15 Şubat 2010 Pazartesi Saat 14:05
0
21
TR
:” ”
:””
” “,” ”
” ”
Yaşamın (canlılığın) olduğu her yerde bir düzen işler. Ancak
bu düzen, ne dinin iddia ettiği gibi tanrı tarafından nede bilimin iddia ettiği
gibi mutlak evren yasalarınca belirlenir. Düzen dediğimiz, evrendeki binlerce
çeşitliliğin zaman, mekân, duygu, akıl, estetik, ahlak, varlık vb. birçok
bakımdan birbirleriyle kurduğu ahenkli bağlantı yahut uyumdur. Kozmos, bu
bağlamda organik bir düzendir. Kozmostaki her çeşitlilik, kendi özgünlüğünü
koruyarak bu ahenge (uyuma) dâhil olur. Böylece farklılıkların birliği
dediğimiz durum gerçekleşir. Buda kozmosta bir adalet ilkesinin işlediğini
gösterir. Nitekim ilkeleri ve kuralları olmaksızın bir düzeni düşünmek, zaten
olası değildir. Evrendeki tüm canlı düzenler için geçerli olan bu format,
toplumsal düzen için de aynı geçerliliktedir. Toplumsal düzen, toplumsal
bireylerin (ki bununla ahlaki ve politik bireyler kastedilmektedir) kendi
özgünlüklerini koruyarak birbirleriyle kurdukları emek-üretim ilişkilerinin
oluşturduğu uyumlu bir bütündür. Buradaki uyum ise, ahlak ile sağlanmaktadır.
Yani Kozmostaki adalet ilkesi, toplumda ahlak olarak gerçekleşmektedir.
Toplumsal ahlakın gelişimi, ilk toplumsal ilişki
diyebileceğimiz anne-çocuk ilişkisinden kaynaklanır. Yeni doğmuş bebeğin
olgunlaşma evresine kadar ki korunma ve beslenme ihtiyacı, ana kadını çocuğuyla
empati, his ve sezgiye dayalı bir duygusal ilişki kurmaya götürür. Duygusal
zekaya dayalı gelişen bu anne-çocuk ilişkisi, toplumsal gelişmeyi doğuran ilk
sosyal ilişkidir. Ana kadını, doğayı izlemeye ve ondan yararlanmaya iten bu
duygusal ilişki, kadın açısından toplumsal gelişmeyi yaratacak olan
toplayıcılık kültürünün edinimiyle sonuçlanmıştır. Doğanın kendisini nasıl
sürdürdüğünü öğrenirken, aslında doğadaki evrensel oluşumun diyalektiğini de
çözen kadın, üretimin ve yaratıcılığın evrensel yaşamın sürdürücülüğünün temel
fonsksiyonları olduğunu keşfetti. Böylece toplayıcılıktan elde edilen birikim,
doğadan edinilen tecrübenin de (doğa bilgisi) sonucu olarak, muazzam bir üretim
gücüne (ahlak) ve yaratıcılığa (politika) dönüştürüldü. Açığa çıkan bu üretim
ve yaratıcılıkla ana kadın, önce toplumsal insanın kök hücresi klanı etrafına
topladı, ardından da insanlığın en büyük gelişmesi olan tarım-köy toplumunun
doğuşunu sağladı.
Dolayısıyla, toplumsallığımız var oluşunu, büyük ölçüde
ana-kadının duygusal zekasının gücüne borçludur. Duyguların insan
ilişkilerindeki gücü, bugünde toplumsallığımızı belirleyen en temel etkendir.
Toplumsal yaşama dair kişisel kararlarımızı ve hareketlerimizi şekillendiren,
düşüncelerimizden çok duygularımızdır. Düşüncelerimiz ise, duygularımızdan çok
sonra devreye girer. Tabi diğer canlılardan farklı olarak insan türünde mevcut
olan bu birbirinden tamamen farklı iki kavrama tarzı, toplumsal yaşantımızı oluşturmak
için daima etkileşim halindedir. Duygusal zeka bize doğru yönü gösterirken,
analitik zeka da bunun nasılı için devreye girer. Ama duygusal zeka olmadan
analitik zekanın bir verimliliğinden bahsedilemez. Çünkü bizler, yaşamı daha
çok duygusal zekanın his, sezgi, empati özellikleriyle algılarız. Ana-kadının
doğurganlığı sayesinde yaşamla kurduğu bağ, ondaki bu duygusal algıyı,
erkeğinkine nazaran daha güçlü kılmıştır. Bu yüzden duygu veya duygusallık
deyince ilk akla gelen kadın olmaktadır.
Gerek toplumsal yaşamda olsun gerek toplumsal ilişkilerde,
zekâ, insanları ve insan ihtiyacını anlamaktır. Bu ise his, sezgi, empati gibi
duygusal zekayı deyimleyen özelikler olmadan mümkün değildir. Bu açıdan
diyebiliriz ki, insanı toplumsal birey yapan niteliklerin çoğu duygusal zekadan
gelmektedir. Örneğin ahlaki ve politik insan olarak toplumsal birey, bu iki
temel niteliğini duygusal zekanın sezgi ve empati yetisinden alır. Kendisini
toplumsal yaşama dahil eden kişisel eylemselliğine ilişkin kararları mantıktan
çok sezgilerinin yardımıyla alır. Ötekinin varlığını, özgünlüğünü ve
farklılığını tanıyarak onunla aynı özgürlük uyumunu yakalamak, güçlü bir empati
yeteneği ister. Bu açıdan ahlakın kaynağı da empatidir.
Dolayısıyla duygusal zekâ üstünlüğüyle kadın, yalnızca
sosyal ilişkinin gelişiminde değil, toplumdaki farklılıkların birbirleriyle
kurdukları uyumu ifade eden toplumsal düzenin de, kurmay gücüdür. Zira sevgi,
barış, güzellik, şefkat, paylaşımcılık, duyarlılık, aşk vb. gibi toplumsal
düzeni sağlayan ahlaki olgular, duygusal zekâdan kaynaklı olgulardır. Bu
nedenle bu olgulardan bahsederken, ilk akla gelen kadın olur. Çünkü toplumsal
düzeni sağlayan kurallar ve ilkeler toplamı olarak ahlak, bir kadın
yaratımıdır. Nitekim ister toplumsal hakikat açısından bakalım, ister
toplumsallığın ilk evresi olan doğal toplum veya mitolojik veriler açısından
bakalım, son tahlilde toplum, kendisini kadın olarak gerçekleştirmiştir. O
halde toplumsal ahlakın kadın olarak anlam kazanması son derece olağandır.
Bunun anne-çocuk ilişkisinden ve kadının duygusal zeka üstünlüğünden kaynaklı
yanlarını daha önce açmıştık. Bununla birlikte Tanrıça İnanna’dan çalınan 104
ME de, toplumu düzenleyen ilk ahlak kuralları olarak, toplumun ilk anayasası
olma unvanına sahiptir. Bilindiği üzere 104 ME, kadının yaptığı işlerin ve
gerçekleştirdiği icatların yanı sıra, aynı zamanda toplumsal yaşama ilişkin
oluşturduğu ilkelerin de toplam ifadesidir. Bu açıdan mitolojideki kadın
mitlerine yüklenen sıfatların her biri, aslında 104 ME toplamı içerisindeki bir
ahlaki ilkeyi deyimler. Bunu yasa, adalet, toplumsal düzen vb. gibi olguların
yaratıcıları olarak mitleştirilen İnanna, Maat, Praksidike, Themis
tanrıçalarıyla örneklendirmek mümkündür.
Bilindiği gibi Mezopotamya’da doğurganlık ve bereketin
simgesi, 104 ME’nin koruyucusu ve tüm tanrıçaların ana tanrıçası olarak anılan
İnanna mitinde İnanna’nın kendi aşk tapınaklarında, vahşi erkeği
ehlileştirdiği anlatılır. Aşkın (anlamın-bilginin) öğretildiği bu tapınaklarda,
kadının, doğaya hükmeden ve onu yok eden vahşi erkeği doğa ile uyumu yakalamış
toplumsal bir bireye dönüştürerek, hem evrensel düzen açısından hem de
toplumsal düzen açısından yaşamsal bir misyonu üstlendiğini kavramaktayız.
Bunun içindir ki eski bir Babil yazıtında, İnanna’nın ağzından şu cümleler
dökülmüştür “Ben ki Tanrıça İştar`ım, Hayat denilenim, Siz bana ölüm deseniz
bile. Yasa denilenim, Siz bana kuraldışı deseniz de. Aradığınız benim ve
bulduğunuz. Dört bir yana saçtınız beni ve şimdi parçalarımı topluyorsunuz
“Ben yasayım diyen ana tanrıça İnanna, Mısır’da karşımıza
Adalet ve Evrensel Düzen Tanrıçası Maat, Yunanlılarda Kanunların, Adaletin, Örf
ve Adetlerin Tanrıçası Themis, diğer topluluklarda ise Adaletin Tanrıçası
Praksidike ve Adaleti koruyan Ahlak Tanrıçası Nemesis olarak çıkar. Daha
sonraki toplumlarda ise karşımıza aşkı ve güzelliği ahlaki yaşamın temeli yapan
Aşk Tanrıçası Afrodit olarak çıkan İnanna, son kertede ahlakın terazisi olarak
simgeleşen Melek formuyla karşımızdadır. Bu kısa mitolojik verilerden de
çıkarılacağı üzere, kadının toplumsal formları olarak anlam kazanan Tanrıça,
Afrodit ve Melek formasyonları, toplumsal ahlakın aslında kadın olarak
gerçekleştiğini açıklar. Nitekim her üç formasyon da, toplumsalın ahlakı olarak
gerçekleşmiştir.
Örneğin, ana-kadının bilgelik, kapsayıcılık, yaratıcılık,
bereket, erdem ve adaletinin ifadesi olarak Tanrıça, birinci ve ikinci doğa
arasındaki evrensel uyumun dengesidir. Bu denge ise, insanın ilk toplumsallaşma
evresinden bu yana kendisini ahlak olarak gerçekleştirmiştir. Zira Tanrıça
bilgeliğinde birinci doğayı kendinde, kendini ise birinci doğada algılama
olarak gerçekleşen, “insan evrenin özetidir kavrayışına ulaşılmıştır. Tanrıça,
bir nevi “kendini bil felsefesinin pratik gerçekleşmesidir. Bu anlamda,
evrensel hakikatin bütünlük ve evrensellik ilkelerinin toplumsal yaşama
uygulanması olarak kavramlaşan tanrıça kapsayıcılığı, insanlık açısında yaşamın
ilmine ulaşmayı ifade eder. Bununla birlikte insanlık, tanrıça yaratıcılığı ve
bereketinde ansal gerçekleşme ve süreklilik için, üreme, emek ve üretim
olgularının hayati öneminin farkına varmıştır. Ayrıca tanrıça erdemliliğinde
iyilik ve doğruluk olgularını edinirken, tanrıça adaletinde de eşitlik ve
uyumun evrensel yaşam açısından ehemmiyetini sezinlemiştir. Dolayısıyla,
eşitliğe dair içerdiği felsefi ve yaşamsal derinlikle tanrıçalık, bir ilke
olarak toplumda gerçekleştirilmedikçe, gerçek bir yaşamdan veya düzenden
bahsedilmesi mümkün değildir.
Aynı yaklaşım, ana-kadının daha özgün bir formasyonu olarak
gerçekleşen Afrodit için de geçerlidir. Bilindiği gibi Afrodit, güzellik ve aşk
tanrıçasıdır. Estetik ile ahlakın bileşkesidir. Afrodit mitinde kadın, aşkın
kaynağıdır, aşkın kendisidir. İnsanların kalplerine sevgi tohumları serpen,
onlara neşe ve sevinç veren ve dünyayı güzelleştirendir. Afrodit’te, aşkın
intiharının yaşandığı evlilik kurumuna karşı, kadının aşk uğruna verdiği
mücadele anlatılır. Bu anlamda Afrodit, doğal toplumdaki özgür insanın
(toplumsal bireyin) iktidara, mülkleştirmeye ve köleliğe karşı verdiği özgürlük
mücadelesinin ifadesidir. Dolayısıyla Afrodit, kadının aşkla yaratılan özgürlük
ve güzellik ifadesi olarak gerçekleşir. Artemis, Lilith ve Amazon kadınları, bu
gerçekleşmenin faklı mitsel anlatımlarıdır. Bu bakımdan aşk, en büyük ahlaki
değerdir. Zira yalnızca aşk, kişinin öz varlığını-öznelliğini ortaya koyabilir.
İnsanı aşktan soyutlayıp madde-düşünce boyutuna indirgediği¬mizde, kişiliğini
(yani ahlakiliğini) de ortadan kaldırmış oluruz. Bu bağlamda irade özgürlüğü,
güzellik ve mücadele gibi ahlaki değerler salt kişinin aşk eyleminde ortaya
çıkarlar. Dolayısıyla kişinin ahlaki değerini, ancak kişinin aşk eylemiyle
birlikte kavrayabiliriz. Bununla birlikte Afrodit’te aşk ve güzellik evreselin
bütünlüğü, doğallık ve birliğin ahenkli uyumu olarak yani “adalet olarak
gerçekleşir. Bu anlamda Pierre Leroux’un da dediği gibi “Aşk en ilahi biçimiyle
bir adalettir . Zira parçalanmış, kendi farklılığından yani özünden koparılmış
ve dağınık-kaos halini almış hiç bir şey için bir aşk ve güzellikten,
dolayısıyla da bir düzenden bahsedilemez.
Ayrıca ana-kadının doğallık, dürüstlük (temizlik) ve iyilik
(yardım severlik) gibi özelliklerini ifade eden Melek formasyonu da, toplumsal
açıdan diğer iki formasyonun geliştirdiği ahlaki değerleri tamamlar mahiyetteki,
kişilikle ilgili ahlaki değerleri geliştirmiştir. Kişiliğine bu ahlaki
değerleri yedirmeyip, kendinde doğallık yerine sahteliği veya özsüzlüğü,
dürüstlük yerine yalanı ve iyilik yerine kötülüğü yaşatan bir bireyin toplumsal
düzenden çok toplumsal kaosa hizmet edeceği açıktır. Dolayısıyla Melekleşme de,
toplumsal düzen açısından vazgeçilmez olan temel ilkelerimizdendir.
O halde toplumun eşitlik, özgürlük ve adalet ilkeleri olarak
anlam kazanan Tanrıça-Afrodit-Melek formlarının, toplumsal ahlak veya düzen
açısından kadın anayasasının temel ilkeleri olarak yeniden anlamlaştırılması,
gerek aile ve devlet hukukunun içerilmiş kölelik formasyonları olarak anlam
kazanan ana-kızkardeş-karı statülerinden kadını kurtarmak, gerek toplumsal
kaosun kaynağındaki kadın özgürlük sorununu çözmek, gerekse de toplumsal düzeni
yeniden sağlamak açısından hayati önemdedir. Nitekim kaos-kriz toplumu olarak
tanımladığımız günümüz toplumsallığının yaşadığı çözülmenin (sosyal çözülme)
kaynağında, ilke düzeyindeki bu üç toplumsal formasyonun yitip gitmesi ve
yerine, namus ve hukuk kanunlarının belirlediği ana-kızkardeş-karı statülerinin
geçmiş olması yatmaktadır.
Kadın hapsedildiği bu statülere rağmen, hala toplumsal
ahlaktaki rolünü oynamaya devam etmektedir. Keza kadının bu misyonunu yerine
getirmemesi halinde, ortada toplum diye bir şey kalmaz. Ancak, buradaki sorun,
kadının bu toplumsal misyonunun erkeğin sınırlarına hapsedilmiş olması ve
dolayısıyla misyonunun gerektirdiği kadarını yerine getiremiyor olmasıdır.
Örneğin günümüz açısından toplumsal düzenin sağlanmasında
önemli bir rolü olan eğitim alanın başat aktörü yine kadındır. Bildiğiniz gibi
eğitim alanı çocuğu, var olan toplumsal düzene katmak için hazırlar. Ancak bu
alan için çocuk yetiştiren annenin çocuğun ilk eğitmencisi olması itibariyle
oynadığı rol, kesinlikle eğitim kurumlarınkinden daha belirleyicidir. Zira
devletlerin eğitim alanı, çocuğun daha çok analitik düşüncesini geliştiren ve
daha ağırlıkta bu düşüncenin kullanacağı mesleki yetenekler kazandıran kurumlardan
meydana gelmektedir.
Ekin Gever
Kürdistan Stratejik Araştırmalar
Merkezi
www.lekolin.org – www.lekolin.net –
www.lekolin.info