PKK “varlığı”, “adı”, “dili” yasak bir ülke de, “avukatsız” olarak kabul edilen bir halkın içerisinden çıkmıştı. Öyle ki yasak olmaktan da öte Kürt, Kürdistan sözcüklerini çağrıştıracak olan her hangi bir imanın en ağır “cezalarla” karşılığını bulduğu, Kürdün Kürt olduğunu söylemekten korktuğu, utanır hale getirildiği bir ülkede tarih sahnesine adımını atmıştı. Kürt sözcüğü yedirildiği farklı kelimelerle bir aşağılama, hakaret olarak kullanılmaktaydı. Bu sözcükleri kullanmaya cesaret eden olmadığı gibi, yarım ağızla telaffuz edenler bile göz ucuyla süzülmekteydi. Bir defasında üniversite öğrenimini görmek için gittiği İstanbul’da, bulunduğu dernek ortamında Hz. Muhammed’e atfedilen bir sözün içerisinde Kürt kelimesini kullandığı için o zeminde olanların çoğu da, Önder Apo’ya öyle bakmıştı.
Öyle ki ne Kürtlük nede Kürdistan sözcükleri gelecek vaat etmediği gibi bir an önce kurtulmak ve üzerinden atılması gerekenler olarak görülmekteydi. Üniversitelerde okuyan birçok Kürt böyle yapmıştı. Önlerine “Türk” olmayı hedef olarak koymuş ve öyle bir yaşamı tercih etmişti. Önder Apo, böyle bir Kürt olmayı kabul etmemişti. Ankara’da Tapu Kadastro Lisesinde okurken, Aram’ın kasetinde dinlediği Kürtçe türküler onda derin etkiler yaratmıştı, baş ucunda bulduğu “Sosyalizmin Alfabesi” kitabını okuyunca karşılaştığı düşünce yoğunluğu onda adeta bir deprem etkisi yaratmıştı. İstanbul’da üniversite öğrenimi görürken, bir tartışmada izleme olanağına kavuştuğu Mahir Çayan’ın devrimci tutum ve kararlılığı onu derinden etkilemiş, tercihinin/yolunun belirlenmesinde yön tayin edici olmuştu. Üniversite kaydını aldığı Ankara’da bu yolda yürüyüşüne devam etti. Yedi ay gibi bir süre de olsa Ankara’da alındığı zindan koşullarında o zamana kadar kafasında oluşan birçok soruya aradığı cevabı buldu.
Önder Apo, bulmuş olduğu bu cevapları zindandan çıktığında paylaşacak yol arkadaşları bulma arayışına girdi. O koşullarda kendisi ile birlikte yürüyecek yoldaşlar bulmak, samanlıkta iğne aramaya benzemekteydi. Ama öyle yol arkadaşlarını da bulmak gerekiyordu. Bundan başka bir yol yoktu. Fakat aradığı arkadaşları bulsa da, ulaştığı o sonuçları nasıl anlatacaktı. Bu düşünceleri duyanlar onunla birlikte yürüyebilecekler miydi? Bu, cevaplanması ve ardından karşılaşılabilecekleri göze almayı gerektiren bir soruydu.
Önder Apo, 1973’ün baharında Çubuk Barajı kıyısında bir grup arkadaşıyla yaptığı toplantıda, bu sorunun cevabını almıştı. Sadece onların duyabilecekleri bir şekilde sessizce “Kürdistan Sömürgedir” demişti. Söylediği buydu. Ancak, daha sonra yanında olanlar içerisinde bir kişi dışında etrafında kalan olmamıştı. Önder Apo daha attığı ilk adımda Üveyiş Ana’nın “yalnız kalacaksın” kehanetinin gerçekleşmeye başladığını görmüştü. Fakat Önder Apo geri adım atmadı, yürüyüşüne devam etti. Daha aradan iki yıl geçmemişti ki kendi içerisinde disiplini olan, gençlik içerisinde adı duyulan, Kürdistan illerine taşınan bir grup haline gelinmişti.
Önder Apo’nun adıyla anılmaya başlayan grup, o güne kadar ağızlara alınmaktan korkulan Kürt, Kürdistan sözcüklerini cesaret göstererek telaffuz ettiği gibi devrimci, sosyalist güçler tarafından da yaygın bir şekilde kullanılmasının önü açtı. Bununla da kalmayarak Kürdistan halkı içerisinde Kürt, Kürdistan sözcüklerini kullanılır kıldı. Artık Kürtler kendi asıllarından utanç duymadan “Kürdüm” diyebilir hale geldi. Kürtler “adı”, “dili” yasak, “avukatsız bir halk” olmaktan çıktı, kendisi için olan tarihi öneme sahip adımlar attı. Önder Apo, Çubuk Barajı toplantısından beş yıl sonra 26-27 Kasım 1978’de –Amed, Lice- Fis köyünde yapılan toplantıda alınan partileşme kararı da atılan bu adımın kendisi, adı oldu.
27 Kasım 1978’de kuruluşu karar altına alınan PKK böyle bir anlam ifade etmişti. PKK’nin kuruluşu hem Apocu Hareket hem de Kürdistan halkı için yeni bir dönemin başlangıcı anlamına gelmişti. Artık “adı, dili yasak”, “avukatsız” olarak kabul edilen bir halk, kendisi için var olma sürecine girmişti. Bu aynı zaman da sömürgeci, faşist TC Devleti’n o zamana kadar yürüttüğü soykırım saldırıları karşısında daha güçlü hazırlıkların yapılmasını bir görev ve sorumluluk haline getirmiş olmaktaydı. Parti kuruluş kararından sonra bu görev ve sorumluluğun tarihsel önemi kendini çok açık bir şekilde gösterdi. 19-25 Aralık 1978’de Maraş’ta yapılan Alevi-Kürt katliamı ve ardından ilan edilen sıkıyönetim bunun bir göstergesi oldu. Bu saldırıları takiben de 12 Eylül 1980 tarihinde askeri-faşist darbe gerçekleştirildi.
12 Eylül Askeri faşist darbesi her ne kadar Kürdistan ve Türkiye halklarına karşı ilan edilen özel-kirli savaşın adı olsa da, başarılı olamadı. Zindanlarda yükselen, 15 Ağustos 1984 dağda gerillada temsili bulan direnişle darbelenerek geriletildi. Bununla da kalınmadı. “Bende varım” diyen Kürdistan halkı, özgürlüğüne elde etmek için; adıyla, diliyle var olan; kendini savunan bir halk olarak kaderini/geleceğini belirleme mücadelesinin sahibi haline geldi. Kürdistan halkının geleceğini belirleme mücadelesi karşısında, soykırımcı TC Devleti’nin başı sıkıştığında imdadına yetişen, hamisi kesilen batılı emperyalist devletler ve onların askeri, siyasal, mali örgütleri oldu. Bunlar TC’ye her türlü desteği sundu. Bunlarla da sınırlı kalmayarak Kürdistan halkına karşı yürütülen soykırım saldırılarının destekleyicisi, tarafı haline geldiler. Yürütülen bu topyekûn saldırılar sonucunda Kürtler yeniden “adı, dili yasak”, “avukatsız bir halk” haline getirilmek istendi. PKK’yi “yasaklamaları”, “terör örgütleri” listesine almaları, Önder Apo’ya karşı geliştirilen uluslararası komplonun etkin unsurları haline gelerek rol üstlenmeleri hep bunun bir sonucu olarak yaşandı. Artık “bende varım” diyen Kürdistan halkının varlığını doğrudan reddedemeyeceklerini gördükleri için doğrudan böyle bir stratejiyi uygulamaya koydular. Önder Apo’yu/PKK’yi hedef olarak belirlediler. Böylece hem Önder Apo’dan/PKK’den “nasıl Kürtleri tarihten silme, yok etme planımızı boşa çıkarır, Kürdistan halkını yeniden ayağa kaldırırsınız” diyerek kendilerince intikam almak hem de Kürdistan halkını yeniden fiziki, kültürel soykırım kıskacına alarak tarihten silme sürecine almak istediler.
Fakat gelinen aşamada belirledikleri bu hedefe ulaşamadılar. Uluslararası komplodan sonuç alamadılar. Aksine uluslararası komploya karşı Önder Apo/PKK etrafından kenetlenen Kürdistan halkı büyük kazanımlar elde etti, özgürlüğe her zamankinden daha fazla yaklaştı. Soykırımcı TC Devleti çöküşü yaşayan, kendisine bugüne kadar güç verenlerin sırtlarında taşıdıkları, kaldırıp atacakları bir yük haline geldi. Önder Apo’ya karşı düzenlenen uluslararası komploda rol üstlenenler, PKK’yi “yasaklayanlar”, “terör örgütleri” listesine alanlar kendi halkları tarafından lanetlenir bir hale geldi. Bu ülkelerdeki siyasal rejimler/iktidarlar hatalarını telafi etme, Önder Apo’nun özgürlüğü için üzerlerine düşen sorumlukların gereklerini yerine getirerek, PKK “yasağını” kaldırma ve PKK’nin ismini “terör örgütleri” listesinden çıkarılma istemlerinin muhatabı haline geldiler. Tüm bunlarda uluslararası alanda Kürdistan halkının kendi geleceğini özgürce belirlemesi önünde engellerin kırılma, yıkılma, aşılma sürecine girildiğinin bir göstergesi oldu.
PKK’nin yeni bir kuruluş yıldönümüne Kürdistan halkı böylesine elde ettiği büyük kazanımlarla girmektedir. Önemli olan da bu kazanımların bilincinde olarak bunları savunmak, tarihsel görev ve sorumlukların gereklerini yerine getirmektir. İşbirlikçiliğin tüm engelleme ve Kürdistan’da bir “iç savaş çıkarma” çabalarını boşa çıkarmaktır. Ulusal birliği sağlayarak Kürdistan halkının kendi geleceğini belirlemesi önünde duran en büyük engeli ortadan kaldırmaktır.
PKK yeni bir mücadele yılına “tecride, işgale, faşizme son” vermenin, “özgürlüğü sağlamanın” görev ve sorumluluklarını yerine getirme bilinciyle, geleceğini belirleme anlamına gelen; “adı, dili yasak”, “avukatsız bir halk” kimliğinin kalan izlerini de yok ederek; Özgür Halk, Özgür Ülke kimliğine ulaşmanın kararlılığıyla girmektedir.
Cemal ŞERİK
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi