02 Nisan 2017 Pazar Saat 04:40
Bedirxanların Botan Direnişi
Sıra Bedirxanlara gelmiştir. Bedirxan 1821 yılında babasında
kalan Mîrliğin başına henüz 18 yaşındayken geçer. En güçlü direnişlerden biri
olan Bedirxan direnişi, 1842 yıllarında patlak vererek, 20 Temmuz 1847’ye kadar
sürer. Oldukça geniş bir sahaya yayılan Bedirxan Direnişi para basımı, silah
yapımı derken Tatvan’da gemi yapımı için tersane yaptırmaya çalıştığı, Kürt
gençlerini silah uzmanlığını öğrenmeleri amaçlı okumaları için Avrupa’ya
gönderdiği ve kendi adına hutbe okutmaya kadar gider. Ordusunu düzenli hale
getirir. Yaklaşık 20 bin kişilik bir ordusu bulunmaktadır. Bunların 12 bin
kişisi, savaşçı göçer aşiretlerinden oluşmaktadır.
Askeri, politik ve sosyo-ekonomik konumunu pekiştiren
Bedirxan Bey, 1842 yılında bağımsızlığını ilan eder. Bir zaman sonra ön yüzünde
“Botan Emiri Bedirxan” yazısı, arka yüzünde ise “Sene 1258 hicri
tarihiyle bulunan sikkeler basar. Kale burçlarına bayraklar asar. Böylece
Osmanlı’nın resmiyette kalan egemenliğini de kendi açısından ortadan kaldırmış
olduğunu düşünür.
Cizre, Amediye, Musul yer yer Süleymaniye ve Van hattına
kadar açılım sağlar. Sincar’a uzanır, orada Êzîdîler tarafından direnişle
karşılaşınca binlerce Êzîdî’yi katliamdan geçirir. Diğer beylerle ilişkilenir.
Malmisanij’in-Cizira Botanlı Bedirhaniler çalışmasında aktardığına göre:
“Ordusunda Ermeniler önemli bir güç oluşturuyor, danışmanları ve ordu komutanları
arasında Stephan Manoglyan, Oganes Çalktryan ve Mir Marto gibi Ermenilerde
bulunuyordu ki bunlardan Manoglyan İstanbul’daki İtalyan okulunda öğrenim
görmüştü. Fransızca İtalyanca ve Türkçe bilmekteydi.
“İddialı bir çıkış gibi görünen bu çıkış, ayrı din ve
azınlıklara hoşgörülü yaklaşır. Bedirxan’ın kimi komutanı Ermeni’dir. Kimisi
Asurî’dir. Bedirxan Bey güç elde edip iyice sınırlarını genişletince İngiliz ve
ABD misyonerleri ve ajanlarının da kışkırtmasıyla Süryaniler, Bedirxan Bey’e
karşı isyana teşvik edilirler.
Sonrasında ise, Bedirxan’nın Süryanilere karşı katliama
girişmesi ile Hıristiyan halklarına yapılmış bir katliamdan dolayı,
Avrupalıların Osmanlı içlerine karışma olanağı oluşur. Bedirxan Bey, Nasturi
lideri olan Mar Şamun’a temsilci göndererek anlaşma isteğinde bulunmak
istediyse de, Mar Şamun’un temsilciyi kabul etmemesi ile bu girişimi
başarısızlıkla sonuçlanır. Hakkâri sancağındaki sekiz Nasturi aşiretinden 11
bin kişilik silahlı güç Fransızlar ve İngilizler tarafından kışkırtarak, Kürt
köylerine saldırtılır. Daha somut olarak Bedirxan’a yakın duran iki dini adamı,
Nasturiler İngilizlerin kışkırtmasıyla katledince ipler kopar ve bin yıllardır
birlikte yaşayan iki halk düşman hale getirilir. Buna birde yörede
Misyonerlerin özel çalışmaları eklenince zaten hassas olan durum, tetiklenir.
Bunun üzerine Bedirxan Bey ve Nurullah Bey’e bağlı Kürt
Güçleri, Nasturiler’e karşı harekete geçerler. Nasturiler, iyi tahkim edilmiş
kalelerinde direnseler de yenilmekten kurtulamazlar. Bunu, daha sonra Tıhoma
bölgesine yönelik ikinci bir saldırı izler. Bu yörede isyan eden Nasturiler
dağılırlar ve Mar Şamun, Urmiye’ye sığınır. İngilizlerin halkları birbirine
karşı kırdırtma politikalarına burada tekrar tanık olmaktayız. Önceleri farklı
halk ve dini inanç gruplarına saygılı yaklaşan Bedirxan, İngilizlerin oyununa
gelerek halklara karşı katliama varan eylemlere girişir. Sorun elbette salt
İngiliz oyunu değildir. Başka önemli bir etken ise, Kürt egemenlerinin farklı
halklara ve renklere karşı “kâfirlik olgusunun meşrulaştırıcı gücünü de
kullanarak saldırgan bir tutum sergilemeleridir.
Mîr Bedirxan’ın, İngilizlerle ilişki içinde olmasına rağmen,
Osmanlıya karşı herhangi bir ideolojik ayrılığının olmadığının da altını
çizmemiz gerekir.
Sonuç olarak çok geçmeden, Osmanlılarla çatışmalar
başlayacaktır. Yukarıda söylenen bölgelerde direnişler gelişecek ve Osmanlı zor
durumda bırakılacaktır. Osmanlıların büyük bir ordusu Bitlis ve Van’dan gelerek
Cizre üzerine yürüyecektir. Bedirxan, Miks yakınlarında Osmanlı Ordusu’nu
karşılamak için tüm gücünü toplayarak karşı hamle yapmaya çalışacaktır.
Osman Paşa ordusunun saldırılarına karşı Miks bölgesi
komutanı Abdullah Bey, Gevaş bölgesi komutanı Mahmut Han, Van’ı koruyan Kör
Mustafa Paşa gerekli bir karşı koyuş gösteremeden teslim olurlar. Buna bir de
Modikanlı Mirza Bey ihanetini eklemek gerekir. Osmanlı Ordusu buraları
zorlanmadan ele geçirdikten sonra, Bedirxan Bey’in asıl güçlerinin olduğu
Hakkâri, Botan ve Van üçgenindeki dağlık bölgeye yönelir. Osmanlılar bu bölgede
güçlü bir direnişle karşılaşırken, kanlı geçen çatışmalardan dolayı iki kez
geri çekilmek zorunda kalırlar. Daha sonra yedek kuvvetlerle, özellikle
toplarla desteklenen Osmanlı Ordusu yine saldırıya geçer. Ancak yine sonuç
alamazlar. Topal Osman, Bedirxan’ın yenilmez direnişini görüp savaşa devam
etmekle beraber, asırlık Osmanlı hilekârlığına başvurur rüşvet ve sınırsız
rütbe vaatleriyle Bedirxan Bey’in amcası olan Mîr Sudî‘nin oğlu aynı zamanda
merkez olan Botan askeri gücünün komutanı Yezdanşêr’i kandırır.
Bedirxan’ın kendi yerinde bir nevi Cizre komutanı olarak
bıraktığı yeğeni Yezdanşêr’e, Osmanlılar taht ya da bey olma sözü vererek
yanlarına çekerler. Geri cephenin düşmesinden de öteye, geri cephe Bedirxan’a
karşı bir cephe haline gelmiştir. Bu durumu öğrenen birçok Kürt Beyi,
Bedirxan’a yardımlarını geri çekeceklerdir. Bedirxan yenilerek Ewrex kalesine
geri çekilecek ve en sonunda Osmanlılara belli vaatler temelinde teslim
olacaktır.
Osmanlı Devleti, Bedirxan Bey’e karşı kazandığı savaşı o
denli önemli sayar ki bir yüzünde Bedirxan Bey’in Eruh Kalesi, diğer yüzünde
ise yenilmiş “Kürdistan Madalyası” olan bir sikke bastırarak kendi
askerlerine dağıtır.
Başkan Apo’nun hem Bedirxanlıları değerlendiren hem de bu
tarihi süreci genişçe izah eden tespitlerini buraya almak istiyoruz.
Başkan Apo: “Özellikle Osmanlılara isyan eden Mısır
örneğinden ders alan Bedirxan Bey 1820’lerden itibaren beyliğini sürekli
genişletti modern bir devlet düzenine doğru taşımaya başladı. Erken bir milli
hareket olma özelliği taşımaktaydı. Bastırılmasaydı, ulus-devlete doğru
gelişebilirdi. Modern nitelemesine en yakın bir hareket olarak, Bedirxan Bey
önderliği etrafında gelişen olaylar ve politikalar, günümüz açısından da
oldukça ders verici niteliktedir. İngilizler bölgede daha çok Süryanilere
dayalı bir tampon oluşum yaratma peşindeydi. Tercihleri bu yönlüydü. Kuzeyden
Rus Çarlığı benzer bir tampon mekanizmasını Ermenilere dayanarak
gerçekleştirmek istemekteydi. Osmanlı ve hatta İran İmparatorlukları ise kendi
merkezî otoritelerini yayma peşindeydiler. Kürtler dört yönden kuşatmayı
yaşamaktaydı. Kuşatmadaki farklılık, bu kez gelenlerin modern araçlar ve
dürtülerle donanmış olmalarıydı. Bedirxan Bey’in seçenekleri olmakla birlikte
sınırlıydı. Süryanileri hedeflemesi stratejik bir hataydı. Ermenilerle
ilişkileri iyi olmakla birlikte stratejik olmaktan uzaktı. En önemlisi,
dayanabileceği hegemonik bir güçten yoksundu. Mısır örneği İngiltere’ye dayalı
olarak yeni bir ulus-devlete doğru gelişirken, Bedirxan Bey İsyanı karşısında
yer alan İngiltere ve Rus İmparatorluğu, Osmanlı Sultanlığı’nı
desteklemekteydi. İran’ın tavrı da olumsuzdu. Ayrıca içte gerilla tarzı bir
ordu kuruluşuna geçememiş, askeri teşkilatlanması düzenli ordu anlayışını
aşamamıştı. Uzun vadeli direniş için niyet ve hazırlıkları yoktu. Geleneksel
ideoloji ve örgütlenmelerle hareket etmekteydi. Yasal bir düzenden ziyade
emirlerle yönetimini sürdürmekteydi. Ailesi içinde de (Yezdanşêr) beylik
konusunda çekişme vardı ve her an ihanete dönüşebilirdi. Tüm bu hususların yanı
sıra en elverişli zamanda harekete geçememesi ve sultanın taktiklerine
takılması sonunu getirdi. 1847 yılı ilkbaharından itibaren şiddetlenen çatışma,
Yezdanşêr’in ihanetiyle aynı yıl içinde bastırıldı. Batılı güçlerin desteğiyle bu
çağdaşlığa en yakın Kürt Hareketi’nin bastırılması olumsuz yönde stratejik
sonuçlar doğurdu.
Geleneksel tarzda da olsa geniş bir özerkliğe sahip olan
Kürt kültür kurumları artık eski canlılıklarını sürdüremezlerdi. Merkezî
bürokrasi adım adım yerleşerek otoritesini her köşeye yaymaya çalışıyordu.
Kürdistan’ın eyalet statüsü gittikçe daraltılıyordu 1860’larda da sona
erdirildi ve Kürdistan coğrafi bir terim olarak kaldı. Belki de Mitanniler ve
Hititlerden (M.Ö.1600-1200) beri köklü bir geleneğe sahip olan Kürt Beylik
düzeni artık sona ermiş gibiydi. Geriye kalan beylik artıkları yaşam şanslarını
modernleşmede arayacaklar, sömürgeci metropollere taşınarak varlıklarını Kürt
İşbirlikçileri olarak sürdürmeye çalışacaklardır. Bu konuda da hem
Babanzadelerin hem de Bedirxanîlerin öyküleri hayli ilginçtir. Bir yandan
fırsat bulduklarında el altından isyan kışkırtıcılığı yaptılar, diğer yandan
hâkim ulus-devletlerin teşkilinde en etkili kadrolar olarak rol oynadılar.
Gerek İmparatorluk gerekse Cumhuriyet kuruluşlarında bu yönde rol oynayan bu
ailelere mensup çok sayıda kadro mevcuttur. Ayrıca İlkel Kürt
Milliyetçiliği’nin de babası rolündedirler“ demektedir.
Daha somut olarak Bedirxanlıları ve ailesel akıbetlerinin
detaylarını paylaşmamız yerinde olacaktır. Bedirxan Bey’in ne kadar Osmanlıya
karşı olduğunu biraz açımlamamız gerekirse Osmanlılarla ideolojik bir
çelişkisi olmadığına zaten yukarıda değinmiştik. Fakat asıl çelişkisi, giderek
sınırlandırılan beylikleri ve iktidarlarıdır. Teslim alındıktan sonra Bedirxan ailesi
Kürdistan’dan, İstanbul’a sürülecektir. Bunu bildiğimiz sürgün olarak anlamamak
önemlidir. Bedirxan ailesinin çocukları okutulacak ve Osmanlının önemli
mevkilerinde görevler alacaklardır. Örneğin Mîr Emin İstanbul’da polis şefi
gibi bir göreve getirilecektir. Girit’in Kandiye şehrinde sürgünde yaşayan Mîr
Bedirxan’ı ise oldukça ironik bir şekilde Yunanlıların isyana kalktıkları
sırada Makedonya ve Girit’teki isyanlarını Osmanlı paşa rütbesiyle, hem de
görevli olmadığı halde şiddetle bastırmasında ve ezmesinde görmekteyiz. Başka
bir söylemle isyana kalkan Bedirxan, Osmanlı’nın bir komutanı olarak başka
halkları bastırmakla Osmanlı onu görevlendirmiştir. Bu da Bedirxanların ne
kadar Kürt ve Kürdistan özgürlüğü kavramlarıyla ve ne kadar Osmanlıya karşıtlığıyla
ilgili olduğunu göstermektedir.
Bedirxan, 14 yıl Girit’te sürgünde yaşadıktan sonra 1860’da
Osmanlıya yaptıklarının mükâfatı olarak İstanbul’a döner. 1866’da Şam’a gider.
Bedirxan Bey, sürgünde 1868 yılında vefat eder. Öldükten sonra da Osmanlı tarafından
düzenli olarak ödenen maaşı, ailesi için bir kuşak daha devam etmiştir.
Oğullarından yedi tanesi, paşa rütbesiyle Osmanlı Ordusu’na girmiştir. Bedirxan
Bey’in Girit’teki isyanı bastırmasından dolayı İstanbul’a gelmesine izin
verilmiştir. Bu arada Bedirxan’ın, Osmanlı vezirine maaşının arttırılması için
verdiği dilekçe ilişkilerinin niteliğini anlamamız açışından da hayli
açıklayıcı olacaktır. Dilekçe bir yandan yenilmiş bir sultanın kendi mülkü
üzerinde hak talebini yansıtan bir içeriğe sahipken, diğer taraftan Osmanlının
emektar ve eski bir yöneticisinin -kulunun- isteklerini yansıtmaktadır.
Dilekçede maaşının artırılmasını ya da Kürdistan’da kullanılmasına izin
verilmeyen toprakları için kullanım hakkı talep eder. Bunun yanında devlette
memur olarak çalışan yakınlarının kıdemlerinin artırılmasını rica eder. Daha
iyi anlaşılması için mektubun tümünü buraya alarak göstermek daha iyi olabilir:
“Aciz kullarının maruzatıdır,
Padişahımızın sayelerinde ihsan buyrulan on dokuz bin kuruş
aylıkla çoluk çocuğumu idareden aciz bulunduğum meydanda iken geçenlerde
Ağustos tamimiyle mahvolduğu gibi bu defa yapılacak indirim dolayısıyla
maaşımın üç bin dört yüz yetmiş kuruş daha azalacağı anlaşılmıştır. Bu sebeple
nasıl ve hangi sermaye ile idare edeyim diye bütün bütün hayretler içinde
kaldım. Çünkü evimde bulunan kalabalık nüfus köle ve cariye değil ki satarak
azaltayım. Hizmetçi değil ki kovayım. Cümlesi çoluk çocuğum olup yüz on kişiden
fazladır. Bunları bu miktar maaşla nasıl geçindireceğimin endişe ve kaygusu
içindeyim. Geçen 1275 yılında da yüzde on bir indirme yapılmış ve maruzatım
üzerine makam-ı devletleri kulunuzu bu indirimde muaf tutmuş geçmişlerle
beraber maaşım tam olarak verilmişti. Bu kere de indirme umumi ise de yine
kölelerini umum arasında tutmayıp af buyurmalarını yüksek şefkat ve
merhametlerinden istirham eylerim. Bana emsal olarak değil memleketimizde belki
yabancı diyarlarda da kimse bulunmayacağından kölenizin diğerlerine emsal
tutulmayacağını da ümit ve istirham ederim.
Bizim geçimimiz ya lütfedilen maaşla veyahut kölenizin
Kürdistan eyaletinde bulunan dokuz köyünden altısı yine devlet malı olarak
kalıp geri kalan üçünün kölenize ita ve ihsan buyurulması suretiyle olacaktır.
Bu halde aile efradımın çoğunu bu köylere gönderip orada çift ve çubukla
geçimlerini sağlamak geri kalanları da ihsan buyrulacak maaşla burada
geçindirmem icap edecektir.
Oğlum Necip Bey kulları dört yıldan beri Meclis-i Vala
mazbata kaleminde çalışmakta bir hayli bilgi sahibi olmuş bulunmaktadır. Yüksek
sayelerinde rütbe-i salise (üçüncü rütbe) sahibi olan oğlum kölenizin,
maaşımdan indirilen ölçüde bir maaşla ya gümrük veya divan-ı muhasebat
(Sayıştay) meclislerinden birine aza olarak çırağ buyurulursa yine bize faydası
olacaktır.
Sözün kısası aciz kulunuzun padişahımızın merhametinden
başka sığınacak yerim yoktur. Dertlerimi kabul ve lütuf ile dinleyecek olan
zat-ı devletlerinden başkada bir sığınmağım bulunmadığından bütün endişe ve
ıztırabımla halimi merhametli nazarlarınızın önüne sermek cüretinde bulundum.
Dest-i emelim damen-i ihsanını tuttu, haşa ki kemal-i
kereminden mahrum kala (emellerimi taşıyan elim, ihsanla dolu eteğinizden
tuttu. Yetkin cömertliğinizden mahrum kalmayı Allah göstermesin.) Halime göre
yüksek şanınıza yakışan ne ise onun yapılması suretiyle kulunuzu bu yaştan
sonra çoluk – çocuğum yanında utandırmayıp her suretle padişahımız efendimiz
hakkında hayırlı dualarıma ve zat-ı devletimizin şeref ve şanının yükselmesi
hususundaki temennilerini aralıksız devam etmeme imkan bahşedilmesi niyazını
arza cesaret eyledim. Ol babda ve her halde emir ve ferman lütuf ve ihsan
efendimizindir.
12 Safer 1284/5 Haziran 1282 (1867) > (Malmisanij-Cizira
Botanlı Bedirhaniler)
Bundan çıkan sonuç “isyan önderlerinin görünüşte gevşek
siyasi bağlarla da olsa, tabii oldukları egemen devletin geleneksel yapısına
tarihsel ilişkiler üzerinden oldukça sadık olduklarıdır. Bundan dolayıdır ki
“isyan edenler sert bir şekilde bastırılmalara rağmen, isyandan sonra
birçoğu devlet desteği ile refah içinde bir hayat yaşayabilmişlerdir. İsyancı
olanlar, egemen devlet tarafından tekrar kendisinden sayılmıştır. Bazen
affedilerek tekrar görevlendirilmişlerdir.
Kuşkusuz bu yaklaşımın başka birçok nedeni de vardır. En
başta direniş önderlerinin içinden çıktıkları toplumda bıraktıkları etkilerinden
dolayı, devletin bilinçli bir politika yürütmesidir. Ama bununla beraber bu
kişilere sahip çıkması, daha çok da bu ailelerin sonraki kuşaklarını da
devletin hizmetine sokmasının bir sebebi de, bu kesimi sürekli olarak
kendisinden bir parça olarak kabul etmesinden kaynaklanmaktadır.
Yukarıda kısaca alıntıladığımız Mîr Bedirxan’ın mektubu,
esasta bir ruhsal duruşu ifade etmektedir. Devlete olan bağlılığını, ona
yaklaşımını ve bağımlılığını yansıtması açısından önemli bir belgedir.
Denilebilir ki, yenilginin en bariz açığa çıkan ruh halidir. Elbette ki
yenilmiş olanların ruhsal olarak kırılmışlıkları anlaşılırdır. Ancak sorun
böyle değildir. Aslolan Osmanlılarla yaşadıkları ilişki tarzının böyle bir
tavrı yaratmasıdır. Anlayışlarında Osmanlılara ait olma duygusu vardır. Onların
bir tebaası olma durumunun kabullenişi söz konusudur. Yaşanan durum, bir
büyüğüne karşı yapılan hatadan duyulan pişmanlıktan dolayı bir nevi itiraf ve
özürdür. Kürt Egemenleri dış güçlere karşı her zaman biraz böyle bağlı ve sadık
duygular beslemişlerdir. Ne de olsa onlara yaşam zemini sunanlar bu dış
güçlerdir. Çoğu zaman onların eliyle başa gelmişlerdir. Örnek kabilinden,
Bedirxanların Osmanlılara karşı direnişe kalkışmadan önce Osmanlılarla
ortaklaşa olarak tasfiye ettikleri Said Bey -ki bu olay 1838 yıllarına denk
geliyor- benzer karakter çizgileri göstermektedir. İlginç olan ise Said Bey’in,
Bedirxan’a akraba olmasıdır. Sonradan Bedirxan’a ihanet edecek olan
Yezdanşêr’in dayısıdır.
Öyle görülüyor ki, Kürt elitlerinin bu döngüsel ihanet
olgusu yalnızca bizi hayretler içinde bırakmıyor. Birçok başka halktan
insanları da hayrete düşürüyor. Zira başka halklarda ihanet, Kürt egemen
sınıflarında yaşandığı gibi ele alınmıyor. İhanet, gerçek anlamda ihanet olarak
ele alınıyor. Ve bir yerde ihanet varsa, orada buna karşı tavizsiz bir duruş
sergileniyor. İhanet eden de ihanetini bildiği için arsız arsız ortalarda
dolaşmıyor. Daha önce sözünü ettiğimiz Moltke, birçok direnişin bastırılmasında
Osmanlılara akıl vermiş bir askerdir. Moltke anılarında, Said Bey olayına dönük
şöyle yazmaktadır: “Paşaya doğru yürüyüşü ve onun elini öper gibi yapması
sırasında, tasasız ve emin tavrına hayran kalmaktan kendimi alamadım. Paşa ve
hepimiz ayağa kalkmıştık. Said, af ricasına gelmiyordu. Çünkü mağluplar af
dilemezdi. Aksine, ray yani dostluk teklifine geliyordu. Bu teklif henüz
düşmanlık yapacak kuvveti olanlardan gelirse kabul edilirdi. Said Bey, paşa ile
benim aramda oturdu. Çubuklar ve kahveler getirildi. Sanki sadece basit bir
anlaşmazlık olmuş gibi Kürtçe görüşmelere başlandı (Malmisanij).
Kuşkusuz burada Said Bey’in havalı duruşu, halen var olan
askeri gücünden gelmiyordu. Havalı ve şaşaalı geliş ve oturuş, esasta
Osmanlılarla olan ilişki anlayışının sonucuydu. İsyana kalkışmasının görmezden
gelinmesi için, isyan halinde olan ya da isyan etme potansiyeli taşıyan bir
Kürt Beyi’ni rahatlıkla tasfiye edebilecek bir ihanet kapasitesi olduğunu
gösterir gibidir. Bir küçük bir büyüğüne karşı yetmezlik yapmıştır. Ağabey
tekrar küçüğü çağırarak, onu bir daha bunları yapmaması için uyaracak ve kardeş
ağabey ilişkisi sadakat temelinde devam edecektir. Dediğimiz gibi bu bir
kültürdür. Kürt egemenlerinin işgalcilere karşı bir yaşam kültürü!
Hâlbuki giderek çok ciddi düzenlemeler yaşanmaktadır.
Osmanlılar o eski ilişkilerini sürdürmemektedirler. Her geçen gün yeni bir
Mîrliği tasfiye etmektedirler. Ne var ki alışılagelen bağımlılık kültürü,
derinliğine devam ediyor. Ruhlara işlemiş bu kültür adeta genden gene
aktarılarak yaşamını devam ettiriyor. Öyle ki Osmanlılara karşı bir yenilgi
alınsa da, sanki bir şey olmamış gibi bir durum sürdürülmektedir. Kürt Beyi’nin
kalesi düşüyor fakat bu uydulaştırıcı kültür yine de devam ediyor. İşte bu
gerçeklik dışarıdan gelmiş bir Alman generalini hayretlere düşürmektedir. Ne
var ki bu Kürt egemenlerinin sürekli yaşadıkları bir durumdur. Onlar, yani bu
ihaneti yaşayanlar neden şaşırsınlar ki? Osmanlı, yani işgalci güç ruhlarında
öyle bir bağımlılık yaratmış ki sökülüp atılması çok ama çok zordur. İsyan
edenler biliyor ki, kendileri Osmanlının bir kulu ve tebaasıdır. Osmanlı da
biliyor ki onların, yani bu beylerin yaşam garantileri kendi ellerindedir.
Bunun için de suçlu kendisini suçlu görmez, yenen de kendisini infazcı görmez.
Ne de olsa bağlılık ve sonsuz sadakat devam ettirilecektir. Ve bu bir karakter
olarak, tüm bu egemenlerin ruhuna işlemiş bir ilişki ve bağımlılık durumudur.
İzzeddin Yezdanşêr İsyanı 1853-1856
Amcası Bedirxan’ın yerine geçen Yezdanşêr, 1856’da
gerçekleri görse de iş işten geçmiştir. O da ihanetin bedelini ezilmekle öder.
Yezdanşêr, Bedirxan Bey’in kıyımında yaptığı ihanet
karşısında, Bedirxan Bey’in yerine Cizre Beyi olarak atanmıştır. Ancak
Osmanlıların Cizre Beyliğini yeniden canlandırmaya niyetleri yoktur.
Çünkü Osmanlı, 1847 Yılı’nda Muş, Hakkari sancakları ile
Cizre, Botan ve Mardin’i içine alan idari birim olarak bir Kürdistan Eyaleti’ni
oluşturmuş ve başına da Esat Muhlis Paşa’yı, Kürdistan’da yönetim olarak
atamışlardı.
Osmanlılar planları gereği hedefleri Mîrlik sistemini
ortadan kaldırmaktı. Bunu daha sonra 1856 yılında resmi olarak Arazi
Kanunnamesiyle pratikleştireceklerdi. Olaylar bastırılıp tehlike atlatılınca,
Yezdanşêr’e de gerek kalmayacaktır. Onu uzaklaştırıp yerine bir Osmanlı paşası
atamaları ve bölgedeki Kürt Beylikleri’nin tümünü ortadan kaldırmak için yeni
düzenlemelere girişmenin zamanı gelmiştir. Umduğunu bulamayan Yezdanşêr,
Osmanlıya karşı iç cephe açmak için, onun Kırım Savaşı’nın elverişsiz
konumundan yararlanmak ister. İsyan, hızla büyür ve genişler. Öyle ki içine Kürdistan’da
yaşayan farklı ulusal azınlıkları da, Süryanileri, Ermenileri ve Rumları da
katar. Bu dönemde halklar, özgürleşmek için bir kurtarıcı arayışı içindedirler
ve bu rolü bu kez de Yezdanşêr oynar.
Durumu kendileri açısından tehlikeli gören İngilizler yine
devreye girdiler. İngilizlerin Musul konsolosu, Kürt aşiretlerin arasına ikilik
sokarak Yezdanşêr’in Osmanlıyla uzlaşması için yoğun çaba gösterir. Yezdanşêr,
politik tutarsızlığı ve verilen vaatlere hemen kanmasından kaynaklı olarak,
Osmanlıyla görüşmeyi kabul eder. Musul’daki İngiliz konsolosu Risam’in sözde
kişisel güvencesiyle, görüşme vaatleriyle tuzağa düşürülerek İstanbul’a
gönderilir ve orada tutuklanır. Böylece lidersiz kalan isyan kısa sürede
dağılır.
Hep aynı dokuyla karşı karşıya kaldığımızı burada yine
görmekteyiz. İsyan eden kişi, daha birkaç yıl önce o dönemin en büyük
direnişini kendi yetki, mevkii ve bireysel menfaatleri için satan ve pazarlayan
Yezdanşêr’dir. Bu kez de kendisi isyan edecektir. Çünkü bireysel çıkarlarının
zamanı geçmiştir. Osmanlı kendisini yeterince güçlü hale getirmiştir. Bir
işbirlikçiye ihtiyacı yoktur. Özcesi, kullanım değeri kalmayan bir Yezdanşêr
söz konusudur. İkinci bir dipnot da, İngilizlerin oyununa yeniden yeniden
düşülmesidir. İngilizlerin ipiyle kuyuya inmek, herhalde her zaman kuyunun
dibini boylamaktan öteye bir sonuç doğurmamaktadır.
Başka bir isyan da, sonraki yıllarda gelişecektir. 1878
yılında Bedirxan’lılardan Osmanlı Ordusu’nda paşa olan Osman ve Hüseyin
Paşaların (bunlar Bedirxan’ın oğullarıdır) Ruslarla savaştan dönerken,
Kürdistan’da çıkardıkları bir isyan vardır. İsyana, Kürt aşiretlerinden ve
köylülerinden yoğun destek gelir. Yaklaşık dokuz ay Botan’ı kontrol altında
tutarlar. Bedirxanlılar yaklaşık kırk yıldan beri bölgeyi denetimlerinde
tutmadıkları halde, bölgede bulunan aşiretler eski Mîr ailesinin isyanını hemen
destekler, hatta teşvik ederler. Yalnızca bu gerçeklik bile, bölgede Osmanlıya
karşı rahatsızlıkların ne boyutta olduğunu gösterir. Eksik olan yegâne olgu,
halkın bu rahatsızlıklarını doğru temellerde örgütleyecek bir önderliğin
olmayışıdır. Yapılan halka önderlik değil, bilakis kendi ailesel çıkarlarını
düşünen politikaların ötesinde başka bir şey olmamaktadır. Bu durumun ise adeta
sürekli direnmelerine rağmen kaybeden bir halkın umutlarını söndürmenin
ötesinde bir değeri yoktur.
AİHM Savunmaları’nda Başkan Apo genel anlamda bu Mîrleri,
beyleri, şeyhleri ve cümle cemaat Kürt egemenlerini ele alırken, şu tarihsel
değerlendirmeyi yapmaktadır:
“Ortaçağdan günümüze kadar oluşturulan ve hep etkili kılınan
Kürt feodalitesini çözümlemek, olup biteni anlamak açısından büyük önem
taşımaktadır. Genel karakteri kadar özgün yönleri, oluşum ve sürdürülme
yöntemleri, kimlere nasıl çıkar sağladığı, halktan neler götürdüğü, zihniyet ve
ruhsal yaşamı ne tür etkilediği, iradeyi ve ahlakı nasıl alçalttığı, halkın
tarihsel kimliği ve kültüründe hangi tahribatlar ve aşınmalara yol açtığı,
yabancılaşmayı ne kadar derinleştirdiği, ekonomik, sosyal ve siyasal olarak da,
daha ileri ve zengin olanakları nasıl engellediği tüm yönleriyle çözümlendikçe,
büyük bir aydınlanma sağlanmış olacaktır. Dolayısıyla doğru ve ileriye yönelik
bir politikleşme ve demokratik biçimlenmenin yolu açılacaktır. Bu görevin bir türlü
yerine getirilmediğini önemle belirtmek gerekir. Kürt üst tabakası politik
zeminini hiçbir zaman tartışmamış ve özeleştiriye açmamıştır. Bunun altında bin
yıllarca sürmüş lanetli bir çıkarlar dünyasının gizli olduğunu, bunun açığa
çıkmasının büyük bir ihanet ve suçlamaya konu teşkil edeceğini çok iyi
bildiğinden kim kendi çıkarlarına uygunsa, hiçbir insani ilkeye bağlılığı göz
önüne getirmeden, gerektiğinde en faşist, en karanlık ve yok edici güçlerle
ittifak etmeyi, halkı karanlıkta bırakmayı ve ilerici oluşum ve gelişmeleri yok
etmeyi, gözünü kırpmadan bunun gereklerini yerine getirmeyi en uygun politika
bellemekte uğursuz ve lanetli tarihi sürdürmekten asla vazgeçmemektedir.
d- Şeyh Ubeydullah Nehri İsyanı
1881’de gelişen Şeyh Ubeydullah Nehri İsyanı bazı
farklılıklar gösterir. Şeyh Ubeydullah İsyanı, önemli milli değerler taşır.
Başkan Apo, Şeyh Ubeydullah için şöyle demektedir: “Şeyh Ubeydullah dönemi
moderne yakındır daha doğrusu şeyhlerin bu ilk başkaldırısı, dönemin bir Kürt
proto-milliyetçiliği dönemi olduğudur. Şeyh Ubeydullah’ın bunu temsil ettiği
söylenebilir. (Tarih Üzerine Söyleşi-Abdullah Öcalan)
Şeyh Ubeydullah milli değerlerle, dini değerleri
birleştirerek birçok Kürt aşireti ve konfederasyonunu ortaklaştırabilmiştir.
Şeyh Ubeydullah’ın Nesturileri ve Asurileri yanına alması direniş ve isyanın
derinliğini gösterir. İsyana geçmeden önce, birçok Kürt Mîriyle
ilişkilenmiştir. Aynı zamanda dış güçlerle de ilişkilenmesini bilmiştir.
Şemzinan’dan, Urmiye’ye kadar hızla yayılabilmiştir. Fazla güçlenmesi, Rusları
tedirgin etmiştir. Yine Amerikan misyonerlerine yaptığı milli devlet olma
açıklamaları belgelidir. Şeyh Ubeydullah’ın, Amerikan misyoneri Dr. Cohran’a
yazdığı mektuptan da fikirleri net bir şekilde anlaşılmaktadır. Mektupta “Kürt
Halkı beş yüz binden fazla aile ile ayrı bir halktır. Dinleri ve dilleri
diğerlerine göre farklıdır. Yasaları ve gelenekleri ayrıdır. …kendi işlerimizi
kendimiz yönetmek istiyoruz. Böylelikle suçlularımızı cezalandırırken, güçlü ve
bağımsız oluruz. Diğer uluslar gibi ayrıcalıklarımız olur. Suçlularımız
konusunda, diğer uluslara hiçbir zarar gelmeyeceği sözünü üstlenmeye hazırız
(Waide Jwaideh) der. Ubeydullah, aynı mektuplarında direniş ve isyanın nedeni
olarak “Kürt Halkı’nın itibar ve selametini zedeleyici haksızlıkların ortaya
çıkmasını gösterir. Bu yöne doğru önemli görüşler ve düşünceler, tüm güçlerin
topyekûn olarak kendisini hedef almasına yol açar.
Şeyh Ubeydullah Nehri, 1878 yılında Osmanlı ve Ruslar
arasında gerçekleşen savaşa katılır. Osmanlılar bu savaşı kaybederler. Batıda
her gün kaybeden Osmanlı, doğuda da kaybetmektedir. Bu durumu Şeyh bizzat
görmüştür. Bunun üzerine Şeyh, bu durumu değerlendirmek için batılılarla ilişki
geliştirerek, onlara planlarını açıklar. Kaldı ki 1878 yılında Berlin’de
yapılan anlaşmada Osmanlı birçok gayrimüslim halka, özelde de Ermenilere karşı
tavizler vermiştir. Bu arada, Ermenistan gibi hususlar tartışılmaktadır. Bu
durum, Şeyhi etkileyen bir husustur. Kaldı ki farklı gayri Müslim halklarla
pozitif ilişkiler geliştirmek, dış güçlere mesajlar içermekteydi. Şeyh tüm bu
gelişmelerden rahatsız olan Kürt aşiretlerini ve beylerini toplamak için
çalışmaya başlar. Ancak var olan rahatsızlıkları Ermenilerin aleyhine
geliştirilmesi yerine bir arada yaşamayı yeğleyen bir tutum içerisindedir.
Batılı devletler Kürdistan’da yeni reformlar düşünürken, Kürtler de isyan
hazırlığı yaparlar. Şeyh, İstanbul’dan Kürdistan’a çıkmadan tüm önemli aşiret
reislerine, beylerine ve şeyhlerine telgraf göndererek toplantıya çağırır. Öyle
ki Şemzinan’da toplantı yaparken, önemli bir sayıda bey, aşiret reisi ve ileri
gelenleri bu toplantıda hazır bulunacaktır. Yukarıda dile geldiği gibi bölgede
yaşayan Ermeni ve Asuriler de, Şeyhle ilişkilenmişlerdir. Bir taraftan Şeyh’in
samimiyetine inanmışlardır, diğer taraftan ise Osmanlıya karşı ancak ortak
hareket etmek suretiyle Kürt elitlerinin sürekli olarak Sultan’ın piyonu olup
kendilerine saldırmalarının önünü alacaklardır. Übeydullah’ın bir fetva ile
Ermeni ve Asurilere asla karışılmaması talimatını savaşın ortasında vermiş
olduğunu da belirtelim.
Şeyh Ubeydullah, önce Doğu’ya yönelir. Doğu Kürdistan’ın
Kurmanç olan kesiminin önemli bir parçasını ele geçirir. Mahabad’ı da alır.
Sırada Urmiye vardır. Urmiye de ele geçirilir. Bu gelişmelerden Ruslar, İngilizler
ve Osmanlılar oldukça rahatsız olur. Osmanlılar, Şeyh’in üzerine yürürler. Şeyh
doğudan çıkmak zorunda kalır. Neredeyse hiçbir müttefiki ve isyanın bileşeni,
Şeyh’in yarattığı gelişmelerde bizzat kendi öz çıkarlarının korunduğunu görmez.
Tabi ihanet de bu algılayışın cabasıdır. Celali olan Timur Han bulunduğu alanda
oldukça etkili bir isimdir. Bu ismin Şah’ın Ordusu’na katılmasıyla dengeler
değişir ve yaşanan sonuç itibariyle yenilgidir. Yine İran Kaçar devleti başka
birçok hinliği de uygular. Örneğin Şeyh Ubeydullah’ın etkili Komutanlarında
olan Hamza’ya haber yollayarak anlaştıklarını belirtir ve bir komployla
yanlarına çekerek katlederler.
Şeyh Ubeydullah İsyanı bastırıldıktan sonra İran Kaçar
Devleti Kürt Halkı’na korkunç katliamlar yapar. Eline sağ geçen Kürtleri
katlederken mal varlıklarına ise el koymaktadır. Katliamlar o düzeyde dozajı
yüksektir ki, katliama onay veren İngilizler ve Ruslar bile rahatsız olur.
Rusların Tahran’daki elçisi: “Rusya’nın politikası Kürdistan’da yeniden çıkacak
bir ihtilalle zarar görecektir. .Bunun içindir ki, İran’ın Kürtlere reva
gördüğü vahşiyane davranışı terk etmesi gerekmektedir demektedir. Yine
Osmanlıların Vakit gazetesinde ise: “Sipah Salar, askerlerine Kürtlere
acımamalarını, köylerini yakmalarını, mahsullerin imha etmelerini (Tarihin
İsyanı-Osman Akbaş) belirttiğini dile getirerek, uygulanan vahşeti dile
getirmektedir.
Şeyh İstanbul’a çekilir. Daha doğrusu İstanbul’a çektirilir.
Şeyh Ubeydullah Nehri, 1882’de tekrardan Şemzinan’a dönüp isyanı bu kez Osmanlılara
karşı başlatır. Ancak isyan yeniden bastırılır. Bunun sonucunda Şeyh, Musul’a
götürülerek hapsedilir. Ancak aynı zamanda Şeyhin bir komutanı da olan oğlu
Seyit Abdulkadir, Musul kentine saldırarak babasını kurtarır. Şeyh tekrardan
bir isyan geliştirmek istese de, yeniden esir düşer ve yine yenilir. Şeyh
Ubeydullah, Mekke’ye sürgüne gönderilir. Orada sürgünde 1883 yılında vefat
eder. Geriye kalan yeniden boynu bükük, sinmiş ve umutsuz bir halktır.
Başkan Apo Şeyh Ubeydullah İsyanı için: “Şeyh Ubeydullah
Hareketi, Osmanlı-Rus Savaşıyla (1877-1878) bağlantılı olarak gelişim
göstermiştir. Osmanlıların Ruslar karşısında güç duruma düşmesinden
yararlanılmış, dış güçlerle olan çelişkilerinden yararlanılmaya çalışılmıştır.
Ayrıca imparatorluktaki milli hareketlerden de etkilenilmiştir. Kürt toplumunda
yeni gelişen beklentiler dikkate alınmıştır. Hareket sadece din adamlarının
değil, etkili diğer çevrelerin de desteğiyle kısa sürede büyümüştür. Merkezî
bürokrasiden şikâyetler ve milli istekler düzenlenen toplantılarda dile
getirilmiş ve amaç kapsamına alınmıştır. Hareket hem Osmanlı hem de İran
Kürdistan’ının geniş bölümlerinde etkili olmuş ve askeri form kazanmıştır.
Resmi bir devlete dönüşmesi için dönemin hegemonik güçlerinden birinin veya
birkaçının desteği yeterli olacaktır. Ancak bu destek gösterilmemiştir. İran ve
Osmanlı devletlerinin Batılı hegemon güçlerin tüm isteklerini kabul etmeleri,
bu desteğin esirgenmesinde temel etken olmuştur. Destek Osmanlı ve İran
devletlerinden yana gösterilince, bu büyük isyan hareketinin tasfiye edilmesi
de kolay olmuştur demektedir.
Devamında ise Osmanlı saltanatının ilişki tarzı ve yönetim
stratejisi üzerine şu gerçekliğe dikkat çekmektedir: “Sultan İkinci Abdülhamit
döneminde meydana gelen bu hareketten sultanlık önemli dersler çıkarmıştır.
Bedirxan Bey ailesine uygulanan yöntem aynen Ubeydullah Nehrî ailesi üzerinde
de denenmiştir. İstanbul’a taşınıp onlar aracılığıyla Kürtlerin bir kısmı
kontrol altına alınmaya çalışılmıştır .
“Kürt toplumunda önemli dönemeç noktaları vardır. Bu
tarihsel dönemeçler Kürt toplumuna özgü bir sosyal olay değildir. Her toplum
kendisini anlamaya çalışırken, bu dönemeçleri ele alarak anlamaya çalışır. Ve
bu dönemeçler, eskinin yıkılması üzerine gelişen yeniyi ifade eder. Toplumsal
örgütlenmeler değişik ekonomik tarz, değişik siyasal değişikliklerle olur.
Kültürel alanlarda değişiklikler olur. Bu değişiklikler birden bire olmaz. Eski
yeniyi içinde taşır. Yeni eskiyi oluşturur. Son tahlilde toplumsal olaylar,
devrimsel bir çizgiyi takip ederler. Kürt Toplumu evrimle birlikte dış
müdahalelerden daha çok etkilenmiştir. Toplumsal değişimi genellikle dış güçler
belirlemişlerdir. Kürt toplumunun yaşamına çok sayıda yabancı girmiştir.
Bunların her biri, bir değişiklik yapmış ve bir dönemi ifade etmişlerdir. Bu
dönemeçlerin bir tanesi de 19. yy’da Emirliklerin yıkılması ve isyanların
bastırılmaların ardından ortaya çıkan durumdur. Bu durum kimi Kürt özelliğini
geri iterken, kimisini başat hale getirmiştir. Toplumsal sadakat noktaları
değişmiş, toplumun en kutsal kavramı değişmiştir. Bu tabakalaşmada ve
sınıflaşmada değişiklikler olmuştur. (Aşiretçilik ve Milliyetçilik)
Birazdan açacağımız gibi emirliklerin tasfiyesiyle, daha
sahte ve daha yapay iki elitist kategori geliştirilmiştir. Bunlardan ilki daha
çok Mîrlerin yanında barınan kâhyaların, Osmanlıya ajanlık yapanların ve
toplumda değer görmeyen tiplemelerin ağa olarak ortaya çıkmasıdır. Diğeri ise,
toplumun belleğinde çözüm gücü olarak algılanan Mîrlerin ortadan kalkmalarıyla,
oluşan kaos ortamında yerlerine alan dini liderlerin geçmesidir.
Devam Edecek: Gelecek…
Abdullah Öcalan Sosyal Bilimler Akademisi Yayınları
Tarih Şimdidir-Kürdistan Tarihine Özlü Bir Bakış
Kasım Engin
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.lekolin.com – www.lekolin.org – www.lekolin.net –
www.lekolin.info -www.navendalekolin.com -http://kursam.org/index.html
0
21
TR
HE
:” ”
:””
” “,” ”