HABER MERKEZİ-Sömürgeci TC Devleti’nin Suriye-İdlib’de elinde tuttuğu bazı işgal noktalarını boşalttığı yönünde basın-yayın organlarına haberler yansımıştı. Ancak Türkiye’deki medya kuruluşlarından önce, Reuters’te yer alması ve Türkiye’deki medya kuruluşlarının sessiz kalması dikkat çeken konular arasında yer almıştı. Daha önce de basın-yayın organlarına yansıyan haberlerde TC Devleti’nin Rusya ile yaptığı anlaşmalarda İdlib’ten çekileceğinin güvencelerini verdiğine dair bilgilere yer verilmekteydi. O nedenle de TC’ye ait işgal güçleri her ne kadar geri çekilirken ayak diretmede bulunmuş olsa da bu haber beklenen, şaşırtıcı olmayan bir haber olma özelliğine sahipti.
TC Devleti İdlib’ten neyin karşılığı olarak çekildiği, Ruslar’dan nasıl bir taviz aldığı tartışma konusudur. Çünkü o kadar çete ve askeri güç yolladığı, siyasal ve ekonomik olarak umutlar bağladığı bir bölgeden çekilmek o kadar kolay değildi. Halep’e kadar kendi sınırları içerisinde gördüğü stratejik öneme sahip gördüğü bir alanı boşaltacak olmasının karşılığı olacaktı.
TC Devleti’nin İdlib’te işgal ettiği bazı noktalardan çekilmeye başladıktan saatler sonra Rojava Kürdistan’a yönelik havadan ve karadan tam da böylesi bir süreçte; havadan savaş uçaklarıyla karadan da tank ve toplarıyla etrafında toplandığı çeteleriyle birlikte Ayn İsa’ya yönelik bir saldırı başlattı.
Ayn İsa Rojava’da stratejik bir alana sahipti. DAİŞ Cerablus’tan, Derazor’a kadar olan coğrafyada hakimiyet kurduğunda kullandığı en önemli üs bölgeleri arasında yer almıştı. TC’nin saldırılarını yoğunlaştırdığı bölge böylesine stratejik önem arz eden bir yere sahipti. Eğer burayı kontrol altına alırsa o zaman DAİŞ gibi Minbic-Kobanê- Raqqa-Tabqa-Grê Spî- Til Temir ortasında kalan kilit öneme sahip olan bir coğrafyayı ele geçirmiş olacaktı. Böyle olunca da hem kuşatma altına aldığı Kobanê’nin hem de zengin petrol ve doğal gaz yataklarının olduğu Derazor’un yolu kendine açılmış olacaktı. Libya’da umduğunu bulamayan sömürgeci TC Devleti’nin, İdlib’in bazı noktalarını terk etmesinin yarattığı psikolojik kırılma karşısında, Ayn İsa’ya işgal amaçlı başlattığı bu saldırı onun için hem iç siyasete, hem de uluslararası alana yönelik verilmiş olan önemli bir mesaj olma gibi bir özellik taşımaktaydı.
Soykırımcı TC Devleti’nin İdlib’ten çekilmeden önce R.T. Erdoğan’ın sözcüsü İbrahim Kalın’ın adeta bir tekerleme haline getirilen “bir gece ansızın gelebiliriz” sözünü sarf ederek Rojava Kürdistan’a yönelik tehditler savurması, öncesinde de İşbirlikçisi haline getirdiği KDP’nin Rojava sınır kapılarından olan Sêmalka karşısına güç yığması, ağır silahlar yerleştirmesi, kara ve kalekollar yapması, hendekler kazması, kontrolü altında tuttuğu ENKS’yi kullanarak Rojava’da ulusal birlik çalışmalarını sabote etme çabaları eklenince; Ayn İsa’ya başlattığı saldırının öylesine iş olsun, gündem dolsun diye yapılan bir saldırı olmaktan öte bir anlam ifade ettiği kendiliğinden anlaşılır olmaktadır.
DAİŞ için baş aşağıya gidiş Bakurê Kürdistan ve Türkiye metropollerinde 6-7-8 Ekim 2014 Kobanê Direnişleri ile başlamıştı. Aynı yılının 1 Kasım günü de uluslararası devrimci, demokratik, DAİŞ karşıtı güçler tarafından “Dünya Kobanê Günü” olarak ilan edilmiş, o gün dünyanın her tarafında milyonlarca insan meydanları, sokakları doldurmuştu. Yine Şengal DAİŞ çeteleri elinden 13 Kasım 2014 tarihinde HPG, YBŞ güçlerinin başlattığı ve iki gün süren taarruzla kurtarılmıştı. Soykırımcı TC Devleti de tam da bugünlerin ortasında olan günler içerisinde Ayn İsa’ya saldırı başlatmış olması ve TC işbirlikçisi olan KDP’nin Şengal’e yönelik provokasyonlarda bulunması, o nedenle tesadüf olmaktan öte bir anlam ifade etmektedir. TC’nin her zorlandığında/sıkıştığında, bundan çıkış yolu olarak başlattığı saldırıları “beka” sorunu edebiyatına başvurarak açıklayan bir devlet olması söz konusu olunca, bu gerçeklik çok daha net bir şekilde anlaşılır olmaktadır.
TL değer kaybederek, Dolar ve EURO karşısında hızla erimektedir. İşsizlik, yoksulluk, açlık, yolsuzluk, kadın katliamları vb. toplumun temel gündemi haline gelmiştir. Herhangi iktidar muhalifi olan bir gücün çağrısına gerek duymadan, toplumun kendiliğinden tepkileri yaşanmaya başlamıştır. Özgürlük gerillası karşısında her gün ciddi darbeler yemeye devam etmektedir. Bugüne kadar peşlerine taktığı sistem içi muhalif partilerini bile artık istedikleri gibi sağa-sola çekemez bir hale gelmişlerdir. Bu koşullarda AKP-MHP faşist diktatörlüğünün bugüne kadar olduğu gibi Türkiye toplumunu yönetmesi mümkün değildir. İçerisinde olduğu/yaşadığı böylesi koşullarda soykırımcı TC Devleti’nin yapabileceği fazla bir şey kalmamıştır. Sadece elinde kala kala, kullana kullana deforme olan “ülkenin bekası” nakaratı kalmıştır.
AKP-MHP faşist diktatörlüğün Türkiye’nin “bekası” için çözüm gördüğü tek yol; özel-kirli savaşın, işgal-yağma-talan çapul saldırılarına başvurulmasından başka bir şey değildir. Her zaman olduğu gibi güç getirebileceğini düşündüğü; ABD, Rusya, Almanya vb. devletlerin desteğini alarak; Kürtlere “beka” sorunu diyerek saldıracaktır. Bunun dışında yapabileceği başka bir şeyi de yoktur. Burada cevaplanması gereken soru da, bu sefer Kürdistan’ın hangi bölgesine yönelik işgal-yağma-çapul-talan saldırısını başlatacağıdır.
Son günlerde Başur, Şegal ve Rojava (daha çok da Kobanê)’yi gündemleştirdikleri dikkate alındığında, KDP ile yaptıkları ortak hazırlıklara bakılırsa bu da kendiliğinden çok net bir şekilde anlaşılır olmaktadır. Önemli olanda bu gerçekliğin Kürdistan halkının, özgürlük ve demokrasi güçlerinin, dostlarının doğru görülmesi, kendilerini buna göre konumlandırarak hazırlıklarını tamamlamalarıdır. Saldıracaklarını adeta “davulla-zurnayla” ilan eden bir düşman gerçekliği karşısında yapılması gerekende bundan başkası olmayacaktır.
Cemal Şerik
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi