Son zamanlarda TC soykırım ve işgal saldırılarını Rojava’ya kapsamlı bir şekilde yönelteceğine dair ciddi emareler görünmektedir. Bu işaretleri ele almadan önce AKP-MHP iktidarının her zaman fırsat bulduğunda Kürde dair kazanımların olduğu her yere ama özellikle de onun faşist soykırımcı ideolojisinin anti tezinin yaşam bulduğu Rojava’ya saldıracağının altını çizmeliyiz. Bu sadece genel bir doğru değil sürekli tekrar tekrar kanıtlanan bir gerçekliktir. Çünkü zaten bu saldırıları bir süre bile durdurmuş değildir sadece geniş çapta işgal operasyonlarına Kürt halkının direnişi ve uluslararası dengeler nedeniyle ara vermiştir. Yoksa Efrin’i işgal operasyonuna başladığı 2018 yılının başından itibaren Türk devletinin uluslararası güçlerin garantörlüğündeki antlaşmalara uyduğu ve saldırmadığı bir an bile yoktur. Geniş çaplı bir saldırı hazırlığı olan işaretleri Türk faşizminin bu Kürt düşmanı niteliklerini göz önüne alarak tahlil etmemiz gerekmektedir.
Türk Devleti çetelerle gah Gaziantep’te gah Cerablus’ta toplantı üstüne toplantı yapmakta ve onları tek bir bayrak altında birleştirerek yeniden organize etmekte ve onlar içinde yeni ortak operasyon odaları kurmakta, Arap halkını Özerk Yönetime karşı kışkırtmakta, dış güçlere tavizler vermektedir. Daha da önemlisi BAAS ile Kürt karşıtı istihbarat görüşmelerini sıklaştırmıştır. Türk Genelkurmayı bu saldırısına bir de ad bulmuştur. Yani Türk Devleti neredeyse tüm hazırlıklarını bitirmiştir. Rusya ve ABD’nin ise kendi çıkarları doğrultusunda bu saldırıya izin verebileceğini unutmamalıyız. Son zamanlarda Özerk Yönetim ile yapılan görüşmeleri hegemonik güçlerin işgale verdikleri onayı gizleme çabası olarak da ele alabiliriz. Bu temelde Türk faşizminin işgal operasyonun şifrelerine bakabiliriz.
İşgal Operasyonun Provası
Türk ordusunun gerek SİHA’larla gerekse top atışları ile bu yılın Ağustos ayının ortalarından itibaren Rojava’ya yönelttiği saldırlar farklı bir yoğunluk kazanmıştır. TC Afganistan’da yaşananlar nedeniyle dünya gündeminin bu ülkeye odaklanmasını kendisi için bir fırsat olarak ele almıştır. Özellikle Tiltemir cephesinde yürütmüş olduğu saldırıları bu temelde geniş çaplı bir saldırının hazırlığı ya da ön aşaması olarak ele almak yanlış olmayacaktır. Kaldı ki bu saldırılara uluslararası güçlerin sessiz kalması onun da ötesinde hem Rusya’nın hem de ABD’nin hava sahasına açarak desteklemesi bu güçlerin daha önce yaptıkları gibi TC ile Rojava üzerinden arsızca pazarlık yapabileceklerinin nişanesidir. Bu açıdan Tiltemir saldırısı kapsamlı saldırılar için hem provadır hem de nabız yoklamadır. Uluslararası güçlerin sessizliği icazetin verildiğini göstermektedir.
Operasyonun Altyapısı
Öncellikle son günlerde Türk ordusunun işgal edilmiş Serêkaniyê’nin Özerk Yönetimin sınırları boyunca özellikle Dirbêsiyê ve Amudê’ye düşen bölgelerde ciddi bir askeri yığınak yaptığını farklı farklı birçok çevre belirtiyor. Tank başta olmak üzere çok sayıda zırhlı aracın bu noktalarda konumlandırıldı. Bunun yanında birçok askeri birliğin getirildiği bölgede var olan köylerde boşaltılıyor. Hatta Türk devleti bu bölgedeki köylülere tarım yapamadıkları için doğan zararlarını karşılayacağını taahhüt ettiği ifade ediliyor. Sınır hatları boyunca hem vuruş ve keşif hem de sadece keşif gözetleme kapasitesi olan İHA ve SİHA’ların durmaksızın havada tutulması da önemli bir ipucudur.
Bu askeri yığınağı sadece bir tehdit manevrası olarak ele almak fazla iyimserlik olacaktır. Fakat bu bir savaş yanıltmacası olabilir. Çünkü Rojava’ya yönelecek saldırının yığınak yapılan bölgenin aksine Derik bölgesinde başlama ihtimali de var. Kürdistan’ın Rojava ve Başur parçalarını birbirinden ayırmayı hedefleyecek bu saldırıya Türk faşizminin soykırımcı niteliğini tam olarak yansıtan “Damarların Kesilmesi” adının verildiği ve operasyon hazırlığının son hızla yürütüldüğü de bölgeden gelen bilgiler arasında. KDP’nin Medya Savunma Alanlarında gerillaya yönelik geliştirdiği kuşatmanın da aynı amacı taşıdığı gözden kaçmamalıdır. Bu kuşatma her şeyden önce olası saldırı durumunda HPG’nin Rojava Devrimine yardımını da engellemek içindir. Bu saldırı aynı zamanda Başurê Kürdistan’a yönelik de olacaktır. O bölgeden Türk Devletinin Musul ve Kerkük’e sızmak istediği ve yine burada Irak ile Habur’a alternatif bir kapı açmayı hedeflediği biliniyor. Irak devletinin bu planın neresinde olduğunu kendisi açıklamalıdır. Göstergeler en azından haberdar olduğunu göstermektedir.
Yakın zamanda bu konuyla ilgili dikkat çekici haberler basına yansıdı. Suriye Milli Ordusu bünyesinde olan çetelerden beşi “Suriye Kurtuluş Cephesi” adı altında birleştiler. MİT’in bu çeteleri birleştirmeye uğraştığı uzun zamandır ifade ediliyordu. Bu çetelerin “Suriye Milli Ordusu” adını aldığı zamanı hatırlamak bu konuda bize ciddi bir ipucu sunar. Faşist TC Serêkaniyê ve Girêspi’ye yönelmeden hemen önce 2019 yazında bu çeteleri tek bir ordu olarak birleştirdiğini duyurmuş ve bu çeteleri saldırılarında öne sürmüştü.
Bu çetelerin birleştiğini ve askeri eğitimlerini artırdığını aktaran ve bunu geniş çaplı askeri bir operasyona hazırlık olarak yorumlayan Şarkul Avsat’ta yer alan bir haberde kendine Suriye Kurtuluş Cephesi sözcüsü sıfatını yakıştıran çetenin şu sözlerine yer veriliyor: “Tabii ki SMO PKK’ya bağlı örgüt ve gruplara karşı askeri operasyonları yeniden başlatmak için uygun zamanı bekliyor… Bu ittifak PKK’yı ve uzantılarını Suriye’deki bölgelerden temizlemeyi amaçlıyor. Suriye toprakları içindeki PKK’ya karşı olası askeri operasyonların bir ön aşaması olarak savaşçılar çatışmalara girmek için eğitilmeye devam ederken, SMO çeşitli bileşenleriyle birlikte şu anda askeri ve savaş hazırlıkları yürütüyor… Bu birleşme, terör örgütlerine karşı askeri operasyonların başladığı ilan edilir edilmez, terör örgütleriyle mücadelede süngünün başı olacak”
Alacakları para ve ganimet dışında bir ilke tanımayan bu paralı birliklerin ortak bir çatı altında düzenli olarak hareket edebilmesi mümkün değildir ancak bir süre için beraber hareket edebilirler. Ve bunu en iyi Türk devleti bilir fakat aynı zamanda geniş çaplı bir saldırı esnasında bile olsa bu grupların beraber hareket edebilmesi askeri açıdan oldukça önemlidir. Bu açıdan bu yeni durum göz ardı edilmemesi gereken bir gelişmedir.
Bu temelde yapılan hazırlıklardan biri de Kuzey Doğu Suriye’de yaşayan aşiretleri Özerk Yönetime karşı kışkırtmak ve ona karşı silahlanmasını sağlamaya çalışmaktır. Bu temelde Türk devleti 19 Ağustos’ta Gaziantep’te bir toplantı gerçekleştiriyor. Onunla işbirliği içerisinde olan ve Cerablus merkezli bir aşiret meclisine yeni bir askeri operasyona başlayacağını ve bu hareket başladığında aşiretlerinde Özerk Yönetimi Minbiç’ten Rakka’ya kadar suikast ve sabotaj saldırıları ile arkadan vurmak için çalışmalara başlamaları gerektiği perspektifi veriliyor. Bölgeden gelen bu bilgi oldukça ciddi bir hazırlığa işaret etmektedir.
Psikolojik Hareket
Son bir aydır faşizmin tek tipleştirilmiş basın yayın organlarında sürekli Rojava’nın gündeme getirilmesi psikolojik hareket temelinde ele alınmalıdır. TV programlarında Rojava’nın Türkiye’nin bekası için ne denli büyük bir tehdit olduğunu sözde uzmanlarca tartışılması algı yaratmayı hedeflemektedir. CNN Türk’ten A Haber’e kadar tüm kanalların birden aynı gündemli tartışma programlar yapmasını tesadüf olarak görmek yüzeysellik olacaktır. Bu televizyon kanallarının MİT perspektifi ile hareket ettiği gerçeğinin ötesinde katılan kişiler doğrudan özel savaş kurumlarının elemanlarıdır.
AKP-MHP faşizmi psikolojik hareketi sadece medya organları eliyle yürütmez. Doğrudan faşist iktidarın yöneticileri de çoğu zaman bu şekilde hareket eder. Gerek Efrin işgal saldırısı gerekse 2019 saldırıları öncesi faşist şef Erdoğan bu temelde bir kampanya yürütmüştü. Örneğin BM kürsüsünde Rojava’yı işgal ve ilhak etmek istediğini haritayla göstermesi bu açıdan çarpıcıydı. Son günlerde faşizmin bir başka önemli siması Hulusi Akar aynı role soyunmuştur. İdlib’te cihadistlerin saldırısı iki askerin ölümü ardından sınıra birlikleri teftiş etmeye giden Akar olayla ilgisi olmamasına karşın Rojava güçlerini açıktan tehdit etmiştir. Faşizmin kendi Kürt düşmanlığını alakasız bir olayda bir topluma aşılamaya çalışmasıydı.
Diplomatik Çabalar
Kapitalist merkezlere göbekten bağlı TC bir saldırıya başlamadan hegemonik güçleri ikna etmesi ve bunun için tavizler vermesi zorunludur. Bu temelde son zamanlar TC’nin Rojava saldırısı için hem Rusya’yı hem de ABD’yi ikna etmek için çabaladığı fark edilebilir. Bunun için her tavizi verebileceğini bilmek gerekir. Çünkü TC’nin Kürt düşmanlığında sınır yoktur.
Öncellikle ABD’den kendi işgal politikaları için azami destek bulmaya uğraştığını görüyoruz. Son zamanlarda gittikçe faşist rejim içerisinde daha aktif görünen Akar Rojava sınırından doğrudan ABD’ye de mesaj verdi. Ortadoğu’da bir yandan ABD’nin piyonu pozisyonuna hazır olduğunu ilan edip kullanılmayı talep ederken diğer yandan ABD’nin Türkiye olmadan Ortadoğu’da sürekli gerileyeceği ve yenileceğini iddia ederek örtük bir şekilde ABD’yi tehdit de ediyordu. Aynı zamanlarda ABD-TC arasındaki temel zıtlaşma noktalarından biri olarak gösterilen S-400 sistemi için patirot sistemini ne kadar pahalı olursa olsun almaya hazır olduklarını beyan ederek rüşvet de teklif ediyordu. Bu mesaj zamanlama, söylenen yer ve bağlam temelinde okursak TC’nin ABD’yi Rojava’ya yönelik saldırısına ikna etmeyi amaçladığı sonucuna varırız.
Bu girişimlerin değişen ABD yönetimi referans gösterilerek başarısız olduğunu düşünmek doğru değildir. Öte yandan geniş çaplı bir MSD heyetinin siyasi görüşmeler için Moskova ve Washington’a davet edilmiş olmasını, yine üst düzey ABD görevlilerinin Rojava’yı ziyaret edip Rojava savunma güçlerini övmesini TC’nin Rojava’ya yönelik işgal politikalarına ABD’nin soğuk baktığı şeklinde yorumlamak olaya tek taraflı bakmak olacaktır. Bugün çok anımsanmasa da 2019 yazında uluslararası koalisyon ve Özerk Yönetim TC’nin iddialarını çürütmek için sınır boyunca geçerli bir uzlaşma gerçekleştirmişti. Fakat ABD’nin çıkar eksenli bakışı Ekim ayındaki saldırıların yanında yer almasına yol açmıştı. Bu nedenle ABD’nin DAİŞ karşıtı askeri ittifak söyleminin TC saldırganlığı karşısında bir anlam ifade etmediğini unutmamak gerekir. Ancak ve ancak Özerk Yönetime ilişkin siyasi bir güvence Rojava ekseninde ABD’nin TC’den uzaklaştığı anlamına gelecektir. Bunun dışındaki jestlerin, övgülerin bir anlamı olmadığını bilmek gerekir. Kaldı ki yukarıda değindiğimiz üzere TC’nin fiili saldırıları zaten hiç durmamış, bugüne kadar ABD’de bunları engellemek için bir şey de yapmamıştır.
Öte yandan Rusya’nın durumu da Özerk Yönetime ne ABD’den daha yakın ne de daha uzaktır. Rojava’ya aynı menfaat çerçevesinde yaklaşmaktadır. Rusya’nın TC ile hem tarihi hem de güncel Kafkasya’dan Kırım’a kadar birçok alanda köklü uzlaşmazlık ve çelişkilerinin olduğu bilinmektedir. Fakat bu hakikat Rusya’nın özellikle Kuzey Doğu Suriye düzleminde TC’ye tavizler karşılığında olanaklar sunmayacağı anlamına gelmez. Bu genel perspektiften bakıldığında Rusya’nın tavrının tahmin edebilmek için bakmamız gereken en önemli yerin İdlip olduğu anlaşılacaktır.
Rusya ve TC’nin İdlip’teki çıkarlarının tamamen örtüşmeyecek biçimde farklıdır. Buna rağmen faşist iktidar Kürt düşmanlığına ve Rojava’ya yönelik soykırımcı işgalci saldırılarına destek bulabilmek için İdlip’te tavizler verebilir. Fakat TC’nin bu bölgedeki emellerinden Rojava’nın tümden yutulması dışında kolay kolay vazgeçmeyeceği açıktır. Bu çerçevede İdlib’e baktığımızda köklü değişimler tespit edemiyoruz. Fakat TC’nin Rusya ile sürekli bir temas halinde olduğunu da unutmamak gerekir.
Ayrıca Rusya Özerk Yönetim’i BAAS rejimine teslim denilebilecek koşullarda uzlaşmaya zorlamak için TC’yi bir sopa olarak kullanmaktadır. TC’nin yürüttüğü kısmi saldırılara izin vermesinin bir nedeni buyken diğer nedeni de kendince Özerk Yönetimi ABD’den uzaklaştırarak kendi yanına çekme istemidir.
Rusya’nın olası operasyona yaklaşımın en önemli güncel işareti BAAS rejimi ile TC’nin istihbari bağlamda görüşmeleri yoğunlaştırmasıdır. TC tarafından açıklanan BAAS’ın ise sert biçimde ret ettiği bu görüşmelerin Rojava’ya yönelik olduğu açıktır ve bugün BAAS rejimini Rusya’dan bağımsız ele almak mümkün değildir. BAAS’ın bu sert inkârı anlamsız olmasa da manevra alanı açma olarak okumak mümkündür. Tüm bu nedenlerden dolayı Rusya’nın TC’nin yeni bir saldırısına ses çıkarmaması mümkündür.
Sonuç Yerine; Saldırıya Başlamadan Kırmanın Yolları
Türk saldırganlığının bu planları ve hazırlıkları amacına ulaşacağı anlamına gelmez. Tarihi de yaşamı da egemenlerin kararı belirlemez. Aksine bu kararlara toplumların direnişinin oranı sonuçları belirler. Bu açıdan bakıldığında bu saldırı hazırlıklarının nasıl sonuçlanacağını belirleyecek olan Kuzey Doğu Suriye Özerk Yönetiminin çok yönlü bütünsel tutumu olacaktır.
Her şeyin başı bu saldırı tehlikesini ciddiye almak ve kirli yüzünü her seferde gösteren Türk faşizminin bir kez daha saldırabileceğine inanmaktır. Kaldı ki bu saldırı her zaman olası olduğu gibi 2021 güzü için daha fazla geçerli olduğunu somut veriler göstermektedir. Bunun yanında bu işgal hazırlığını boşa çıkarmanın ve saldırı gelişirse de onu püskürtecek olanın öz savunma temelindeki direniş olacağını bilmek gerekir. Rojava Devrimi’ni tek başına koruyacak olan uluslararası dengeler, çıkar çatışmaları ve devletçi güçlerin verdiği sözler değildir. Devrimi koruyacak olan onu gerçekleştiren öz güçtür. Toplumsal, askeri ve siyasi öz güç devrimi tüm tehlikelerden korur. Diğer tüm dinamikler ancak bu çekirdek üzerinden anlamlı hale gelebilir. Özgüç geliştirmek ise devrimi derinleştirmekten, Önder APO’nun paradigmasının tüm yönlerini hayata geçirmeden ve en önemlisi savaşan halk gerçekliğini açığa çıkarmaktan geçer.
Bu çerçevede Özerk Yönetimin diplomasi çabaları kıymetli olur ve anlam kazanır. Türk yayılmacılığı bölgede sadece Kürt halkına yönelik değil, Ortadoğu’da yaşayan tüm halklara tehdit konumundadır. Bunun yanında uluslararası güçlerle hem ABD ile hem de Rusya ile anlaşmazlıkları vardır. Bu zeminde yürütülecek gerçekçi diplomasi çalışmaları bu saldırının kırılmasında kuşkusuz etkili olur. Bu temelde yakın olan Türk Devletinin işgal girişiminin yol açacağı tehlikeleri bu güçlere anlatmak, kavratmak anlamlı bir çabadır.
Rojava Devriminin Suriye dışındaki temel müttefiki dünyanın demokratik kamuoyu olduğunu bilmek gerekir. Bu temelde daha şimdiden bu güçleri harekete geçirme çalışmalarının başlaması, yoğunlaştırılması tehlikeyi bertaraf etmede esastır. Yine dört parça Kürdistan’da Rojava’nın sahiplenilmesinin ne denli kritik olduğu bilinmektedir. Bu noktada çalışmalar yoğunlaşmalı, tüm Kürtlerin yakın tehlikeyi görmesi ve harekete geçmesi sağlanmalıdır.
Türk Devletinin Rojava’ya yönelik işgal tehlikesinin kısa süreli değil tamamen gündemden çıkmasının ise tek ama tek bir yolu vardır. Bu da çöküşte olan AKP-MHP faşizminin yıkılmasıdır. Bu faşist iktidar sürdükçe tüm Kürdistan’ın tehdit altında olduğu artık tartışmasız bir şekilde açığa çıkmıştır. Ve faşizm silahlı mücadele öncülüğündeki bütünsel direnişle yıkılır. Hiçbir parça tek başına kendini güvenli kılamaz. Kendini savunamaz. HPG gerillaları bu nedenle her yer de faşizme karşı savaşıyor ve direniyor. TC’ye sert darbeler vurup sadece Başurê Kürdistan’ı değil aynı zamanda Rojava’yı da koruyor. Bu temelde herkesin gerilla direniş ile birleşmesi farzdır. Faşist TC’ye vurulacak her darbe sadece bir parçayı değil tüm Kürdistan’ı özgürleştirecektir. Öyleyse bu faşist iktidarı yıkmak için tüm Kürtlerin topyekûn direniş konumuna geçmesi gerekir. Türk sömürgeciliğinin hayallerini kursağında bırakacak ve Önderliğin tecridini kırıp fiziki özgürlüğünü sağlayacak olan da Kürdistan’ı özgürleştirecek olan da bu direniştir.
Leyla EGİT
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi