2015 Temmuz’u ile 2019 arası dönemde faşizmin kirli savaş politikasının genel olarak toplumda bir korku ve sinme psikolojisine neden olduğunu belirtmek bir yere kadar yerinde olacaktır. Ama 2019’dan bu yana(31 Mart ve 23 Haziran yerel seçimlerinin sonuçlarıyla birlikte) korkunun rehavete dönüştüğünü ortaya koymak gerekmektedir. Faşizmin baskın olduğu dönemde iktidara karşı içinde öfkeyi de barındıran bir korku durumu baskındı. Faşist iktidarın direnen güçler karşısında yaşadığı gerilemenin acizlik ve rezillik biçiminde ayyuka çıktığı andan itibaren korku dağılıp öfke silikleşmiştir. Yani toplumsal muhalefet anlık reaksiyonlardan öteye geçmemektedir. Tehlike varken öfke duy, tehlike geçtiğinde ve ya azaldığında da mücadeleye ihtiyaç yokmuşçasına huzura kaptır kendini. Faşist iktidar hala iş başındayken, daha da önemlisi aynı zihniyeti farklı oluşumlar biçiminde temsil edenlerin mevcut iktidarın yerine geçmesi gibi bir tehlike geleceği de karartacakken, rehavete kapılmanın halklar ve demokrasi güçleri açısından bir karşılığının olmadığı açıktır.
Tek adam rejimi kendiliğinden bu noktaya gelmiş de değildir. Dağda gerillanın yürüttüğü halk savaşı, zindanlarda direnen tutsaklar, sayıları ne kadar olursa olsun meydanlarda faşist iktidara kafa tutmaktan vazgeçmeyenler bu iktidarı bu hallere getirdi. Erdoğan’ın bir ‘Pax Romana’ (Direnen tüm odakların sindirilmesi ve koşulsuz teslimiyeti ) sağlamasına bu güçler izin vermediği için AKP-MHP faşizmi, emareleri her geçen gün daha sık ve daha belirgin bir şekilde görülür olan çöküşten kurtulamadı. Kendini faşist iktidarın muflis halde oluşuyla sınırlamanın ve krizdeki faşizme örgütlü bir halk mücadelesiyle tam bir çöküşü yaşatmak için gerekenleri yapmakta hantal ve ürkek kalmanın, çözümü kendiliğinden gelişmelerde arayan bir pasifizmi ifade edeceği belirtilmek durumundadır. Özgürlükçü, eşitlikçi ve demokratik bir programın toplumsallaştırılması, yani toplumca bilinir, benimsenir ve sahiplenilir hale getirilmesi noktasında yaşanan yetersizlik görülebilmektedir. Söylemden öte somut eyleme geçme ve bunun için de toplum içinde etkin bir örgütlenme durumu henüz devrim için gereken dinamizmi yakalayacak düzeye ulaşamamıştır. İktidar açısından bu kadar dezavantajın açığa çıktığı bir dönemde devrimci öncülüğün rolünü oynamakta yetersiz kalışı, toplum içindeki öncü için devrimin soyut-gerçekdışı bir olay olarak görüldüğünün ve işlerin kendiliğindenliğe terkedildiğinin göstergesi olmaktadır. Ekonomik krizin, Dolar’ın 17-18 TL seviyesine kadar çıkışının, Erdoğan ve şurekasının her geçen gün yeni skandallarla gündeme gelişinin, çete başı Sedat Peker’in ortaya döktüğü kirli çamaşırların vb faşizmi erozyona uğratıp yok edeceğine dair bir beklenti halinin göstergesi olarak okumak mümkün bu rehavet halini.
Halkın kendi inisiyatifiyle, herhangi bir öncünün belirleyiciliği olmaksızın devrim gerçekleştirdiği durumlar olmuştur. Mesela 1917’de Rus çarının devrilmesiyle sonuçlanan Şubat Devrimi böyle bir devrimdir. Ama tam da çarlık rejimi tarihe gömüldükten sonar, devrimi halktan alıp burjuvaziye teslim etme girişimlerinden, çarlığa geri dönüş koşullarının açığa çıkmasına bir çok tehlike Lenin şahsında sergilenen güçlü bir önderliğin de etkisiyle Bolşevik Parti’nin üstlendiği görevi yerine getirmesi sayesinde savuşturuldu. Karşı-devrim başarılı olamadı. Devrim emekçi halkın elinden alınamadı. Tam tersine Kornilov’lara karşı muhafaza edilmekle sınırlı kalmayan devrim, 1917 yılı bitmeden daha ileri adım atılarak sosyalist devrime evrildi.
Kendiliğinden bir devrim de olsa güçlü bir öncülüğün sağlandığı durumda elde edilen sonucun tersi bir örneğe daha yakın bir tarihte, 2011 yılında Mısır’da tanık olduk. Halklar adına güçlü bir öncülük çıkaramadığı için önce AKP muadili bir siyasal-İslam örgütüne geçen, akabinde de emperyalizmin verdiği yetkiyle yönetime el koyan darbecilerin elinde aslını kaybeden Mısır Devrimi, kendiliğinden gelişmelerle sağlanan sonucun taşıdığı hayati yetersizliklere dair anıları taze olan bir örnektir.
Güncelde Türkiye ve Kuzey Kürdistan’ı ilgilendiren devrim koşullarına dönülecek olursa; toplumsal gelişmeler tarihi için negatif kutbu ifade eden ‘egemenin iflası’ AKP-MHP faşist ittifakı şahsında gerçekleşmektedir. AKP-MHP faşizminin yaşadığı iflasın en büyük sebebi İmralı’da Kürt Halk Önderi Abdullah ÖCALAN’ın tecrit koşullarında yürüttüğü direniş ve HPG/YJA-STAR gerillalarının işgalci Türk ordusuna vurduğu darbelerdir. Bu anlamda, Kürdistan’ın özgürleşmesi, Irak, İran, Suriye ve Türkiye’nin ise demokratikleşmesinin en önemli öncü ve vurucu gücü de Kürt Halk Önderliği ile Kürdistan gerillası olmaktadır. Reber APO, tarihte eşine ender rastlanır tutsaklık koşullarının engel olmasına izin vermeksizin, bir taraftan mevcut ulus-devlet rejiminin halklar için sunabileceği bir şeyin bulunmadığını teşhir ederken, diğer yandan özgür toplumsallığın mümkün olduğunu kurulu düzenden rahatsız olan herkese direniş pratiği ve düşünceleriyle gösterdi. Gerilla sömürgeci ordunun savaş gücünü Haftanin’de, Gare’de, Avaşin, Zap ve Metina’da darmadağın ederek tek adam faşizminin yaptıklarının yanına kar kalmayacağının en güçlü garantisi olduğunu kanıtladı. Böyle bir Önderlik ve meşru savunma gücüdür faşizmi iflasa sürükleyen. Son dönemde Savunma Bakanı Hulusi Akar başta olmak üzere, tüm kirli savaş uzmanlarının kabul etmek durumunda kaldıkları bir gerçek vardır ki, o da sömürgeci ordunun Halk Savunma Güçleri karşısında yaşadığı bozgundur. Hatta Savunma Bakanı daha ileri gidip, neden başarısız olduklarına dair gerekçeler sıralamakta ve sömürgeci-işgalci ordunun namusunu bu gerekçelerle kurtarabileceğini hesap etmektedir. NATO’nun en büyük 2. ordusu olmakla övünenlerin kullandıkları silah ve teknikle kıyaslandığında aşırı mütevazi kalan ve gerillanın kendi imkanlarıyla geliştirilen silahlar bakanın kabusuna dönüşmüş. Milyar dolarlar harcanarak elde edilen silahlar, casus uçakları, paralı askerler, gerillayı maddi-manevi her türlü destekten mahrum bırakmak adına halka uygulanan zulüm ve ajanlaştırma politikaları ve daha saymakla bitmeyecek bir sürü unsurla yürütülen bir kirli savaşta alınan sonuç ‘Zagros’ silahının Türk ordusunun karabasanına dönüşmesi oluyor.
Eğer bir devlet yetkilisi bu kadar açıktan başarısızlık itiraflarında bulunuyor ve gerekçe sunmaya tenezzül ediyorsa, gerilladan yedikleri darbe itiraf ettiklerinden çok daha ağır ve sarsıcıdır. Fikir vermesi açısından bir iki örnek verilecek olursa, Sarıkamış’ta onbilerce askeri tek kurşun atmadan donarak ölüme gönderen Enver Paşa’nın marifeti uzun yıllar herkesten saklandı. Yine 1974’te Kıbrıs’a yönelik gerçekleştirilen işgal harekatında kendi savaş uçaklarıyla kendi savaş gemisini vuran Türk ordusunun bu gerçeği de yine yıllarca ‘devlet sırrı’ diye herkesten gizlendi. Askeri alanda yaşanan fiyaskolara karşı aşırı hassas olan militarist devlet geleneği, bu tür itiraflarda sakınca görmeyecek düzeye getirilmiş bulunuyor. Ekonomiden siyasete tüm alanlarda yaşanan iflasın kaynağı askeri alanda yaşanan yenilgiye dayanıyor. Erdoğan’ı basın toplantısında, Ukrayna’ya Rus saldırısı karşısında yapılan yardımları kıskanırcasına dokunaklı ses tonuyla Batı’dan yardım istemeye zorlayan da bu yenilgi. Tüm bu veriler, siyasal-toplumsal güçlerin daha aktif bir mücadeleye girişmesini zorunlu kılan bir döneme girildiğini gösteriyor.
Toplumların gelişim yasasını incelediği ‘Tarih Devrim Sosyalizm’ kitabında Dr. H. Kıvılcımlı bu yasayı ‘elektrik devresi’ metaforuyla izah etmektedir. Bir elektrik devresinde lambanın yanması için gerekli olan artı ve eksi kutuplara benzer şekilde, toplumsal gelişimin de birbirine zıt kutupları bulunmaktadır. Sadece egemenin iflası ve çöküşü (negatif kutup) toplumsal ilerlemeye yetmez. Egemenin iflasını karşılayacak bir devrimci güç ve yeni yaşamı devrimci temellerde yaratacak özne (pozitif kutup) varsa eğer toplum, ürettiklerine sahip olamayanlar lehine bir ilerleme sağlayabilir. Faşizmin iflasına devrimci dinamizle karşılık vermenin koşulları faşizmin kabusu ZAGROS’la oluşturulmuş bulunuyor. Toplumsal gelişimin pozitif kutbunu oluşturmanın vakti geldi. Faşizmin iflasının devrime dönüştürülmesi için bu şart. 1917 Rusya’da devrimlerin yılı oldu. Aynı dönemlerde, benzer sosyal, tarihsel, siyasal yapıya sahip Türkiye’de zenginlik ve iktidarın komprador burjuvaziden finans-kapitale geçişinin ifadesi cumhuriyetin ilanından öteye gidilmedi. Bugünkinden çok daha hafif geçen 2001 krizinin yarattığı boşluk ise AKP’nin iktidara gelmesiyle sonuçlandı. Devrim adına iki tarihsel fırsatı kaçırmış olmanın özeleştirisi ancak şu an içinde bulunulan koşulları devrime evriltmekle verilebilir.
Deniz ZAGROS
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi