27 Aralık 2011 Salı Saat 08:04
AKP-Fethullah Gülen’in öncülüğünü yaptığı yeşil faşizm Kürdistan’da, yurtsever Kürt halkına karşı sömürgeci devlet ve topyekûn savaş temelinde tam bir terör estirmektedir. Kürt halk Önderi Abdullah Öcalan üzerinde giderek ağırlaşan tecrit, yurtsever Kürtler ve aydın dostları üzerinde uygulanan siyasi soykırım operasyonları, seçilmiş belediye başkanlarının ve meclis üyelerinin rehin alınması, Kürdistan özgürlük gerillalarına karşı kimyasal silah kullanma ve en son Kürt basınına yönelik operasyonla yoğunlaşarak devam etmektedir.
Bu operasyonlarda yeni olan bir durum ortaya çıktı. O da, Kürdistan’daki kimi eğitim destek evleri de sudan bahanelerle kapatıldı. Celadet Ali Bedirxan, Orhan Doğan eğitim destek evlerinin kapatılması bu alana yönelik saldırıda bir başlangıçtır… Sömürgeci AKP’nin yetkilileri, birer birer çıkıp bu operasyonları yaptırdıklarını söylemektedirler. Yani hukuki bir durumun olmadığını, direkt kendilerinin planı ve pratiği olduğunu açıkça söylemektedirler. Ancak hala bazı kesimler, sanki sorun hukukiymiş gibi bir yaklaşım ve davranış içinde bulunmaktadırlar.
Sömürgeci Türkiye Cumhuriyeti devleti, Kürt ulusunun inkârı, imhası temelinde yani katliam ve soykırım planlamasına dayanarak oluşturulmuş bir devlettir. Dolayısıyla Kürdistan’daki varlığı, askeri, istihbari, idari ve siyasi zora, kültürel soykırıma, ekonomik olarak bir lokma ekmeğe muhtaç kılarak kendisine bağımlı kılmaya dayanır. Türk Hukuku adı verilen olay ise, Türk sömürgeciliğini Kürdistan’da kurumlaştırmak, meşrulaştırmak ve kalıcı kılma, Türk sömürgeciliğine karşı direnenleri ise cezalandırma, imha etmeye dayanmaktadır.
Mezopotamya’nın en eski halkı Kürtleri ve ülkesi Kürdistan’ı Cumhuriyetin ilanıyla, bir kalemde ortadan kaldırma, Kürt halkının hukukunu çiğneme ve yok sayma anlamına gelmektedir. Bu hukukun varlığını savunanları, bunun için düşünce üreten bütün beyinler yok edilmiş, örgütlemeleri dağıtılmış, dilleri yasaklanmış, asimilasyon-soykırım bütün kurum ve kuruluşlarıyla işletilmeye başlanmıştır.
19. yüzyıldan itibaren, Osmanlılar döneminde de Kürdistan’ın özerklik statüsüne dayalı hukuk sistemi ortadan kaldırılarak, merkezi hükümetin hukuku geçerli kılınmıştır. Bu hukukun oturtulması için ise, özel uygulamalar geliştirilmiştir. İttihat-Terakki dönemi böyle bir dönemdir. Kürdistan’daki demografik yapıyı bozmaktan tutalım, her türlü yok etme stratejisi geliştirilmiştir. Buna da hukuk denilmiştir. Daha doğrusu kendi hakları görülmüştür.
Sömürgeci Türk devleti Takrir-i Sükûn yasasını, İskân Kanunu, İstiklal Mahkemeleri’ninin oluşumunu, Şeyh Sait isyanından sonra gündeme getirmiştir. Kürt ulusunun varlığını ve haklarını ortadan kaldırmak için böyle bir sistem geliştirilmiştir. Mahkemeler hiçbir zaman Türk toplumunda uygulandığı gibi uygulanmamıştır. Aynıymış gibi gösterilmesine özel bir gayret gösterilerek, Kürt ulusu aldatılmaya çalışılmıştır. Sömürgecilik gizlenmeye çalışılmıştır.
Özel kanunlar çıkarılmıştır. Bu kanunlardan birisi ise, Tunceli Kanunudur. Dersim’deki halkımızın özgürlük iradesini kırmak, soykırımı gerçekleştirmek için özel olarak geliştirilmiş bir kanundur. Bu kanunun pratikleştirilmesi yüz bin Dersimlinin katledilmesi, on binlercesinin sürgün edilmesi, Dersimli Kızların-kadınlara el konulmasına yol açmıştır. Daha yeni yeni Dersim’in yitik kızlarına ilişkin yazı dizileri yayınlanmakta, belgeseller yapılmaktadır. Tabi bunlar hiçbir Kürdün unutmaması, hafızasında sürekli diri tutması gereken ulusal felaketler olmaktadır.
Tarihimizde meşhur 49’lar olayı vardır. Ayşe Hür’de yazdı. Ancak biz filozofumuz, ölümsüz şehidimiz, aksakallı bilgemiz Musa Anter’in anılarında dayanarak, Türk devletinin Kürtlere karşı Kürdistan’da nasıl bir hukuk sistemi uyguladığını ortaya koymak istiyoruz. Biraz uzun ancak, biz okuyucunun affına sığınarak özetleme gereği duymadık. Şöyle yazıyor bilgemiz:
“Celal Bayar, İkinci Kurmay Başkanı Cevdet Sunay, Turancı Devlet Bakanı Tevfik ileri, Başbakan Adnan Menderes ve Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu toplanıyorlar. O zaman Milli Emniyet’in Kürt sorunu şefi Ergun Gökdeniz’in -ki bu zat, 1975- 76 yılları arasında Mardin’e Vali tayin edildi- hazırladığı rapor okunuyor. Raporun içeriği genel hatlarıyla şöyledir:
1- Eğer Türkiye’de bin tane Kürt aydını yok edilirse Türkiye’de Kürt sorunu en aşağı otuz yıl geriler.
2- Operasyonda seçeceğimiz Kürtlere Komünist demeliyiz, çünkü Kürtler Komünistleri sevmez ve tutmazlar.
3- Bunların siyasi partilerde kuvvetli yakınları olmamalıdır.
Celal Bayar ve Cevdet Sunay, “Tamam diyorlar. Celal Bayar Dersim’deki tecrübelerine güvenerek, “Zaten inkila (köklerini kazımak) lazımdır diyor. Tevfik İleri, “Arkadaşlar, siz beni bilisiniz. Ben bir Kürt dostu değilim, ama böyle bir harekette bulunursak sakın Cezayir’i Kürdistan’a getirmiş olmayalım’ diye soruyor. (O ara Cezayir’de Cezayirliler ile Fransızlar arasında şiddetli çarpışmalar ve milli kurtuluş savaşı devam ediyordu) Fatin Rüştü Zorlu, “Böyle şey olmaz. Ben şimdiden istifa ediyorum, zaten dışarıda kimsenin yüzüne bakacak halimiz kalmamış. ‘Ermeni Soykırımı’dır Rum Soykırımı’dır, ‘Kürt Soykırımı’dır, tarih içinde bir parça kabuk bağlamışken yeniden bu soykırımı kimseye karşı savunamayız diyor. En son Adnan Menderes kalmış, “Peki arkadaşlar, zaten müfettiş beyin anlattığı suçlar idamlık suçlardır. Biz bunlardan elli tanesini tutuklar, mahkeme kararı ile idam ederiz. Böylece ellişer ellişer tutuklar ve mahkeme kararı ile de idam edersek, bini tamamlarız demiş. Buna karar veriliyor. Tabii öncelikle Ankara Kara Kuvvetleri Mahkemesi’nden elli tane adsız tutuklama müzekkeresi çıkarılarak Milli Emniyet’e veriliyor. Milli Emniyet kimin adını koyarsa, o tutuklama kararı onun oluyordu.
Şimdi böyle bir mahkemenin oluşturulmasının temelinde nasıl bir zihniyet, politika ve hukuk mantığı vardır. görülebilir mi? Şimdi aynı zihniyetle soykırım operasyonu yapılmıyor mu? Fazla yorum yapmıyoruz.
70’li yılların sıkıyönetim mahkemeleri, DGM’leri, 12 Eylül askeri mahkemeleri, olağanüstü hal valiliği, özel kolordu, özel ordu, özel tim, JİTEM, SS Kararnameleri, KHK’ler yeterince açıklık getiriyor konuya.
Diğer bir önemli olay da, 90’lı yıllarda, Kürdistan’da komutanlık yapan Altay Tokat ismindeki bir faşist aynen şunları söylüyordu, “ burada öyle bir kanun uygulanmalı ki, ot bile bitmesin .
Fakat bunlar durup dururken ortaya çıkmıyor. Tarihi temelleri, dayanakları vardır. Kürdistan bugünkü konumda bulunmasında temel rol oynayanlardan birisi olan faşist-ırkçı İsmet İnönü, Kürdistan’da Şark Islahat Planı’nın daha da pratik kılmak için raporunu hazırlarken, “ özel mahkemelerden söz etmektedir.
Kürdistan’da sömürgeciliğin oturtulması için, Birinci umumi müfettiş Abidin Özmen ise, Kürdistan’da çalışma yürütecek mahkemelere ilişkin, şunları yazmaktadır: “ Kürtlük hakkında ne şekilde hareket edersek edelim, idaresi başında bulunduğum bölgenin memleketin diğer tarafına hiçbir yönden benzeyişi olmadığını, aynı kanunlarla idaresine devam etmenin, bu bölgede arzu edilen huzur ve sükunu ve temsil işini halledemeyeceğini kabul etmek zarureti vardır. “
“Bölgeyi bugün Kürtlük propagandası, yarın Kürtlük bağımsızlık cereyanı kaplasa, bugünkü adli prensiplerin memleketi kurtaracağına kanat getiremiyorum. Meğerki bölgedeki amme hukuku müdafi olacak arkadaşlar ulusal duyguyu her şeyin üstünde tutmaya azmetmiş şahıslar olmalı
Tüm bunlar kaynağını, Türk Anayasasını’nın Kürde ve Kürdistan’a inkâr-imha politikasının fermanı niteliğindeki 1, 2, 3 ve 66. başlıca maddelerinden almaktadır. Dolayısıyla siyasi soykırım operasyonlarını bir hukuk sorunu ve ona karşı mücadeleyi bir hukuk mücadelesi olarak görmek yanlış, yanıltıcıdır. Hiçbir sömürgecinin varlığı, hukuki ve meşru olamaz. Uygulamaları da…
Uzatmadan şunları söylemek mümkündür. Adına gözaltı, tutuklama denilen olay, aslında bir rehin alma, bir esir alma olayıdır. Dolayısıyla tam bir ulusal refleksle, hiçbir Kürt bireyi bunu kabul etmemelidir. Kürt ulusu, bireyi, artık nerede olursa olsun, kendisine yönelik her türlü saldırı karşısında kendisi savunmalı, karşılık ta vermelidir. Türk hukuk sistemi Kürde hayat hakkı tanımıyorsa, Kürt niye onu kabul etsin ki… Neden Türk sömürgeci hukuk sistemine hayat hakkı tanısın ki? İşte en son Kürt çocuğunun kafasını parçalayan aşağılık özel tim elemanı için verilen mahkeme kararı ortada.
Zaten Kürdistan halkı polisler için, AKP’nin, Fethullah’ın çeteleri demiyor mu? Çetelere karşı neden kendimizi tüm gücümüz ve imkânlarımızla savunmayalım ki? Bu nedenle Kürtler Batman’da olduğu gibi, tümüyle sömürgeci amaçlarla, Kürt gençlerini, oğullarını-kızlarını Fethullah Gülen’in dershanelerine ve özel okuma evlerine yönlendirmek için kapatılmak istenen kurumlarını sahiplenmelidir. Şimdi herkes Batman’da kapatılmak istenen dershanenin önünde toplanmalı. Kapatılmasına izin vermemeli.
Belediyelerin basılmasına, belediye başkanlarının, meclis üyelerinin, siyasetçilerinin, sanatçılarının, gazetecilerinin, avukatlarının Türkler tarafından rehin alınmasına izin vermemeli. Kurumlarını işgal etmesine müsaade etmemelidir. Savunulamayan kurumlar geliştirilemez, kalıcılaştırılamaz. Bunun için de Kürdistan halkı tam bir ulusal refleksle her türlü sömürgeci saldırı karşısında direnişini yükseltmelidir.
Herdem Serhıldan
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.navendalekolin.com – www.lekolin.org – www.lekolin.net – www.lekolin.info