12 Haziran 2012 Salı Saat 08:05
Batı Avrupa’da yükselen kapitalist hegemonyanın Ortadoğu kökenli merkezî uygarlık sisteminin önderliğini ele geçirmesi ve Ortadoğu kültürü üzerinde kendini yeniden inşa etmeye çalışması büyük felaketler pahasına gerçekleştirilmiştir. Maddi kültür ve zihniyet kültürü üzerinde yürüttüğü hegemonik inşa ile binlerce yıllık toplumsal kültürleri kendi ajan kurumlarının en başta geleni olan ulus-devletçikler hegemonyasında, sürekli bir savaş ortamında sık sık gerçekleştirilen katliam, sömürgecilik, asimilasyon, soykırım ve zoraki entegrasyonlarla tasfiyenin eşiğine getirmiştir. Ne yazık ki, Ortadoğu’nun son iki yüz yıllık tarihinde bünyesel çelişkileri de kullanılarak inşa edilen ajan hegemonik kuruluşların daha bilince çıkarılması bile düşünülmemektedir. Kapitalist modernitenin sadece oryantalizmin düşünce tarzında değil, tüm yaşam üzerinde egemen kılınması ancak çok kapsamlı çözümlemeler ve “demir kafes içinde olma metaforuyla açıklanabilir.
Örneğin binlerce yıllık yerel otantik kültürlerin başında gelen Asurî, Ermeni, İon ve Gürcü mirasının neredeyse müzelik duruma gelmesinde kapitalist modernitenin rolü eleştiriye bile açılamamış, yaşadıkları katliamlar ve soykırımlar diyalektik düşüncenin ışığında aydınlatılamamıştır. Kaldı ki, kendilerini ulus-devlet olarak inşa eden hâkim Arap, Fars ve Türk kökenli iktidarların kendi öz toplumsal kültürleri üzerinde de birer soykırım makinesi gibi işlev gördükleri daha da karanlıkta bırakılmış gerçeklikler konumundadır. Ulus-devletin çözülmesi ve maskesinin düşmeye başlamasıyla birlikte, sadece sömürge coğrafyasında değil, ana hegemonik güç coğrafyasında da “homojen ulus-toplumlar adına hareket eden bu kurumun azami kâr kanunu gereği özünde bir totaliter-faşist yapılanma niteliğinde olduğu yeterince açığa çıkmıştır.
Kapitalist modernitenin yenilenmiş bu Leviathan’ı Kürtler söz konusu olduğunda en görünmez kılıklara girmekte, her tür ikilemler inşa etmekte ve gittikçe yoğunlaşan kültürel soykırımı ‘ilerlemecilik’ adı altında dayatmaktadır. Şüphesiz Kürt kültürel soykırımının Ortadoğu kökenli merkezî uygarlık sisteminde köklü nedenleri vardır sadece kapitalist moderniteye bağlanamaz. Ama Batı Avrupa kökenli kapitalist modern hegemonyanın bölgedeki son iki yüz yıllık rolünü açıklığa kavuşturmadan, ne Kürt gerçekliğini ne de kangren halini almış Kürt sorununu kavramlaştırabilir ve kuramlaştırabiliriz. Osmanlı imparatorluk geleneğinin kalıntıları üzerinde vücut bulan Türk gerçekliğiyle ancak dar iktidarcılık bağlamında ilişkisi kurulabilecek olan ve Türk’ten çok iktidar hastası her tür milliyetsizlerden inşa edilen “Beyaz Türk faşist elidinin, Türk halkı da dâhil, tüm Ortadoğu halk kültürleri üzerinde bir soykırım makinesi gibi çalıştırılmasında, başta İngiltere olmak üzere Almanya, Fransa ve diğer önde gelen Avrupalı hegemonik güçlerin sorumluluğu belirleyicidir. Çokça gündemleştirilen Ermeni soykırımında bu Beyaz Türk faşizminin sadece bir alet gibi rol oynadığı rahatlıkla açıklanabilecekken, bu hegemonik güçlerin kendi sorumluluklarını açığa vurmaktan kaçınmaları ve tüm suçu Türklere yıkmaları ancak bilinçli bir saptırmayla izah edilebilir.
Bu gerçeklik daha açık olarak Kürt kültürel soykırımında gözlemlenip açıklığa kavuşturulabilir. AİHM’e yönelik savunmalarımın bu son kısmında bu gerçekliği aydınlatmaya çalışacağım. İmralı Adası’ndaki yargılanmam özünde Avrupa ulus-devlet sistemi adına Türkiye Cumhuriyeti’ne yaptırılmıştır. Yani Türk devlet gücüyle gerçekleştirilen bir yargılama değildir. Türk iktidar elidinin bundaki rolü taşeronluktan öteye gitmez. Şüphesiz bu çirkin ve düşünce karıştırıcı bir roldür. Gerçeğinin doğru bir ifadeye kavuşturulması büyük önem arz etmektedir. Şahsıma uygulanan iktidar baskısı ve hukuki oyunlar ısrarla görülmek ve kabul edilmek istenmemektedir. Son derece örtülü bir Gladio (Gizli NATO) operasyonuyla tutsak alınmam gibi evrensel hukukun ve AB hukukunun açıkça ihlali anlamına gelen bir husus bile, Avrupa Konseyi’nin sorumluluğu altında bulunan ve adil olması gereken AİHM’de de aleyhimde sonuçlandırılmaya çalışılmaktadır. Öyle ki, sayıları iki yüzü geçen aynı statüdeki yeniden yargılanma‟ davalarına ilişkin kararlar içinde yalnızca şahsıma yönelik olanı, Avrupa Konseyi’nin Türk devleti ile vardığı skandalvari bir anlaşma temelinde, hiçbir utanç ve vicdan azabı duyulmadan, sözde “dosya üzerinde sonuca bağlanıp AİHM’e iade edilmiş, böylelikle davanın en önemli bölümü tamamlanmış sayılmıştır. Tüm evrensel hukuk ilkelerini halen ihlal eden ve lehimde olan kanun hükümleri için özel maddeler çıkaran Türk yargısının çok açık olan bu hukuk dışı uygulamaları ve kararları AİHM’den hüküm beklemektedir. On iki yıldır hiçbir hükümlüye uygulanmayan bir infaz statüsü altında bulunmam ve hem Türk yargısı hem de AİHM’in kendi hukuki normlarına ters düşen bu adil olmayan yaklaşımları, davanın etrafındaki uluslararası komplonun hukuki alanda sürdürüldüğünün ve Gladio’nun hâlâ işbaşında olduğunun kanıtı niteliğindedir.
Böylelikle Kürt kültürel soykırımının şahsıma yönelik davada açığa çıkmaması için sürdürülen komploya hukuki bir kılıf giydirilmeye çalışılmaktadır. Kürtler üzerindeki kültürel soykırım gerçeğinin inkârı ve kapitalist Batı hegemonyasının çıkarlarının son iki yüz yıldır olduğu gibi devam etmesi istenmektedir. Son savunmamı kapsamlı olarak hazırlamamın nedeni, küresel kapitalist hegemonyanın başta tüm Ortadoğu halkları olmak üzere, tüm dünya halkları üzerinde oynamaya çalıştığı bu büyük neo-liberal oyunu az da olsa deşifre etmek ve maskesini düşürmektir. Bunda şüphesiz en büyük desteğimi hakikat kavramına büyük katkılar sunan Avrupalı aydınlardan almaktayım. Ayrıca Avrupa halklarının büyük özveriyle yürüttükleri özgürlük, sosyalizm ve demokrasi mücadeleleri de en az entelektüel hareketleri kadar değerlidir. Kaldı ki, savunmamın özünde yatan evrensellik anlayışı aydınlar ve halkların özgürlük, demokrasi ve sosyalizm mücadelelerinin kopmaz birlikteliğini açıkça dile getirmektedir. Temel yöntemim tikel-evrensel ilişkisinin bütünselliği esasına dayanmaktadır.
Savunmalarımdan hukuki bir kazanç beklememekteyim. Bu savunmam sadece kendilerini çok uygar sananların bana karşı sanki bir ilkel barbarı, bir vahşiyi terbiye ediyorlarmış gibi bir yaklaşım içinde olmalarının, daha da iğrenç olanı, şahsımda bir halkı, Kürt halkını terbiye edebileceklerine inanmalarının ne kadar alçakça ve zalimce olduğunu açıklamakla kalmamakta, aynı zamanda en aşağılık ve insanlığın hiçbir ahlaki normuna sığmayan sistemin ve sahiplerinin gerçek yüzlerini de ele vermektedir. Bu bir yüzlü değil bin yüzlülerin, daha da ötesi yüzsüzlerin yüzsüzlüklerini anlaşılır kılmaktadır.
Savunmalarımın başta Anadolu ve Mezopotamya coğrafyası olmak üzere tüm Ortadoğu coğrafyasında yerleşik kültürlerin kendilerini hakikat olarak ifade etmelerinde ve politik olarak özgür kılmalarında güçlü bir etkiye yol açtığı kesindir. İnancım odur ki, bu savunmalarımla evrenin en anlamlı varlıklarından olan insanlığın bu kültürlerdeki kilometre taşlarından bir tanesi daha özgürlük, demokrasi ve sosyalizm adına kat edilmiş, gerçek insani yaşamın yolu ardına kadar açılmıştır.
Abdullah Öcalan
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.navendalekolin.com – www.lekolin.org – www.lekolin.net – www.lekolin.info