Rusya’nın Ukrayna’ya savaş açmasıyla birlikte gözler yeniden Üçüncü Dünya Savaşı’na çevrildi. 2000’lerin başında ABD’nin önce Afganistan ardından Irak’a müdahalesiyle başlayan süreç daha sonra “Arap Baharı” kapsamında Arap dünyasında yaşanmaya başlandı. Mısır, Tunus, Libya ve Suriye ile devam eden iç savaş ve darbeler artık savaşın yeni bir karakter kazandığını ortaya koydu. Tüm bu olaylara ise 15 Şubat 1999’da Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a yönelik geliştirilen uluslararası komplo ile başladı. Savaş; artık eskisi gibi tarafların direkt cephede karşı karşıya gelerek, birbirini kitlesel şekilde yok etme tarzını geride bıraktı. Bunun yerine dolaylı olarak birbirlerinin karşısında duran kapitalist ve hegemonik güçler, kimi yerlerde de birbirlerine karşı olmalarına rağmen çıkarları gereği aynı cephede bulunmaktan da geri durmadı. Söz konusu güçler bunlarla birlikte vekâlet savaşları da yürüterek; siyasi, askeri ve diplomatik anlamda birbirilerini zorlayacak pozisyonlar almayı da elden bırakmadı.
Ortadoğu’da fitili yakılan savaş sadece bu bölge ile sınırlı kalmadı. Zamanla Kuzey Afrika, Kafkasya, Asya, Pasifik ve Avrupa kıyılarına kadar sıçradı. Hegemonik güçler arasında yaşanan savaşın şimdiki mekanı genelde Kafkasya ve Doğu Avrupa kıyıları, özelde ise Ukrayna olarak görülüyor. Ukrayna sahası Üçüncü Dünya Savaşı’nın mekanizmasını, nasıl yürütüldüğünü, tarafların nerede konumlandıklarını ve birbirlerine karşı geliştirdikleri diplomatik ataklarının fotoğrafını net bir şekilde gözler önüne seriyor.
Kimi çevreler Ukrayna’da yaşananlara “Üçüncü Dünya Savaşı’nın başı ve sonu arasında” olan bir rol atfederken; kimileri de “Üçüncü Dünya Savaşı’nın başlangıcı”, kimi çevreler “asıl şimdi Üçüncü Dünya Savaşı başladı”, bazıları da İkinci Dünya Savaşı sonrasının “soğuk savaş” dönemine benzeten vb. yorumlarda bulundu.
Gelinen aşamada “iki kutuplu” dünyadan bahsetmenin bir olanağı yok. Üçüncü Dünya Savaşı da doğrudan kapitalist modernite güçleri arasında yaşanıyor. Kuşkusuz savaşın tarafları var ve herkes pay kapmaya çalışıyor. Fakat asıl savaş; ABD, İsrail, Çin, Rusya, Almanya, Fransa, İngiltere ve bölgesel güçler arasında yaşanıyor ve bunların hepsi kapitalist modernite güçleridirler.
Böyle bir gerçekliğe rağmen, Rusya ve Ukrayna’nın karşı karşıya geldiği savaş, medyada özünden saptırılarak olduğundan farklı gösteriliyor. NATO’nun, Rusya karşısında desteklediği Ukrayna devlet yönetimi; “direnişçi” bir güç olarak gösteriliyor. Tabii bunun böyle gösterilmeye çalışılıyor olması Üçüncü Dünya Savaşı’nın karakterinden kopuk değildir. Bu da Üçüncü Dünya Savaşı’nın doğrudan basının/medyanın oynadığı rolle ilgilidir.
Ukrayna’daki savaş sıradan, tesadüfi ya da iki tarafın bölgesel çıkarları sonucundan ortaya çıkan bir savaş değildir. Daha çok kapitalist ve hegemonik güçlerin birbirlerine karşı geliştirdikleri uzun vadede stratejik bir hamlenin sonucunda yaşanmıştır; Ukrayna’nın coğrafik, jeo-stratejik ve tarihi konumu irdelendiğinde bu daha anlaşılır olmaktadır.
Ukrayna, Doğu Avrupa ve Rusya arasında stratejik bir konumda bulunmaktadır; hem NATO ve Rusya arasında stratejik bir konumda bulunurken hem de Rusya ve Avrupa arasında ticaret ve enerji kaynaklarının geçiş hattı üzerinde bulunmaktadır. Bununla birlikte Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarında da stratejik bir rol oynamıştı. “Soğuk Savaş” döneminde SSCB’nin NATO ve Batı-Avrupa Devletleri karşısında en önemli savunma hatlarındandı. Varşova Paktı’nın varlığında önemli bir güvence oluşturuyordu.
SSCB’nin dağılmasının ardından Varşova Paktı’nın dağılması ve Doğu Avrupa ülkesi olan birçok üyesinin NATO’ya bağlantılı hale gelmesi, Rusya’yı NATO ve ABD karşısında savunmasını ciddi bir düzeyde zayıflamasına neden olmuştu. Ukrayna sorununun buna eklenmesi ise, Rusya için tehlike çanlarının çalınması ve büyük bir tehlikenin kapıya dayanması anlamına gelmiştir.
Aslında bu tehlike çanları; Üçüncü Dünya Savaşı’nın Karabağ Savaşıyla Kafkasya’ya taşırılmasıyla çalınmaya başlanmıştır. Karabağ savaşıyla İran’la olan Güney Doğu sınırında yaşadıklarının bir benzerinin Güney Batı sınırında Ukrayna’da yaşanması Rusya için, tehlikenin dayandığı kapıdan içeri girmesi anlamına gelmiştir ve Rusya’da bunu görmüştür.
Bu yönüyle Rusya’nın Ukrayna’da savaşan bir taraf olması onun haklı ve anayurt savunma savaşı yürütüyor anlamına gelmemektedir. Doğrudan Üçüncü Dünya Savaşı içerisinde hegemonya ve egemenlik savaşı içerisinde olduğunun göstermektedir. Bu da Üçüncü Dünya Savaşı’nın doğrudan karakteriyle ilgilidir. Asıl üzerinde durulması gereken budur. Fakat buna rağmen son derece bilinçli bir şekilde bundan ısrarla kaçınılmaktadır. O nedenle de hiç bir kimse bugün Rusya’nın Ukrayna’da yaptığını, Birinci Körfez Savaşıyla başlayan; Üçüncü Dünya Savaşı içerisinde ABD ve etrafında bir araya getirdiği koalisyon güçlerinin, işbirlikçi ve vekâlet savaşı ihalesi alan TC vb. gibi devletlerle birlikte yaptıkları işgalleri ağzına almaya cesaret edememektedir. Eğer bunu yaparlarsa ipliklerinin pazara çıkacağını çok iyi bilmektedirler.
ABD ve “ortakları”nın Üçüncü Dünya Savaşı’nın başından beri askeri güçlerini göndermedikleri, işgal etmedikleri bir bölge kalmamıştır. Askerlerini o bölgelere sokmuşlar, işgal etmişler ve kendilerine göre iktidarlar oluşturmuşlardır; Balkanlardan Ortadoğu’ya, Afrika’dan Güney Amerika’ya, Uzakdoğu’dan Karayip ülkelerine, Kafkasya’ya vb. varıncaya bunun saysızız örnekleri vardır. Şimdi de kendileri gibi hegemonya ve egemenlik savaşı yürüten Rusya yanı başında, onların başka bölgelerde yaptığının bir benzerini yapmıştır.
Ukranya savaşı ABD, Rusya, İsrail, Avrupalı güçleri ve İran’ın yanı sıra daha çokta TC’yi doğrudan etkilemektedir. Çünkü savaşın Karadeniz kıyısında yaşanması TC’nin hem Rusya ile arasındaki tarihsel askeri ve siyasi ilişkileri (Kırım ve sıcak denizlere inme), hem de Ukrayna’nın mevcut Voldimir Zelenski iktidarını desteklemesi Rusya ile son yıllarda Suriye ve Libya üzerinden kurduğu ilişkileri doğrudan etkilemektedir. Mevcut haliyle daha çok Avarasyacı kanaat ile işi götürmeye çalışıyor görünümü vermeye çalışması da bunu değiştirmemektedir. Görünen o ki, TC. Ukranya meselesinde NATO ve Rusya’nın arasında sıkışıp kalmıştır ve son 7 yıldır yürüttüğü “denge politikası” kendine dönmeye başlamıştır.
NATO’nun direkt savaş dahil olmadan ekonomik yaptırımlara dayalı belirlediği tutuma uymamış olması da bunu göstermektedir. Öyle ki Kırım meselesinde bile sesini çıkaramayan TC’nin Rusya ve Ukranya arasında NATO’nun isteği üzerine “siyasi arabulucu” olarak rol alması bile onu içerisine düştüğü bu durumdan kurtarmaya yetmemektedir. Savaşın uzaması ya da Rusya’nın Ukrayna’nın başkenti Kiev’e girmesi halinde TC’nin bu zorlanmayı daha fazla yaşayacağı açıktır. Nihayetinde TC. Ukrayna’da ya NATO’dan ya da Rusya’dan yana açık tutum almaya da zorlanabilir. Her iki durum da TC’nin iç ve dış siyasetini altüst edebilecek gelişmeleri beraberinde getirecektir.
Yine bununla birlikte Rusya harekete geçmeden önce Ukrayna’yı kışkırtan Almanya, ABD, İngiltere ve Fransa gibi güçler farklı bir pozisyonda kaldı. Özellikle Zelenski’nin Almanya Parlamentosuna yönelik bulunduğu görüntülü hitaptan anlaşıldığı kadarıyla da Almanya Ukrayna’yı neredeyse yüzüstü bırakmış görünüyor; zaten Ukrayna’nın savunulmasını istemesine rağmen Rusya ile ekonomik ve siyasi ilişkilerini sürdürüyor olması da bunu gösteriyor. “Ukrayna’ya binlerce paramiliter asker göndereceğiz” diyen İngiltere’nin açıklamalarında yaşadığı çelişki de onun da Almanya’dan farklı bir tutum içerisinde olmadığının bir göstergesi oluyor. Aslında tüm bu yaşananlar, Üçüncü Dünya Savaşı’nın karakteristik özelliğinin bir dışa vurumu anlamına geliyor.
En nihayetinde böylesi bir savaşta taraf olma bir tartışma konusu oluyor. Birinci Dünya Savaşı iki blok arasında yaşandı. Fakat devrimci ve sosyalistler farklı bir tavır aldılar. O dönemde; sosyalistler, emperyalistler arasında yaşanan savaşta taraf haline gelmeye karşı çıkarak, emperyalist savaşlara karşı devrimleri öne çıkarak devrimci bir savaşlar geliştirmeyi esas politika olarak belirlediler. Rusya’da Bolşevikler’de bu kararı kendi ülkelerinde pratikleştirdiler ve bunun sonucunda büyük Ekim devrimi yaşandı. Yine dünyanın diğer yerlerindeki devrimciler de bu bloklara dahil olmadı. Üçüncü Dünya Savaşı sırasında ise devrimci tavrı Önder Apo geliştirdi. Rojava’da yaşananlar tam olarak bunu yansıtıyor.
Rojava’da da Üçüncü Dünya Savaşı’nın tarafları olan hegemonya ve egemenlik savaşı yürütenlerin yanında yer alınmadı. Önder Apo’nun ideolojik ve politik çizgisine, öngörüsü esas alınarak; kapitalist modernite sistemi içerisinde yer alan ama aralarında hegemonya ve egemenlik için emperyalist, sömürgeci kanlı, kirli savaş yürüten güçlerin arasında yaşanan çelişki ve çatışmadan da yararlanarak Rojava Devrimi gerçekleştirildi.
Ari TUFAN
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi