31 Ocak 2010 Pazar Saat 07:30
12.00
0
21
TR
:” ”
:””
” “,” ”
” ”
Kapitalist modernitenin resmi ideolojisi olan pozitivizmin
en büyük tahribatı toplumbilimi alanında olmuştur. Pozitivistlerin bilimsellik
adına fizikte olduğu gibi toplumsal konuları da indirgemeci bir anlayışla
nesnelleştirmeleri, altından çıkılması zor sorunları doğurmuştur. ‘Bilimsel
Sosyalizm’ adına aynı yöntemle toplumsal alanı, özellikle de sözüm ona gerçek
sosyalizmin ilgi alanı diye belledikleri ekonomiyi (toplumun maddi alanı)
incelemeleri, anlam sorunlarını çözülmesi zor bir karmaşıklığa itmiştir.
Biyolojinin bile gerisindeki fiziksel yaklaşım zihniyeti, kapitalizmin eline
hiçbir silahın sağlayamayacağı bir güç vermiştir. Bu yöntemin kapitalizmin en
temel paradigması olduğunu yöntem bölümünde serimlemeye çalışmıştım. Sıkça
dokunmadan ilerlemek olmuyor. Toplumu nesnelleştirerek incelemekle, öyle ele
alınmasına zihnen açık olmakla, iddia edildiğinin tam tersine, özellikle
‘bilimsel sosyalistler’, adına hareket ettikleri proletaryayı ve diğer
yoksulları başından beri silahsızlandırdıklarını fark bile edemiyorlar. Toplumu
fiziki doğa, hatta biyolojik doğa gibi bir olgu olarak tasarlamanın kendisinin
bile kapitalist moderniteye teslimiyet olduğunu göstereceğiz.
Çok büyük bir acı ve öfkeyle belirtmeliyim ki, yüz elli yılı
aşan çok soylu bir mücadelenin ‘bilimsel sosyalizm’ adına başından beri
yitirmeye mahkûm kaba maddeci bir pozitivizmle yürütülmesi büyük bir
talihsizlik olmuştur. Şüphesiz bu tutumun altında, çokça adı altında mücadele
ettikleri ‘sınıfsallık adına’lık yatmaktadır. Ama bu sınıf, sandıkları gibi
kölece proleterleşmeye direnen işçiler ve diğer emekçiler değil, modernite
içinde çoktan erimiş ve teslim olmuş ‘küçük-burjuva’ sınıfıdır. Pozitivizm tam
da bu sınıfın kapitalizme körce bakışının ve içi boş tepkisinin ideolojisidir.
Toplumsal yaşamın gerçekte nasıl oluştuğundan habersiz, her zaman kısır
tarikatçılığın zemini olmuş bu kent soylu esnaf sınıfı, ideolojik olarak hâkim
resmi düzen tarafından en kolay elde edilen toplumsal kesimdir.
Olguculuk (pozitivizm), toplumsal yaklaşım söz konusu olduğunda,
bir nevi çağdaş putçuluktur. Putçuluk, anlamsallığını yitirmiş tanrısallığın
boş çerçevesidir. Bir dönemler toplum için büyüleyici, kutsal bir işlevi olan
bir kavramsallık olarak tanrısallık bu işlevini yitirince, geriye putlaşmış
hali kalır. Putlara ise anlambilimden yoksun kesimlerin tapınması anlaşılır bir
husustur. Onlar putun işlevsellikten kaynaklandığını bilmedikleri gibi, tersine
putçuluğun anlam üreteceğini, eski yüceliğe, kutsallığa erişeceğini sanmakta ya
da gafletinde bulunmaktadır. Anti-put dinleri bu bağlamda çözmek hayli
aydınlatıcı olacaktır. Olguculuğa mahkûm pozitivistlerin çağdaş
putçuluklarından şüphe etmiyorum. Çağdaş putçuluk da diyebileceğimiz bu modern
putçuların en iyi ‘tüketim nesnelerine bir put gibi sarıldıklarını’ bizzat
modernizm sahasındaki filozoflar söylemektedir.
Marks ve ekolü ekonomik çözümlemeyle toplum, tarih, sanat,
hukuk ve hatta dini açıklayabileceğini sanıyorlardı. Şüphesiz tüm toplumsal
kurumlar bir vücudun dokuları misali birbirini etkilerler. Ama sahamız
toplumsallık olunca her şey değişir. İnsan zihninin icat ettiği kuruluşlar olan
toplumsal kurumlar biyolojik doku değiller. Hatta insan vücudundaki doku da
değiller. İnsan zihni toplumsal ortamda sürekli patlama halinde anlam ve irade
üreten bir yanardağ misalidir. Bunun başka canlı türlerinde bir eşi yoktur.
Fizik olaylarıyla bazı ortaklıkları ise belki de kuantum dünyasında
düşünülebilir. Unutmayalım, insan zihninin kendisi kuantum düzeninde çalışır.
Maddi dünya (toplumsal ekonomik yapı dahil) ise kuantum işleyişinin donmasını,
kabuklaşmasını ifade eder. Toplumu yönetenin zihin olduğu tartışmayı
gerektirmeyecek kadar açıktır. Toplumsal ekonomiye bile zihniyet çalışmasıyla
gidildiği kanıtlanmayı gereksiz kılan bir husustur.
Tekraren de olsa vurgulamalıyım ki, sosyolojiyi
tarihleştirmek, tarihi ise sosyolojikleştirmek anlambiliminde ilerlemenin baş
koşullarındandır. Bu yöntemin diğer bir avantajı, tarihi oluşageldiği gibi
yorumlamaya daha yakın durmasıdır. Spekülatif düşüncenin önemini inkâr
etmiyorum. Bilakis bu düşünce tarzının yararlı olabilmesi için, tarihsel
gelişmeler nasıl akmışsa onu yakalamayı bilmesi gerekir. Bu da kalkıp “Tarihi
altyapı belirliyor veya tersine “Tarih devletin eyleminden ibarettir demekle,
ne kadar olay sıralansa ve çözümlenme yapılsa da, tarihin gerçek anlambilimi
açısından saptırılması ve çarpıtılmasından öte bir sonuç vermez. Bu yöntemle
tarihin, dolayısıyla toplumun da anlatılamayacağı ortadadır. Burada yapılan
tarih değil, toplumsal fizyolojidir. Toplumsal kurumların (fizyolojide
dokuların) birbirini nasıl etkilediklerini veya belirlediklerini anlatmak
kesinlikle tarih anlatımı değildir çok kaba bir olguculuktur.
Anlamlı bir tarihten bahsedebilmek için kilit sorun, onun
akış gücünün o akış anında nasıl gerçekleştirildiğidir. Hangi zihin ve irade
çalışması o anda etkili olmuşsa, o anlamı ve iradeyi yakalamak, gerçek tarih
yapmak veya yorumlamaktır. Bu bir ekonomik hamle olabileceği gibi, bir dini
eylem de olabilir. Mühim olan silah değil, tetiğin çekildiği an ve eldir. İstediğin
kadar silahın ekonomik, sanatsal, siyasi ve askeri değerini çözümlemeye çalış
bunlar anlatımın süsleri olarak belki değer taşıyabilir ama habire
tekrarlamalıyım ki, tarihsel akış denince anlaşılması gereken, tetiğin sahibi
olan el tarafından sürekli çalıştırılmasıdır. Belki silah ve onu imal etmek
için büyük bir ustalığa ve ekonomik çalışmaya ihtiyaç vardır denilecektir.
Olabilir. Fakat bu yaklaşım da tarihi ifade etmeyi hiç anlamıyor. Unutmamak
gerekir ki, tarih her zaman çalışan bir silahtır. SÜREKLİ MERMİ DOLU TETİKTE
EL, ÇALIŞAN BİR SİLAHTIR. Bunu en iyi tarihte stratejik yönetim sorumluluğu
olan bilir. Roma imparatorlarından, sanıyorum Valentillanos olması gerekir,
kendisine ortak imparator olarak kardeşini onaylatır. Kendisini seçenler kısa
bir aradan sonra vazgeçtiklerini söylerler. O ise “Bir defa seçmekle itiraz
hakkını kaybettiniz demekle, tarihin ne demek olduğunu iyi anlatmış olur.
Yönteme ilişkin bu anlatımın kapitalist modern tarihin anlamı için önemini
ilgili bölümde anlatacağım.
Uygarlık tarihine giriş için bu yöntem sorununu göz ardı
etmeyelim ki, anlambilime bir katkımız olsun. Bir yorumun değeri tarihi
açıklama gücü olduğu kadar, tarihin her zaman hükmünde yürüyenlerin, ama yine
de her zaman inisiyatif kullanabilme durumunda olanların hizmetinde
kullanılabilme değeridir. Tarihin kurbanları rolünde olanlar için gerçek tarihi
yorum, onları kurban rolünden özgürlüklerini yaşamsallaştırma gücüne kavuşturma
bilinci ve iradeyi verme gücüdür. Bir tarihi-toplumsal yorum ki, daha çok kurbanlarını
(her tür ezilenler-sömürülenler) kurban edenlere mahkûm ediyorsa, yakında
kurtuluş olur diye kendilerini oyalama durumunda bırakıyorsa, ne kadar bilimsel
olduğunu iddia etse de, yine ne kadar kurbanlar adına yorum yapıldığından
bahsetse de, bunlar eğer kötü niyetli bilinçli saptırıcılar değilse fena
gafiller durumundadır tarihin put anlatımcılarıdır.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan
Demokratik Uygarlık Manifestosu’ndan
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.lekolin.org – www.lekolin.net – www.lekolin.info