Geçtiğimiz ayın sonunda DAİŞ, Hasekê’de büyük çaplı, kompleks ve çok yönlü bir saldırı düzenledi. Binlerce DAİŞ çetesinin tutulduğu cezaevine yönelmiş bu saldırı sonuç olarak başarısız oldu. 121 QSD savaşçısının yaşamını feda ederek püskürttüğü bu saldırının ardından DAİŞ’in ikinci halifesi ilkinin öldürüldüğü yerin yakınlarında yine TC’nin egemenliğinde ve gözetiminde olan İdlib’te QSD’nin de katıldığı bir operasyon ile öldürüldü. Böylece Kürt halkına ve onun şahsında insanlığın tüm demokratik güçlerine yönelmiş çok ciddi bir saldırı etkisiz kılındı. Bununda ötesinde İslam’ı faşist düşünce yapılarına kalkan etmek isteyen güçlere de büyük bir darbe vurulmuş oldu.
Bilindiği gibi bu savunmanın hemen ardından AKP-MHP faşizmi Şengal, Mexmur ve Rojava’yı hedefleyen geniş bir hava saldırısı düzenledi. Bu saldırılarda birçok sivil ve halk savaşçısı yaşamını yitirdi. TC bu saldırılara “Kış Kartalı” adını verdiğini duyurdu. Oysa “Hasekê ve İdlib’in Kuyruk Acısı” adını vermeliydi. Çünkü bu saldırıların amacını bu ad çok daha iyi anlatırdı. Devrimci ve demokratlar için gün gibi açık olan DAİŞ-TC birliği bunu görmek istemeyenlere inat bir kez daha gözler önüne serilmiş oldu. Soykırımcı TC rejimi DAİŞ’in yediği büyük darbeye misillemeyi DAİŞ en yaşamsal kayıplarını yaşadığı yerdeki güçlere saldırarak yapmak istedi. Seçilen hedefler bu saldırının amacını da gösteriyordu. Kuşkusuz bu saldırıların tek özelliği intikam saldırıları olması değildi ama en belirgin yönü buydu.
Bu saldırıların nedenlerini ve geliştiği zemini ele almadan önce TC ile DAİŞ arasındaki ilişkideki nitelik değişikliğini de vurgulamak gerekir. Bu insanlık dışı oluşum daha ilk çıkışından itibaren TC ile yakın bir ilişkideydi. Sınırda Türk askerleri ile DAİŞ çetelerinin selamlaşması ile simgelenen bu ilişki birçok güç tarafından vurgulanmıştı. Örneğin Rusya o zaman DAİŞ TC ilişkisinin kanıtlarını da tüm dünyaya sunmuştu. Yine Türkiye’de 2015 yılında Kürt halkına ve demokratlara yönelik devlet saldırılarında DAİŞ bir araç olarak kullanılmıştı. Buna rağmen bu çete örgütünün içindeki farklı güç bileşenleri nedeniyle TC ile ilişkisini ortaklık olarak ele almak sınırlı bir değerlendirme olsa da çok yanlış değildi.
Fakat bir süreden sonra özellikle de QSD, DAİŞ’i işgal ettiği topraklardan söküp attıkça bu ilişki artık müttefiklikten öte bir konuma geldi. Önder Öcalan’ın Ortadoğu’nun JİTEM’i olarak adlandırdığı DAİŞ, TC soykırımcı sömürgeci rejiminin hem Kürt soykırımında hem de Ortadoğu’daki işgalci yayılmacılığında kullandığı bir aparat haline geldi. Bu açıdan şimdi “Milli Ordu” dedikleri paralı asker sürüleri ile DAİŞ arasında bir fark yoktur. Ve nasıl ki o paralı askerlerin işgal bölgelerindeki suçlarından TC sorumluysa DAİŞ’in her tür saldırı ve suçundan da TC sorumludur. Bu durum Suriye için geçerli olduğu gibi Irak için de geçerlidir.
Gerek DAİŞ adıyla gerekse doğrudan kendi ordusu ile olsun AKP-MHP faşizminin yeni yılın başlangıcından bu yana yeni bir saldırı dalgası başlattığını görebiliyoruz. Bu yeni saldırı hamlesi Başurê Kürdistan’dan Rojava’ya Bakurê Kürdistan’dan Rojhilatê Kürdistan’a kadar yayılıyor. Bu saldırıların ilk nedeni kuşkusuz faşist hükümetin artık yerlerde sürünen oy desteğini şovenist histeriyi ile telafi edebilme hayalidir.
Faşist hükümetin varlık sebebi olan soykırım saldırıları Kürt özgürlük hareketinin direnişine çarptıkça sallantı başlamış ve tüm vahşi saldırılara karşın sonuca gidemeyince çöküş başlamıştır. Bugün mevcut iktidarın yapılacak seçimi kazanamayacağını herkes görmektedir. Aynı kaçınılmaz sonucu gören faşist yöneticiler soykırım operasyonları ile kendini kurtarmak istemektedirler. Muhtaç oldukları Kürt soykırımında kitleleri kandıracakları sahte bir zafer hikâyesidir. Bunun için saldırılarına yoğunlaştırmaktadırlar. Faşist hükümet zayıflamakta ve zayıfladıkça daha saldırgan hale gelmektedir. İktidarı bırakmamak için yapamayacakları bir şey olmadığından faşist hükümetin çöküş evresine girmiş olması onu daha tehlikeli hale getirmektedir.
Bu saldırıların diğer bir boyutunu ise uluslararası durum oluşturmaktadır. Kürt soykırımı ile bölgesel hegemonik bir güç haline gelmek isteyen ve tüm Ortadoğu halkları için tehdit oluşturan AKP-MHP hükümeti daha ilk günden bu yana uluslararası sistemin kaosundan yararlanmak istemektedir. ABD ile Rusya arasındaki gerilim ve çelişkilerden kah birine kah diğerine yanaşarak faydalanmak faşist hükümetin temel taktiğidir ve bunda geçtiğimiz dönem boyunca kısmen başarılı da olmuştur.
Özellikle Rojava’ya yönelik işgal saldırılarını bu zeminde geliştiren TC aynı zamanda dünya gündemini de yakından takip etmektedir. Örneğin bu çerçevede yazın Afganistan’da Taliban iktidarının tekrardan kurulması nedeniyle başlayan gündemi kendi amacı için kullanmış ve dört parça Kürdistan’da ciddi saldırılar geliştirmişti. Kürt halkının direnişine çarpan bu saldırı konseptini büyük bir işgal saldırısı ile geliştirmek isteyen Türk Devleti sonbaharı ayları boyunca sürekli bir tehdit kampanyası başlatmıştı. Fakat merkez kapitalist devletlerin desteği olmadan tek bir adım atamayan TC ne Rusya’dan ne de ABD’den yeşil ışık alamamıştı. Bu nedenle o dönem sadece tehdit ile yetinmek zorunda kalmıştı. Fakat şimdi Ukrayna krizi nedeniyle oluşan kaotik durumdan böyle bir çıkış yaparak yararlanmayı hedeflemektedir. İki gücünde odağının bu bölgeye kaymasını fırsat olarak görmektedir. Gerek Hasekê’deki saldırıyı gerekse Kürdistan’ın iki parçasına yönelttiği son saldırıları bu zeminden ele alabiliriz.
Faşist saldırıların hegemonik güçlerin desteği ve onayı ile geliştiği doğrudur. Fakat sonucu belirleyen bu saldırılara karşı geliştirilen direniştir. Masa başlarında yapılan hesapları boşa çıkaranda 2021 yılı boyunca Garê’den Avaşin’e kadar her yerde gördüğümüz gibi direniştir. Bu yeni saldırı dalgasını kıracak olanda yine Kürt halkının meşru savunma güçleri öncülüğünde geliştireceği toplumsal direniş olacaktır.
Leyla EGİT
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi