05 Şubat 2013 Salı Saat 11:51
Ataerkil zihniyet parçalı görüntüsüne rağmen daha da merkezileşiyor ve bunu yaparken her parçayı kendi iktidarına özel yöntemlerle bağlıyor. Sınırları yeniden belirliyor, politik-ekonomik birliklerle kendini yeni alanlara göre ayarlıyor, bu temelde yeni bölgesel birlikler oluşturuyor. Kendi iktidar aygıtlarını yeniden düzenliyor. Özelleştirmeyi en üst boyuttu gerçekleştirerek, kentleri yeniden inşa ediyor.
Bu inşayı gerçekleştirirken insanlığın tarihi-kültürel değerlerini yerle bir ediyor. Doğada denge adına bir şey bırakmıyor. İletişim sektörleri ile tüm dünyayı bir ahtapot gibi sarıyor. İnsanlar sanal âleme ruhsuz, silahsız bir şekilde katılıyor. Toplumun tüm ahlaki değerler çiğnenirken ataerkil sistem kendisini hiç olmadığı kadar güçlendiriyor.
İnsanlık tarihinde en zorlu ve sarsıntılı bir süreçten geçmekteyiz. Bu sarkıntılı süreçte uygarlık güçleri, imparatorları insanlığı çizdikleri taslağa göre yeniden yapılandırıyorlar. Üretim, tüketim, siyaset, sosyal değişimler bununla birlikte gelişiyor. Teknik gelişim ile finansa telekomünikasyon, sanayi eğlence vb. sektörlerle yeni bir ilişkilenme biçimi yaratılmaya çalışılıyor. Etnik ve dini oluşumların görünümdeki gündem işgaline karşın bunlar da parçalanarak yeni sömürü zeminleri yaratılıyor. İnsanın kendisi bu gün en büyük sömürü aracı haline getiriliyor. İktidar ilişkisinin, erkek egemenliğin bundan ileri bir aşaması yok.
İnsanın ahlaki düşüşle köleleştirilmesi ancak bu kadar olur. Bu aynı zaman da çürümüşlüğün son noktası olmaktadır. Bu çürümüşlüğün, yozlaşmanın nedeni de ahlaki değer yargıların yok edilmeye çalışmasıdır. Ahlaki değerlerden uzaklaştırılan insan, yalnızlaştırılarak teslim alınıyor. Bu nedenle hızla insanın geçmişinin yok edilmesi, hafızaların silinmesi esas alınıyor. Kendini bilmeyen, tanımayan birey ve toplum kendini var eden değerlere de bağlı kalamaz.
Uygarlık sistemi tüm bu gerçeklikleri yok etmeye çalışarak, geriye kalan tortuları da sisteme eklemeye çalışmaktadır. Toplum da var olan cinsiyetçilik bu temelde şahlandırılıyor. Ve kadınlar eril sistemin en temel kurbanları haline getiriliyor. Zalim erkek kadından dolayısıyla ahlaktan böyle intikam alıyor.
Ataerkil sistem de her şey insan üzerinden gelişiyor. Her türlü teknik insan üzerinde uygulanıyor. İnsan kendisinin karşısına dikiliyor.’ Tanrı Öldü’ tanımıyla anlatılmak istenen gerçeklik bu oluyor. Tanrı ölüyor ama yeni tanrılar yaratılıyor. Yani dinler hepsi ölüyor ve yeni bir din doğuyor. İnsanlığı, kadını, doğayı karşısına alan, onu ahlaki değerlerden uzaklaştırarak güçsüz ve savunmasız bırakan sömürgecilik temelinde gelişen erkek egemenin yeni dini para olmaktadır. Yaşadığımız çağın temel lider değeri olan para bir sermaye birikim aracı olarak aynı zaman da bir değer gaspı olarak köleleştirmenin ne büyük aracı olmaya devam etmektedir. Sürekli sömürüye, savaşlara davetiye çıkaran paranın toplumda ahlaki çöküntüyü yarattığı da kesindir. Bu da toplumun en büyük ahlak sorunu olarak bu güne değin taşınmıştır. Bunu aşılması içinde toplumun kolektif vicdanı olan ahlaka ve onun ortak aklı olan politikaya ihtiyaç vardır. Yoksa insanlığın kabuk bağlayan yaraları sarılmadığı gibi, hiçbir sorunda çözüme kavuşmayacaktır. Ancak ahlaki ve politik toplum yapılanması ile insan varlığını garanti altına alacak bir özgürlük ideoloji geliştirilebilinir.
Uygarlık tarihi boyunca ister kültürel, ister sınıfsal isterse de ulusal anlamda olsun yaşanan tüm çelişkilerin kaynağını cins çelişkisi oluşturmaktadır. Bu anlamda bu çelişki tarihsel-toplumsal gelişimi diyalektiği içinde ele alınıp, çözülmeden hiçbir çelişki de çözümlenemez. Yirmi birinci yüzyıla temel çelişkiyi oluşturan cins çelişkisi ve onun üzerinde şekillenen kültürel, toplumsal çelişkiler, bunun yol açtığı büyük ahlaki çöküntüler ile giriyoruz. Tüm bu toplumsal çelişkiler kadın varlığı üzerinden temellenmiştir. Kadının kaybedişi bu anlam da çok köklü ve varlıksaldır. Kadının düşüşü ile birlikte başlayan toplumsal yarılma aynı zaman da ahlaki yarılmayı da ifade eder. Ataerkil sistemin temel beslenme kaynağı olan toplumsal cinsiyetçilik kadınlara rağmen kadınları belirleyemeye devam ediyor. Egemen düzenin sürdürülmesi kadının ilk ezilen ve sömürülen cins, sınıf ve ulus olarak mevcut konumunun sürekliliğine bağlıdır. Kadının üretim ve üretkenliğini mülkleştirilmesine dayalı gelişen ataerkil tarih bu düzeni sürdürmenin temeline özel mülkiyet olgusunu koydu. Kadını özel mülkiyeti olarak gören egemen zihniyet kadının sömürgeleştirilmesi üzerinde kendi düzeni geliştirmeyi esas aldı. Düzenin devamı ve gelişimi için kadınları ataerkil sistemin denetiminde tutulmaları ve kontrol edilmeleri şart göründü. Ve böylelikle kadınlar üzerinde ölümcül kontrol mekanizmaları yaratılmış oldu. Böylelikle kadının bedeni ve cinselliği aile, eğitim, hukuk, tıp, dil ve din başlıca olmak üzere tüm toplumsal kurumlar yoluyla sürekli gözlem ve denetim altında tutulması sağlandı. Bu zihniyetle kadınlar büyük katliamları yaşadılar. Ve halende bu zihniyet kadınları katletmeye devam ediyor.
Egemen erkek için ÖZEL olan kadın o kadar özel ki her gün, her an bin bir çeşit ölümü yaşayacak kadar özeldir. Kendi ölüm fermanını kendinde taşıyacak kadar ‘özel’dir. O kadar özeldir ki bütün bedeni, cinselliği ve ruhuna gemler takılmış, tabularla ‘özelleştirilmiştir’. Bu temelde binlerce yıllık ataerkil zihniyet ve onun temsilci olan kapitalist modernite kadını sosyal ve kültürel kuşatmaya almıştır. Bedeninden ruhuna, ruhundan duygusuna, duygusundan düşüncesine kadar egemen ağlarla kuşatılan kadın ölüm cenderesine kıstırılmıştır. Egemen ahlak- ahlaksızlığı- yapısı kadını böylelikle krizli bir kimlik haline getirmiştir. Bu gün insanlığın yaşadığı sosyal krizlerin ve bunalımların temel nedeni ataerkil sistemin yarattığı kadının krizli kimlik gerçeğidir. Kadının bu krizli kimlik gerçeği sonucu ahlakta büyük bir kriz ile karşı karşıya gelmiştir. Bu krizli kimlik gerçeği toplumda cinnet düzeyine varan büyük ahlaki bunalımlara, çöküntülere neden olmaktadır. Kadını kuşatan bu egemen ağlar günlük olarak ta kadını erkeğin çıkarları temelinde bir sömürüye tabi tutarken, yaşam ve ilişkilerde açığa çıkan taciz ve tecavüz karakteri ile kadın daha sindirilmek istenmektedir. Uygarlık tarihi tecavüzcü karakteri ile kadını maddi olduğu kadara manevi anlam da büyük bir sömürü gücü haline getirerek kendi varoluşunu sağlamakla birlikte, kendini güvenceye de alıyor. Uygarlık tarihi bu anlam da gasp, yalan ve karanlıklar tarihidir. Temelinde ahlakın yitimi yer almaktadır. Kadının yitimi ile ahlakın yitimi paralel gelişmiştir. Kapitalist modernite ile birlikte en zirvede yaşanan bu ahlaki yitim ile kadın en dibe vurmuştur. Hiçbir sistem kapitalist modernite kadar kadının ahlaki değerlerini bu kadar dibe vurmamıştır. Kadınlık adına ne varsa her şey ayaklar altına alınmıştır. Bu gün kadın, dünyanın dört bir tarafında ataerkil sistem içinde şiddete maruz kalmaktadır.
Kadınlara yönelik şiddetin açık bir göstergesi olarak, tecavüz ve cinsel tacizi de içeren cinsel şiddet evrenseldir devlet sınırlarını ve kültürleri aşmakta, bütün ülkelerde ve bütün kültürlerde kadınlara karşı aşağılama ve terör silahı olarak kullanılmaktadır. Kadınlara yönelik şiddetin bütün biçimleri, cinselliklerini şiddet, korku ve sindirme yoluyla kontrol altına alarak kadınlara boyun eğdirmenin ahlaksızca yöntemleri olarak iş görmektedirler. Şu anda dünya çapında binlerce kadın devletlerin gerek savaş yoluyla gerekse de devletin alt ve üst yapı kurumlarıyla uyguladığı sistematik şiddetin yanı sıra eşlerinden, babalarında ve erkek kardeşlerinden dayak yiyorlar, şiddet görüyorlar. Birileri namus adına öldürülüyor, birilerinin yüzüne kezzap dökülüyor, birilerinin boğazı kesiliyor, birileri recm ediliyor, birilerinin boynuna ip dolanıyor ve birileri bombalar altında öldürülüyor. Binlerce kadın tecavüze uğruyor, işkence görüyor, gözaltında kayıp ediliyor ya da kaçırılıyor. Fuhuş bataklığına binlerce kadın saplanıyor. Ve fuhuş bu gün uygarlık sisteminde bir sektör haline gelerek kadını tüketiyor. Yaratılmak istenen yeni sömürge alanları nedeniyle’ terör’ adı altında kirli savaşlar süre geliyor ve bu savaşın en fazla mağduru yine kadınlar oluyor. Ölümün soğuk nefesi kadınların ensesinden, bedenlerinden ve ruhlarından hiç eksik olmuyor. Ölüm yalancı ve zalim erkekliğin yarattığı bu karanlık dünya da kol geziyor. Ve her gün binlerce kadın sesli ya da sessiz aramızdan ayrılıyor. Dünya bu insanlık trajedisine DUR! Diyemiyor. Çürüyen insanlık vicdanının sesini yükseltemiyor. Ve kadın insanlığın kaybolan vicdanını arıyor. Bugün dünya genelindeki istatistikler baktığımızda şiddetin boyutlarını en azında belirli yönlerini daha iyi görebiliriz.
-Bu gün dünya da her üç kadından biri fiziksel şiddet görüyor.
-Her yıl yaşları 5 ile15 arasında değişen iki milyona yakın kız çocuğu fuhşa zorlanıyor,
-Dünya da her 6 dakikada bir kadına tecavüz ediliyor,
-ABD’ de her yıl dört milyon kadın şiddete maruz kalıyor,
-Hindistan’da her gün beş kadın çeyiz kavgaları yüzünden ölüyor,
-Güney Afrika’ da her 90 saniyede bir kadına tecavüz ediliyor,
-Çin de 1 milyon kız çocuğu sadece kız oldukları için anne karnında öldürülüyor,
-Irak’ ta savaşın ilk aylarında yirmi bin kadına tecavüz edildi,
-Her yıl 2 milyon kadın uluslararası kadın ticaretinde kullanılıyor.
-15- 40 yaş arası birçok kadın toplumsal cinsiyet kökenli şiddet nedeniyle ölüyor ya da yaralanıyor.
-Her üç kadından biri dövülüyor, cinsel ilişkiye zorlanıyor ya da taciz ediliyor.
-Kadın cinayet kurbanlarının yüzde 70’ i erkek arkadaşları tarafından öldürülüyor.
Tüm bu gerçeklikler acı da olsa bize çağımızın gerçek vicdanını göstermektedir. Bu nedenle sorunları ele alırken ideolojik, kültürel, sosyal, ekonomik olduğu kadar ahlaki boyutta da ele almak gerekir. Çünkü ataerkil sistemin şiddet kültürü o kadar geniş bir yelpazeyi kapsar ki kadın yaşamının her anı bir şiddet biçimiyle denetlenir, köleliğin sınırları yeniden çizilir. Kimi zaman görünür bir şiddet aracılığıyla kimi zaman da içselleşmiş köleliğin yarattığı oto kontrolle varlığını sürdürür.
Yaşadığımız coğrafya da ataerkil zihniyet ‘Namus’ adı altında geliştirdiği geleneksel ahlak yaklaşım ile kadınları her gün ölüme mahkûm bırakmaktadır. Namus adına kadınların bütün hareketleri geleneksel kurallara bağlanıyor. Kadın cinselliği bir taraftan tabu haline getirilirken diğer taraftan da her şeyiyle günlük olarak pazarlanıyor. Ataerkil toplum yapısında kadının iffeti, erkeğin namus ve şerefi sayılır. Kadınlar bu yapı içerisindeki düşük bir statüye sahiptirler. Böylece kadın cinselliğine aşırı derece de bir değer atfedilmiştir. Coğrafyamız da, ülkemiz de bu ataerkil düzene sahiptir. Bu nedenle her beş saniyede bir ‘Töre’ adıyla bir kadın öldürülüyor. Kadın cinayetleri hızından hiçbir kaybetmeden devam ediyor. Cinsiyetçi medya kadınların cansız bedenlerini yayınlamaya aynı zamanda temel nedenleri örtmeye devam ediyor. Ataerkil sistemin acımasız çarkları kadınlarımızı tek tek yutuyor. Yarım kalan hayatları, özlemleri ve sevdaları ile ayrılıp gidiyorlar. Bir sessiz çığlıkları kalıyor geriye bir de yarım kalan gülüşleri… Enselerinde her an “Namus adına katledilecek bir giyotinle birlikte dolaşıyorlar kadınlarımız. Ve bu sistem içinde yaşamı pamuk ipliğine bağlı kadınlarımız…
Ataerkil sistem kadınlara yaşamın her alanında topyekûn bir saldırı zihniyeti ve sistemidir. Bu nedenle kadına yönelik bu kadar şiddetin, saldırının sorumlusu egemen erkek sistemi ve onu uygulayan toplumdur. Kadına karşı şiddet toplumun ahlaki anlam da yozlaşmasının bir sonucu olarak gelişmektedir. Bu anlam da ataerkil zihniyet ve ona dayalı tüm yapılanmalarla topyekûn bir mücadele kadın kurtuluşu, özgürlüğü için temel neden olmaktadır. Bu sistem ve yapılanmalar değişmedikçe kadın köleliği, istismarı, metalaştırılması ve kadın katliamları da bitmeyecek. Aile ve kadın-erkek arasındaki ilişki düzeyindeki erkek egemenliğini sürekli üreten gerçeklik çözümlenip, aşılmazsa eşitlik, özgürlük, demokrasi, ahlak, politika alanında da güçlü bir gelişim yaşanmayacaktır. Böylelikle özgürlük idealleri, hayalleri kırılmaya mahkûm kalacaktır.
Özgürlüğün, eşitliğin, demokrasinin ve ahlakın gerçek anlamı kadın ve erkek ilişkilerinde yaratılacak olan özgürlük düzeyi ile eş değerdedir. Sosyal alanda aşk, evlilik ve ilişki kavramları özgürlük bilinci temelinde sorgulamak ve dönüştürmeyi gerçekleştirmek kadınların, köleliği yaratan tüm zihinsel yapılanmalardan, bunun ruh ve duygu dünyasından kopmasına yol açacaktır. Kadını zihinsel, ruhsal ve fiziksel olarak değişip-dönüştüren, yeni den yapılandıran bir sosyal yaşamı yaratmak gereklidir. Ancak bu şekilde erkek aklının zihinsel, ruhsal ve duygusal acımasızlığına karşı güçlü bir direniş ve alternatif yaratılabilinir. Kadınla, toplumla doğru bir yaşam içinde zihinsel, ruhsal olduğu kadar ahlaki anlam da bir güce ve örgütlülüğü ihtiyaç vardır. Erkek aklının ahlaktan kopukluğu dünyayı büyük felaketlere sürüklemektedir. Kadın etrafında geliştirilen korkunç, acımasız sömürü aygıtlarıyla kadınlar şahsında toplum yaşanamaz duruma getirilmiştir. Dünyamızı bu korkunçluktan, acımasızlıktan ve ahlaksızlıktan kurtarabilmek için de erkek aklının aşılması gerekmektedir. Kadınların nasıl ki yeniden değişim ve dönüşüm sağlamaları özgür bir duruş ve yaşam için gerekli ise, erkeklerinde değişim- dönüşümü sağlamaları özgür birliktelikler ve yaşanılır bir dünya için bir o kadar gereklidir. Bu açıdan erkeklik olgusunu besleyen, güçlendiren tüm düşünce, duygu yapılanmalarına karşı meydan okumak özgür erkek yaratımı için en büyük erdemdir.
Ataerkil sistemin muazzam ahlaksızlaştırıcı gerçeği karşısında kadın yaşamın her alanında yeterli etik ve ahlaki davranışları, kişilikler ve kurumlar düzeyinde temsil edebilmelidir. Bu temelde verilecek olan zihniyet savaşımı etik, ahlak değerleri ile birlikte verilmelidir. Etikten ve ahlaktan yoksun bir zihinsel oluşum ve bu temelde gelişen mücadele sonuçta kadınları çokça karşılarında oldukları, derin acı ve zorlukları yaşadıkları ataerkil sistemin bir yedeği ya da eki haline getirebilir. Bu açıdan özgürlük mücadelesinde moral, etik ve ahlaki değerlerin rolü hayatidir. Bu değerlerin birlikteliği ile yürütülen mücadele kalıcı ve başarılı sonuçlara ulaştıracaktır.
Demokratik modernitenin inşa güçleri olarak ahlaki alana ilişkin görevlerimizi bilince çıkarmak, benimsemek ve yaşamsallaştırmak kadın ve toplumun içinde bulunduğu sorunları çözmek, yeni ve özgür bir yaşam yaratmak açısında önceliği oluşturmaktadır. Bunu başarabildiğimiz oranda inleyen insanlığın, acı çeken kadınların sorunlarına çözüm gücü olabiliriz. Bu nedenle uygarlık ve modernite canavarları ahlaka ne kadar saldırıp, yok etmeye çalışsalar da ahlaki toplumu savunmak ve geliştirmekten başka çözüm şansına sahip değiliz. Ahlaki ve politik toplumu yaratmadaki başarı, kadınlarımızın daha özgür, güvenli, güzel ve erdemli yaşamalarının garantisi olacaktır. Yaşamın yaratıcısı olan kadın, ahlaki ve politik toplum yapılanmasında kendi gücüne, kimliğine ve tüm ahlaki değerlerine yeniden kavuşacaktır. Bu güç ve irade kadına her koşu altında moral, cesaret ve güç aşılayarak yalancı ve zalim erkek gerçekliği ile yüzleşmekten, hesaplaşmaktan kaçınmayacaktır. Bu yüzleşme ve hesaplaşma için ahlaki değerleri güçlü sahiplenme ve yaşamsallaştırma zamanı. Ve kadınlar bu zamanı büyük ahlak eylemcileri olarak ilerlemekten başka çareye sahip değiller.
Bu anlam da, çareyi bulmak, çözüm gücü haline gelmek için AHLAK, özgürleşmek ve özgür bir yaşam yaratmak için AHLAK, İnsanca bir yaşam ve yaşanılır bir dünya için AHLAK diyoruz.
Bu bilinç ve inançla demokratik çağın ahlaki insanı, bu bilinci ve inancı kişiliğine kazıyan, özgürce yaşayan ve yaşatan olacaktır. DEVAM EDECEK…
Maxmur Kadın Vakfı Sitesi – Yıldız Gever
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.navendalekolin.com – www.lekolin.org – www.lekolin.net – www.lekolin.info