarla içerdeki Kürtleri etkisizleştirmeye çalışırken ABD ve İsrail’e tavizler vererek kendi ömrünü uzatmaya çalışıyor. Aslında bütün bu sorunları, çözümsüzlüğü geliştiren AKP’dir. Devlet adına birileri bu sorunu çözmek istiyor olabilir. Aslında bu sorunun çözümsüzlüğünü dayatanlar siyasilerdir Erdoğan, Baykal, Bahçeli gibileridir.
ADIMLARIMIZ OLUMLU KARŞILIK GÖRMEDİ
“Ecevit döneminde de çözümü geliştirmeye çalışanlar oldu. Ben o dönem Ecevit’in barışçıl kimliğine güvenmiştim. Ecevit’le birşeyleri çözeceğimize inanmıştım. Ancak attığımız adımlara rağmen beklediklerimiz gerçekleşmedi. Olumlu bir karşılık alamadık. Daha öncede benzer girişimlerimiz ve görüşmelerimiz olmuştu, engellendiler. İşte Tansu Çiller, Doğan Güreş onlar dönemlerinde çözümü engellediler, engellemek için çok çaba sarfettiler, başardılar da. Kıvrıkoğlu dönemi de biliniyor, o dönem çözümü engelleyenlerden de bahsettim. Hatta bir suikast girişimi oldu. Yine Özkök döneminde yaşananlar biliniyor. Yine biliniyor ben buraya getirildiğimde Bahçeli hükümet ortağıydı. Bahçeli o zaman da sürecin önünde büyük bir engeldi, şimdi de sürecin önündeki en büyük engellerden biridir. Aynı zamanda o dönem Ecevit’in olumlu adımlar atması önünde büyük bir engel oluşturmuştu. Süreci sürekli tıkamaya çalışıyordu. Hatta bunu başardı da. Attığı adımlarla Hükümeti işlevsiz bıraktı ve Hükümetten de çekilmeyip, erken seçime götürerek devrilmesinin önünü açtı. Böylece o dönem Ecevit’in olumlu adım atması belki de engellendi. Ondan sonra AKP geldi. Her şeyi tek taraflı bir şekilde ters yüz etti. Tek taraflı bir şekilde süreci ilerletip sorunu kendisince çözmeye çalıştı aslında çözüm değil çözümsüzlüğü derinleştirdi. Bu sorunun büyümesinde, bu hale gelmesinde 2002’den bu yana AKP’nin politikaları sorumludur. AKP, şimdi de bazı şeyleri iyileştirme olarak gösterip kamuoyuna sunmaya çalışıyor.
DERSİM OYUNLARI İYİ GÖRMELİ
“Esasen AKP bir adım ileri iki adım geri atıyor. Zik-zak çiziyor. Bahçeli geçmişte olduğu gibi bugün de bir çok şeyin önünde engel olarak duruyor. Bugün CHP’yi de, AKP’yi de aslında bir nevi Bahçeli yönlendiriyor. Bahçeli’nin bu konumunu iyi görmek gerekiyor. Aslında AKP ile CHP de, MHP de hepsi kendilerine biçilen görevi yerine getiriyor. CHP ile Aleviler elde tutulmaya çalışılıyor, MHP ile de milliyetçi damar elde tutulmaya çalışıyor. AKP ile de Kürtler elde tutulmaya çalışılıyor. CHP’nin halini görüyorsunuz. İşte Dersim hakkında daha önce birçok şeyi dile getirmiştim, şimdi Onur Öymen’in açıklamaları da ortaya çıkardı. Şimdi söylediklerim daha iyi anlaşılıyor herhalde. Mustafa Kemal hakkında değerlendirmelerim de daha iyi anlaşılıyor herhalde. Aslında herkesi Mustafa Kemal’in öldürdüğünü söylüyorlar ancak öyle değildir. Bunlar iyi araştırılmalıdır, iyi bilince çıkarılmalıdır. Aslında Onur Öymen CHP’nin en dürüst, namuslu adamıdır CHP’nin gerçek politikalarını, gerçek çizgisini açıkça dile getirmiştir. Yine Onur Öymen, Kemal Kılıçdaroğlu’ndan, diğer Alevi CHP’lilerden daha dürüsttür, asıl CHP’li Onur Öymen’dir. Dürüst olmayan, namuslu olmayanlar Kılıçdaroğlu gibileridir. Kendi tarihlerine ihanet edenler kendileridir. İşte Almanya’da biliyorsunuz Hitler faşizmini. Yahudileri nasıl katlettiler? Yahudilerin sonu da böyledir. Biliniyor Hitler faşizmi önce komünistleri-sosyalistleri, sonra Kilise rahiplerini ortadan kaldırdı. Dersimlilerin tarihi de buna benzerdir. Bunlar bu zihniyeti, bu katliam zihniyetini savunuyorlar. Bunların hepsi azgın milliyetçidirler, azılı faşisttirler. Dersim, bütün bu kendi üzerinde oynanan oyunları iyi görmelidir, kendilerini bekleyen tehlikelerin farkında olmalıdır. Kendi tarihlerini iyi anlamalıdırlar. Bunu Dersim için diyorum, yine tüm Kürtler için de aynı şeyi söylüyorum. Kendi tarihlerini iyi bilmeliler. Hakeza Muş için, Van için, Urfa için de aynı tehlikelere işaret ediyorum. Kürtlere CHP ve MHP’nin katliamcı politikalarıyla ölümü göstererek, AKP’nin tasfiyeci politikasıyla sıtmaya razı etmeye çalışıyorlar. Böyle bir konsept var.
HALKIMIZIN BAYRAMINI KUTLUYORUM
“Tüm Kürtlere kendilerine dikkat etmeleri gerektiğini hatırlatıyorum. Birbirleriyle ilişkilerini, bağlarını, örgütlülüklerini geliştirebilirler. Barzani geliştirilmiş ordudan bahsediyor. Ben daha önce Kürtlerin ortak savunma hattından bahsetmiştim. Kürtlerin bir Ulusal Konferans düzenlemeleri gerektiğini ısrarla belirtmiştim. Bu temelde bir araya gelinebilir, bu hususlar tartışılır. Ayrıca ortak savunma hattından bahsetmiştim. Bu ortak savunma hattında bütün Kürtler, Kürt örgütleri yer alabilir. Ancak hepsinin bu hat içindeki özgünlükleri, farklılıkları devam eder. Varlıklarını bu hat içinde devam ettirirler. Suriye’de Açlık grevindeki arkadaşlara selamlarımı iletiyorum. Adana-Karataş, Midyat, Kocaeli ve diğer cezaevlerinden gelen mektuplar var. Hepsine çok özel selamlarımı gönderiyorum, sağlık sorunu olan arkadaşlara acil şifalar diliyorum. Bir de şunu net olarak vurgulamak istiyorum. Başta cezaevindeki arkadaşlar olmak üzere kimse benim için intiharvari eylemlere girmemelidir. Bu tür eylemlerden ziyade meşru demokratik mücadeleyi yükseltmek esas alınabilir. Ben sonuna kadar aldığım bu sorumluluğun gereklerini yerine getireceğim. Son nefesime kadar mücadele edeceğim, onurlu mücadelemi sürdüreceğim. Halkım için yaşayacağım. Onlara da bu temelde bir duruş, mücadele öneriyorum, bu temelde herkese, tüm halkımıza selamlarımı iletiyor, bayramlarını kutluyorum. -ANF
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.lekolin.org – www.lekolin.net – www.lekolin.info