KDP’nin Êzîdî Toplumuna İhaneti Tarihe Not Düşülmeli
Şengal katliamından bağımsız olarak KDP’nin ideolojik kimliğini tanımlamak gerekir. Ulusal soruna yaklaşımı sorunludur. Çağın gerisinde kalmış zihniyet yapılanmasına sahiptir. İlkel milliyetçi çizgiye dayanan ideolojik hattı dinsel ve mezhepsel inançla bezenmiştir. Melle Mustafa Barzani, Saddam ile bir görüşmesinde, elindeki Kuran-ı havaya kaldırarak ‘bu Kutsal Kitaba uygun yönetilmek isteriz’ diyerek şeriatı arzuladığını açıkça belirtmiştir. Bu zihniyetin Êzîdîleri hazmetmesi oldukça zordur. Her zaman dar sınıfsal çıkarlarını esas almışlardır. Kapsayıcı olmaktan ziyade yereldir, parçacıdır, bölgecidir. Aşiretçilik yapısı üzerine kendisini konumlandırmıştır. Dinsel önderlikte (Melle) bir hareket olarak ortaya çıkmıştır, Babadan oğula geçen iktidar elitin, Ailesel yönetim anlayışı hep ön palandadır. KDP olarak telaffuz edilen parti aslında Barzani hanedanlığı olarak vücut buluştur. Barzaniler KDP ile özdeşleşmiştir. KDP’nin politik çizgisinin ve pratik uygulamaların genelinden Barzaniler sorumludur. Yönetim kademelerinde etkili ve yetkili tek güç Barzanilerdir. Son Êzîdî fermanının muhatabı da Barzanilerdir.
Barzaniler, Kürdistan halkının öz gücüne dayanmaktan ziyade dışa bağımlı olarak örgütlenmişlerdir. Sürekli dış desteğe muhtaç olmaları KDP’yi militarist bir güç haline getirmiştir. Güney Kürdistan’ın yekpare olmayışı, ortak siyasi birlikteliğin kurulmaması, Soran ve Behdinan gibi iki ayrı yönetimin oluşması, ulusal birliğe yanaşılmaması, iktidar kavgasından dolayı güney Kürdistan kaynaklarının tüketilmesi, enerji potansiyelinin boşa harcanması, iç çatışmalarla kardeş kanının akıtılması, Kürdistan halkına egemen devletlerle kirli ilişkiler içinde olunması ve daha birçok konuya bakıldığında, KDP çizgisinin Kürdistan’ın birliğine ve Kürdistan halkının ulusal çıkarlarına hizmet etmediği görülecektir. Beyaz yakalı ilkel milliyetçi Kürt tabakası, Kürdistan coğrafyasında, düşmandan daha beter bir rol oynamaktadır.
KDP’nin Êzîdî toplumuna karşı yaklaşımı, Kürt ulusal kurtuluş meselesine yaklaşımından pek de farklı değildir. Genelde hep faydacı – çıkarcı olmuştur. Êzîdîlerden alabildiğince askeri güç devşirerek parti çıkarı doğrultusunda kullanmıştır. Êzîdîlik inancıyla zihniyette çelişen, sorunlu bir yaklaşımın sahibidir. Pratik uygulamaları da hep negatif olmuştur. Ayrımcı, dışlayıcı ve aşağılayıcıdır. Êzîdîlerin sofrasına oturmazlar, ekmeklerini yemezler, ellerinden su dahi içmezler. İşin başında, Êzîdî inancına karşı ideolojik bir yaklaşım içinde olduklarını belirtmekte fayda vardır. KDP’nin zihniyet yapısını çözmeden, Êzîdîlere bakış açısını sorgulamadan, var olan algıyı anlamadan, ferman soykırımı hakkında söylenecek her söz yeterince yerine oturmayacaktır.
KDP, Êzîdîlerin hac merkezi olan Laleşa Nûranî’den başlayarak, Baba Şeyh ve Mir makamı üzerinde denetim kuran, ekonomik yardımlarla kendisine bağlayarak ipoteğine alan bir yaklaşım sergilemektedir. Dini kanaat önderlerinden ve aşiret reislerinden Qûbe (kubbe) görevlisi olan Mîcewir’lere kadar hepsini maddi yardımlarla kendisine bağlamıştır. İnanç üzerinde tasarrufta bulunma hakkını elde etmiştir. Laleş, asla KDP çizgisinin dışına çıkamaz hale gelmiştir. Gerektiğinde Laliş’ten fetvalar çıkararak, Êzîdî toplumunu yönlendirmeye kadar işi vardırmaktadır.
Sırası gelmişken Ruhani önderliğin fermandaki duruşunu değerlendirmeye ihtiyaç vardır. Êzîdî toplumunun bir kısmı Laleş’in de içinde bulunduğu ve Ruhani liderlerin ikame ettiği Şexan nahiyesinde kalmaktadır. Nüfus olarak Şengal’den daha azdır. Ezîdîlerin ruhani liderleri, Şengal halkının yaşadığı trajedi karşısında kendilerine düşen önderlik misyonunu yerine getirmemişlerdir. Sahipsiz bırakmışlardır. Konumlarına, misyonlarına ve görevlerine uygun davranmamışlardır. Hatta Şengal’i ziyaret etmekten bile imtina etmişlerdir. Şengal’e karşı ilgisiz davranmışlardır. KDP’nin etkisinde kalarak Şengal’e aktif bir müdahale etme tutumuna yönelmemişlerdir. KDP’nin Şengal’e saldırılarını görmezden gelmişlerdir. Türk devletinin saldırılarını dahi kınamamışlardır. Hava saldırılarında katledilen Êzîdî önderler Mam Zeki Şengali, Hasan Sait Hasan, Dijvar Feqîr, Zerdeşt Şengali, Pir Hemit, Pir Çeko ve daha nice şehide ve yaralıya sahip çıkamamışlardır. KDP ve Türk devletine karşı bir kınama mesajı yayınlayamamışlardır. İnançları üzerinde baskı oluşturan KDP etkisini kıramamışlardır. KDP’nin Êzîdî toplumu üzerindeki baskı, işkence, sindirme, korkutma, tutuklama ve ajanlaştırma uygulamaları karşısında gözünü, kulağını, ağzını kapatmaktadır. Fermanın yıl dönümünde Şengal’de yapılan DAİŞ’i protesto eylemlerine katılamayan bazı gençlere neden katılmadıkları sorulduğunda ‘güneye gidersem PKK eylemine katıldım diye KDP bizi tutukluyor’ diyerek korkudan DAİŞ’i bile protesto edemiyorlar. ‘Kahrolsun DAİŞ’ diye haykıramıyorlar. Bu durum, kendi düşmanı olan DAİŞ’i bile protesto etmekten korkan bir toplumun ne hale geldiğinin göstergesidir. İnsan, ‘acaba böyle bir toplumdan ne beklenir?’ sorusunu sormadan edemiyor. Bu korkunun mimarı KDP’dir. Halka bunu dayatmak ve yaşatmak tek kelimeyle zulümdür.
Êzîdî Mirlik makamı, Bavê Şeyh, Bavê Çavuş, bütün şeyhler, Pirler, Qavallar, Koçekler, Feqirler, Çile Girler ve bütün dini kanaat önderleri, hatta aydınlar ve sanatçılar, yani toplumda hatırı sayılır kim varsa yaşanan fermanın yaralarını sarmada bulundukları makamın hakkını verememişlerdir. Êzîdî toplumu her şeyden önce bir inanç topluluğudur. Siyasi önderlikten yoksundurlar, örgütlü değildirler. KDP ve YNK saflarında siyaset yapan öncülerin de kendi toplumuna faydaları yoktur. Bu nedenle öncülük görevi ruhani önderlere düşmektedir. Toplumu bir arada tutan en temel faktör inançlarıdır. Bu birliğe denk bir temsil durumu ortaya çıkmış değildir. Toplumun parçalı duruşu, birlikte hareket etmemeleri, ortak karar vermemeleri ve Êzîdîlere saldıranlara karşı ortak tavır geliştirmemelerinin nedenleri sorgulandığında ruhani liderlerin payı görülecektir. Şengal halkına karşı biraz mesafeli durmaları ve halkla kaynaşmamaları toplumdaki dağınıklığı daha da artırmaktadır.
Ruhani liderliğin; inanç etrafında toplumu bir arada tutmak, öncülük yapmak, yol göstermek, sahip çıkmak, korumak, geliştirmek ve inanç temelinde eğitmek gibi ulvi görevleri ve manevi değerleri vardır. Kendilerinden beklenen bu görevi hakkıyla yerine getirmek, bu halka gerçek anlamda önderlik etmektir. Dünyaya dağılmış, özünden kopmuş, aslından uzaklaşmış, yok olmanın eşiğine gelmiş bir toplumun, örgütsüz, dağınık hale gelmesinde ruhani makamlarda yer alanların payı vardır. Kendi sorumluklarını mutlaka görmeli ve gerektiğinde halka karşı özeleştiri verme erdemini göstermelidirler.
Vatikan’daki Papa bile kiliselerde meydana gelen olumsuzlukları ifşa ediyor, kendi sorumluluk alanına ilişkin özür diliyor. Savaşlara, çeşitli konulara dair Hristiyan dünyasına hitap ediyor ve düşünce belirtiyorsa, Laleş’in ruhani liderlerinin de kendi toplumuna doğru yolu göstermeleri gerekir. Toplumun dağılmasına, asimile edilmesine ve hakikatinden koparılmasına karşı dini görevlerini yerine getirerek çimento görevi görmeleri gerekir. Avrupa’da bozulmaya yüz tutmuş, kar gibi eriyen Êzîdîlere ve özellikle de gençlere yönelik iki kelimelik nasihati ve çağrıyı dahi yapamaz hale gelmişlerdir. Bu konuda tek bir demeçleri yoktur. Bunu vurgulamadaki amaç; dağılmakta olan topluma karşı sorumluluklarını hatırlatmak ve göreve çağırmaktır.
Ruhani liderlerin DAİŞ tarafından alıkonulan ve tecavüze maruz kalmış kadınların geri dönüşlerinde aileleri tarafından sahiplenilmeleri ve çocuklarıyla birlikte kabul edilmeleri yönündeki açıklamaları olumludur. Çünkü fermanın felaketi Êzîdîleri vurduğunda, Êzîdîler içinde de en çok kadınları vurduğu da bir gerçektir. Kadınları anlatmadan fermanı anlatmak ve anlamak eksik kalacaktır. Kadının düştüğü durum aslında toplumun düştüğü durumdur. Bu durumdan çıkmak, ancak bu durumu bir sorun olarak görmekten ve sonra da çözüm üretmekten geçer.
KDP’nin Êzîdî halkına ve Êzîdîlik inancına bakış açısı neyse, coğrafik olarak Şengal’e yaklaşımları da maalesef hep faydacı, peşmerge devşirmeye dönük olmuştur. Şengal KDP’nin rant alanı olmaktan kurtulamamıştır. Saddam iktidarı döneminde KDP’nin Şengal’deki varlığından pek söz edilemez. Bir mücadele alanı olarak görülmemiştir. Saddam sonrası süreçte Şengal’de hakimiyet kurmuş ve siyasi çıkarları doğrultusunda küçük bir sömürge gibi kullanmıştır.
KDP, Êzîdîleri genelde oy deposu olarak görmektedir. Parlamentodaki Êzîdî kontenjanını bile KDP’li Êzîdîlerden atamaktadır. Êzîdîlerin siyasi iradesini kendi güdümüne alarak el koymuştur. Şengal’in ekonomisini yönetmektedir. Ticaretini, pazar alanını ve gümrük işlemlerini KDP denetlemektedir. Asayiş ve güvenlik işleri de KDP tarafından yürütülmektedir. Yargı, polis teşkilatı, eğitim, sağlık gibi bazı konularda Irak merkezi hükümetinin temsili olsa da, genelde Şengal’in yönetimi KDP’nin elindedir. Bu nedenle yaşanan bütün sorunlardan KDP sorumludur.
KDP Şengal Êzîdilerinden bazı kesimleri, özelikle Kasım Şeşo ve onun etkili olduğu çevreyi de kendisine bağlayarak halk üzerinde denetim kurmuştur. Bildik baskı, tehdit, korku, sindirme ve tutuklama gibi yöntemlerle ferman sürecine kadar Şengal’i böyle yönetmiştir. Konumuz gereği üzerinde önemle durmamız gereken asıl konu, KDP’nin ferman sürecindeki durumudur.
DAIŞ öncesinden günümüze kadar Şengal’de olup bitenleri, yakalanan fırsatları, yaşanan olayları ince eleyip sık dokumak gerekir. Bu çerçevede ‘eksikler ve yetersizlikler nelerdir, nerede hata yapılmıştır ve neden yapılmıştır?’ sorularına cevap bulmak gerekir. Halkın başına gelen büyük soykırım fermanını aydınlatmak için, KDP’nin işgal ettiği konumun anlaşılması ve aydınlatılması lazım. Fermanı yaşayan Êzîdî toplumunun yaşanan bütün gerçekleri doğru bilmeye hakkı vardır. Şengal’de yaşanan bütün süreçleri, meydana gelen olayları doğru yorumlaması, doğru sonuç çıkarması ve tarihi doğru tanımlaması açısından gereklidir ve hatta zorunludur. Êzîdî halkının bizzat yaşadığı, bildiği, gördüğü, tanık olduğu olayları, fermanın gerçek yüzünü, nedenlerini, sebep ve sonuçlarını aktarma sorunları vardır. KDP’ den kaynaklanan fermanın trajedisini iliklerine kadar hissedip yaşamalarına rağmen, seslerini yeterince duyuramadığı ya da çekindikleri için tarihe mal edecek, belgeleyecek bir durumda değildirler. Artıları ve eksileriyle fermanın bir dökümü halen yapılamamıştır. Kendi meramını dünyaya anlatamamıştır. Ne istediğini dahi izah etmekten, yasal girişimlerde bulunmaktan, hak talep etmekten, sorumlular hakkında bilgi – belge – kanıt toplayarak dava açmaktan ve kendi meşru müdafaasını yapmaktan yoksundur. Bunca savaş suçu işlenmesine rağmen, uluslararası mahkemelere tek bir başvurunun yapılmaması oldukça düşündürücüdür. Halbuki fermanı Jenosit olarak kabul eden kimi devletlerin yargı makamları için binlerce dosya hazırlanmalıydı. Bu jenosidi yapanlara, yaptıranlarına ve suç ortaklarına dair yasal girişimlerde bulunulmalıydı. Hiçbir girişimde bulunmamak ve kaderine razı olup beklemek, ölümü kabullenmektir.
Katliam sürecinde Êzîdîleri savunmasız bırakarak katliama terk etmesi, halkın güvenlikli alanlara çıkışını engellemesi, kendilerinin de tek mermi sıkmadan Şengal’den ayrılmaları elbette üzerinde durulması, mutlak süratle sorgulanması ve cevap verilmesi gereken bir konudur. Soykırım katliamının, jenosidin, trajedinin şifresi burada gizlidir. Bu soru cevaplanmadığı müddetçe KDP, DAİŞ’in katliamına onay vererek, anlaşmalı bir şekilde Şengal’i DAİŞ’e teslim etmiş sayılacaktır. Her şeyden önce Êzîdî halkına özür borçlu olduğunu da belirtmek gerekir.
Fermanı gerçekleştiren DAİŞ kadar fermana sebep olan KDP de bu insanlık dışı soykırımın suç ortağıdır. DAİŞ katliamı yapandır, KDP ise zımnen uzlaşandır. Şengal’de yaşananlar KDP ihanetinin tescilli belgesidir. Bu fermanda işledikleri insanlık dışı suçlardan kendilerini asla aklayamazlar. Fermanın gerçekleştiği 3 Ağustos gecesi tereyağından kıl çeker gibi Şengal’den çekip gitmekle bir topluma yapılabilecek en büyük kötülüğü yaptılar. Sorumluluklarının gereklerini yerine getirmediler.
KDP zihniyetini ve temsil ettiği siyaseti; ister insani, vicdani, ahlaki, hukuki ve isterse de siyasi etik, askeri sorumluluk ve yöneticilik anlayışı bakımından olsun, hangi açıdan ele alırsak alalım, ihanetten başka bir şeyle tarif etmek mümkün değildir. 74. Êzîdî Fermanı KDP sorumluluğunda gerçekleşen bir katliam olarak tarihe geçmiştir. KDP’nin düşmanlığı sadece Êzîdîlerle izah edilemez; bu tutum ayrıca Kürt değerlerine, ulusal kurtuluş mücadelesine ve ulusal birliğe karşı da düşmancadır. KDP, Kürtlerin sırtına saplanan Kürt ihanet hançeridir. KDP’nin ihanetini hiçbir tereddüte mahal vermeden, Şengal’deki Tilezer ve Siba katliamlarından ve 74. Fermandan anlamak ve ispatlamak mümkündür. Dünyadaki tüm Êzîdîler, gerçekten 74. Fermanı anlamak ve asli kimliklerine, inançlarına, kültürlerine ve köklerine sahip çıkmak istiyorlarsa, KDP’nin Êzîdî toplumuna olan tarihsel düşmanlığını mutlaka doğru anlamak ve doğru sonuç çıkarmak zorundadır. KDP’nin Şengal’deki iktidarını da doğru sorgulamak gerekir.
PKK’nin DAİŞ’e karşı mücadelesi, bir insanlık mücadelesi olarak dünya halkları açısından kabul görmüştür. Kobanê direnişi nasıl ki dünyaya mal olmuş ve ‘Dünya Kobanê Günü’ olarak tarihe geçmişşe, hiç kuşku yok ki Şengal de dünyaya mal olmuş destansı bir direnişin sahibidir. Kapitalist sistem ve küresel güçler, DAİŞ ile mücadele etmekten imtina ederken, PKK gerillaları dağdan inerek halkın zılgıtları arasında dört bir yanda cephelere koşmuştur. Güney Kürdistan’da Laleş’in korunması, Kerkük, Maxmûr ve Erbil’deki savunma cephelerinde ve Şengal ile Kobanê’de devam etti. PKK gerillaları dağdan inerken, gittikleri her yerde halkın büyük coşkusu ve yoğun tezahüratlarıyla karşılandı. Tam bir bayram havasında, DAİŞ’e karşı savaş cephelerine akın etti. Otobüslerle taşındı. Fakat DAİŞ yenilgiye uğratılıp güvenlikli alanlar oluşturulduktan sonra, bu sefer de PKK’ye karşı cephe almaya çalıştılar. Hatta bu dönemde Mesut Barzani bizzat Maxmûr Kampı’na giderek, kamptaki PKK gerillalarını ve kampın milislerini ziyaret edip teşekkürde bulundu ve başarı dileklerini iletti. Aynı Mesut Barzani Şengal’in özgürleştirildiği gün Şengal’i de ziyaret etti. Hatta dağa çıkan tek yol olan Kersê vadisi girişinde dalgalanan PKK – HPG bayraklarının altından geçmek istemedi ve bu çok ciddi bir krize dönüştü. Eğer engellenmemiş olsaydı, Êzîdî halkı kendisini linç edecek düzeye gelip dayanmıştı. Çatışmaya ramak kala olay çözüme bağlandı, demeç için dağa çıktı ve şov gösterisini tamamladıktan sonra hemen geri döndü. Daha sonraları ise Êzidilerden oluşan KDP güçleri bazı alanlara yerleşti. DAİŞ’in Şengal tarafından dağa çıkmasını engelleyen, coğrafik olarak oldukça stratejik öneme sahip varyant yolun kontrolünü sağlayan ve gerillaların DAİŞ ile çatıştığı Doçka direniş mevzisini sahiplendiler. O mevziye Mesut Barzani’nin posteri ve KDP bayrakları asılarak ucuz kahramanlık hikayeleri ürettiler. Bu, neresinden bakılırsa bakılsın tam bir iki yüzlülük örneğidir. Çünkü söz konusu doçkanın kime ait olduğuna, kimlerin o mevzide savaştığına ve hatta doçka silahını kimin kullandığına varana dek bütün detayları halk zaten biliyor.
DAİŞ’in saldırdığı günün akşamı, Şengal’i terk ederek fermana yol açan KDP, Şengal’de güvenlikli alan sağlandıktan sonra, tekrardan geri dönmek için PKK’den destek istemiştir. PKK desteğiyle Şengal’e gelen KDP, daha sonra PKK’nin Şengal’den çıkmasını dayatmıştır. Birçok defa çatışma durumuna kadar gelinmiş ve gerilimler yaşanmıştır. Her fırsatta PKK’yi karalayarak, ‘işgalci bir güç’ gibi göstermiştir. KDP yetkililerinin demeçleri ve mesajları arşivlerde yerini korumaktadır. Peşmerge genel komutanı Cemal Eminki ve Peşmerge komutanı kontra Serbest Lezgin, Şengal’de çatışma ortamı yaratmak için sürekli tahrik edici bir dil kullanmaktan asla vazgeçmemiştir.
KDP’nin yayın organları ve özelikle Rudaw ve K24 TV kanallarındaki yayınlar, PKK’ye karşı kin ve nefret söylemleriyle doludur. Basın – yayın organlarında PKK’yi sürekli gündemde tutarak karalamaya çalışmış, Şengal’deki varlığını mütemadiyen sorun haline getirmiş ve Türk devletine hedef göstermiştir. PKK sayesinde ve PKK desteğiyle Şengal’e gelen KDP’nin, PKK’yi Şengal’den çıkarmak için sayısız komplo girişiminde bulunduğuna dair birçok belge ve kanıt medya organlarının arşivlerinde mevcuttur. KDP’den milletvekili seçilerek Kürdistan Parlamentosu’na giden Êzîdî vekil Şeyh Şemo, daha da ileri giderek ‘PKK, DAİŞ’ten fazla zarar verdi’ diyerek ne kadar alçaldığını göstermiştir. Êzîdî toplumuna sahip çıkacağına, dermanın sorumlularını sorgulayacağına ve KDP’yi eleştireceğine, KDP’nin ağzından konuşup, Şengal’i özgürleştiren PKK’ye saldırmıştır.
KDP’nin maşası durumuna gelmiş, Êzîdî toplumunun yüz karası Şeyh Şemo ve Viyan Dexil gibi karakter yoksunu parlamenterlerin yanı sıra, KDP ile birlikte hareket ederek, kendi toplumuna ihanet eden Şeşo Ailesine benzer bazı Êzîdî çevrelerinin olduğunu da belirtmek gerekir. KDP Parlamenterleri Şeyh Şemo, Viyan Dexil ve KDP Peşmerge sorumlusu Kasım Şeşo ve Heyder Şeşo ikilisi, alenen Êzîdîlere karşı ihanet içindedirler. Kaldı ki Viyan Dexil’in Şengal ziyareti sırasında geçirdiği helikopter kazasında yardımına ilk koşanların arasında gerilla komutanı Agit Civyan vardır. İnsan nankör olur da bu kadar olmaz dedirten türden bir tavır içine girerek PKK’ye her türlü karalamayı yapması oldukça şaşırtıcıdır. Halbuki katliam döneminde gözyaşı dökerek yardım çağrısı yapmıştı. Oysa ki en büyük yardımı yapan PKK’ye etmediği hakaret kalmadı. İki yüzlülüğün daniskasını yapmıştır. Soykırım gibi ağır bir suçun ortağı ve Êzîdî toplumunun katledilmesinde birinci derecede pay sahibi olan KDP’yi destekleyerek kendi katillerine sevdalanmaları ve Barzani’ye methiyeler dizmeleri, Stockholm sendromu yaşadıklarının göstergesidir. Eğer toplumsal vicdan denilen bir şey varsa ayaklanması lazım! Gerçekleri haykırmak ve şeref yoksunu insanlara hak ettikleri cevabı vermek gerekir.
Sayısız komplo ve provokatif girişime rağmen, her defasında gerilla güçlerinin sağduyulu çabalarıyla sorunlar aşılmaya çalışıldı. Gerillanın bütün iyi niyetli yaklaşımlarına karşı KDP oldukça sorumsuz ve düşmanca tavrını sürdürmeye devam etti. Şengal konusunda Türk devletiyle ortak operasyon yapacak ve katliam gerçekleştirmeyi göze alacak kadar alçaldılar. Son bir kez saldırı girişiminde bulunarak sonuç almak istediler. Bu nedenle Xanesor saldırısını gerçekleştirdiler.
Güneyden gönderilen çok sayıda askeri malzeme ve zırhlı araç eşliğinde büyük bir askeri güçle, tekrar Şengal’e saldırıp PKK’ye karşı cephe açtılar. PKK – KDP gerginliği nihayetinde Xanesor saldırısıyla çatışmaya dönüştü. 3 Mart 2017 tarihinde KDP güçleri, Roj peşmerge çeteleri, kar maskesi giymiş Türk kontrgerilla timleri ile PKK gerillaları arasında Xanesor’da çatışmaşar yaşandı. Meydana gelen bu çatışmalarda, aralarında kadın gazeteci Nujiyan Erhan’ın da bulunduğu 12 kişi katledildi. Bu çatışmada Şengalli Êzîdî savaşçılar da yaşamını yitirdi. Saldırının sorumlusu Peşmerge komutanı, aynı zamanda Türk istihbaratıyla yakın ilişki içinde olan, kontra kişiliğiyle tanınan ve PKK’nin yeminli düşmanı olan Serbest Lezgin, çatışma sonrasında Türk devletinin ağzından konuşarak tehditlerini sürdürmeye devam etti. DAİŞ’e karşı savaşmaktan kaçan bu aşağılık katil ruhlu zat, Türk devletinin kontrgerilla timleri ve Roj Peşmerge çeteleriyle birlikte Êzîdîlere saldırmayı kahramanlık sanacak kadar akıl yoksunu olduğunu gösterdi.
Başta Mesut Barzani olmak üzere bütün KDP yetkilileri, Şengal’de DAİŞ’e karşı savaşta (500) beş yüz Peşmerge kayıp verdikleri yalanını uydurarak Êzidiler üzerinde ve Şengal’de hak iddia etmektedir. Bunun bir yalan olduğunu o dönemde Şengal dağında kalan yediden yetmişe herkes bilir. Şengal şehir merkezinin DAİŞ’ten temizlenmesinde bir kısım peşmerge güçleri yerini almıştır. Bunun dışında KDP’nin DAİŞ ile hiçbir zaman karşı karşıya gelmediği herkesin malumudur.
Şengal’i DAİŞ çetelerinin insafına terk ederek Êzîdîlerin diri diri yakılmasını ve toplu mezarlara gömülmesini sağlayarak tarihin en büyük ihanetini, bütün dünyanın gözleri önünde yapmalarına rağmen, yüzleri kızarmadan yalanlarla kendilerine sahte tarih yazmaya çalışıyorlar. PKK’ye, Özerk Yönetim’e ve öz savunma güçlerine saldırdıkları kadar, kesinlikle DAİŞ’e saldırmamışlardır. Bütün bu saldırılar Türk devletiyle koordineli olarak yapılmakla birlikte iktidar amaçlıdır ve kesinlikle Êzîdîlere yöneliktir. Türk devleti SİHA saldırılarıyla Şengal’de Êzîdîleri katlediyorsa, bunun istihbaratını KDP sağlıyor. Çünkü KDP, Êzîdîlerin hak sahibi olmalarını, kendilerini yönetmelerini ve savunmalarını istemiyor. Bu yüzden KDP’nin Êzîdîlere ve Êzîdî inancına olan düşmanlığı anlaşılmadan, yaşanan bütün bu hengâmelerin anlaşılması da zor olacaktır.
14 Mart 2017’de Xanesor katliamını protesto eden halka, KDP bir kez daha silahlı saldırıyla karşılık vermiş, bu saldırıda TAJÊ meclis üyesi Nazê Nayif Qewal adında Êzîdî genç bir kadın şehit düşmüş ve bazı kadınlar da yaralanmıştır. KDP’nin tekrardan Şengal’e yerleşmesi çatışmalarla, provokasyonlarla, komplolarla, karalama kampanyalarıyla, KDP’nin Êzîdî vekilleri konuşturmasıyla ve baskı yöntemleriyle geçen bir süreç sonunda gerçekleşti. Şengal’in bir kısmına yerleşerek bazı alanları PKK ve PKK ile birlikte hareket eden kitleye kapatmış oldu. PKK taraftarları aylarca Sinûnê nahiyesinden geçemez oldular. Kasım Şeşo ve Heyder Şeşo ikilisine bağlı peşmerge güçleri, Êzîdîlerin kutsal mekânı olan Şerfedin’i askeri karargâh yaparak KDP’nin üssü haline getirdiler. Bütün bu yaşanmış olayların doğru sosyolojik tahlillere ihtiyacı vardır. PKK’ye karşı gösterilen refleksin %1’ini DAİŞ’e göstermiş olsalardı, belki de bu soykırım durdurulurdu. PKK’ye adeta ‘Şengal’e, Êzîdîlere neden yardım ettin?’ diyerek, intikam alırcasına saldırıp durdular.
KDP, DAİŞ sonrası Şengal sürecini de yanlış okumuştur. Kazanıma dönüştürmeye çalışırken, izlediği yöntem kendisine hep kaybettirmiştir. Şengal’e saldırma histerisi içinde olması, izlediği yanlış politikalarla yakından bağlantılıdır. 25 Eylül 2017’de Kürdistan bağımsızlık referandumu ile alan hakimiyetini geliştirmek ve tek egemen güç olarak kendisini kalıcı hale getirmek istemiştir. %90 katılımla halkın onayını alan referandum Kürtlere kaybettirmiştir.
Referanduma en fazla karşı çıkan ve saldıran Türk devleti olmasına rağmen, gelinen noktada kendileri Türkiye’ye uşaklık yapmakta hiçbir beis görmediler. Hatta Medya Savunma Alanları’nda aynı mevzide durup Ggerillaya karşı savaşır hale geldiler. Siyasette ilkesizlik, tutarsız ve güvensiz olmak neticede kaybettirmiştir. Halkın referandum duygularını ve umutlarını da boşa çıkarmıştır.
Kerkük başta olmak üzere birçok alanda hiçbir direniş göstermeden Kürdistan toprağının bir kısmını Haşdi Şabi’ye ve Irak devletine teslim etmiştir. Sadece Êzîdîlere gücü yetmiştir. Saldırı üzerine saldırı düzenlemiştir. KDP, kendisi dışında Şengal’de herhangi bir oluşuma asla tahammül etmediğinden dolayı, Şengal Özerk Yönetimi’ni ve PKK’yi sürekli hedefe koymuştur. Haşdi Şabi’nin alana girmesiyle birlikte (16 Ekim 2017) hiçbir direnme belirtisi göstermeden ve arkasına bakmadan alandan kaçarcasına çıkmış ve böylece KDP’nin Şengal macerası bir kez daha sona ermiştir. KDP, kendisine saldırana karşı koymuyor ve eldeki alanları savunmadan Irak ve Haşdi Şabi güçlerine teslim ediyor. Ama her ne hikmetse kendisi de Şengal’e saldırmaktan vazgeçmiyor! İçine girilen bu durum tam bir vakadır, paradoks halidir.
Bilinen bir gerçeği bir kez daha belirtmekte fayda vardır. PKK’nin Şengal’deki temel görevi, halka yapılan soykırımı önlemeye dönük bir müdahaledir. Gerillalar çekilene kadar bu görevlerine sadık kalmışlardır. Şengal’e nasıl ve ne amaçla gittiği herkesin malumudur. Asla kalıcı olma temelinde bir gidiş değildir. KDP Şengal’i savunsaydı, belki de hiç gidilmeyecekti. Bütün bunlar bilinmesine rağmen, bu kadar düşmanlık yapması akılları zorlayan bir durumdur.
PKK’nin Şengal’de kaldığı süre zarfında amaçlanan, elde edilen kazanımları kalıcı hale getirme, Şengal halkı için örgüte dönüştürüp koruma ve geliştirmedir. Şengal’de elde edilen kazanımları koruma görevi, zaten gerillanın orada bulunmasının varlık gerekçesidir. Bu görevine sahip çıktığı içindir ki KDP’nin saldırılarına karşı durmak zorunda kalmıştır. Benzer gerginlikler Irak devletiyle de yaşanmıştır. Hatta birkaç kez Irak ordu güçleriyle çatışmanın eşiğine kadar gelinmiş, Irak ordusunda ölü ve yaralanma vakaları bile yaşanmıştır. Bunca bedel ödeyen PKK, Êzîdîler için bazı kazanımlar elde etmişse, bunların çok ucuz bir şekilde elden çıkmasına ve heba edilmesine, göz yumması asla beklenemez. Günümüzde devam eden sorunlar, KDP’nin Özerk Yönetim’e ve savunma birliklerine yönelik saldırılarından kaynaklanmaktadır. KDP ve Irak devleti, mevcut kazanımları berhava etmek istemektedir. Halkın direnci bu konuda nettir ve dış müdahaleyi asla kabul etmemektedir.
Bütün saldırılarına rağmen sonuç alamayan KDP, Şengal’e ilişkin politikalarında konsept değişikliğine gitmek zorunda kalmıştır. Yıldırma, korkutma, bezdirme ve sindirmek için Türk devletiyle yeni bir taktik değişikliğine baş vurmuştur. Şengal savunma birliklerine yönelik hava saldırılarına başlamıştır. MİT teşkilatıyla ortak operasyonlar içine girmiştir. Günübirlik hava saldırılarıyla sonuç almak istemiştir. Bu nedenle 2017 yılında, Türk devleti ilk kez hava saldırılarıyla KDP’nin Şengal politikalarına destek vermiştir. Yine Şengal’e girmekle Irak devletini tehdit ederek, göz dağı vermek istedi. Temel amaç, KDP’nin geri dönmesini sağlamak ve Şengal Özerk Yönetimi’ne son vermekti. Artan hava saldırılarıyla KDP – Türk devleti ortaklığı Şengal’de farklı bir boyut kazandı. DAİŞ’ten kurtulan Êzîdîler, bu defa da KDP ve TC tarafından katledilmeye başlandı ve çok sayıda Êzîdî bu saldırılarda hayatını kaybetti.
BÖLÜM 5: KDP İhanetinde İkinci Aşama ve Yeni Görevleri
Rauf KARAKOÇAN